26 Temmuz 2014 CUMARTESİ

Resmî Gazete

Sayı : 29072 (Mükerrer)

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI

I- 2247 SAYILI KANUN’UN 27. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN (BAŞVURU RED) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/20

KARAR NO : 2014/20

KARAR TR : 14.07.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, (Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden) aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Mağdurlar: 1- E.Ç., 2- T.A., 3- E.V., 4- Y.O.

Sanık : K.T.

O L A Y : İzmir Deniz Er Eğitim Tabur Komutanlığı emrinde görevli sanık Dz.P.Üçvş. K.T.’un, 2002 yılı Ekim ayı içerisinde, birlik dahilinde cep telefonu bulundurmayı yasaklayan tebliğ mahiyetli sözlü duyurudan sonra, emir doğrultusunda telefonunu kendisine teslim eden mağdur Dz.Mhf.Çvş. Y.O.’ın, bir süre sonra ailesine göndermek için cep telefonunu istediğinde, cep telefonunu bir müddet kullandığını ve tahrip ettiğini söyleyerek iade etmediği, hazır kıt’a nöbetçi astsubayı olarak görevli olduğu bir tarihte, mağdur Dz.Hiz.Er T.A.’ın üstünü arayarak bulduğu bir adet E. A-1018 model cep telefonu hakkında suç dosyası düzenlemesi gerekirken bu hususu mağdur T.A.’ı korkutmak için kullandığı ve yasal işlem yapmamasının karşılığında ele geçirdiği cep telefonunun kendisinde kalmasını istemesi üzerine, cep telefonu bulundurmanın yasak olduğunu bilen ve hakkında cezai takibat yapılmasından korkan mağdurun telefonunu sanığa verdiği, daha sonra sanığın cep telefonunu eşine verdiğini öğrendiği ve geri alamadığı, sanığın nöbetçi astsubayı olarak görevli olduğu bir başka tarihte, mağdur Dz. Er E.V.’nın şarjörünü yere düşürdüğünü ve şarjör metalinin zarar gördüğünü adı geçen askerin kendisine müracaatı neticesi öğrendiği ve 15.000.000.TL karşılığında yeni şarjör alabileceğini aksi halde durumu askeri mahkemeye intikal ettireceğini söyleyerek para talep ettiği, kapıldığı korku ve tedirginliğin etkisiyle sanığa talep ettiği parayı teslim eden mağdurun bir müddet sonra sanığın vaatte bulunduğu şarjörü bulamadığını söylemesi üzerine, parasını geri istediği ancak sanığın parayı iade etmediği, sanığın aynı yıl Aralık ayı içersinde, 2002/4 dönem 18 aylık ve 2002/3 dönem 8 aylık celp erlerinin birliğe katılışı sırasında üzerlerinde bulunan ve kıt’a içerisine sokulması yasak olup Dz. Atğm. E.A.tarafından alınarak kendisine teslim edilen 8 adet muhtelif cep telefonunu, Celp Büro’ya vermesi gerekirken, içlerinden mağdur Dz.Er E.Ç.’a ait Nokia 3310 marka bir adet telefonu 95.000.000. TL bedelle satarak parasını mal edindiği, böylece sanığın emniyeti suiistimal, irtikap ve zimmet suçlarını işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 510, 522, 209/1, 219/1,3 ve son., 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1 ( az vahim hal). maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle Güney Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 5.6.2003 gün ve E:2003/136, K:2003/278 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır.

GÜNEY DENİZ SAHA KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 14.9.2006 gün ve E:2006/97, K:2006/555 sayıyla; mağdurlar Dz.Mhf.Çvş. Y.O. ile Dz. Er E.V.’ya karşı işlendiği ileri sürülen “emniyeti suiistimal” suçu nedeniyle sanık hakkında açılan kamu davasında, sanığın Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiği 14.3.2003 tarihinden itibaren askeri mahkemenin yargılama görevinin sona erdiği, ayrıca eylemin, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 503. maddesinde düzenlenen “dolandırıcılık” suçunu oluşturma ihtimalinin de bulunduğu, ancak sanığın eyleminin sübutu halinde eylemin hangi suçu oluşturacağının takdiri ve bu hususta karar verme yetkisinin sanık hakkında yargılama yapmaya görevli olan mahkemeye ait olduğu, sanığın eylemi ister “emniyeti suiistimal” suçunu, ister “dolandırıcılık” suçunu oluştursun, her iki suçun da askeri suç olmadığı gibi askeri suça bağlı bir suç da olmadığı ve sanığın Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiği, bu nedenle askeri mahkemenin yargılama görevinin sona erdiği, sanığa yüklenen “ikna sureti ile irtikap” suçunun da askeri suç olmadığı gibi askeri suça bağlı bir suç olmadığı, bu nedenle bu suç nedeniyle sanığı yargılama görevinin de adli yargı yerine ait olduğu, sanığa yüklenen “zimmet” suçunun ise, Dz.Er E.Ç.’a ait telefonun satıldığı kişiden alınarak birlikten başka bir birliğe dağıtım olması sebebi ile birlikten ayrılışı sırasında E.Ç.’a teslim edildiğinin anlaşılması, sanığın söz konusu cep telefonlarını kendisine görev sebebi ile değil, mesainin bitmiş olması nedeni ile sabah kendisinden alınmak üzere emaneten teslim edildiğini beyan etmesi ve dosya kapsamından sanığın celp işlemlerinde teslim alınan malzemeleri teslim alması gibi bir görevinin bulunduğuna dair aleyhte herhangi bir delil de bulunmadığı anlaşıldığından, sanığın bu telefonların kendisine emaneten bırakıldığı yönündeki beyanı dikkate alındığında bu eylem ile oluşabilecek suçun zimmet suçunu değil, telefonları emanet eden Atğm. E.A.’ın inancını kötüye kullanarak emanet aldığı bu telefonlardan E.Ç.’a ait telefonu İ.Ç. isimli sivil şahısa satmak sureti ile gerçekleşen eyleminin “emniyeti suiistimal” suçunu oluşturabileceği kanaatine varılarak, sonuçta sanığı tüm bu suçlardan yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası İzmir 3. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

İzmir 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nce, “irtikap” suçu nedeniyle açılan kamu davasında sanığı yargılama görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğu, iddianamede “ zimmet” suçu olarak nitelendirilen eylemin ise zimmet suçunu oluşturup oluşturmayacağının takdirinin de suçun yargılamasında görevli mahkeme olan ağır ceza mahkemesine ait olduğu, “emniyeti suiistimal” suçu nedeniyle açılan kamu davasının da hukuki ve fiili irtibat nedeniyle ağır ceza mahkemesinde görülmesi gerektiği sonucuna varılarak görevsizlik kararı verilmiş, dava dosyasının gönderildiği İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, sanığın mağdurlar Y.O. ile E.Ç.’a yönelen eylemlerinin süregelen basit zimmet suçu niteliğinde olduğu gerekçesiyle bu eylemler nedeniyle, lehine olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 247/1. maddesi uyarınca, mağdur T.A.’a yönelik ikna sureti ile irtikap suçundan eylemine uyan, lehine bulunduğu anlaşılan aynı Kanun’un 250/2. maddesi uyarınca, mağdur E.V.’ya yönelik ikna sureti ile irtikap suçundan eylemine uyan, lehine bulunduğu anlaşılan aynı Kanun’un 250/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş, kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 1.7.2013 gün ve E:2012/9252, K:2013/7333 sayılı kararı ile, suç tarihinde asker kişi olan sanığın, mağdurlar Y.O., E.Ç.ve E.V.tarafından kendisine tevdi ve emanet edilmiş olan cep telefonlarını onlara iade etmemek ve şarjör almak amacıyla E.V.’dan aldığı parayı geri vermemek şeklinde gerçekleşen eylemlerinin 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1. maddesinde düzenlenen zimmet suçunu oluşturabileceği, bu nedenle belirtilen suçun 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesi gereğince asker kişi tarafından askerlik hizmetinin yürütülmesi sırasında işlenen askeri nitelikte bir suç olduğu, bu nedenle yargılamanın askeri mahkemelere ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi yerine, yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulmasının Kanuna aykırı olduğu belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

İZMİR 4. AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 28.11.2013 gün ve E:2013/362, K:2013/388 sayıyla; bozma ilamında yazılı hususları tekrar ederek, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un, başvurunun reddine ilişkin sözlü ve yazılı açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi ikinci fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin onuncu fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almış, 232. maddesinin altıncı fıkrasında ise, “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” hükmüne yer verilmiştir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvuracağı kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.07.2014 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/21

KARAR NO : 2014/21

KARAR TR : 14.07.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, (Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden) aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Sanık : A.Ç.

O L A Y : Diyarbakır/Ergani J. Asyş. Komd. Bl. Komutanlığı emrinde görevli sanık J.Ulş.Er.

A.Ç.’ın, 6.10.2010 tarihinden itibaren 15 gün süreyle izne gönderildiği, talebi üzerine 21.10.2010 tarihinden itibaren 20 gün izin ve 4 gün yol süresi verilmek suretiyle izninin 14.11.2010 tarihine kadar uzatıldığı, 14.11.2010 günü, sanığın 12.11.2010 tarihinden itibaren kendisine 20 gün istirahat verildiğine ilişkin, Ahlat Devlet Hastanesinden verildiği anlaşılan belgeyi faks yoluyla birliğine gönderdiği, 2.1.2011 tarihinde birliğine katılmasının ardından hakkında izin tecavüzü suçundan yapılan soruşturma sırasında, 12.11.2010 tarihinde Ahlat Devlet Hastanesine müracaat ettiği, ancak bu hastane tarafından sanığa14.11.2010 tarihinden itibaren 20 gün istirahat verilmediği, birliğine faks yoluyla gönderdiği belgenin sahte olduğunun anlaşıldığından bahisle, sanık hakkında “resmi belgede sahtecilik” suçundan soruşturma ve kovuşturma yapmanın adli yargı yerinin görevine girdiği gerekçesiyle, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca gerekli değerlendirme ve yasal işlemin yapılabilmesi için konu ile ilgili belgelerin gönderildiği Ahlat Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 9.6.2011 gün ve E:2011/212, K:2011/111 sayılı iddianamesiyle, sanığın 2010 yılı Ekim ayı içerisinde askerlik görevini yaptığı sırada izin alarak memleketi Ahlat'a geldiği, 14.11.2010 günü, evinde kendi bilgisayarında bahsedilen raporu düzenlediği, rapor altındaki isimleri yazılı doktorları daha önceden tanıdığı, diploma numaralarını ve sicil numaralarını kendisinin uydurup doktor isimleri altındaki imzaları kendisinin attığı, düzenlediği raporu faks yoluyla birliğine gönderdiği, böylece “resmi belgede sahtecilik” suçunu işlediği ileri sürülerek, sanığın eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 204/1.maddesi uyarınca;

7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 25.4.2011 gün ve E:2011/490, K:2011/165 sayılı iddianamesiyle de, sanığın, kendisine verilen izin süresinin sona ermesi nedeniyle, 13.11.2010 günü saat 24.00’a kadar birliğine katılması gerekir­ken, 2.1.2011 günü saat 22.00'da birliğine katıldığı, böylece 14.11.2010 - 02.01.2011 tarihleri arasında “izin tecavüzü” suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 66/1-b. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle ayrı ayrı kamu davası açılmıştır.

AHLAT ASLİYE CEZA MAHKEMESİ: 14.2.2013 gün ve E:2011/139, K:2013/116 sayı ile; Ahlat Cumhuriyet Başsavcılığı’nca açılan kamu davasında, sanığa yüklenen eylemin “askerlikten kurtulmak için hile yapmak” suçunu oluşturduğu, sahte evrak kullanmasının belirtilen suçun unsuru olduğu, dolayısıyla sanığın yargılamasının 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 81. maddesine göre yapılması gerektiği ve eylemini gerçekleştirdiği sırada fiilen asker olduğundan, 353 sayılı Kanun uyarınca yargılamanın askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle Bitlis Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesine gönderilmiştir.

7. KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 31.7.2013 gün ve E:2013/2091, K:2013/635 sayıyla; sanığın Ahlat Devlet Hastanesinden verilmiş gibi bir rapor düzenleyerek birliğine fakslamasındaki amacının, Mahkemelerinin 2013/2077 esasına kayıtlı sanık hakkındaki derdest dava dosyasından 14.11.2010-02.01.2011 tarihleri arasında işlediği iddia olunan “izin tecavüzü” suçunu örtbas etmek, bu suçu gizlemek ve bu suçun işlendiğinin öğrenilmesini engellemek olduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla sanığın eyleminin “askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçunu” oluşturmayıp, Türk Ceza Kanununda düzenlenen “resmi belgede sahtecilik” suçunu oluşturduğu açıklanarak, bu suçun da askeri bir suç veya askeri suça bağlı bir suç olmadığı, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak da işlenmediği, bu nedenle sanığı yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine, dava dosyası, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca sanık hakkında açılan kamu davasında, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesince, 16.5.2011 gün ve E:2011/663, K:2011/260 sayılı karar ile, sanığın 14.11.2010-02.01.2011 tarihleri arasında temadi eden izin tecavüzü suçunu işlediği sübuta erdiğinden, eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 66/1-b maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verildiği, kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 4. Dairesinin 7.5.2013 gün ve E:2013/768, K:2013/761 sayılı kararı ile, mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden bozulmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un, başvurunun reddine ilişkin sözlü ve yazılı açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının itiraz yolu açık olmak üzere verildiği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi ikinci fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin onuncu fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almış, 232. maddesinin altıncı fıkrasında ise, “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” hükmüne yer verilmiştir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, başvuracağı kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak gösterilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanığa yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Ahlat Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.07.2014 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/22

KARAR NO : 2014/22

KARAR TR : 14.07.2014

(Ceza Bölümü)

ÖZET : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, (Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden) aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.H.

Sanık : 1- M.G., 2- M.Ş., 3- S.K.

O L A Y : 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığının 13.7.2012 gün ve E:2012/788, K:2012/52 sayılı kararı ile, Ağrı Merkez İlçe Jandarma Cezaevi Karakol Komutanlığı emrinde görevli sanıklardan Uzm. J. V Kd. Çvş. M.G.’ün nöbetçi astsubay olduğu 22.5.2012 günü, 18.00 - 24.00 saatleri arasında tel içi hazır kıta görevlisi olarak görevli sanık J. Er M.Ş.ile 19.00 - 21.00 saatleri arasında 5 no’lu kule nöbetçisi olarak görevli sanık J. Onb. S.K.ile birlikte cezaevi içerisinde güvenlik tedbirleri sebebiyle yasaklanan yerde mangal yaptığı, sanıklar M.Ş.ile S.K.’nun nöbetçi olduklarını bildiği halde nöbetlerine gitmeleri konusunda herhangi bir müdahalede bulunmadığı, bu suretle görevini ihmal ettiği, diğer sanıkların da nöbetçi oldukları halde nöbete gitmedikleri bu suretle “emre itaatsizlikte ısrar etmek” suçunu işlediklerinden bahisle haklarında soruşturmanın başlatıldığı belirtilerek, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu uyarınca sanıklara yüklenen eylemlerin sanıkların mülki görevi esnasında işlendiği, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korumalarını yapmanın , jandarmanın mülki görevleri arasında olduğu, bu görev esnasında işlendiği ileri sürülen suçlar nedeni ile sanıkların adli yargı yerinde yargılanmaları gerektiği, Uyuşmazlık Mahkemesinin kararlarının da bu yönde olduğu açıklanarak, sanıklar hakkında “görevi kötüye kullanmak” suçu nedeniyle yürütülen soruşturmada görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyasının Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiş,

Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, olay sırasında sanıkların Ağrı M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun dış güvenliğinde görevli oldukları ancak nöbet hizmetlerinin mülki bir görev olmayıp askeri bir görev olduğu, sanıklara yüklenen eylemlerin “emre itaatsizlikte ısrar” suçuna vücut vereceği ve bu suçun da ancak askeri şahıslarca işlenebilen ve Askeri Ceza Kanununda düzenlenen bir eylem olduğu, diğer yasalarda bu eylemlere yönelik herhangi bir düzenleme bulunmadığı açıklanarak görevsizlik kararı ile gereğinin takdir ve ifası için soruşturma dosyasının Ağrı 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığına gönderilmesine karar verilmesi üzerine;

12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığının 28.2.2013 gün ve E:2013/436, K:2013/85 sayılı iddianamesiyle, olay günü saat 19:30 sıralarında sanıklar ile cezaevinde görevli diğer askerlerin kendi aralarında 5’er TL toplayarak mangal yaptıkları, sanıklar M.Ş.ile S.K.’nun nöbetçi olmalarına rağmen nöbetlerine gitmeyip mangala katıldıkları, sanık M.G.’ün her iki sanığa da nöbetleri olduğunu bildiği halde müdahale etmediği ve bu duruma göz yumduğu, böylece sanıklar M.Ş.ile S.K.’nun “emre itaatsizlikte ısrar etmek”, sanık M.G.’ün “görevi kötüye kullanmak” suçunu işledikleri ileri sürülerek, sanıklar M.Ş.ile S.K.’nun eylemine uyan 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 87/1 (1. cümle) maddesi, sanık M.G.’ün eylemine uyan aynı Kanun’un 144. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.

12. MEKANİZE PİYADE TUGAY KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 6.3.2013 gün ve E:2013/779, K:2013/36 sayıyla; sanıklara yüklenen eylemlerin, jandarmanın mülki görevlerinden olan ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korumalarının yapıldığı sırada işlendiği ileri sürüldüğünden, Uyuşmazlık Mahkemesi kararları da gözetilerek, jandarma personelinin ancak askeri hizmete ilişkin eylemlerinden dolayı askeri yargıya tabi bulundukları açıklanarak, her ne kadar sanıklar M.Ş.ile S.K.hakkında “emre itaatsizlikte ısrar etmek” suçu nedeniyle cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmış ise de, yüklenen eylemlerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257/2. maddesinde düzenlenen “görevi ihmal” suçunu oluşturduğu belirtilerek, sanıklara yüklenen “görevi kötüye kullanmak” ve “görevi ihmal” suçlarının askeri suç olmaması, askeri bir suça bağlı bulunmaması, atılı suçların sanıkların mülki görevleri sırasında işlendiği, mülki görev sırasında işlenen suçlar bakımından sanıkları yargılama görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşerek, dava dosyası Ağrı 2. Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir.

AĞRI 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 10.3.2014 gün ve E:2013/191, K:2014/149 sayıyla; sanık M.G. hakkında “görevi kötüye kullanma” suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığını belirterek, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korumasını sağlamakla yükümlü olan jandarmanın tüm eylem ve işlemlerinin mülki görev kapsamında olmadığı, nöbet hizmetlerinin mülki bir görev olmayıp askeri bir görev olduğu, bu anlamda sanıklar M.Ş.ve S.K.'nun eylemlerinin “emre itaatsizlikte ısrar etmek” suçunu oluşturabileceği, diğer sanık M.G.'ün eyleminin de diğer sanıkların eylemleri ile bağlantılı olduğu Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun 12.maddesinde yer alan düzenleme uyarınca sanıkların yargılamalarının bir bütün halinde askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yusuf Tamer ÇETİN, Mehmet AVCIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında, Raportör-Hâkim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, başvurunun reddi yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı Hüseyin KORKUSUZ’un, başvurunun reddine ilişkin sözlü ve yazılı açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosyanın incelenmesinde, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının sanıklar M.Ş. ile S.K.'ya tebliğ edilmediği anlaşılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34. maddesi ikinci fıkrasında, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” denilmiş, 223. maddesinin onuncu fıkrasında, “Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır” düzenlemesi yer almış, 232. maddesinin altıncı fıkrasında ise, “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” hükmüne yer verilmiştir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Olumsuz görev uyuşmazlığı” başlığı altında düzenlenen 14. maddesinde, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir” denilmektedir.

Uyuşmazlığın incelenebilmesi için, 2247 sayılı Yasa’nın 1 ve 14. maddeleri uyarınca, yargı yerlerince verilen kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dışında ayrıca, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 9.12.1931 gün ve E:1931/12, K:1931/48 sayılı kararında da belirtildiği gibi yargı yolunu değiştirmeye yönelik görevsizlik kararlarının temyize tabi oldukları kuşkusuzdur. Böylece, sanıklara tebliğ edilmeyen, başvurabileceği kanun yolu, süresi, mercii yasaya uygun olarak sanıklara bildirilmeyen kararın kesinleşmesinden söz edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle, sanıklar M.Ş. ile S.K.'ya, yukarıda açıklanan haklarını belirtir nitelikte tebligat yapılarak temyiz süresinin beklenmesi, görevsizlik kararı kesinleştikten sonra dosyanın Mahkememize gönderilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Ağrı 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen görevsizlik kararının kesinleşmemiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 1 ve 14. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.07.2014 günü OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

I- 2247 SAYILI KANUN’UN 24. VE 27. MADDELERİ GEREĞİNCE VERİLEN (BAŞVURU RED) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2013/1515

KARAR NO : 2014/712

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdari yargı yerinde bakılan davanın konusunu, yapılan ihalenin iptali isteminin oluşturması; adli yargı yerinde bakılan davanın konusunu ise bir işçinin açtığı kıdem tazminatı ve yıllık ücretli izin alacaklarının ödenmesi istemi olması karşısında, 2247 sayılı yasa’nın 24. maddesinde hüküm uyuşmazlığının varlığı için öngörülen “dava konusunun ve sebebinin aynı olması” ve “hakkın yerine getirilmesinin imkânsız bulunması” koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen : Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. Ö.Ö.K.

Karşı Taraf : TES-İŞ (Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri) Sendikası Gn Bşk.

Vekili : Av. M.R.A.

I - Tes-İş (Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri) Sendikası Genel Başkanlığı vekili dava dilekçesinde, davalı Elektrik Üretim A.Ş.’ye bağlı Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğüne ait Dış Tesisler Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü kontrol, Oto Bakım servislerindeki onarım işlerine ait Yıllık Hizmet Alımı Yolu ile 101 kişi teminine ilişkin 19- TSE/06056 dosya numaralı ihaleyi, Tünta Gıda İnşaat Taahhüt Ticaret Limited Şirketi ve İlker Temizlik Hizmetleri Ortak Girişiminin kazandığını; ihale işleminin sebep, konu ve maksat yönleriyle hukuka aykırı olduğunu; İş Kanununa göre geçerli bir alt işverenlik ilişkisinin yardımcı işlerde veya teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde kurulabileceğini; bunların dışında asıl işin bölünerek alt işverenlere verilemeyeceğini, ihale konusu alt işverene devredilen işin ise yardımcı işlerden olmadığı gibi teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren iş de olmadığını; bu güne kadar bu hizmetlerin davalı tarafından yürütüldüğünü ileri sürerek, TSE/06056 dosya numaralı ihale işleminin iptali istemiyle Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EUAŞ)’a karşı 31.10.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü vekili davaya cevap dilekçesinde, ihale mevzuatında ihalenin hangi hallerde ve hangi usulle iptalinin talep edilebileceğinin açıkça belirtildiği, işbu dava konusu olan ihalenin ise iptali için gerekli şartların oluşmadığını; İş Kanunu hükümlerine dayanarak ihalenin iptalini talep etmenin hukuki mesnetten yoksun olduğunu, ihalenin iptalini talep eden sendikanın bu davada taraf ehliyetinin dahi bulunmadığını ileri sürerek, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

ANKARA 12. İDARE MAHKEMESİ : 28.2.2008 gün ve E: 2006/2398, K: 2008/141 sayı ile, “...Dava dosyasının incelenmesinden; Elektrik Üretim Anonim Şirketine bağlı Seyitömer Termik Santralı İşletme Müdürlüğü'nün ihtiyacı olan makine mühendisi, makine teknikeri, kaynak uzmanı, makine montajcı ustası, usta yardımcısı, makine teknikeri, elektronikçi, pnömatikçi, kimyacı, tornacı, frezeci, vergelci, radyalci, tesviyeci, motorcu, oto elektrikçisi, yağcı, lastikçi, usta ve usta yardımcıları ile mühendis ve kalifiye işçilerin temini için Elektrik Üretim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünce 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile, Seyitömer Termik Santralı İşletme Müdürlüğüne ait Dış Tesisler, Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki Onarım İşleri İçin Yıllık toplam 101 Kişilik Hizmet Alımı İhalesi'nin 13 firmanın katılımı ile yapıldığı, yaklaşık maliyeti 1.162.406,00 YTL olan ihalede 10 firmanın teklifinin geçerli kabul edilerek, 1.142.419,24 YTL tutarındaki Tünta Gıda İnşaat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ve İlker Temizlik Hizmetler Ortak Girişiminin teklifinin ekonomik açıdan en avantajlı teklif, 1.163.850,00 YTL tutarındaki EGEM İnşaat Taşımacılık Temizlik Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.'nin teklifinin ise ekonomik açıdan en avantajlı ikinci teklif olarak belirlendiği, 8.9.2006 tarihli ihale komisyonu kararı ile hizmet alım işinin adı geçen Ortak Girişime ihale edilerek 18.9.2006 tarihinde sözleşme imzalandığı, Elektrik Üretim A.Ş.'de çalışan işçilerin üye olduğu ve bu işçiler adına toplu iş sözleşmesi imzalama hak ve yetkisine sahip olan Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası Genel Başkanlığı tarafından, ihaleye çıkarılan işin, Kuruluşun asli faaliyeti kapsamında olduğu, yardımcı işlerden ve teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işlerden olmadığından 4857 sayılı Kanunun 2. maddesinin 6 ve 7. fıkraları uyarınca bölünerek alt işverene devredilemeyeceği, alt işverenlik sözleşmesinin muvazalı olduğu iddialarıyla ihalenin iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

Kamusal hizmet ifa eden ve anonim şirket statüsünde olan davalı idarenin, yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine uygun olarak kârlılık, verimlilik ve kamu yararı ilkeleri doğrultusunda hareket edebileceği ve ihtiyaç duyduğu hizmet alımlarını, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanması ile rekabetin, saydamlığın, eşit muamelenin, güvenirliğin, gizliliğin, kamuoyu denetiminin ve kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması ilkelerine uygun olarak yapacağı ihalelerle gerçekleştirebileceğinin açık olduğu, Uyuşmazlık konusu ihalede temin edilen işçilerin alanlarında uzman kişiler olduğu, onüç , firmanın katılımı ile gerçekleştirilen ihalenin, ihale usul ve esaslarına aykırı olarak yapıldığına dair herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu yönde dosyaya herhangi bir bilgi ve belgede sunulmadığı, öte yandan, 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde, elektrik üretimindeki yardımcı işlerin ve teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işlerin bölünerek alt işverene devredilebileceğinin 'hükme bağlandığı, bu durumda; Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü Satın Alma ve İhale Yönetmeliğine uygun olarak, Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğü'ne ait Dış Tesisler Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için Yıllık Hizmet Alımı Yolu ile 101 kişi teminine yönelik olarak 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan 19-TSE/06056 dosya numaralı ihaleye ilişkin ihale işlemlerinde hukuka aykırılık görülmediği, açıklanan nedenlerle; davanın reddine...” karar vermiştir.

Davacı Tes-İş Sendikası Genel Başkanlığı vekilince, davalının yaptığı ihale işleminin, Kanuna karşı hile ve muvazaa ile işçi çalıştırarak işçi maliyetlerini düşürmek amacına yönelik olduğu; ihale işleminde kamu yararı amacı güdülmediği; davalı kurum ile taşeronlar arasında İş Kanunu’nun aradığı şekilde asıl işveren – alt işveren ilişkisinin kurula bilmesi şartlarının oluşmadığı; davalı tarafından yapılan ihale işleminin İş Kanunu’nun 2. maddesine açıkça aykırı olduğu önesürülerek kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmiştir.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı 11.6.2012 gün ve E: 2008/11259, K: 2012/1636 sayı ile, “…29.06.2001 tarih ve 24447 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan EÜAŞ'nin Anastatüsü'nün 3. maddesinde, EÜAŞ'nin tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir iktisadi devlet teşekkülü olduğu; 4. maddesinde, elektrik üretimi ile ilgili faaliyetleri verimlilik ve kârlılık ilkelerine göre bünyesinde gerçekleştirmek üzere, Türkiye Elekrik Anonim Şirketi ve ilgili mevzuat gereğince Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından devir alınması kararlaştırılan üretim tesislerini devralmak, devir sözleşmeleri ile özel sektöre devri yapılmamış üretim tesislerini kendisi ve/veya bağlı ortaklıkları vasıtasıyla işletmek veya işlettirmek, gerektiğinde sistemden çıkarmak, özel sektör üretim yatırımları dikkate alınmak suretiyle, Enerji Payasası Düzenleme Kurulu (Kurul) onaylı üretim kapasite projeksiyonu çerçevesinde, kamu tarafından kurulması öngörülen yeni üretim tesislerini kurmak, kiralamak, işletme veya işlettirmek, özel hukuk hükümlerine tabi tüzel kişilere işletme hakkı devri yapılmış veya yapılacak tesis ve işletmelerinin ve bunlara yapılacak ilave ve idame yatırımlarının mülkiyetini muhafaza etmek, ilgili mevzuat çerçevesinde özelleştirilmesine karar verilen tesislerin veya iştirak hisselerinin Kurul'da öngörülen şartlarla devrini yapmak faaliyet konuları arasında sayıldıktan sonra, EÜAŞ'nin bu amaç ve faaliyetlerini doğrudan doğruya, merkez ve taşra birimleri (müessese, bölge, bağlı ortaklık, iştirak, İşletme ve diğer birimleri) veya üçüncü şahıslar eliyle yerine getirebileceği belirtilmiştir.

Bu durumda, elektrik üretimi konusunda faaliyette bulunan ve kamu tüzel kişiliğine sahip bulunan davalı idare tarafından asıl iş niteliğinde olmayan ihale konusu hizmetin, özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılması mümkün görüldüğünden ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine yönelik İdare Mahkemesi kararı sonucu itibarıyla yerinde görülmüştür.

Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu Ankara 12. İdare Mahkemesi'nin 28.02.2008 tarih ve E:2006/2398, K:2008/141 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının belirtilen gerekçeyle onanmasına…” karar vermiş, davacı vekilince bu kararın düzeltilmesi istemiyle başvuruda bulunulması üzerine Danıştay 13. Daire Başkanlığınca 28.3.2013 gün E:2012/3715, K:2013/891 sayı ile kararın düzeltilmesi istemi reddedilmiş, bu karar kesinleşmiştir.

II – İ.G.vekili dava dilekçesinde özetle; ’'davacının, davalıya ait işyerinde faaliyet gösteren ve

davalı şirketten ihale yoluyla iş alan şirketlerin görünüşte işçisi olarak EÜAŞ’a bağlı Tunçbilek Termik Santrali işletmesi bünyesinde 20.08.1996 tarihi itibariyle iş başı yaptığını; işbaşı yaptığı tarihten fazılasız olarak çalışmaya devam ederek 06.03.2008 tarihinde emekliliğe hak kazanarak işten ayrıldığını; davalı şirketin davacının da görünüşte işçisi olarak gösterildiği şirketlerle kurduğu akitlerin 4857 sayılı Kanunun 2 md sine aykırı muvazaalı alt işverenlik ve iş akitleri olduğunu; hemen hemen her yıl davacının da işçisi olarak gösterildiği şirketlerin değiştiğini; muhtemelen AKM Mühendislik ve Müş. Ltd. Şti. işçisi olarak başladığı çalışmalarına davacının hatırlamakta güçlük çektiği Evtaş Elektrik Üretim ve Dağıtım A.Ş, izoterm, Akdeniz İnş Elektrik ve Temizlik Ltd. Şti. Sur İnş. v.s gibi şirketlerin işçisi gösterilerek çalışmalarına devam ettirildiğini; iş alan şirketlerin sürekli değiştiğini fakat davacının aralıksız çalışmalarının süregeldiğini; ilk işe girdiği günlerde “sıcak gazcı “ olarak iş başı yapan davacının sıcak kömür kazanlarında yaklaşık 5 ay kadar hizmet verdiğini; bilahare inşaat servisinde görevlendirildiğini; inşaat servislerinde kalebodur,sıva ve her türlü inşaat işlerinin yapımında 6 yılı aşkın bir süre çalışan davacıdan vardiyalı çalışması istendiğini; vardiyalı çalıştıkları esnada sıcak gazlara bakan kazanlardaki crufları bantlara indirmekle görevlendirilen davacıya 5. ve 4. grup termik santrali kazanları emanet olunduğunu; 2 yıl kadar süren bu çalışma sonrasında santral bünyesinde kazanları 0 -metre tabir edilen alanda çalıştırdığını; çelik bant gözlemciliği, sıcak gazlara bakmak v.s görevlerini yerine getirdiğini, davalı termik santrali bünyesinde son derece teknik ve önemli mekanlarda ve davalının asli işlerinde fasılasız olarak hizmet vererek emekliliğine hak kazandığını, davacının çalıştığı dönemde amiri emir ve talimat verenin davalı işyerinin kadrolu personeli olduğunu; icra ettikleri işin yürürümü sırasında lüzum eden her türlü ekipman ve malzemeyi yine EÜAŞ’ın temin ettiğini; davacının EÜAŞ’ın personeli ile birlikte termik santralin asli ve sürekli işlerinin yerine getirilmesinde çalıştırıldığını; İş Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri gereği taşeron işçisi olarak gözüken davacının hak ettiği her türlü ücret dava konusu alacaklarından ve sair alacaklarından davalı işverenin sorumlu olduğunu; uzun yıllardır davalı kurum bünyesinde çalışan davacının çalıştığı süreçte hak kazandığı yıllık ücretli izin ve kıdem tazminatını alamadığı ve kendisine yasal hak edişlerinin ödenmediğini iddia ederek, neticede fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL kıdem tazminatının davacının emeklilik (06.03.2008) tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte, yine kullandırılmayan yıllık izin ücretinin ise şimdilik 250,00 TL sinin yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ederek, EÜAŞ Genel Müdürlüğüne karşı adli yargı yerinde 18.5.2009 tarihinde dava açmış, dava aşamasında İzoterm A.Ş., Sur İnş. Tur. Ltd. Şti, Harvati Kardeşler Ltd. Şti. Ortak Girişimi, Evtaş Elektrik Üretim ve Dağıtım A.Ş, AKM Müh. Müş. Ltd.Şti., Akdeniz İnş Elektrik ve Temizlik Ltd. Şti.’ne de dava ihbar edilmiştir.

Davalı Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü vekili cevap ve ihbar dilekçesinde özetle; belirttiği şirketlere davanın ihbar edilmesini,davacının ayrı bir işverenin işçisi olduğunu anahtar teslim işini alan firmalar ile aralarında asıl işveren-alt işveren ilişkinin bulunmadığını müteaahhit firmalar ile yapılan sözleşmeler gereği kendilerinin hiçbir sorumluluğunun bulunmadığını açılan davanın kötü niyetli olduğunu davayla ilgili olarak ise; yetki, görev, husumet, derdestlik, kesin hüküm, hukuki yarar yokluğu, hak düşürücü süre ve zamanaşımından dolayı davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

TAVŞANLI 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA): 24.6.2010 gün ve E: 2010/234, K: 2010/291 sayı ile, “... Mahallinde Sakarya Unv. İktisadi ve İdari Bilimler Fak.İş ve Sosyal Güvenlik Hukuk Anabilim Dalı Öğretim görevlileri Prof.Dr.E.A., Yrd.Doç.Dr. T.Y., Yrd.Doç.Dr.O.S.’dan oluşan heyetle birlikte keşif icra edilmiş keşifte davacının çalıştığını iddia ettiği servisler bilirkişi heyetiyle birlikte dolaşılmış orada çalışan gerek EÜAŞ gerekse taşeron firma işçileriyle görüşülmüş bilirkişi heyetinin işçilere soru sorması temin edilmiş ve bilirkişilere gerekli notlar aldırılmıştır.

Bilirkişi kurulu ayrıntılı teknik ve hukuksal mevzuata Yargıtay kararlarını ve öğretideki bilimsel makaleleri de nazara alarak verdiği raporunda; davacının 20.08.1996 yılında davalı EÜAŞ’a bağlı Tunçbilek İşletme Müdürlüğünde sözde bir taşeron işçisi olarak işe başladığı fakat kendilerini seçen ,denetleyen ve talimatlar veren ve puantajlarını tutanın hep davalı EÜAŞ yetkilileri olduğu temizlik işçisi denmesine rağmen davalının ihtiyaç duyulan her biriminde, bilhassa asıl işin bir bölümü olduğu tartışmasız gözüken 0 metre denilen yerde ve işte bile çalıştırıldığı işe alınırken ve işin devamında ihaleyi alan sözde taşeronu hemen hiç görmedikleri ve bilmedikleri, sadece ihaleyi alan firma değişirken kendilerinin işten atılma tehdidiyle boş ibranameler alındığı, bunun hemen o günlerde yaşanan canlı bir örneğini de halen orada çalışan bir işçinin ağlayarak yaptığı samimi anlatım ve sunduğu ibranamelerden heyet olarak açıkça ve üzülerek gördüğümüzü dosyada mevcut ihale sözleşmesi örnekleri ile teknik şartnamenin tetkikinde de taraflar arasında alt işverenlik kurulmak istendiğini ve fakat normalde bağımsız işverene ait olan hemen tüm işveren yetkililerinin asıl işveren EÜAŞ de toplandığını ve onun tarafından kullanıldığını, temizlik işçisi gösterilerek taşeron işçisi diye tanıtılan davacının, davalının diğer her türlü işi gibi asıl işinin değişik bölümlerinde bile çalıştırıldığını, halen ilgili alanlarda yine emir-talimat ve puantaj tutma hususunun davalı elemanların ve icra edildiğini ihaleyi alan firmalar sürekli değiştiği halde davacının hep aynı şekilde ve aynı yerde çalıştırıldığını, tüm bunlardan sonra heyetimiz somut olaydaki ihaleyle iş alıp işçilere yaptırma hususunun alt işverenlik görüntüsü altında aslında davalıya işçi temininden ibaret bulunduğunu ve bu muvazaalı alt işverenlik görüntüsünün davalının kamu işvereni olmasının kendisine hiçbir ayrıcalık vermeyip yasa gereği İş Kanunu 2/6,7 davacı işçinin baştan beri davalının işçisi sayılması gerektiğini müşahade etmiş ve hukuken bu yönde kanaat tesis etmiş bulunmaktadır. Nitekim asıl işin bir bölümünün ancak işyerine ve işletmeye ait gerekler ile teknolojik uzmanlık koşulunun birlikte gerçekleşmesi halinde alt işverene verileceğini keza alt işyerinin işçilerinin aynı işte birlikte çalışmayacağını öngören yasal düzenlemeler (iş Kanun 2/6-7, AİY 3,10,11,12 vd) ile konuya ait öğreti ve Yargıtay uygulamaları zaten bu yöndedir. Aynı davalıya karşı açılıp sonuçlanmış davalarda Yargıtay da haklı olarak muvazaayı ve işçinin baştan beri davalı EÜAŞ işçisi sayılacağını istikrarlı biçimde kabul etmektedir. 9. H.D 28.05.2009-19250/14811, 19.11.2008; 32553/31395, 05.06.2006 -12621/16261; 09.11.2005 -30958/35533 ) ... Olaydaki alt işverenliğin muvazaalı ve geçersiz ve davacının baştan beri asıl işveren olan EÜAŞ işçisi olarak işlem göreceği kanaatindeyiz... şeklinde rapor verilerek işçilik alacakları hesaplanmıştır.

Mahkememizin 2009-70 Esas - 350 E-K sayılı ilamında davalı vekili tarafından husumet itirazında da bulunulmuş ise de, davacısı H.F. olan davalıya karşı açtığı ve Mahkememizde görülmüş olan 2005/174 Esas,2006/102 Karar sayılı dosyada yargılaması yapılan işe iade davası neticesinde, bu dosyada toplanan tüm deliller ve tanık beyanlarından, davacısının EÜAŞ’den hizmet alımı yapan değişik firmalarda çalıştığı, taşeron firma bilinen alt işveren firmalar değişse de çalışmasına aynen devam ettiği, davacı H.F.’nin hizmet içi eğitim verilerek davalıya ait asıl işi yapan işçilerle birlikte asıl işte çalıştırıldığı, yani asıl EÜAŞ işçileriyle aynı işi yaptıkları, çalışma talimatını vardiya ustabaşının verdiği, işe gelmeyen olduğunda veya ihtiyaç duyulduğunda da görevlendirme yapıldığı, temizlik işçilerinin puantajlarının da EÜAŞ’de çalışan ustabaşı tarafından tutulduğu, izinerini dahi ustabaşından aldıkları, taşeron şirketler nezdinde ve SSK kayıtlarında işe giriş çıkışları yapılsa da davacının çalışmalarının düzenli ve sürekli oluşu nedeniyle belirsiz süreli iş akdiyle çalışmaktayken işine haksız olarak son verildiği kanaatiyle davacısı H.F.’nin işe iadesine karar verildiği ve bu kararın Yargıtay 9.H.D.nin 2006/12621 Esas, 2006/16261 karar no’lu ilamıyla onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır. Yine bu davacı tarafından açılan kıdem ihbar tazminatı yıllık ücretli izinlere ilişkin davada aynı olgu olarak EÜAŞ ile taşeron firmalar arasında muvazaalı sözleşmelerin yapıldığı kabul edilerek onanan dosyada nazara alınarak davacısı H.F.’nin davasının kabulüne karar verilmiştir. Bu dava dosyasında delil olarak nazara alınan diğer bir husus Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Müfettişi Sabahattin Şen tarafından hazırlanan TES İş Sendikasının başvurusu üzerine hazırlanan resmi raporda incelenen dört işyerinde (EÜAŞ-Termik dahil) alt işverenlik sözleşmelerinin İş Yasasının 2. maddesine aykırı ve muvazaalı olduğu alt işverenin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğu sonucuna varıldığı rapor edilmiştir. Teftişe konu edilen tarihlerde yapılan ihaleler ve çalışma süresi bu dosyada delildir. 4857 sayılı İş Kanununun 92. maddesine göre iş müfettişleri tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir.

Davacının yukarıda belirtilen dosyalarda değinildiği üzere EÜAŞ bünyesinde değişik hazırlanan tek tip sözleşmeler ile ihaleyi alan firmalar değişse dahi çalışmaları kesintisiz devam ettiğinden, bu firmalar ile alt işverenlik sözleşmelerinin İş Yasası’nın 2. maddesine aykırı ve muvazaalı olduğu alt işverenin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğu sonucuna varıldığına kanaat eden 4857 sayılı yasanın 92 md sine göre de delil olan müfettiş görüşü ve bu olguları kabul ederek kesin hüküm haline gelmiş aynı tarihlerde yapılan çalışma süresi ve ihaleleri muvazaa kabul eden mahkememizin 2005/174 Esas, 2006/102 ve 2006/359 - 2007/326 E-K ilamları yine mahkememizin 2006/156 E - 2007/327 K sayılı ilamın Yargıtay 9.H.D since verilen 2007/32553-31394 E-K sayılı 19.11.2008 tarihli ilam ile mahkememizin 2004/158-2005/88 Karar sayılı ilamın Yargıtay 9.H.D since kararın kaldırılarak feshin geçersizliğine ve işçinin işine iadesine karar verilen Yargıtay 9.H.D sinin 2005730958-35533 E-K sayılı ilamında kabul edilen davacının davalı işverenin asıl işçisi sayılması gerektiğine ve amacın asıl işverene işçi temini olduğuna dair karar nazara alınarak davalı EÜAŞ’ın sorumluluğuna karar verilmiştir, denilerek gerekçe kurulduğu anlaşılmıştır.

Bilirkişi heyetinin düzenlediği raporda iş akdinin fesih tarihi olan 16.03.2008 tarihi itibarıyla uygulanmakta olan aylık brüt ücret esas alınarak hesaplama yapıldığı belirtilmiş ve neticede asgari ücrete göre davacının net 6981,13 TL. kıdem tazminatı, 3.204,24 TL yıllık ücretli izin alacağının bulunduğuna dair görüş bildirdiği görülmüştür.

Bilirkişi raporundan sonra aynı davacı tarafça aynı davalı aleyhine, rapor da gözetilerek ek dava açıldığı anlaşılmış, Mahkememizin 305 - 254 E-K no’lu dosyası ile bu dosya arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğundan dosyamızla birleştirilmesine karar verilmiştir.

Toplanan deliller ile dinlenen tanık beyanları çerçevesinde, davacı kağıt üzerinde değişik taşeron firmalar emrinde çalışıyor gözükse bile, gerçekte firmalar değişmesine rağmen sürekli ve kesintisiz olarak davalı EÜAŞ bünyesinde çalıştığı anlaşıldığından ve iş akdinin 16.03.2008 tarihinde emeklilik nedeniyle sona erdiği kanaatine varılarak, 1475 sayılı İş Kanununun 14.maddesi ile 4857 S.Y.’nın 17. maddesi gereğince kıdem tazminatına hak kazandığı anlaşılmıştır.

Yine dosyada davacıya yıllık ücretli izin kullandırıldığına dair, izin defteri vs.belge bulunmadığı gibi, tanıkların da davacının ücretli izin kullanmadığına ilişkin beyanları dikkate alınarak, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 49.maddesi ile 4857.sayılı İş Kanunu’nun 53.maddesi gereğince,raporda da belirtildiği üzere davacının yıllık ücretli izin alacağı olduğu anlaşılmıştır.

Mahkememizce yapılan yargılama,tanık beyanları,davacının işyeri ve SSK Sicil dosyaları, bilirkişi heyetinin muvazaa olgusuna ilişkin tespiti gereği asıl işveren EÜAŞ kabul edilerek Mahkememizin 2009-70 Esas sayılı dosyada bahsedilen “Mahkememiz 2005/174- 2006/102 ve 2006/359-2007/326 E-K ilam bu ilamın onandığı Yargıtay 9.H.D since verilen 2007/32553-31394 E-K sayılı 19.11.2008 tarihli kararı ile mahkememizin 2004/158- 2005/88 K.sayılı ilamın temyiz sonucu kararının ortadan kaldırılarak feshin geçersizliğine ve işçinin işine iadesine karar verilen Yargıtay 9.H.D nin 2005730958-35533 E-K ilamı 4857 sayılı Yasanın 92 md si gereğince delil olarak kabul edilen müfettiş raporu şeklindeki değerlendirmeler nazara alınarak işçi alacaklarının da faizler dikkate alınarak asıl ve ek davanın kabulüne dair karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Yargıtay 9.H.D.nin 2008/27312 -2008/25476 davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava açmış daha sonra aynı taleplere ilişkin olarak açtığı ek dava ile birleştirilmiştir. Ilk davanın kısmi dava olması ve birleşen ek davadaki taleplerin aynı olması karşısında AAUT’nin 9.maddesinde sözü edilen "başka bir davanın" birleştirilmesinden söz edilemez. Buna göre davacı yararına kabul edilen toplam miktar üzerinden tek vekalet ücretine hükmetmek gerekirken iki ayrı vekalet ücretine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir, şeklindeki ilamı gereğince tek bir ücreti vekalete hükmedilmiştir.

HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

A- ASIL DAVA DOSYASI YÖNÜNDEN DAVANIN KABULÜ ile;

1 -) 1.000,00 TL net kıdem tazminatı alacağının iş akdinin fesih tarihi olan 06/03/2008 tarihinden itibaren işleyecek bankalarca mevduata uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,

2 -) 250,00 TL brüt yıllık ücretli izin alacağının dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak, davacıya verilmesine,

3 -) Alınan harcın mahsubu ile eksik kalan; 57,35 TL.harcın davalıdan tahsiline,

4 -) Davacı tarafça yapılan toplam: 2.407,50 TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,

B-BİRLEŞEN DAVA DOSYASI YÖNÜNDEN DAVANIN KABULÜ ile;

1 -) 5.981,00 TL net kıdem tazminatı alacağının iş akdinin fesih tarihi olan 06/03/2008 tarihinden itibaren işleyecek bankalarca mevduata uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,

2 -) 2954 TL brüt yıllık ücretli izin alacağının bakiye dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp, davacıya verilmesine,

3 -) Alınan harcın mahsubu ile eksik kalan; 398,03 TL harcın davalıdan tahsiline,

4 -) Davacının yaptığı toplam 152,60.TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,

5 -) Davalı tarafça yapılan yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davalı üzerinde bırakılmasına,

C -) ihbar edilen şirketler yönünden aleyhe veya lehe karar ittihazına yer olmadığına,

D -) Karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT’ne göre 1.000,00 TL vekalet ücretinin davalıdan, alınıp davacıya verilmesine…” karar vermiştir.

Davalı Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü vekilince, husumet itirazının Yerel mahkemece dikkate alınmadığı, reddedildiği, oysa ki belirtildiği üzere davacı tarafın teşekkül çalışanı olmayıp Teşekkülden ihale yoluyla iş alan şirket işçisi olduğu, yerel mahkemenin temyize konu gerekçeli kararında Teşekkülden 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na göre ihale yoluyla iş aldığı ve davacı işçinin çalışmış olduğu dava dışı diğer firmalar arasındaki ilişkinin mesnetsiz ve hukuka aykırı bir şekilde muvaazalı olduğu ve asıl işverenin Teşekkül olduğu, Teşekkül yapılan Hizmet Alım İhalelerinin 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu ve EÜAŞ İhale Yönetmeliğine göre yapıldığı, yapılan ihalelerin hem Kamu İhale Kurumu hem de İdari Yargı denetimine tabi olduğu öne sürülerek, kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmiştir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi : 6.6.2011 gün ve E: 2010/46376, K: 2011/16607 sayı ile, temyiz itirazlarının reddi ile, usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK:

Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü vekili, Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmek üzere, “... Müvekkil Teşekkül kamu kurumu olup, asıl işi elektik üretmektir. Teşekkül asıl işi niteliğinde olmayan ihale konusu hizmetleri Ana Statüsünde belirtilen faaliyetlerini yürütebilmek için 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 30.9.2003 tarih 25245 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü Satın Alma ve İhale Yönetmeliği’ne göre ihaleye çıkıp mal ve hizmet alımlarını özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilerden temin etmektedir. Ankara 12. İdare Mahkemesinin 2006/2398.-2008/141. Sayılı ilamında yapılan sözleşmelerde hukuka aykırılık bulunmamıştır. Ancak Tavşanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (İş mahkemesi Sıfatı ile) E:2010/234, K:2010/291 sayılı ilamında yapılan sözleşmelerin muvazaalı olduğuna karar vermiş ve Teşekkül bünyesinde ihale ile iş alan firma işçileri Teşekkülün işçileri gibi değerlendirilmiştir. Buna istinaden TES-İŞ Sendikası Başkanlığı tarafından Tavşanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (İş mahkemesi Sıfatı İle) ve Kütahya İş mahkemesinde Teşekkül aleyhine açılmış derdest dosyalar bulunmakta olup bunların kabulü halinde kamu kurumu olan Teşekkül için maddi olarak telafisi imkansız sonuçlara yol açacaktır.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerle Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin 28.02.2008 tarih 2006/2398E.-2008/141K. Sayılı kesinleşen ilamı ile Tavşanlı 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi’nin 24.06.2010 tarih E:2010/234, K:2010/291 sayılı kesinleşen ilamları arasındaki özellikle muvazaa ile ilgili hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için merciinize başvurma zorunluluğu hasıl olmuştur...” gerekçesiyle, mahkemelerce verilen kararlar arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesi isteminde bulunmuştur.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 24 ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : “ Davacı Türkiye Enerji Su ve Gaz İşçileri Sendikası tarafından; Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğüne ait Dış Tesisler, Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için yıllık hizmet alımı yoluyla 101 kişinin teminine yönelik olarak 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihaleye ilişkin işlemlerin iptali istemiyle davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketine karşı açılan davanın reddi yolunda verilen ve Danıştay 13. Dairesinin 11.6.2012 gün ve E:2008/11259, K:2012/1636 sayılı kararı ile onanan, karar düzeltme istemi de reddedilmek suretiyle kesinleşen Ankara 12. İdare Mahkemesinin 28.2.2008 gün ve E:2006/2398, K:2008/141 sayılı kararı ile Tunçbilek Termik Santralinde çalışan davacı İ.G.tarafından işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacağının tazmini amacıyla davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketi aleyhine açılan dava sonucunda Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 6.6.2011 gün ve E:2010/46376, K:2011/16607 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Tavşanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 24.6.2010 gün ve E:2010/234, K:2010/291 sayılı kararı arasında davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketi vekili tarafından oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin istenilmesi üzerine konu ile ilgili olarak Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı'nca Başsavcılığımızdan yazılı düşünce istenilmiş olmakla dosya incelendi.

Adli ve idari yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının çözümü için öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerekir.

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24. maddesinin 1. fıkrasında, “1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.” hükmü yer almaktadır.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için;

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması, koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden, ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararların olduğu, her iki kararda da davaların esasının hükme bağlandığı ve Elektrik Üretim Anonim Şirketi yönünden de taraflardan en az birinin aynı olduğu anlaşılmıştır.

Her iki yargı yerinde açılan davalar konu yönünden incelendiğinde;

İdari yargı yerinde, Elektrik Üretim Anonim Şirketinde çalışan işçilerin üye olduğu Türkiye Eneıji Su ve Gaz işçileri Sendikası tarafından Seyitömer Termik Santrali işletme Müdürlüğüne ait Dış Tesisler, Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için yıllık hizmet alımı yoluyla 101 kişi teminine yönelik olarak 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihale işlemlerinin iptali istemiyle Elektrik Üretim Anonim Şirketine karşı açılan davanın Ankara 12. İdare Mahkemesinin 28.2.2008 gün ve E:2006/2398, K:2008/141 sayılı kararı ile reddedildiği,

Adli yargı yerinde, Elektrik Üretim Anonim Şirketine bağlı Tunçbilek Termik Santrali işletmesi bünyesinde çalışan İ.G.tarafından işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacağın tahsiline karar verilmesi amacıyla açılan dava sonucunda davacının farklı taşeron firmalar emrinde çalışmışsa da, bu firmalar değişmesine karşın sürekli ve kesintisiz olarak davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketi bünyesinde çalıştığı, bu firmalar ile yapılan alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu ve iş akdi emeklilik nedeniyle son verilen davacının kıdem tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle Tavşanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 24.6.2010 gün ve E:2010/234, K:2010/291 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.

Davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketi vekili tarafından; ihaleye çıkanlan iş davalı kuruluşun asli faaliyetlerinden olduğu, yardımcı işlerden ve teknolojik sebepleri uzmanlık gerektiren işlerden olmadığı, bölünerek alt işverene devredilemeyeceği ve işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu iddiasıyla hizmet alımı yoluyla 101 kişinin teminine yönelik ihalenin iptali istemiyle TES-İŞ Sendikası tarafından açılan davanın, asıl iş niteliğinde olmayan ihale konusu hizmetin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek ve tüzel kişilere yaptırılmasının mümkün olduğu gerekçesiyle idari yargı yerinde reddedildiği, buna karşın adli yargıda açılan davada, Elektrik Üretim Anonim Şirketi bünyesinde ihale suretiyle iş alan taşeron firma işçisinin teşekkül işçisi gibi değerlendirildiği ve yapılan sözleşmelerin muvazaalı olduğuna karar verildiği, bu nedenle iş mahkemelerinde derdest olan alacak davaları nedeniyle kamu kurumu olan idarenin maddi olarak imkansız zararlarına neden olacağı ileri sürülmüştür. Olayda, asıl iş niteliğinde olmayan ihale konusu hizmetin, özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılabileceğine ilişkin idari yargı kararının ayrı, ihale konusu hizmete ilişkin bu özel hukuk sözleşmelerinin muvazaalı olduğu ve ihale suretiyle işi üstlenen taşeron firma işçilerinin teşekkül işçisi gibi kabul edilmesi uyuşmazlığın hizmet alımı yoluyla işçi teminine ilişkin ihale işlemlerinin iptali isteminden kaynaklandığı, adli yargı yerindeki dava konusunun ise, ihale suretiyle işi üstlenen taşeron firmada çalışmış işçi alacağının tahsili talebine ilişkin olduğu açıktır.

Dolayısıyla davaların aynı konu ve sebebe dayanmaması, farklı hukuki nedenlere dayalı olarak uyuşmazlık çıkarılması, yargısal denetiminin de farklı Kanun hükümleri çerçevesinde yapılarak çözüme varılması karşısında, konusu ve hukuki sebepleri farklı olan adli ve idari yargı kararları arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olduğundan ve hüküm uyuşmazlığının bulunduğundan söz edilemez.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Ankara 12. İdare Mahkemesinin 28.2.2008 gün ve E:2006/2398, K:2008/141 sayılı kararı ile Tavşanlı l.Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 24.6.2010 gün ve E:2010/234, K2010/291 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunmadığından başvurunun reddine karar verilmesi gerekeceği düşünülmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : “Davacı Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü (EÜAŞ) tarafından Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğüne ait Dış Tesisler, Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için yıllık hizmet alımı yoluyla 101 kişinin teminine yönelik olarak 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan ihalenin iptali istemiyle davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketine karşı açılan dava, Ankara 12. İdare Mahkemesinin 28.2.2008 gün ve E:2006/2398, K:2008/141 sayılı kararı ile reddedilmiş ve Danıştay 13. Dairesinin 11.6.2012 gün ve E:2008/11259, K:2012/1636 sayılı kararı ile onanıp, karar düzeltme istemi de reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 06/06/2011 gün ve E:2010/46376, K:2011/16607 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen Tavşanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 24.6.2010 gün ve E:2010/234, K:2010/291 sayılı kararı ile ise, Tunçbilek Termik Santralinde çalışan davacı İ.G.tarafından işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacağının tazmini amacıyla asıl işveren sıfatı ile davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketi aleyhine açılan dava sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm Uyuşmazlığı iddiasının Usulden incelenmesi;

2247 sayılı Kanun’un 24. maddesinde belirtilen hüküm uyuşmazlığının oluşabilmesi için, yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması gerekmektedir.

Adli ve idari yargı yerlerinde verilmiş olan ve hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararların incelenmesinden, ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak kesinleşmiş kararların olduğu, adli ve idari yargı yerlerinde verilmiş her iki kararda da davaların esasının hükme bağlandığı ve Elektrik Üretim Anonim Şirketi yönünden de taraflardan en az birinin aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak; davaların konu bakımından incelenmesinde; Adli yargı yerinde iş mahkemesi sıfatıyla asliye hukuk mahkemesinde açılan davada, EÜAŞ bünyesindeki bir işletmede, taşeron işçi olarak çalışan İ.G.tarafından işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacağın tahsiline karar verilmesi amacıyla asıl işveren sıfatıyla davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketine yöneltilen davada, işverenin taşeron firma ile anlaşarak işçi çalıştırmak suretiyle oluşturduğu muvazalı işlemle, iş akdi emeklilik nedeniyle sona ermesi sonucu davacının kıdem tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

İdari yargı yerinde açılan davada ise; davalı Elektrik Üretim Anonim Şirketi vekili tarafından; ihaleye çıkarılan işin davalı kurumun asli faaliyetlerinden olduğu, yardımcı işlerden ve teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işlerden olmadığı, bölünerek alt işverene devredilemeyeceği ve alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu iddiasıyla hizmet alımı yoluyla 101 kişinin teminine yönelik ihalenin iptali talep edilmiş, ancak davanın reddine karar verilerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.

İncelenen kararlardan, idari yargı yerinde kesinleşen karar ile, EÜAŞ adına Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğüne ait Dış Tesisler, Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için yıllık hizmet alımı ihalesinin iptali davasının reddi söz konusu iken; adli yargı yerinde ise, bu ihale kapsamında taşeron firmada işçi olarak çalışan işçinin kıdem tazminatının dava edildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan, hüküm uyuşmazlığına konu davaların, farklı konu ve sebeplere dayandıkları, farklı hukuki nedenle, hukuki neden ve konu kapsamında yetkili ve görevli mahkemelerinde açılıp sonuçlandırılan bu davalar sonucu verilen kararlarında çelişik olmadıkları gibi, aralarındaki çelişki nedeniyle bir hakkın yerine getirilmesine engel nitelikte olmadıkları anlaşıldığından, hüküm uyuşmazlığı bulunmadığı anlaşılmaktadır.

SONUÇ; Ankara 12. İdare Mahkemesinin 28/02/2008 gün ve 2006/2398 E, 2008/141 K sayılı kararı ile Tavşanlı 1. Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesinin 24/06/2010 gün ve 2010/234 E, 2010/291 K sayılı kararı nedeniyle oluştuğu ileri sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi talebinin reddi gerektiği düşünülmektedir.” yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” denilmiş; 24. maddesinde(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982-2592/7 md.) ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceği belirtilmiştir.

Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu, kararlarda da işin esasının hükme bağlandığı davaların taraflarının en az birinin (Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü) aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesinde;

Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası Genel Başkanlığı vekilince, Elektrik Üretim Anonim Şirketine bağlı Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğü'ne ait Dış Tesisler Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için Yıllık Hizmet Alımı Yolu ile 101 kişi teminine yönelik olarak 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan 19-TSE/06056 dosya numaralı ihaleye ilişkin ihale işlemlerinin iptali istemiyle Elektrik Üretim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğüne karşı idari yargıda açılan davada, Ankara 12. İdare Mahkemesinin E: 2006/2398 sayılı dosyasında, kamusal hizmet ifa eden ve anonim şirket statüsünde olan davalı idarenin, yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine uygun olarak kârlılık, verimlilik ve kamu yararı ilkeleri doğrultusunda hareket edebileceği ve ihtiyaç duyduğu hizmet alımlarını, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanması ile rekabetin, saydamlığın, eşit muamelenin, güvenirliğin, gizliliğin, kamuoyu denetiminin ve kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması ilkelerine uygun olarak yapacağı ihalelerle gerçekleştirebileceğinin açık olduğu, Uyuşmazlık konusu ihalede temin edilen işçilerin alanlarında uzman kişiler olduğu, onüç firmanın katılımı ile gerçekleştirilen ihalenin, ihale usul ve esaslarına aykırı olarak yapıldığına dair herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu yönde dosyaya herhangi bir bilgi ve belgede sunulmadığı, öte yandan, 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde, elektrik üretimindeki yardımcı işlerin ve teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işlerin bölünerek alt işverene devredilebileceğinin hükme bağlandığı, bu durumda; Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü Satın Alma ve İhale Yönetmeliğine uygun olarak, Seyitömer Termik Santrali İşletme Müdürlüğü'ne ait Dış Tesisler Mekanik Atölye, Elektrik Bakım, Ölçü Kontrol, Oto Bakım Servislerindeki onarım işleri için Yıllık Hizmet Alımı Yolu ile 101 kişi teminine yönelik olarak 20.7.2006 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan 19-TSE/06056 dosya numaralı ihaleye ilişkin ihale işlemlerinde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar Danıştay 13. Dairesinin E: 2008/11259 sayılı kararıyla elektrik üretimi konusunda faaliyette bulunan ve kamu tüzel kişiliğine sahip bulunan davalı idare tarafından asıl iş niteliğinde olmayan ihale konusu hizmetin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılması mümkün görüldüğünden ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine yönelik idare mahkemesi kararının sonucu itibariyle yerinde görüldüğü gerekçesiyle onanmış, diğer taraftan, İ.G.vekilince müvekkilinin, Elektrik Üretim Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünde 20.8.1996 tarihinden itibaren işçi olarak çalıştığı ve emekliliği hak ettiği 6.3.2008 tarihine kadar fasılasız olarak çalışmaya devam ettiği nedeniyle bakiye hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem tazminatı ile, yıllık ücretli izin alacakların yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle adli yargı yerinde açılan davada, Tavşanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) E: 2010/234 sayılı dosyasında mahkemelerince yapılan yargılama, tanık beyanları, davacının işyeri ve SSK sicil dosyaları, bilirkişi heyetinin muvazaa olgusuna ilişkin tespiti gereği asıl işveren EÜAŞ kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin E: 2010/46376 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, İdari Yargı yerinde bakılan davanın konusunu yapılan ihalenin iptali istemi oluştururken, adli yargı yerinde bakılan davanın konusunu ise; kıdem tazminatı ve yıllık ücretli izin alacaklarının ödenmesi isteminin oluşturduğu; dolayısıyla aynı konu ve sebebe dayanmayan söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu sonucuna ulaşılamayacağı anlaşılmıştır.

Öte yandan; idari yargı yerindeki davaya konu ihalenin iptali isteminin reddine ilişkin karar, adli yargı yerinde açılan maddi alacakların ödenmesi istemine ilişkin davanın kabulüne ilişkin kararın uygulanmasına engel teşkil etmediğinden, kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşulunun da gerçekleşmediği açıktır.

Açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen konu ve dava sebebinin aynı olması ile hakkın yerine getirilmesinin imkansız bulunması koşullarını taşımayan başvurunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen “konu ve dava sebebinin aynı olması”, “hakkın yerine getirilmesinin imkansız bulunması” koşullarını taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/630

KARAR NO : 2014/729

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdari yargı yerinin adli yargının görevli olduğundan bahisle; askeri idari yargı yerinin ise idari yargının görevli olduğundan bahisle görev yönünden red kararları vermesi karşısında, bu iki yargı yeri arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğmadığından; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.B.Ö.

Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili : Av. T.K.

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde aynen; “Milli Savunma Bakanlığı’na 23.03.2011 tarihinde, 6191 sayılı kanun hükümlerinden yararlanmak için başvurdum. Başvurumda başka kamu kuruluşlarına atanmak istemediğimi, dolayısıyle 6191 sayılı kanunla 926 sayılı TSK Personel Kanuna eklenen Geçici Madde 32, c fıkrasına göre emeklilik talebinde bulundum.(Kanunun amacı hak sahiplerine emeklilik hakkı ve özlük haklarını kazandırmaktır) Başvurum 29.09.2011 tarihinde Milli Savunma Bakanı tarafından kabul edilmiş, kanun hükümlerinin uygulanmasına yönelik işlemlerin Kara Kuvvetleri Komutanlığınca yapılacağı belirtilmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Personel İşlemleri Dairesi, Emekli ve Arşiv Şubeden gelen yazı ile SGK işlemlerine esas olmak üzere " hizmet olarak alınması istenilen sürelere ilişkin formu" doldurdum. Formla birlikte SGK Başkanlığı’na hitaben dilekçemi ve KKK lığı Personel Başkanlığı’na emeklilik talep dilekçemi gönderdim.6191 Sayılı Yasa ve SGK Genelge 2011/38 madde 3.1'de Kanun kapsamından yararlanacakların başvurularını 22/3/2011 tarihinden itibaren MSB 'ye yapacaklarını, madde 3.3'de TSK 'dan ilişiğimin kesildiği 27.04.1982 tarih ile kanunun yürürlük tarihi olan 22.03.2011 arasındaki dönem içinde uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak sigorta primi ödenmemiş ..sürelerime ilişkin kesenek ve kurum karşılıklarının Bakanlıkça defaaten ödeneceği, madde 3.3.1'de TSK'dan ilişiğimin kesildiği 27.04.1982 tarihten itibaren intibakımın yapılarak uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak prim ödemeksizin geçen sürelerimi ilişkin kesenek ve kurum karşılıkları tutarı hesaplanırken emsalim subay sınıf,rütbe ve kıdemi ile derece kademe ,ek gösterge tutarlarının dikkate alınacağı, MSB 'na başvuruda bulunduğum tarihteki katsayı ve emekli keseneğine esas aylığın hesabına ait unsurların dikkate alınacağı, uzun vadeli sigorta kollarına prim ödenen şifrelerdeki eksik kalan süreler için hesaplanacak emeklilik keseneği ve karşılıkları tutarlarının orantı yapılarak kuvvet komutanlığınca hesap edileceği ve ödeneceği belirtilmiştir.

Dikkat edilirse üç ayrı durumdan bahsedildiğini; a- Uzun vadeli sigorta koluna tabi olarak sigorta primi ödenmemiş süreler b- Uzun vadeli sigorta koluna tabi olmadan sigorta primi ödenmemiş süreler c-uzun vadeli sigorta kollarına prim ödenen sürelerdeki eksik kalan süreler olarak ayrı ayrı tanımlandığı çok açık şekilde görülecektir.

Ödenmemiş prim borçlarının Milli Savunma Bakanlığı tarafından ödenmesini beklerken, SGK Sigortalı Tescil ve Hizmet Dairesince dosyam bekletilmiş, Kurum Hukuk Müşavirliğinden bir Avukat tarafından verilen bir rapor dayanak yapılmış ve aylar geçtikten sonra bahse konu Bağ-kur prim borçlarımın tarafımdan ödenmesi gerektiği bildirilmiş olması hasebiyle yasaya aykırı olarak bu miktar prim tarafımdan kurumunuza ödenmiştir, tarafımdan ödenen 01.10.2008-15.06.2012 tarihleri arasındaki dönem prim miktarı haksız ve mesnetsizdir. yasa ve kurumunuzca çıkarılan kendi genelgenize aykırıdır. Zira Kurumunuzca verilen raporda işbu Bağ-kur prim borçlarının 22.03.2011 tarihine kadar ödenmesi gerektiği belirtilmiş iken bağlı bulunduğum Şişli SGM merkezi yönetimi bu daire kararını hiç umursamamış, dikkate almamış ve 15.06.2012 tarihine kadar handen prim almıştır, hem de gecikme faizleri ile birlikte. Yine yasa gereği Sayın Milli Savunma Bakanımızca 6191 sayılı yasa gereğince başvurum kabul edilmiş (22.09.2011)ve 01.10.2011 tarihi itibarıyla da emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekliliğimi kazanmış olduğum halde,01.10.2011 tarihinde Emeklilik tahsis işlemimin tamamlanması ve emekli aylığı bağlanması gerekirken Emeklilik işlemlerim kurumunuzca 10 aydan fazla bir süre bekletilmiş ve sonuçta da hem fazladan tarafıma Bağkur primleri ödetilmiş ve hem de 10 aylık emekli aylığım kesilmiş ve ödenmemiştir.

Bu durumun Kurumunuz Başkanlığı’nca titiz bir inceleme ile yeniden ele alınmasını ve yasa hükümlerine uygun bir idari işlem ile mağduriyetimin giderileceğine inancım tamdır.Hukuka aykırı ve eşitlik ilkesine aykırı oluşan bu işlemin düzeltilmesini saygılarımla arz ve talep ediyorum. “şeklindeki açıklamaları ile 6191 Sayılı Yasa ve 20 Mayıs 2011 tarihli Genelge 2011/38'de açıkça yazılmasına rağmen uygulamada maddi kayıplara ve 10 aylık gecikmeye uğratıldığını belirterek; Milli Savunma Bakanlığı’nca ödenmesi gereken uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak sigorta prim ödenmemiş sürelerine ilişkin kesenek tutarı olarak kendisinin ödediği 14123,00 TL’nin kendisine iadesi ve gecikme nedeni ile alamadığı 10 aylık emekli ücretinin kendisine ödenmesine karar verilmesi istemi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde dava açmıştır

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Dairesi; 24.01.2013 gün ve 2012/4568 Gensek, 2013/132 Esas, 2013/78 Karar sayılı kararı ile; 6191 sayılı Kanun kapsamında aylığın geç bağlanmasına ilişkin istemin ayrı, ödenen Bağkur prim borçlarının iadesine ilişkin olarak ayrı dava açılması gerektiğini belirterek; dava dilekçesinin reddine karar vermiştir.

Bunun üzerine davacı vekilinin 26.03.2013 kayıt tarihli yeni dava dilekçesinde özetle; müvekkilinden yasa ve hukuka aykırı şekilde Bağkur prim borcu talep edilmesi ve ödettirilmesine ilişkin işlemin iptali istemi için ayrı dilekçe düzenlenerek tekrar dava açılmıştır.(Bu esnada davacı vekili, dilekçe red kararındaki gerekçeyi dikkate alarak 6191 sayılı Kanuna göre bağlanan emekli aylığının 01.10.2011 tarihinde bağlanmamasına ilişkin işlemin iptali istemi ile de ayrı dava açmış, bu dava Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 3. Dairesi’nin 2013/577 esasına kaydedilmiş ve aynı Daire’nin 2013/1040 Gensek, 2014/750 Karar sayılı kararı ile kabul edilerek bahse konu işlem iptal edilmiştir.)

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Dairesi; 09.05.2013 gün ve 2013/1020 Gensek, 2013/575 Esas, 2013/683 Karar sayılı kararı ile; “1602 sayılı Kanunun değişik 20'nci maddesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, Astsubay askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erlerle sivil memurlar asker kişi sayılmakta, davacının hizmetten ayrılmış uzman erbaş olması nedeniyle askeri kişi olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Görevli yargı yemin belirlenmesi yönünden idari işlemim ‘askeri hizmete ilişkin’ olup olmadığının tespiti için, işlemin konusuna bakılması gerekmektedir.

Eğer idari işlemin tesisinde, asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural gerek ve gelenekleri göz önünde tutularak değerlendirilmiş ise, bu idari işlemin askeri nitelikli olduğu kabul edilmelidir. Bu halde işlem askeri olmayan makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

Açıklanan bu mevzuat hükümlerine göre dava konusu uyuşmazlık incelendiğinde; davacının TSK'dan ilişiğinin kesilmiş olduğu dönemde Bağkur tescili yapılmıştır. Bu döneme ilişkin olarak Bağkur pirim borcu kaydı çıkarılarak dayalıya ödettirilmesine ilişkin işlemin askeri hizmete ilişkin bir yönünün bulunmadığı, dava konusu edilen işlemin askeri kişiye ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem niteliğini taşımadığını, dava konusu uyuşmazlığın genel idari yargıda çözümlenmesi gerektiği” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine kesin olarak karar vermiştir.

Bunun üzerine davacı vekili tarafından (yenileme dilekçesi ile birlikte Av. H.D.’a vekalet verilmiştir) davalı idarenin davacıdan hukuka aykırı şekilde Bağkur Prim borcu talep etmesi ve ödettirilmesi işleminin iptaline karar verilmesi istemi ile idari yargıda dava açmıştır.

Ankara 11.İdare Mahkemesi: 28.06.2013 gün ve 2013/958 Esas, 2013/1037 Karar sayılı kararı ile 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesi gereğince davada adli yargı mercilerinin görevli olduğunu belirterek; davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karara karşı davacı vekili tarafından itiraz edilmiş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin 11.02.2014 gün ve 2013/31118 Esas, 2014/3229 Karar sayılı kararı ile; davacı vekilinin itirazının reddine karar verilmiş, verilen karar davacı vekiline 10.04.2014, davalı vekiline 10.04.2014 günü tebliğ edilmiş, yasal süresi içinde karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

Davacı tarafından, askeri idari yargı ve idari yargı yerleri arasında oluştuğu ileri sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için başvuruda bulunulmuş; İdare Mahkemesi’nce, idari yargı ile askeri idari yargı dosyalarının asılları, talep doğrultusunda Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile AYİM Savcısı Halit ÜNKAZAN’ın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesinde, “ Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Açılan bir davada bir yargı merciinin görevsizlik kararı vermesinden sonra görevli olduğu işaret edilen yargı merciine bu davanın intikali üzerine, bu yargı merciince de görevsizlik kararı verilerek daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinin görevli olduğuna işaret edilmesi halinde doğan olumsuz görev uyuşmazlığı nedeniyle tarafları, sebebi ve konusu aynı olan bir davaya bakacak mahkeme bulunmadığından, anılan Yasa’nın 14. maddesine göre yapılacak başvuru üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’nce görevli yargı merci belirtilmek suretiyle davanın esasının incelenebilmesi olanaklı hale gelecektir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açtığı davanın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Dairesi’nin 09.05.2013 gün ve 2013/1020 Gensek, 2013/575 Esas, 2013/683 Karar sayılı kararı ile davada idari yargı yeri görevli olduğu gerekçesi ile reddedildiği, bunun üzerine idari yargıda açılan davanın ise Ankara 11.İdare Mahkemesi’nin 28.06.2013 gün ve 2013/958 Esas, 2013/1037 Karar sayılı kararı ile davada adli yargı mercilerinin görevli olduğu gerekçesi ile reddedildiği ve bu suretle dava konusu olayda 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtildiği şekilde mahkemeler arasında oluşan bir görev uyuşmazlığının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Olayda, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Dairesi tarafından verilen görevsizlik kararında Genel İdari Yargının görevli olduğuna işaret edilmesi üzerine kendine intikal eden davada Ankara 11. İdare Mahkemesi, 5510 sayılı Yasa’nın 101. maddesi gereğince davada İş Mahkemelerinin görevli olması nedeni ile, davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle verdiği görevsizlik kararında, üçüncü bir yargı merciine işaret etmiş olup; davacı tarafından, söz konusu kararlar nedeniyle doğduğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesi istenilmiştir.

Oysa, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna işaret ettiği adli yargı yerine açılmış bir dava ve bu dava sonucunda daha önce görevsizlik kararları veren yargı mercilerinin görevli olduğu yolunda verilmiş bir görevsizlik kararı olmadığına göre, olayda davaya bakacak bir mahkeme kalmadığından söz edilemez. Başka bir ifadeyle, davacının, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerinde borçlu olmadığının tespiti istemiyle dava açması gerekmektedir.

Bu durumda, Askeri İdari Yargı yerince işaret edilen genel idari yargı yeri tarafından, davada üçüncü bir yargı mercii olan adli yargı yerinin görevli olduğuna işaret edilerek görevsizlik kararı verilmiş olması karşısında, olayda 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğundan söz etmek olanaksızdır.

Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/684

KARAR NO : 2014/743

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının oluşmadığı ve 19. maddesinde belirtilen koşulların da bulunmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Hendek Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. A.K.A.

Davalı : Sakarya Valiliği (İdari Yargı)

Sakarya Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü (Adli Yargı)

O L A Y : Sakarya Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün “faaliyetten men” konulu 22.01.2013 gün ve 22182566/491 sayılı işlemi ile, 17.12.2011 tarih ve 28145 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, Gıda İşletmelerinin Kayıt ve Onay İşlemlerine Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca, 31.12.2012 tarihine kadar alınması gereken onay belgesinin alınmadığı, ya da 31.12.2012 tarihine kadar onay belgesi alamayacak durumda olan gıda işletmecisinin modernizasyonuna dair planlar ile modernizasyonun hangi tarihte ve hangi aşamalardan sonra tamamlanacağına dair bilgileri yetkili mercie sunması gerektiği yolundaki hükmü uyarınca, işletmesinin modernizasyonuna dair planlar ile modernizasyonun hangi tarihte ve hangi aşamalardan sonra tamamlanacağına dair bilgilerle birlikte Müdürlüğe de başvurulmadığı için işletmesine ait çalışma izin belgesi ve çalışma izni ile gıda sicili belgesinin geçerliliğini yitirdiği, kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren 7 gün içinde mezbahada kullanılan et damgalarının ve çalışma izin belgelerinin İlçe Müdürlüklerine teslim etmelerinin gerektiği, aksi halde yapılacak denetimde faaliyette bulunulduğunun tespit edilmesi halinde, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 41.maddesinin (b) bendinde belirtilen 30.maddenin birinci fıkrasında yer alan, Bakanlıktan onay alması gereken işletmelerden, onay almadan üretim yapanlara 12.810 TL. para cezası verilerek faaliyetlerinin durdurulacağı, ürünlerine el konularak mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceği hükmü uyarınca, haklarında yasal işlem uygulanacağı davacıya bildirilmiş;

4.2.2013 ve 5.2.2013 tarihlerinde Hendek Belediye Mezbahasında kesim yapıldığı anlaşıldığından, Sakarya Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün 14.03.2013 gün ve 22182566 sayılı işlemi ile, 5996 sayılı Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrasına aykırı faaliyette bulunulduğundan bahisle, aynı Kanun’un 41. maddesinin (b) bendi uyarınca davacı adına 12.801 TL idari para cezası verilmiştir.

Sakarya Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün “faaliyetten men” konulu

11.02.2013 gün ve 22182566/900 sayılı işlemi ile, 5996 sayılı Kanun ile, 17.12.2011 tarih ve 28145 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Gıda İşletmelerinin Kayıt ve Onay İşlemlerine Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca, Müdürlüğe yapılan başvuru ekinde yer alan planların, yapılan incelemeler sırasında mevcut mezbahaya ait eski planlar olduğunun, modernizasyon planı olmadığının anlaşılması üzerine, başvurunun Yönetmelik kapsamında incelenerek faaliyetinin durdurulmasına karar verildiği davacıya bildirilmiş;

17.5.2013 günü, ilgili işyerinde yapılan denetim sırasında, 5996 sayılı Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket ettiğinin tespit edildiğinden bahisle, aynı Kanun’un 41. maddesinin (b) bendi uyarınca aynı Müdürlüğün 07.06.2013 gün ve 2013/54/H/002/3503 sayılı işlemi ile davacıya 12.801 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, 14.03.2013 gün ve 22182566 sayılı idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

HENDEK SULH CEZA MAHKEMESİ: 24.2.2014 gün ve D.İş No:2013/348 sayı ile, davalının 22.01.2013 gün ve 22182566/491 sayılı işlemi ile, işletmesine ait çalışma izin belgesi ve çalışma izni ile gıda sicili belgesinin geçerliliğini yitirdiği, kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren 7 gün içinde mezbahada kullanılan et damgalarının ve çalışma izin belgelerinin İlçe Müdürlüklerine teslim etmelerinin gerektiği, aksi halde yapılacak denetimde faaliyette bulunulduğunun tespit edilmesi halinde, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 41.maddesinin (b) bendinde belirtilen 30.maddenin birinci fıkrasında yer alan, Bakanlıktan onay alması gereken işletmelerden, onay almadan üretim yapanlara 12.810 TL. para cezası verileceğinin davacıya bildirildiği, daha sonra da davacı hakkında 14.03.2013 gün ve 22182566 sayılı idari yaptırım kararı düzenlendiği, 22.01.2013 gün ve 22182566/491 sayılı işlem ile ilgili olarak Sakarya 2. İdare Mahkemesinde de dava açıldığı anlaşıldığından, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesi uyarınca davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz Hendek Asliye Ceza Mahkemesi’nce kesin olarak reddedilmiştir.

Davacı vekili, bu kez, 07.06.2013 gün ve 2013/54/H/002/3503 sayılı idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SAKARYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 8.5.2014 gün ve E:2014/490 sayı ile, 5996 sayılı Yasa’da idari yaptırımlara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği ve idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren herhangi bir kararın da verilmemiş olması nedeniyle 5326 sayılı Kanun’un 27/1.maddesi uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına ve Uyuşmazlık Mahkeme-since bir karar verilinceye kadar davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde,Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”, 19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının, davalı Sakarya Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün 14.03.2013 gün ve 22182566 sayılı işlemi ile, 5996 sayılı Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrasına aykırı faaliyette bulunduğundan bahisle, aynı Kanun’un 41. maddesinin (b) bendi uyarınca, adına verilen 12.801 TL idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunduğu, Hendek Sulh Ceza Mahkemesince davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği ve yapılan itirazın Hendek Asliye Ceza Mahkemesince kesin olarak reddedilmesiyle görevsizlik kararının kesinleştiği, bu işlem ile ilgili olarak davacının idari yargı yerine dava açıp açmadığı konusunda bir bilgi olmadığı gibi, idari yargı yerince davacı hakkında bu işlem ile ilgili olarak verilmiş bir görevsizlik kararı olmadığı gibi Mahkememize resen yapılan bir başvurunun da bulunmadığı, davacının davalı Sakarya Valiliği İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünün 07.06.2013 gün ve 2013/54/H/002/3503 sayılı idari yaptırım kararı ile hakkında verilen idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açtığı, Sakarya 2. idare Mahkemesince davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevli yargı yerinin belirlenmesi için 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesine başvu-rulmasına karar verilerek dosyanın Mahkememize gönderildiği, bu işlem ile ilgili olarak davacının adli yargı yerine dava açıp açmadığı konusunda bir bilgi olmadığı gibi, adli yargı yerince davacı hakkında verilmiş bir görevsizlik kararı olmadığı gibi Mahkememize resen yapılan bir başvurunun da bulunmadığı, ancak Sakarya 2. idare Mahkemesince, Hendek Sulh Ceza Mahkemesi ile aralarında bahsedilen kararlar yönünden görev uyuşmazlığı meydana geldiğinden bahisle Mahkememize başvurulduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda, adli ve idari yargı yerlerince, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik kararı bulunmadığından 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı oluşmadığı gibi, 19. maddede belirtilen koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığının oluşmadığı ve 19. maddesinde belirtilen koşulların da bulunmadığı anlaşıldığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

4-ESAS NO : 2014/714

KARAR NO : 2014/770

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Giderilmesi istenilen uyuşmazlığa konu edilen kararlar, aynı yargı düzenine dahil mahkemelere ait olduğundan, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Maliye Hazinesi

Vekili : Av. M.C.

Davalı : Esenyurt Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Z.İ.

O L A Y : Davacı İdare vekili, dava dilekçesinde özetle, İstanbul İli, Esenyurt Merkez Mahallesi F.21.D Pafta, 2757 ada, 11 parsel sayılı arsa vasfındaki 390.09 m2’lik taşınmazın 84/390 hissesinin imar uygulaması ile Maliye Hazinesi adına tescil olunduğunu; söz konusu taşınmazdaki Hazine hissesinin 17.6.2008 gün ve 2008/713 sayılı Encümen Kararı uyarınca imar uygulamasına tabi tutularak bedele dönüştürüldüğünü; Maliye Hazinesi hissesine isabet eden 84.02 m2’lik taşınmazın m2’nin 1,00 TL den bedele dönüştürüldüğünü; ayrıca Esenyurt Belediye Başkanlığının 17.6.2008 gün ve 2008/713 sayılı Encümen Kararının ve bu karar uyarınca yapılan imar uygulamasının iptali için idari yargı yerinde dava açıldığını ve davanın henüz sonuçlanmadığını; dava konusu taşınmazın 2008 yılı Emlak Vergi değerinin m2’sinin 53,82 TL olmakla beraber rayiç m2’sinin 500,00 TL olduğunu; bu durumda dava konusu taşınmazın m2’sinin 1,00 TL üzerinden bedele dönüştürülmesinin önemli ölçüde hazine zararına yol açtığını ileri sürerek, Esenyurt Belediye Başkanlığının 17.6.2008 gün ve 2008/713 sayılı Encümen Kararı uyarınca 3194 sayılı Kanunun 18. maddesine ve 2981 sayılı Kanunun 10/b-c maddesine ve 3290/3366 sayılı Kanunlarla değişik Ek 1. maddesine istinaden yapılan imar uygulaması sonucu hazine hissesine takdir edilen bedelin günün emsal rayiç bedeli altında olduğundan hazinenin hak ve menfaatlerinin korunması için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 2942 sayılı Kanunun 14. maddesine göre söz konusu taşınmaz malın bedele dönüştürülme tarihi itibariyle birim m2 sinin 500,00 TL’den 84.02 m2’lik hazine hissesinin tamamı için 84,02 TL bedelin 41.925,98 TL tezyidi ile 42.010,00 TL’ye yükseltilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

BÜYÜKÇEKMECE 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ : 4.6.2009 gün ve E:2009/286, K:2009/657 sayı ile, davacı vekilinin iddia ve beyanları, davalı vekilinin cevap ve beyanları ve tüm dosya kapsamından; dava davalı belediyece davacı hazineye ait taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan imar uygulaması sebebi ile bedele dönüştürülen kısım için takdir edilen şuyulandırma bedelinin tahsiline ilişkin olup taşınmazın aynına ilişkin bir davanın söz konusu olmadığı; 3533 sayılı Umumi Mülhak ve Hususi Bütçelerle idare edilen daireler ve belediyelerle sermayesinin tamamı devlete veya belediyeye veya hususi idarelere ait daire ve müesseseler arasındaki ihtilafların tahkim yolu ile o taşınmazın bulunduğu yerin yüksek dereceli hukuk mahkemesi başkanı veya hakimi tarafından hakem sıfatı ile çözümleneceğinin belirtildiği; buna göre uyuşmazlığın niteliği ve tarafların sıfatına göre davaya bakma görevinin hakem sıfatıyla en yüksek dereceli hukuk mahkemesi hakimine ait olduğu Büyükçekmece adliyesinde en yüksek dereceli hukuk mahkemesi hakiminin ise 2. Asliye Hukuk mahkemesi hakimi olduğundan dava dilekçesinin mahkemelerinin görevsizliği nedeniyle reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, mahkemelerinin görevsizliğine, süresinde ve talep halinde dosyanın görevli hakem mahkemesi olan Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı Maliye Hazinesi vekili, davanın kararda belirtildiği üzere hakem sıfatı ile görülmek üzere Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.

Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, Mahkemelerine tevzi edilen dava dilekçesini Mahkemelerinin E: 2011/4 Hakem sayılı esasına kaydını yapmıştır.

Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: 17.5.2012 gün ve E: 2011/4 Hakem, K: 2012/5 sayı ile, bilirkişi heyeti marifeti ile yapılan kesif sonucu bedel tespiti yaptırılan Esenyurt Merkez Mahallesinde kain 2757 ada, 11 parsel sayılı gayrimenkulün bedelinin 38.649,20 TL olarak tespit ve tayini ile dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiştir.

Bu karar davalı idare vekilince temyiz edilmiş olmasına karşın aynı Mahkeme 25.10.2013 gün ve E:2011/4 hakem,K:2012/5 sayı ile, itiraz üzerine mahkemelerinin kararı kesinleşmemiş olduğundan ve görev hususu yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerektiğinden, mahkemelerince görevsizlik kararının verilmesi gerektiği; ancak Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin E: 2009/286, K: 2009/657 sayılı kararı ile kıdemli hakimlik tarafından davaya bakılması gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş olduğundan, bu nedenlerle mahkemeler arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığı gerekçesiyle 3533 sayılı Yasa’nın 1. maddesinde belirtilen kuruluşlardan olan taraflar açısından 3.7.2003 tarihinde kabul edilip 19.7.2003 gününde yürürlüğe gören 4916 sayılı Yasa’nın 24. maddesi ile 3533 sayılı Yasa’nın 4. maddesi değiştirilerek taşınmazın aynı ile ilgili ihtilafların maddenin kapsamı dışına çıkarıldığı ve bu çekişmelerin genel mahkemelerde çözüme kavuşturulacağı hükme bağlanmış olduğundan taşınmazın aynına ilişkin olarak verilen taşınmazların bedelinin tahsili davasının genel mahkemelerde bakılması gerektiği gerekçesiyle mahkemelerinin görevsizliğine, Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli bulunduğunun tespitine, HMK’nun 20. maddesi gereğince kararın kesinleşmesinden itibaren 2 haftalık surede görevli mahkemeye gönderilmesi için mahkemelerine başvurulmaması halinde davanın açılmamış sayılacağının ihtarına, yargılama giderlerinin görevli mahkemede gözetilmesine, mahkemeler arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığından görev uyuşmazlığı nedeniyle dosyanın Yargıtay’ın ilgili dairesine gönderilmesi yolunda ek karar vermiştir.

31.10.2013 günlü Uyap Uygulamaları Düzeltme Talep Formu ile Dosya No : 2011/4 (Hakem Dava Dosyası)

“Açıklama: Mahkememizin 2011/4 Hakem Dava dosyasına Görevsizlik verilmekle tevzi bürosuna gönderildiğinde diğer dosyalar iade edildiğinden dosyanın esas dava dosyası olarak diğer Asliye Hukuk Mahkemelerine tevzi edilmesi gerekmekte olup, yardım masası ile yapılan görüşmede hakem dava dosyasının esas dosyası olarak güncellenmesi gerekmekte olduğu bildirilmiştir.

Bu sebeple ;

Talep: Mahkememizin 2011/4 Hakem dava dosya numarasının mahkememizin 2013/935 esas sıra numarasına güncellenerek dosya türünün esas olarak güncellenmesi talep ve rica olunur.” denilmiş;

9.12.2013 günlü Uyap Uygulamaları Düzeltme Talep Formu ile Dosya No : 2013/935 (Hukuk Dava Dosyası)

“Açıklama: Mahkememizin Hakem dosyası iken esas dosyasına Bilgi İşlem Daire Başkanlığınca talebimiz üzerine kaydı yapılan görevsizlik kararı verilerek Asliye Hukuk Mahkemelerine Tevzi edilmesi gereken dosyalarımız kararlı olarak gözükmesi sebebiyle tekrar gönderme işlemi yapılamamakla dosya durumu güncellenememektedir. Bu sebeple

Talep: Mahkememiz 2013/935 – 936 – 934 – 937 – 933 esas numaraları dosyaların tekrar görevsizlik verilebilmesi ve doğru mahkemelere tevzi edilebilmesi açısından gerekçeli kararların silinmesi rica ve talep olunur.” denilmiş;

Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 20.12.2013 gün ve 2013/937 - 936 – 935 - 934 – 933 esas sayılı Tutanakla ;

“Davacı MALİYE HAZÎNESİ ile Davalı ESENYURT BELEDİYE BAŞKANLIĞI arasında mahkememizde görülmekte olan Kamulaştırma (Bedel Tespiti Ve Tescil) davaları Hakem sıfatı ile görülmekte iken mahkememizce genel mahkemelerin bakması gerekmesi nedeni ile görevsizlik kararı verilmiş ancak söz konusu görevsizlik kararının UYAP üzerinden genel mahkemelere tevzisine sistem elvermemiş olmakla, genel mahkemenin esasından esas numarası aldırılarak yeniden aynı karar sistemin genel mahkemelere tevzisi için talep edilmiş olduğundan yeniden 20/12/2013 tarihi itibari ile karar yazılmış olup, tutanak imza altına alındı.” denilmiştir.

Yukarıda anlatıla gelen tüm bu işlemler sonucunda Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesince aşağıdaki karara hükmedilmiştir.

BÜYÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: : Dosya esas, karar numarasını güncelleyerek, 20.12.2013 gün ve E:2013/935, K:2013/1051 sayı ile, itiraz üzerine mahkemelerinin kararı kesinleşmemiş olduğundan ve görev hususunun yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerektiğinden, mahkemelerince görevsizlik kararının verilmesi gerektiği; ancak Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin E: 2009/286, K: 2009/657 sayılı kararı ile kıdemli hakimlik tarafından davaya bakılması gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş olduğundan, bu nedenlerle mahkemeler arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığı gerekçesiyle 3533 sayılı Yasa’nın 1. maddesinde belirtilen kuruluşlardan olan taraflar açısından 3.7.2003 tarihinde kabul edilip 19.7.2003 gününde yürürlüğe giren 4916 sayılı Yasa’nın 24. maddesi ile 3533 sayılı Yasa’nın 4. maddesi değiştirilerek taşınmazın aynı ile ilgili ihtilafların maddenin kapsamı dışına çıkarıldığı ve bu çekişmelerin genel mahkemelerde çözüme kavuşturulacağı hükme bağlanmış olduğundan taşınmazın aynına ilişkin olarak verilen taşınmazların bedelinin tahsili davasının genel mahkemelerde bakılması gerektiğinden mahkemelerinin görevsizliğine, Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli bulunduğunun tespitine, HMK’nun 20. maddesi gereğince kararın kesinleşmesinden itibaren 2 haftalık surede görevli mahkemeye gönderilmesi için mahkemelerine başvurulmaması halinde davanın açılmamış sayılacağının ihtarına, yargılama giderlerinin görevli mahkemede gözetilmesine, mahkemeler arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığından görev uyuşmazlığı nedeniyle dosyanın Yargıtay’ın ilgili dairesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı idare vekilinin 15.5.2014 günü Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi kayıtlarına giren Uyuşmazlık Mahkemesine hitaplı dilekçesi ile, Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşen E:2009/286 sayılı görevsizlik kararı ile Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşen E:2013/935 sayılı görevsizlik kararı arasında doğduğu ileri sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi talep edilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un “Mahkemenin Görevi” başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrasına göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir.

Buna göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; adli, idari ve askeri yargı düzenlerinden en az ikisine dahil yargı yerlerince verilen kararlar arasında doğan görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözmekle yetkili ve görevlidir.

Olayda, giderilmesi istenen uyuşmazlığa konu edilen Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı aynı yargı düzenine dahil yargı yerlerine ait olup, bu uyuşmazlığın çözümü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 22 nci ve 23 üncü maddeleri uyarınca Yargıtay’ın görevine girdiğinden, ortada 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce çözümlenmesi öngörülen bir görev uyuşmazlığı bulunmamaktadır.

Belirtilen nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.

SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

II- 2247 SAYILI KANUN’UN 10. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN

(OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI ÇIKARMA) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/115

KARAR NO : 2014/714

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazmini istemiyle açılan davada, davanın haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE, çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1.A.Ç., 2.Ü.Ç., 3.A.Ç., 4.M.H.

Vekilleri : Av. A.A. & Av. E.Y.

Davalılar : 1.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av.Ö.A.

2.Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. C.Ç.B.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin Bağcılar ilçesi 9 pafta 574 parsel sayılı taşınmazın hisseli malikleri olduklarını, davalı idarelerin taşınmazın 67 m² sini yol ve kaldırım olarak kullanmakta olduklarını, 2253 m² sinin de park olarak imara kapatıp ayırmış ve uzun yıllardır bu şekilde bekletmekte olduklarını, davalı idarelerin bu uygulamasının davacıların mağduriyetine ve hak ihlaline sebep olduğunu, Yargıtay kararları gereğince fiilen el atılan kısmın yanında kamu hizmetine ayrılmış imara kapalı olan kısımların da bedelinin ödenmesi gerektiğini, yol olarak kullanılan 67 m² ve park olarak ayrılan 2253 m² olmak üzere 2320 m² lik kısmın bedelinin kendilerine ödenmesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 100,000 TL alacaklarının dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekili süresi içinde verdiği cevap dilekçesi ile; görev itirazında bulunmuştur.

Bakırköy 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 11.09.2013 tarih ve 2013/112 Esas nolu kararı ile; davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; 12.12.2013 tarih ve 2013/1679 Esas sayılı yazısında aynen: “İdari usul ve esaslar dışında idarece bir ayni hakka müdahalede bulunulması, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atılması halinde meydana gelen zararın tazmini davalarının, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Bu nedenle davanın, davacıların taşınmazının 67 m2 lik kısmına el atılmasından dolayı tazminat talebine yönelik kısmının görüm ve çözümü adli yargı görev alanına girdiğinden, davalı idarenin görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminin bu bölüme yönelik kısmında hukuki isabet bulunmamaktadır.

İstemin diğer kısmına gelince; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçlar, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.

İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa hükümlerinin gereğidir.

Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, davanın bu kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğu öngörülmüş bulunmaktadır” şeklindeki gerekçesi ile, davanın dava konusu taşınmazın kamulaştırma yapılmaksızın fiilen el atıldığı öne sürülen 67 m² lik kısmı yönünden, davalı idarenin görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminin reddine, davanın, davacıların taşınmazının imar planında park alanı olarak ayrılan kısmının bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden ise, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı açısından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün dava konusu taşınmazın imar planında park alanında kalan kısmı ile sınırlı olarak davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların hisseli şekilde maliki oldukları taşınmazın davalı idareler tarafından, 67 m² sinin yol ve kaldırım olarak, 2253 m² sinin de park olarak imara kapatılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle; dava konusu taşınmazın, yol olarak kullanılan 67 m² ve park olarak ayrılan 2253 m² olmak üzere 2320 m² lik kısmın bedelinin kendilerine ödenmesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 100,000 TL alacaklarının dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

Mahkememizce yapılan inceleme neticesinde; davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı Plan ve Proje Müdürlüğü’nün 15.04.2013 tarih ve 202391 sayılı yazısında; dava konusu parselde herhangi bir imar uygulaması yapılmamış olup, D.O.P. kesilmediğinin, dava konusu taşınmazın kısmen park alanında kalmakta olduğunun, yola terkinin mevcut olduğunun belirtildiği görülmüştür.

Fen Bilirkişisi A.T.’a ait 14.01.2014 tarih ve 2013/112 Esas sayılı raporda; dava konusu taşınmazın 48.02 m² lik alanının Bağcılar caddesi üzerinde kaldırım ve yol olarak fiilen el atılmış olduğunun, 2239.71 m² lik alanın imar planlarında park olarak ayrılmış olduğunun, keşif mahallinde yapılan tespitlere göre dava konusu parseldeki park alanı olarak ayrılan kısma fiilen el atılmamış olduğunun bildirildiği, İnşaat Mühendisi Kerim Çoban, Emlak Bilirkişi Kemal Tecimen, Fen Bilirkişisi A.T.’a ait 29.01.2014 tarih ve 2013/112 Esas sayılı bilirkişi raporunda, dava konusu parselde park alanı olarak ayrılan kısma fiilen el atılmamış olduğunun tespit edilmiş olduğunun, imar planlarında park olarak ayrılan kısmın Bağcılar Belediye Başkanlığı sorumluluk alanı içerisinde kalmakta olduğunun bildirildiği görülmüştür.

Hal böyle iken dava konusu taşınmazın 2239.71 m² lik alanının imar planlarında “Park” alanı olarak ayrıldığı ve dava konusu taşınmazın 48.02 m² lik kısmının Bağcılar caddesi üzerinde kaldırım ve yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı anlaşılmaktadır.

Belediyelerin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmazlardan bir tanesine fiilen el atılması karşısında, idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.

Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanunu’na uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.

Ayrıca her ne kadar Danıştay Başsavcılığı’nın olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasına ilişkin 12.12.2013 gün ve 2013/1679 sayılı yazısında, davalı Bağcılar Belediye Başkanlığı’nın görev uyuşmazlığı çıkartılması talebi yönünden değerlendirme yapılırken taşınmazın yolda kalan 67 m² lik kısmı(bilirkişi raporuna göre 48 m2) yönü ile talebi reddetmiş ve her ne kadar 14.01.2014 tarihli bilirkişi raporunda da park olarak ayrılan alana fiilen el atılmadığı belirtilmiş ise de; dava konusu taşınmaza ilişkin yargılamanın tek bir yargı kolu içerisinde görülmesinde, gerek karar birliği gerekse usul ekonomisi yönünden fayda olduğu, esasen davaya konu taşınmazın görev itirazında bulunan Bağcılar Belediye Başkanlığı’nın imar sahasında ve yetkisinde olduğu gerçeği birlikte değerlendirildiğinde, Danıştay Başsavcılığı’nın bu konudaki görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.

Mahkemece, tüm dosya kapsamı ile taşınmazın bir bütün olarak değerlendirilmesi, taşınmazın gerek fiilen gerekse hukuken el atılan kısımları yönünden davalıların sorumluluklarının ve tazminat yükümlülüklerinin belirlenmesi ancak dosyanın ve parselin bir bütün halinde ele alınması ile mümkün olacağı anlaşılmakla; bu taşınmaz bakımından el atmadan doğan zararın tazminine yönelik olan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/242

KARAR NO : 2014/715

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacıların kök murislerinin hissedar oldukları taşınmazların 1988 yılında mezarlık alanı olarak kamulaştırılmasının ardından, hükmen Belediye adına tescil edilen taşınmazların, kamulaştırma işlemleri ile adli yargıdaki yargılama sırasında yapılan tebligat işlemlerinin usulsüz olduğu gerekçesiyle kamulaştırma işlemlerinin henüz kesinleşmediği iddiası ile, kamulaştırmasız el atma nedeniyle dava konusu taşınmazların davacıların hissesine düşen bedelin tahsili ile bu hisselerin davalı idareler adına tescili istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar: 1- G.C. (T.), 2- İ.C., 3- F.B.E., 4- N.C.

Vekili : Av. Y.Y.

Davalılar : 1- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. V.Ş.

2- Büyükçekmece Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. S.A.

3- Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. H.K.

O L A Y : Davacılar vekili, dava dilekçesinde özetle; davacıların kök murislerinin hissedar olduğu Büyükçekmece İlçesi, Devebağırtan Mevkii 406, 407,408 ve 409 parsel sayılı taşınmazların 1988 tarihinde Büyükçekmece Belediyesi tarafından mezarlık alanı olarak kamulaştırıldığını, kamulaştırma işlemlerinin ardından taşınmazların hükmen Belediye adına tescil edildiğini, yapılan kamulaştırma işlemleri ve hükmen tescil davası sırasında taşınmazların hissedarları olan davacıların murislerinin ölü olmasından dolayı, sağ olan mirasçılara tebligat yapılması gerektiği halde tüm işlem ve davalarda tapu malikleri ölü olduğundan ilanen tebligat yapıldığını, bu durumun açıkça Kanuna aykırı olduğun, davacıların 5999 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen 6. Madde ile 6111 sayılı Kanunun Geçici 6. Maddesi uyarınca uzlaşma iradelerinin olmadığı yönünde davalı kuruma başvurduklarını, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri uyarınca dava konusu taşınmazların usulüne uygun kamulaştırılmadığı gibi yapılan kamulaştırma işlemlerinin de usulüne uygun olmadığından kesinleşmediğini belirterek; davacıların kök murisleri “Manav K.”, “K.oğlu R.Ç.”, “A. oğlu R.” ‘in hissedar oldukları 406, 407, 408 ve 409 parsel sayılı taşınmazlardan davacıların hisselerine düşen kısım için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 5.000,00TL kamulaştırmasız el atma bedelinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan alınarak davacılara ödenmesi, ilgili parsellerden davacıların kök murisleri adına olan tapu kayıtlarının terkini ile davalı kurumlar adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Büyükçekmece Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur.

Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi: 18.11.2013 gün ve E:2013/353 sayı ile, davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan Büyükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: ‘’İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, davanın, taşınmaz için şimdilik 5.000 TL tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ‘’ karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: ‘’…Belediye yönetimlerinin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı alanında halledilmesi gerektiği tartışmasızdır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Dava hakkı” başlığını taşıyan 14. Maddesinde (Değişik: 24/4/2001 - 4650/7 md.) ise, “Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir...” hükmü yer almaktadır.

Açıklanan olayda, açılan davanın, kamulaştırılan taşınmazların bedelin arttırılması istemine ilişkin olduğu gözetildiğinde, ihtilafın görüm ve çözümünün, 2942 sayılı Yasa'nın 14. maddesi kapsamına göre adli yargı yerine ait olduğu ve açılan davanın adli yargı yerinde görüm ve çözümü gerekmekle Danıştay Başsavcılığının başvurusunun reddi gerektiği düşünülmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalılardan Büyükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Büyükçekmece Belediye Başkanlığı açısından, davanın, taşınmaz için şimdilik 5.000 TL tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların kök murislerinin hissedar oldukları taşınmazların 1988 yılında mezarlık alanı olarak kamulaştırılmasının ardından, hükmen Belediye adına tescil edilen taşınmazların, kamulaştırma işlemleri ile adli yargıda yapılan yargılama sırasında yapılan tebligat işlemlerin usulsüz olduğu gerekçesiyle kamulaştırma işlemlerinin henüz kesinleşmediği iddiası ile, kamulaştırmasız el atma nedeniyle dava konusu taşınmazların davacıların hissesine düşen bedelin tahsili ile bu hisselerin davalı idareler adına tescili istemiyle açılmıştır.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; dava konusu 406,407,408 ve 409 parsel sayılı taşınmazlar 1967 yılında yapılan kadastro sırasında tapu ve vergi kayıtlarına istinaden tarla vasfı ile davacıların murislerinin de aralarında bulunduğu kişiler adına tespit edilmiş; Büyükçekmece Kadastro Mahkemesi’ne kadastro tespitlerine karşı açılan dava sonunda Büyükçekmece Kadastro Mahkemesi 22.07.1009 gün ve E:1992/34 K:1997/17 sayılı kararı ile, davanın feragat nedeniyle reddine karar vermiş ve verilen karar 17.06.1998 tarihinde kesinleşmiştir.

Dava konusu taşınmazlar hakkında kadastro işlemleri devam ederken 1988 yılında Büyükçekmece Belediyesi’nce taşınmazlar mezarlık alanı olarak kamulaştırılmış ve taşınmazların hükmen tescili için açılan davalar sonucu tüm taşınmazlar Büyükçekmece Belediyesi adına tescil edilmiştir.

Davacılar vekili yapılan kamulaştırma ve tescil ilamının Kamulaştırma Kanunu’na aykırı olarak gerçekleştirildiği iddiası ile geçerli olmadığından kamulaştırmanın kesinleşmediğini, dolayısıyla davalının dava konusu taşınmazlara kamulaştırmasız el attığını ileri sürmektedir.

Kamulaştırma işlemlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 6830 sayılı İstimlak Kanununun “Katileşen İstimlaklerde İdare Adına Tescil’’ başlıklı 17. Maddesinde; ‘’İstimlak olunan gayrimenkulün takdir edilen kıymetine, kanuni müddet içinde mahkemeye müracaat ile itiraz edilmediği ve tapu dairesinde rıza ile ferağ muamelesi yaptırılmadığı hallerde takdir edilen kıymetin tamamı milli bankalardan birisine ve bulunmayan yerlerde malsandığına yatırılarak makbuzun alakadar evrak suretleri ile birlikte mahkemeye tevdii edilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmeseler dahi gıyaplarında evrakı tetkik ederek istimlak usulü dairesinde tekemmül etmiş ise o gayrimenkulün lehine istimlak yapılan idare adına tesciline tapu dairesine tezkere ile bildirir.

İstimlak edilen gayrimenkul tahsis edildiği amme hizmeti itibariyle sicile kaydı lazım gelmeyen bir gayrimenkule tahavvül ettikte talep vukuunda sicil kaydının terkinine karar verilir.‘’ hükmü düzenlemiş,

6830 sayılı Kanunu yürürlükten kaldıran 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun mülga 17. Maddesinde; “ Tebliğ edilen kamulaştırma işlemine karşı idari ve adli yargıya başvurulmadığı veya bu konuda açılan davaların kesin olarak sonuçlandığı ancak taşınmaz mal sahibinin ferağ vermediği hallerde,takdir edilen ve artırılan bedelin tamamı milli bankalardan birine yatırılarak makbuzu ilgili belge örnekleriyle birlikte mahkemeye verilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmemeleri halinde gıyaplarında, belgeleri inceleyerek, kamulaştırma usulüne uygun şekilde tamamlanmış ise, taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tesciline karar verir ve tapu dairesine bildirir.

Kamulaştırması yapılan taşınmaz mal tahsis edildiği kamu hizmeti itibariyle sicile kaydı gerekmeyen bir niteliğe dönüşmüş ise, istek halinde sicil kaydının terkinine karar verilir.

Bu tescil ve terkin işlemi sırasında mal sahiplerinin bu taşınmaz mal nedeniyle vergi ilişkisi aranmaz. Ancak, ilgili tapu dairesi durumu vergi dairesine bildirir.

Bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.’’ hükmü düzenlenmişken, tapulu taşınmazların kamulaştırılması halinde yapılacak tescil işlemleri hakkında 2942 sayılı Kanundaki bu düzenleme 24.04.2001 tarih 4650 sayılı Kanunun 21. Maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

2942 sayılı Kanunun “Yetki ve Görevli Mahkeme ve Yargılama Usulü’’ başlıklı 37. Maddesinde ise; “Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür. “ hükmü yer almakta, ve böylece Kamulaştırma Kanun’undan kaynaklanan davaların adli yargı yerinde görüleceği hükme bağlanmış olmaktadır. Somut olayda davacılar,tapulu taşınmazlarının Kamulaştırılması ve tescil işlemleri hakkında yapılan tebligatların Kamulaştırma Kanununda belirtilen usullere aykırı olarak yapıldığı gerekçesi ile kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmadığını iddia ederek, davalı belediyenin taşınmazlar üzerindeki tasarrufunun yasal dayanaktan yoksun olduğunu iddia ettiklerinden, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler de nazara alındığında 2942 sayılı Kanun’un 37.maddesi gereğine davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davada adli yargı yeri görevli olup, Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görev itirazının reddi kararında hukuka aykırılık görülmediğinden Danıştay Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görev itirazının reddi kararında hukuka aykırılık görülmediğinden, Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/254

KARAR NO : 2014/716

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Taşınmazın imar planında İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğince İSKİ tarafından belirlenen Ömerli Baraj Gölü Uzun Mesafeli Koruma alanında bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E.T.

Vekili : Av. H.T.

Davalı : İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. M.A.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin İstanbul İli, Arnavutköy, İmrahor, 436 Parsel sayılı taşınmazın maliki olduğunu, dava konusu taşınmazın imar planında “Dere Mutlak Koruma Alanı”nda kaldığını, dava konusu taşınmaza fiilen el atıldığını; davacının mülkiyet hakkının ve tasarrufunun önlendiğini, bu nedenle zarar gördüğünü belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline ve dava konusu taşınmazın mülkiyet hakkının davalı idareye devredilmesine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü vekili 29.04.2013 ve 02.07.2013 tarihli cevap dilekçelerinde özetle görev itirazında bulunmuştur.

Gaziosmanpaşa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi; 01.11.2013 gün ve 2013/175 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; davalı idarenin 2560 sayılı İSKİ Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ve bu Kanun uyarınca çıkarılan Yönetmelikle getirilen kısıtlamaları, 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; davacı tarafından, dava dilekçesinde, Yargıtay içtihatlarında mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların fiili el atma olmadan da kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirildiği ileri sürülmek suretiyle, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği imar planlarında su havzasında ve mutlak koruma alanında bırakılan, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; davalı idarenin yazı ve savunma dilekçelerinden de, söz konusu taşınmazın anılan Yönetmelik gereği su havzası ve mutlak koruma alanında bulunduğunun anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yönetmelik gereği su havzasında kabul edilip, mutlak koruma alanına alınması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010 günlü kararında mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı; ancak; bu sonuç ya da sonuçların, yukarıda da söylenildiği üzere, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği su havzasında kabul edilip, mutlak koruma alanına alınması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaları içeren idari işlemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği olduğunu; bu bakımdan; hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken imkan bulunmadığı; dolayısıyla; davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın, taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü bakımından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının maliki olduğu taşınmaza, imar planında “Dere Mutlak Koruma Alanı”nda kaldığı belirtilmek suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın imar planında “Dere Mutlak Koruma Alanı”nda kalan kısmı bakımından fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

Her ne kadar, davacı vekili tarafından dava konusu taşınmaza fiilen el atıldığı, dava konusu taşınmaza ilişkin hava fotoğraflarından davalının sorumluluğundaki dere yatağına bir kısmının davacının taşınmazından geçtiği belirtilmiş ise de, söz konusu iddianın arazinin tapografik özelliğinden kaynaklı bir durumu olduğu ve Mahkemesince yapılan keşif sonrası alınan Fen Bilirkişisi Selahattin Elalmış’a ait 16.12.2013 tarihli raporda taşınmazın boş vaziyette olduğunun belirtildiği, rapora ekli kroki ve fotoğraftan da bu durumun net bir şekilde anlaşıldığı; ayrıca İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 22.05.2014 tarih ve 255034 sayılı yazısı ile dava konusu taşınmazın Alibeyköy Barajı Uzun mesafe koruma alanında, kısmen ise dere ıslah ve işletme bandı içerisinde kalmakta olup, parsellerin dere ıslah ve işletme bandı içerisinde kalan kısımlarının imar planlarında ayrılmasına müteakip kamulaştırma işlemlerine başlanılacağının, dava konusu parsele İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından fiilen el atılmadığının bildirildiği görülmekle, dava konusu taşınmaza fiilen el atılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;

Aynı Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Dava dosyasında bulunan, Arnavutköy Belediye Başkanlığı’nın 22.04.2013 tarihli yazı cevabında, dava konusu parselin Arnavutköy Merkez ve Çevresi Revizyon Nazım İmar Planı’nda ve Arnavutköy Merkez ve Çevresi Uygulama İmar Planı’nda dere mutlak koruma alanında kaldığının bildirildiği, 16.12.2013 tarihli Fen Bilirkişisi Selahattin Elalmış’a ait bilirkişi raporunda da; dava konusu taşınmazın Arnavutköy ilçesi İmrahor Mahallesi Sanayi Caddesi ve Ulubatlıhasan Caddesi arasında Kocaman Deresine cepheli boş vaziyette, etrafında muhtelif kat ve cinste yapılar ve seraların bulunduğu, Belediye hizmetlerinden yol olarak istifade edilen bir yerde bulunduğunun bildirildiği, dosyada dava konusu taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin belge ve raporun mevcut olmadığı; İSKİ Genel Müdürlüğü’nün 22.05.2014 gün ve 255034 sayılı yazı cevabında dava konusu taşınmaza ilişkin herhangi bir kamulaştırma işlemine başlanılmadığının belirtildiği görülmüştür.

Olayda, davacı vekili tarafından, dava dilekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği gereği imar planlarında, dere mutlak koruma alanında bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan davacının maliki olduğu taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği; mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak, bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar planlarından başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin Yönetmelik gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Belirtilen duruma göre, davaya konu taşınmazın İSKİ İçme Suyu Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği gereğince ve bu yönetmeliğe uygun olarak belediyece düzenlenen imar planlarında dere mutlak koruma alanında kalmış olduğu, taşınmaza davalı idarelerce fiilen el atılmadığı anlaşılmakla, Yönetmelik, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Gaziosmanpaşa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın tazminata ilişkin kısım yönünden kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 01.11.2013 gün ve 2013/175 Esas sayılı KARARININ TAZMİNATA İLİŞKİN KISIM YÖNÜNDEN KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

4-ESAS NO : 2014/481

KARAR NO : 2014/718

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Taşınmazın tapu kaydının davacılar üzerinde olmasına karşın, mahkeme kararları neticesinde mera olarak sınırlandırılması ve hazine adına tescilinin yapılması nedeniyle, taşınmazların bedelinin davacılara ödenmesi gerektiği iddiasına dayanılarak açılan davanın, daha önce adli yargıda açılıp kesinleşen tapu iptali ve tescil davalarıyla da ilişkilendirildiği gözetildiğinde tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : H.Ö. Mirasçılarından;1-F.Y., 2-E.Ö., 3-H.E.,4-C.D., 5- A.A., 6- N.Ö.,7- M.Ö.,8- O.Ö.

M.A.Ç. Mirasçılarından; 9- E.Y.,10- E.Ç.,11- N.(G.) Ç.,12- M.A.Ç.,13- H.Y.,14- S.Z.

15- M.E.Ç.,16- S.Y.,17- M.S.,18- H.A.,19- M.Ç.,20- A.T.,21- Y.Ç.,22- Ş.Ç.,23- P.K.,

24-A.Ç.,25-Y.Ç.,26-E.Ç.,27-M.A.Ç.,28-M.Ç.,29-M.A.A.,30-Z.Ç.,31-M.A.Ç.

32-B.G.,33- E.A., 34- A.G.

İ.D. Mirasçılarından;35-N.A.,36-F.K.,37-H.D., 38-G.Y.,39-E.Ç.,40-N.Y.,41-C.T.,

42-K.K., 43-F.K.,44-İ.K.,45-İ.D.46- N.Y.,47-S.D.,48-A.D.

R.Ö.Mirasçılarından; 49-A.Ö.,50-R.D.,51-N.Ö.,52-S.D.,53-H.Ö.,54- N.Ö.

M.Ö.MİRASÇILARINDAN;55-Naci Özkan56-Rabia Yavaş

N.U.Mirasçılarından; 57-S.U., 58-H.P., 59-N.A., 60-N.U., 61-H.U., 62-S.A., 63-S.U.,

64-C.A.,65-M.A.,66- A.E.,67-Y.Ü.,68- M.A.

A.C.Mirasçılarından; 69- F.C., 70- H.C.

Vekili : Av. G.Ö.

Davalı : T.C. Maliye Bakanlığı’na İzafeten İzmir Defterdarlığı Milli Emlak Dairesi Başkanlığı

Vekili : Av. G.U.K.

O L A Y : Davacılar vekili, dava dilekçesinde müvekkillerinin kendilerine miras yoluyla intikal etmiş olan İzmir İli, Aliağa İlçesi, Çoraklar Köyü 18a-4.1.c paftasında, parsel 1 ve 18-a4-11-d paftasında yer alan taşınmazların malikleri olduğunu; bu taşınmazların müvekkillerinin miras bırakanı Nasuh Çulha’nın Eylül 1329 tarih 112-113 sıra nolu tapusunun sınırları içerisinde olduğunu ve bu durumun 27.2.1971 tarihli Menemen Tapulama Komisyonu kararı ile tespit edildiğini; ancak Menemen Tapulama Mahkemesinin 20.12.1984 gün ve E:1984/8, K:1984/39 sayılı kararı ve Aliağa Asliye Hukuk Mahkemesinin E: 1985/293, K: 2000/2913 sayılı kararları ile bu arazilerin Çoraklar Köyü Merası olduğu gerekçesi ile tapularının iptal edildiğini ve Çoraklar Köyü Merası olarak tesciline karar verildiğini; bu kararın Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 15.11.2001 gün ve K: 2001/12325 sayılı kararı ile onandığını; daha sonra mera olduğu tescil edilmiş olan arazilerin önemli bir bölümünün Aliağa Organize Sanayi Bölgesine tahsis edildiğini ileri sürerek; müvekkilleri lehine, geçerliliği bilirkişilerce tespit edilmiş, kadastro komisyonunca kabul edilmiş resmi tapu kayıtları mevcutken arazi üzerindeki mülkiyet hakkına, hiçbir bedel ödenmeden son verildiği, kamulaştırma bedeli ödenmeden tapularının iptal edilerek, kamu arazisi haline getirildiği, Çoraklar köyüne mera olarak tahsis edildiği nedeniyle kamulaştırmasız el konulup, kamu hizmetine tahsis olunan 1.150.000 metrekarelik arazinin 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümlerine göre bedelinin tazmin edilmesi istemiyle İzmir Defterdarlığına yaptıkları 17.4.2013 günlü başvurularının, dilekçeye konu somut olayda, söz konusu taşınmazın ise kadim mera olduğu, durumun mahkeme kararıyla ortaya konulduğu, bu nedenle talep sahibi kişiler adına herhangi bir mülkiyetin oluşmadığı, esasen söz konusu taşınmazın niteliği itibariyle kamu malı olduğu nedeniyle kamulaştırmasız el atma olgusundan bahsetmenin mümkün olmadığı; bu bağlamda kamu malı niteliğinde ve özel mülkiyete konu edilmeyen kadim mera olduğu anlaşılan taşınmazın 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa 5999 sayılı Kanunla eklenen geçici 6. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı nedeniyle reddine ilişkin İzmir Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığı’nın 20.6.2013 gün ve 26854 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 230.000.000,00 TL Kamulaştırmasız el atma bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili verdiği dilekçede özetle, davanın 2942 sayılı Kamulaştırma Yasası’nın 37. maddesi uyarınca ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinde açılması gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

İZMİR 5. İDARE MAHKEMESİ : 27.11.2013 gün ve E: 2013/811 sayı ile, davacıların mirasbırakanı üzerine kayıtlı iken , Aliağa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:1985/293 K:2000/2913 sayılı kararıyla kadim mera olarak özel tescile kaydedilen taşınmazın, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanuna 5999 sayılı Kanunla eklenen geçici 6. madde kapsamında değerlendirilerek bedelinin tazmini istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali amacıyla açıldığı anlaşılan davanın, söz konusu işlemin, Kamulaştırma Kanununa dayanılarak tesis edilen bir işlem olmaması karşısında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine, uyuşmazlığın görülmesi ve çözümlenmesinde Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.

Davalı vekilinin adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: Davacılar vekilinin, davacılara miras yolu ile kalan ve Osmanlı dönemine ait eski tapuya dayalı taşınmazlarının, kadastro çalışması sırasında kendileri adına tespit görmesine karşılık, kadastro tespitine karşı açılan dava sonucu, kadim mera olduğunun belirlenerek hazine adına tescilinin yapıldığı, sonrasında ise taşınmazın bir kısmının organize sanayi alanı olarak ayrıldığı, bu nedenle uğradığı zararın tazmin edilmesi gerektiğinden bahisle, kamulaştırmasız el atma temeline dayanarak tam yargı davası açtığı, Medeni Kanun'un 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." hükmüne yer verildiği, dava konusu olayda, davacı tarafından taşınmazın kesinleşmiş mahkeme kararı ile mülkiyetinden çıkmasının sorumluluğunun devlete ait olduğu, bu nedenle uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, taşınmazın mahkeme kararı üzerine tescilinin iptal edildiği, bu kararın ise yargısal bir nitelik taşıdığı için idari bir işlem veya eylem olarak kabul edilemeyeceği, öte yandan davalı idarenin taşınmazın tescilinin iptaline ilişkin herhangi bir işleminin de bulunmadığı, belirtilen duruma göre, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ilamı sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada; tapu sicilinin tutulmasından doğan zarar nedeniyle devletin özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluğunu düzenleyen Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, bu nedenle 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Mahkememizce, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Uyuşmazlığın davacıların murisleri adına kadastro tescili yapılan taşınmazların kadim mera olması nedeniyle tespit dışı bırakılması gerekirken tescilinin hatalı olarak yapıldığından bahisle açılan dava sonucunda mahkeme kararı ile tescilin iptal edilmesi nedeniyle ortaya çıktığı, buna göre davanın idarenin herhangi bir işlem ya da eyleminden dolayı davacıların uğradığı zararın tazmini için değil, davacıların murisleri adına kadastro tescili yapılan taşınmazın kadim mera olduğu gerekçesiyle açılan tapu iptali ve tescil davaları sonunda kaydın iptaline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet haklarından mahrum kalmalarından kaynaklandığı ve Kadastro Kanunu’nun 22. maddesinde yer alan, ikinci kadastro tespiti yapılamayacağı ve yapılmış ise yok hükmünde olacağı yolundaki kuralın ihlal edilerek kesin hüküm varken aynı konuda ikinci bir yargı kararı verilemeyeceği, yargı kararıyla kendi adlarına olan tapu kayıtlarının iptal edilerek Çoraklar Köyüne mera olarak tahsis edilmesinin hukuka aykırı olduğu iddialarına dayanarak açıldığı anlaşıldığından, bu davanın görüm ve çözümünün, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre adli yargının görevine girdiği sonucuna varıldığı nedeniyle, 2247 sayılı Kanunun 13’üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı yolunda görüş bildirmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, İzmir İli, Aliağa İlçesi, Çoraklar Köyü sınırları içerisinde bulunan toplam 1.150.000,00 m2 yüzölçümlü taşınmazın mülkiyetinin davacıların mirasbırakanı N.Ç.’ya ait iken kamulaştırmasız el atılmak suretiyle kamu hizmetine tahsis edildiği ileri sürülerek, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6. madde kapsamında fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 230.000.000,00 TL arazi bedelinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tazmin edilmesi istemiyle açılmıştır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6. maddesinde, “Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır...” hükmüne yer verilmiş;

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde de, “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” hükmüne,

Aynı Kanunun 716. Maddesinde; “Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.

Bir taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.

Bir taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi dolayısıyla meydana gelen değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle tapu kütüğüne doğrudan tescil olunur.” hükmüne,

Aynı Kanunun Tapu Sicili ile ilgili hususların gösterildiği bölüme ilişkin 997.maddesinde; “Taşınmazlar üzerindeki hakları göstermek üzere tapu sicili tutulur.

Tapu sicili, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğü ile bunları tamamlayan yevmiye defteri ve belgeler ile plânlardan oluşur.

Sicilin örneği, nasıl tutulacağı ve yardımcı siciller tüzükle belirlenir.”hükmüne,

“Sorumluluk” başlıklı 1007.maddesinde; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmüne;

Tescilin koşullarının gösterildiği 1013.maddesinde ise; “ Tescil, tasarrufa konu olan taşınmaz malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır.

Edinen kimse, kanun hükmüne, kesinleşmiş mahkeme kararına veya buna eşdeğer bir belgeye dayanıyorsa, bu beyana gerek yoktur.

Bir aynî hakkı tescilden önce kazanan kimse, gerekli belgeleri ibraz ederek tescili isteyebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine aynı kanunun 1027. Maddesinde; “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir.

Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir.

Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzeltir.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, tazminat talebine konu taşınmazın, Eylül 1329 tarih ve 112-113 sıra numarasıyla N.Ç.’ ya ait olduğu; söz konusu taşınmazın bölgede yapılan kadastro çalışmaları esnasında kadastro komisyonunun 27/02/1971 tarihli kararı ile N.Ç. mirasçıları adına tespit gördüğü, ancak komisyon kararı aleyhine açılan dava neticesinde; Menemen Tapulama Mahkemesinin 20/12/1984 tarih ve 1984/8 Esas, 1984/39 Karar sayılı ilamı ile tespitin iptal edilerek kadim mera olduğu anlaşılan yerin tescil harici bırakılmasına karar verildiği; N.Ç. mirasçıları tarafından Hazine aleyhine açılan tescil davası neticesinde ise; Aliağa Asliye Hukuk Mahkemesinin 1985/293 Esas, 2000/2913 Karar sayılı ilamı ile itirazın reddedilerek söz konusu yerin kadim mera olarak özel tescile kaydedilmesine hükmedildiği ve anılan hükmün Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/11/2001 tarih, 2001/11473 Esas. 2001/12325 Karar sayılı ilamı ile kesinleştiği anlaşılmıştır.

Olayda, davacılara miras yolu ile kalan ve Osmanlı dönemine ait eski tapuya dayalı taşınmazların kadastro çalışması sırasında kendileri adına tespit görmesine karşılık, kadastro tespitine karşı açılan dava sonucu, kadim mera olduğunun belirlenmesi ile hazine adına tescilinin yapıldığı, sonrasında ise; taşınmazın bir kısmının organize sanayi alanı olarak ayrıldığı iddiasıyla davacıların uğradığı zararın tazmin edilmesi gerektiğinden bahisle kamulaştırmasız el atma temeline dayanılarak tam yargı davası açılmış ise de, taşınmazın davacıların adına olan tapularının mahkeme kararı üzerine tescilinin iptal edildiği, yargısal nitelikteki bu karar dolayısıyla Asliye Hukuk Mahkemesinin ilamı sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle davanın açıldığının kabulü gerektiği açıktır.

Buna göre uyuşmazlığın, taşınmazın tapu kaydının davacılar üzerinde olmasına karşın, mahkeme kararları neticesinde mera olarak sınırlanmış olması nedeniyle tescili yapılan taşınmazların bedelinin kendilerine ödenmesi gerektiği iddiasına dayandığı ve açılan davanın daha önce adli yargı yerinde açılıp kesinleşen tapu iptali ve tescil davasıyla ilişkilendirildiği gözetildiğinde, davanın görüm ve çözümünün, Türk Medeni Kanunu hükümleri uyarınca adli yargının görevine girdiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile İzmir 5. İdare Mahkemesince verilen 27.11.2013 gün ve E: 2013/811 sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile İzmir 5. İdare Mahkemesince verilen 27.11.2013 gün ve E: 2013/811 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

5-ESAS NO : 2014/510

KARAR NO : 2014/720

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Ankara İli, Çankaya İlçesi, Dikmen Mahallesi 27018 ada, 1 parsel sayılı davalı belediye adına kayıtlı bulunan taşınmazın davacı idareye bedelsiz devredilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ankara İl Özel İdaresi

Vekili : Av. D.O.İ.

Davalı : Çankaya Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. B.C.

O L A Y : Davacı idare vekili dava dilekçesinde özetle; Ankara İli, Çankaya İlçesi, Dikmen Mahallesinde bulunan 27018 ada, 1 parsel sayılı 10.592,00 m2 alanlı arsanın Çankaya Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğunu ve imar planıyla “Eğitim Tesisleri Alanı” olarak ayrıldığını; Çankaya İlçesinde engelli çocukların eğitim göreceği özel eğitime yönelik temel eğitim okulu yapılması konusunda Valilik oluru bulunduğunu; bu konuda Çankaya Belediye Başkanlığına yapılan yazılı başvuru ile anılan arsanın Ankara İl Özel İdaresi adına bedelsiz devrinin talep edildiğini, ancak davalı Belediye tarafından, taşınmazın 2886 sayılı Yasa uyarınca “ihale edilme suretiyle satışının yapılacağı”nın bildirildiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla söz konusu arsanın 222 sayılı Yasadan kaynaklı kamu hizmetini yerine getirebilmek üzere müvekkili idareye bedelsiz devrine ve satışının önlenmesi için kaydına ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı idare vekili verdiği dilekçede özetle, kamu hizmetine dayanılarak tesis edilen işlemlerin kamu hukukuna dayandığı, bu işlemlerden doğan uyuşmazlıkların da idari yargı düzeninde görülmesi gerektiğini ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 25. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 26.11.2013 gün ve E:2013/301 sayı ile, davanın niteliği itibariyle mahkemelerinin görev alanında kaldığı anlaşıldığından yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosya örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Gerek uygulamada, gerekse öğreti’de, idari işlemin tanımının, idarenin kamu hizmetinin yürütümü amacıyla ve tek yanlı irade açıklamasıyla tesis etmiş olduğu kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler olarak yapıldığı; bu tanıma göre, idari yargı yerlerinde iptal davasına konu edilecek hukuksal işlemlerin; öncelikle, kamu idaresinin işlemi olması, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla tesis edilmiş bulunması, kamu idaresinin tek yanlı irade açıklamasının ürünü olması ve nihayet kesin ve icrai (yürütülmesinin gerekli) olmasının zorunlu olduğu; bu durumda; davanın konusunun, davalı idarece tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda sözkonusu taşınmazın 222 sayılı Yasa’nın 62 ve 65. maddeleri uyarınca bedelsiz olarak Ankara II Özel idaresi adına devredilip devredilemeyeceği hususundan kaynaklanmakta olup, bu haliyle uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi kapsamına girdiği, bu bakımdan; kamu hizmetinin en iyi şekilde yerine getirilmesi amacıyla sözkonusu taşınmazın davacı idare adına devrinin yapılıp yapılmayacağına ilişkin bulunan davanın, İdari Yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği; bu nedenle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, durumun Ankara Yirmibeşinci Asliye Hukuk Mahkemesi'ne bildirilmesine, kesin olarak karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 62 ve 65. maddeleri ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile ilgili Yönetmelik maddelerinden söz ederek, dava konusu taşınmazın ilgili mevzuat uyarınca kamu yararı amacıyla değerlendirilmek üzere bedelsiz tahsisinin diğer bir kamu kurumu olan davalı Çankaya

Belediyesi tarafından reddine dair işlemin davaya konu edildiği, davalı Çankaya belediyesince tesis edilen işlemin, 222 sayılı ve 5018 sayılı Yasalara aykırılığı ileri sürülerek, usulsüz ve kamu yararına aykırılığı gerekçe gösterilmekle, davalı idarenin tek taraflı ve kamu gücü kullanarak tesis ettiği işlemin idari nitelikte bulunduğu ve 2577 sayılı İYUHK 2/1-a maddesi kapsamında idari yargı yerinde incelenmesi gerektiği; diğer taraftan dava konusu ihtiyati tedbir talebinin de, idari yargı yerinde yürütmeyi durdurma talebine konu olabileceği değerlendirildiğinden, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/301 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yönünde yazılı görüş bildirmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Ankara İli, Çankaya İlçesi, Dikmen Mahallesi 27018 ada, 1 parsel sayılı davalı belediye adına kayıtlı bulunan taşınmazın davacı idareye bedelsiz devredilmesi istemiyle açılmıştır.

222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 62. maddesinde, “İlköğretim okuluna tahsis edilmek üzere komisyonca seçilen Devlete, özel idarelere, belediyelere veya köy tüzel kişiliğine ait arazinin, miktar ve yerini gösteren birer tutanak tanzim edilerek valilik yolu ile ve arazinin aidiyetine göre Maliye Bakanlığının veya diğer idarelerin yetkili mercilerine gönderilir. Bu makamların tasdiki ile bu arazi parasız okula tahsis olunur. Okula gelir sağlamak maksadıyla seçilen topraklar, 50 dekardan fazla olamaz.” hükmüne, 65. maddesinde ise; “Okullar için tahsis, satın alma veya kamulaştırma yoluyla sağlanan topraklarla bu topraklar üzerinde yapılacak bina veya tesisler, bulundukları yerlere göre köy veya özel idareler adına tapuya tescil edilir. Bunların ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan okul binaları ile tesislerinin daimi bakım ve onarım giderleri, bulundukları yerlere göre özel idare veya köy bütçelerinden karşılanır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; mülkiyeti Çankaya Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olan ve imar planında "Eğitim Tesisleri Alanı" olarak ayrılan ihtilaflı taşınmaz için, Çankaya İlçesinde engelli çocukların eğitim göreceği özel eğitime yönelik temel eğitim okulu yapılması amacıyla Çankaya Belediye Başkanlığı'na başvuruda bulunularak taşınmazın 222 sayılı Yasa'nın 62 ve 65. maddeleri uyarınca devrinin istenildiği, anılan başvurunun Belediye Başkanlığı'nın 30.04.2013 tarih ve 1365 sayılı yazısıyla parselin mülkiyetinin belediyeye ait olduğundan bahisle ihale yoluyla satışa çıkarılacağının, devrine ihtiyaç duyulması halinde 2942 sayılı Yasa'nın 30. maddesi kapsamında başvuruda bulunulması gerekliliğinin belirtilmesi suretiyle reddedilmesine karşın, 06.05.2013 tarihli Valilik Oluru alınarak 14.05.2013 tarihli yazı ile yapılan başvuruda; sözkonusu taşınmazın yeniden 222 sayılı Yasa kapsamında devrinin istenildiği, bu başvurunun da 03.06.2013 tarih ve 1856 sayılı Belediye Başkanlığı işlemi ile taşınmazın satışının 2886 sayılı Yasa uyarınca yapılacağı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine, sözkonusu taşınmazın 222 sayılı Yasa'dan kaynaklı kamu hizmetini yerine getirebilmek üzere Ankara İl Özel İdaresi'ne bedelsiz devrine ve satışının önlenmesi için kaydına ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesi istemiyle iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, idarenin Kamu Hukuku alanlarına giren faaliyetlerinin hukuka uygunluğu ile ilgilidir. Bunun yanında idari işlemler bir idari makam tarafından, bir kamu hizmeti yürütülmesi amacıyla İdare Hukukunun kendisine tanıdığı kamu gücünü kullanarak ve tek yanlı iradeyle yapılan kesin ve yürütülmesi zorunlu her türlü işlemlerdir.

Olayda, davanın konusu davalı idarece tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda, söz konusu taşınmazın 222 sayılı Yasanın 62 ve 65. maddeleri uyarınca bedelsiz olarak Ankara İl Özel İdaresi adına devredilip devredilemeyeceği hususundan kaynaklanmakta olup, bu haliyle uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrası kapsamına girdiği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu dolayısıyla, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.11.2013 gün ve E:2013/301 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

6-ESAS NO : 2014/512

KARAR NO : 2014/721

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının, inşaatın bitiminden sonra bir daire satın aldığı binaya ilişkin olarak; davalı idarenin, inşaat ve yapı kullanma izni verilmesi aşamalarında İmar Kanunu uyarınca yerine getirilmesi gereken denetim ve yaptırım uygulama görevini de içeren hizmetini hukuka uygun yürütmediği iddiasıyla açtığı davanın; idarenin hizmet kusuru esasına göre veya başka bir nedenle sorumlu bulunup bulunmadığı kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : N.O.B.

Vekilleri : Av. H.K., Av. D.A.

Davalılar : 1-Ö. İnş.Gıda.Tur.Pet.Ltd.Şti., 2- H.H.Ö., 3-Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av.Ç.E.

4-A.Yapı Denetim Ltd.Şti

5-B.K. Ltd.Şti.

O L A Y : Davacı vekili, Ankara ili, Mamak ilçesi, Tuzluçayır Mahallesi 600.cadde 603 sokak, 2 numarada kain, 36946 ada 2 nolu parsel üzerine, kat karşılığı inşaat sözleşmesinde arsa sahipleri olarak E.Ü. ve H.H.Ö.’in satış vaadinde bulunanlar olarak yer aldığını, vaadi kabul edenin ise Ö. İnş. Gıda. Tur. Pet. Ltd. Şti.nin yapı müteahhidi olarak yer aldığını; . sözleşmeye göre E.Ü.ye 1.kat 4.daire, H.H.Ö.’e zemin kattan çıkacak dükkanların verileceğini, diğer bölümlerin müteahhide kalacağını; sonraki süreçte H.H.Ö.’in; müteahhit ve yapı sahibi sıfatıyla E.Ü.ye kalan bölümler dışındaki tüm bağımsız bölümlerin sahibi olduğunu; bu bilgiler ışığında, davalılardan H.H.’in yapı sahibi/arsa sahibi olarak, Ö. İnş. Gida.Tur. Pet. Ltd. Şti’nin yapı müteahhidi olarak, A. yapı denetim şirketinin proje uygulama denetçisi olarak onayladığı 12.07.2005 tasdik tarihli mimari projeye, 11.082005 tasdik tarihli sıhhi tesisat uygulama projesine ve atık su projesi ve 12.07.005 tasdik tarihli yangın tahliye projesine, B.K. Ltd Şirketinin ise 02.06.2005 tasdik tarihli elektrik tesisatı Ön Projesine uygun olmadığını; projelerde belirtilen birçok koşulu taşımadığını; binaya ait esaslı bütün unsurlar bakımından çok ciddi eksiklikler taşıdığını, bütün bu eksik, ayıplı, kusurlu ve projeye uygun olmayan inşaat durumlarının, binada iskan eden kişilerin hayati güvenliğini ve sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiğini, binanın kullanımını ve mülkiyet hakkını zorlaştırdığını, hatta imkansız hale getirmiş olması nedeniyle ve üstelik bu kadar eksikliğe rağmen yapı teknik özelliklerinin beyan usulüne dayalı olarak eksiksiz gibi beyan edilmiş olması nedeniyle de 19,10.2007 tarihinde davalıların, inşa ettikleri bina için yapı kullanım izni almış olduğunu; müvekkili N.O.B.’ın iskanı alınmış bulunan binanın 10 numaralı bağımsız bölümünü 28.12.2007 tarihinde davalılardan arsa sahibi/yapı sahibi bulunan H.H.Ö.’den satın almış olduğunu; davaya konu edilen eksikliklerin onaylı projelerine uygun hale getirilmesi, bunun mümkün olmaması halinde ise eksik, ayıplı ve kusurlu imalatların projelerine uygun hale getirilmesi için şimdilik: 10.000 TL belirsiz alacağın, yapı müteahhit Ö. Ltd.Şti ve arsa sahibi-yapı sahibi H.H.Ö.’den müştereken ve müteselsilen tahsili, diğer davalılardan ise eksik, ayıplı ve kusurlu imalatları oranında tahsili için eldeki davanın açılmasının zorunlu olduğunu belirttikten sonra; otopark, sıhhi tesisat, atık su tesisatı, yangın tesisatı, elektrik tesisatı ile ilgili noksanlıklara yer vermiş; davalıların binaya ait onaylı; imar, yangın, atık su /sıhhi tesisat ve elektrik projelerinde belirtilen özelliklerin tam olarak yapılması; aykırı, ayıplı ve kusurlu imalatların yıkımlarının yapılarak projelere ve kullanıma uygun hale getirmesi, bunun mümkün olmaması halinde ise bu aykırı, ayıplı ve kusurlu imalatların projelerine uygun hale getirilmesinin tespiti ve bedelinin tayini uzman bilirkişiler aracılığı ile belirlenebileceğinden, şimdilik 10.000 TL.lik belirsiz alacağın müteahhit Ö. İnş.Gıda.Tur.Pet.Ltd.Şti ve H.H.Ö.’den müştereken ve müteselsilen tahsili, diğer davalılardan ise eksik, ayıplı ve kusurlu imalatları oranında tahsili için eldeki davanın açılmasının zorunlu olduğunu bir kez daha ifade ettikten sonra; dava dilekçesinin devamında, MAMAK BELEDİYESİ AÇISINDAN; ayrıca 16.5.2012 tarihli dilekçe ile davalı Belediyeye başvurulduğunu, binadaki noksan ve ayıplı işler, özellikle iskanı verilmiş olmasına rağmen projelere aykırı işler nedeniyle yapı müteahhidi Davalı Ö. Ltd Şti. ile Şirket Sahibi/Arsa Sahibi diğer Davalı H.H. Ö.’den şikayet olunduğunu; yapı denetim yetkililerinin, denetimlerini sadece taşıyıcı kolon ve otopark ile sınırlı tuttuğunu, Mamak Belediyesince 10.9.2012 tarihli, 001984 sayılı zabıtname tutulduğunu, Belediye Encümenince 2.10.2012 tarihli 1702 karar no.lu kararın verildiğini; bu zabıtnamede ve kararda görüleceği üzere, dilekçeleri ve dava dilekçelerinde konu ettikleri otopark taşıyıcı kolon eksikliğinin var olduğunun teyit edildiğini, kararda; 1-2.bodrum katın onaylı projelere göre M aksından sonraki bölümün 26.23x3.00=78.69m2 alanının mimari projede gösterilen taşıyıcı kolonlardan birinin eksik yapıldığı; 2-2.bodrum kat döşemesinin onaylı projesine göre uygun yapılmadığı, projede gösterilen %8 eğimin bulunmadığı; 3-1.bodrum kattaki otopark giriş döşemesinin projesine uygun olmadığı, döşeme eğimlerine uyulmadığı; 4-binanın 1.ve 2.bodrum katlarında yer alan otoparklara giriş rampasının ve eğiminin projesine göre yapılmadığı, rampa altının otopark olmasına rağmen binanın 3.00m yan çekmesinde hafriyatın alınmadığı ve rampanın tabi zemine oturtulmuş olduğu; 5-temel üst kotunun projesine uymadığı yaklaşık 50cm yukarıdan inşa edildiği; 6-komşu parsel sınırına yapılan istinat duvarının yerine inşa edilmediği, 30 cm parsel içerisine çekilmesi nedeniyle otopark rampasının bulunduğu cephede 3.00m olması gerekirken 2.70 m olduğu bu nedenle araç giriş çıkışlarının zorlanmasına yol açtığı; hususlarının tespit edilmiş olduğunu; tüm noksan, ayıplı ve projeye aykırı işlerin bir kısmının yetkili denetim ekiplerince tespit olunduğunu, nihayet belediyece gerek yapı müteahhidine gerekse de yapı denetim şirketine ayrı ayrı idari para cezası verilmiş bulunduğunu; ancak davalı belediyenin; iskan öncesi mevcut projeye aykırı eksik ve ayıplı işleri denetlemek ve bu denetim sonucunda yapı için yapı kullanma izin belgesi yani iskan belgesi düzenlemek yükümlülüğünde olduğunu, aslen mevcut zabıtname ve encümen kararı ile tüm davalılar ile birlikte kendi sorumluluğunu da ihlal ettiğini zımnen kabul etmiş bulunduğunu; bu nedenle de iskan denetim zorunluluğu nedeniyle huzurdaki davanın Mamak Belediyesine de yöneltilmiş olduğunu ifade ederek, sonuç itibariyle; Davalılardan Ö. İnş.Gıda.Tur.Pet.Ltd.Şti veya şirket sahibi/arsa sahibi diğer davalı H.H.Ö.’in adına kayıtlı olması halinde Ankara ili Mamak ilçesi Tuzluçayır Mahallesi 600.cadde 603 sokak, 2 numarada kain, 36946 ada 2 nolu parseldeki 11, 12 ve 13 nolu bağımsız bölümlerin üzerine 3.kişilere devir ve temlikinin önlenmesi bakımından ihtiyati tedbir kararı verilmesi; davalıların binaya ait onaylı; imar, yangın, atık su /sıhhî tesisat ve elektrik projelerinde belirtilen koşulların tam olarak sağlanması, aykırı, ayıplı ve kusurlu inşaatların yıkımlarının yapılarak projelere ve kullanıma uygun hale getirmesi, bunun mümkün olmaması halinde ise; aykırı, ayıplı ve kusurlu imalatların yıkımlarının yapılarak yeniden ilgili projesine uygun hale getirilmesi uzman bilirkişi tarafından değerlendirileceği için, şimdilik 10.000 TL belirsiz alacağın müteahhit Ö. İnş.Gıda.Tur.Pet.Ltd.Şti ve H.H.Ö.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, diğer davalılardan ise eksik, ayıplı ve kusurlu imalatları oranında tahsiline; bu miktara da davalıların bağımsız bölümü teslim ettiği tarih olan satın alma tarihinden itibaren, reeskont faiz yürütülmesine; eksik yapı nedeniyle oluşmuş ve oluşacak her türlü maddi zarar, ziyan ve hayati tehlikeye bırakılmanın yarattığı manevi tazminat hakkının saklı tutulmasına karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekili, süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 24.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ;21.11.2013 gün ve E:2012/651 sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun kurala bağlandığı; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde de, tam yargı davalarının, idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar olarak tanımlandığı; 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesinde; "Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (...) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. / Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır. / Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister. / Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. / Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir." hükmüne yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu taşınmazda yapılmak istenilen bina için 02.09.2005 tarihinde inşaat ruhsatı alındığı, bu ruhsata dayanılarak yapılan bina için davalı idarece 19.10.2007 tarihinde yapı kullanma izin belgesinin verildiği, davacının binanın 10 numaralı bağımsız bölümünü 28.12.2007 tarihinde satın aldıktan sonra binada projesine aykırılıklar bulunduğundan bahisle davalı idareye yaptığı başvuru üzerine davalı idarece projesine aykırı olduğu saptanan hususlara ilişkin yapı tatil tutanağının düzenlendiği ve bu aykırılıklar nedeniyle yapının müteahhidine ve yapı denetim şirketine imar para cezası verildiği, davacı tarafından, davalı idare yönünden, inşaatı denetim yükümlülüğünü zamanında ve gereği gibi yerine getirmediğinden bahisle oluşan zararın tazmini istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, davacının inşaatın bitiminden sonra bir daire aldığı binanın, inşaat ve yapı kullanma izni verilmesi aşamalarında davalı idarece İmar Kanunu uyarınca yerine getirilmesi gereken denetim ve yaptırım uygulama görevini de içeren hizmetinin hukuka uygun yürütülüp yürütülmediğinin, dolayısıyla hizmet kusuru esasına göre veya başka bir nedenle sorumlu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin idare hukuku ilkelerine göre saptanmasının gerektiği; bu durumda, davanın, davalı Mamak Belediye Başkanlığı aleyhine açılan kısmının, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 1-b bendi hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; açıklanan nedenle, davanın davalı Mamak Belediye Başkanlığına yönelik kısmı yönünden 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Davacının, Mamak ilçesi Tuzluçayır mahallesi, 36946 ada, 2 parseldeki binada daire satın aldığını, davalılardan Mamak Belediyesi tarafından yapılan denetimler sonucu yapıya, inşaat izni ve ruhsatı verilerek, iskan ruhsatı verildiği halde, binanın, sıhhi tesisat, otopark alanı, elektrik tesisatı gibi pek çok alanda eksiklikleri barındırdığını, proje ve ruhsata aykırı imalatlar bulunduğunu, bundan dolayı zarara uğradığını, bu zararın oluşumunda, davalı belediyenin denetim görevini gereği gibi yerine getirmemesinin de etkili olduğunu iddia ederek, davalı idareye karşıda müteselsil sorumlu olduğu iddiası ile tazminat davası açmış olduğu; davalı Mamak Belediye Başkanlığına atfedilen sorumluluğun, davalı idarenin, yapı inşaat ve iskan ruhsatı verdiği sırada inşaatın fenni usullere göre yapılıp yapılmadığına dair denetim ve gözetim görevini yerine getirme konusunda kusurlu davrandığı noktasında toplandığı; davanın, idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak, davalı idarenin sorumluluğuna ilişkin bölümünün, 2577 sayılı İYUK'nun 2/1-b maddesi uyarınca idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinin düşünüldüğü; bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/651 esas sayılı görevlilik kararının davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı bakımından kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, anılan idare yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacının davalılardan H.H.Ö.den satın aldığı Mamak İlçesi, Tuzluçayır Mahallesi, imarın 36946 ada 2 numaralı parselinde bulunan 10 numaralı daireye ilişkin olarak; binanın yapı kullanma izin belgesinin bulunduğunu, ancak binanın mimari projesine uygun olarak yapılmadığı iddia edilerek, binanın mimari projesine uygun hale getirilmesi, uygun hale getirilemiyorsa ayıplı imalatlar sebebiyle uğranılan zararın miktarının tespit edilerek ödenmesi istemiyle bütün davalılara karşı açılmış; ancak, ilgili Başsavcı tarafından davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmıştır.

4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 1. maddesinde, Kanunun amacının; can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu belirtilmiş; 2. maddesinde, yapı denetim kuruluşları ve görevlerinin neler olduğuna yer verilmiş; 3.maddesinde, Kanunun uygulanmasında, yapı denetim kuruluşlarının imar mevzuatı uyarınca öngörülen fennî mesuliyeti ilgili idareye karşı üstlenecekleri hususuna yer verilmiş; 12.maddesinde, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili mevzuat hükümlerinin uygulanacağı hükmü yer almıştır.

Öte yandan; 3194 sayılı İmar Kanununun Dördüncü Bölümünde “Yapı ve Yapı ile İlgili Esaslar”a yer verilmiş; “Yapı” başlıklı 20.maddesinde, “ Yapı:

a) Kuruluş veya kişilerce kendilerine ait tapusu bulunan arazi, arsa veya parsellerde,

b) Kuruluş veya kişilerce, kendisine ait tapusu bulunmamakla beraber kamu kurum ve kuruluşlarının vermiş oldukları tahsis veya irtifak hakkı tesis belgeleri ile,

İmar planı, yönetmelik, ruhsat ve eklerine uygun olarak yapılabilir.” hükmüne ; “Yapı ruhsatiyesi” başlıklı 21. maddesinde; “ Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden (....) yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.

Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı artmıyorsa ve nitelik değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi olmaz.

Ancak; derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir.

Belediyeler veya valilikler mahallin ve çevrenin özelliklerine göre yapılar arasında uyum sağlamak, güzel bir görünüm elde etmek amacıyla dış cephe boya ve kaplamaları ile çatının malzemesini ve rengini tayin etmeye yetkilidir. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan yapılar da bu hükme tabidir.”hükmüne; “Ruhsat alma şartları” başlıklı 22.maddesinde; “Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik (....) bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.

Belediyeler veya valiliklerce (....) ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.

Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.” hükmüne; “Müelliflik, fenni mesuliyet, şantiye şefliği, yapı müteahhitliği ve kayıtlar” başlıklı 28.maddesinde; “ (Değişik: 9/12/2009-5940/1 md.)

Bu Kanun kapsamındaki mimarlık, mühendislik ve planlama hizmetine ilişkin harita, plan, etüt, proje ve eklerinin düzenlenmesi ve bunların yerine getirilmesinin; uygulamada bulunulacak alanın, yerleşme merkezinin ve yapının sınıfına, özelliğine ve büyüklük derecesine göre, uzmanlık alanlarına uygun olarak 38 inci maddede belirtilen meslek mensuplarına yaptırılması mecburidir. Müellifler ve uygulamada bulunan meslek mensupları, işlerini bu Kanuna ve ilgili diğer mevzuata uygun olarak gerçekleştirmekten sorumludur.

Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan malzemelerin kamu adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet, ruhsat eki etüt ve projelerin gerektirdiği uzmanlığı haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı üstlenilmek zorundadır. Fenni mesul mimar ve mühendisler uzmanlık alanlarına göre; yapının, tesisatı ve malzemeleri ile birlikte, bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevlidir. Yapı sahibine ve idareye karşı sorumlu olan fenni mesuller, uzmanlık alanına uygun olarak yapıda yetki belgesi olmayan usta çalıştırılması veya şantiye şefi bulundurulmaksızın yapım işinin sürdürülmesi veya yapının mevzuata aykırı yapılması veya istifaları halinde, bu durumları altı iş günü içinde ilgili idareye yazılı olarak bildirmek zorundadır. Aksi takdirde, fenni mesuller kanuni mesuliyetten kurtulamaz. Bildirim üzerine, en geç üç iş günü içinde 32 nci maddeye göre işlem yapılır.

Fenni mesulün istifası veya ölümü halinde, başka bir meslek mensubu fenni mesuliyeti üstlenmedikçe yapının devamına izin verilmez. Fenni mesulün istifası halinde, istifa tarihinden önce yapılan işlere dair sorumluluğu devam eder. Yeni atanan fenni mesul, daha önce yapılan işlerin denetlenmesinden ve eksiklik ve hata var ise giderilmesini sağlamaktan ve bildirimde bulunmaktan da sorumludur. Tespit edilen bu eksiklik ve hatalar giderilmedikçe inşaatın devamına izin verilmez.

Fenni mesuller, Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikte belirlenen sınıf, özellik ve büyüklüğe sahip bulunan yapıların denetimi faaliyetine yardımcı olmak üzere, 38 inci maddeye göre uygun nitelikte ve sayıda fen adamı istihdam etmek mecburiyetindedir.

Fenni mesuller, uzmanlık alanlarına göre yapım işlerinin denetimine ilişkin ayrıntılı bütün belgeler ile mimarlık ve mühendislik hizmetleri raporunu idareye vermek ve yapı kullanma izin belgesini imzalamak mecburiyetindedir. Yapıya ilişkin bilgiler, ilgili idarece, etüt ve proje müelliflerinin, fenni mesullerin, yapı müteahhitlerinin ve şantiye şefi mimar veya mühendisin üyesi bulunduğu meslek odasına, üyelik kayıtlarına işlenmek üzere bildirilir.

Fenni mesuller, mesuliyet üstlendikleri yapı ile alakalı olarak yapı müteahhitliği, şantiye şefliği, taşeronluk ve malzeme satıcılığı yapamaz. Yapı sahibi, yapısının fenni mesuliyetini üstlenemez.

27 nci madde kapsamındaki yapılar ile entegre tesis niteliğinde olmayan ruhsata tabi tarım ve hayvancılık yapılarına ait 22 nci maddede yer alan etüt ve projeler, il özel idarelerince veya Bakanlığın taşra teşkilatınca hazırlanabilir. Bu tarım ve hayvancılık yapılarına dair fenni mesuliyet, il özel idaresinin veya Bakanlığın taşra teşkilatının mimar ve mühendisleri tarafından üstlenilebilir.

Yapı müteahhidi ve şantiye şefi; yapıyı, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa etmek, neden olduğu mevzuata aykırılığı gidermek mecburiyetindedir. Yapı müteahhidi ve şantiye şefi, ilgili fenni mesullerin denetimi olmaksızın inşaat ve tesisatlarına ilişkin yapım işlerini sürdüremez, inşaat ve tesisat işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz.

Bakanlıktan veya Bakanlıkça yetkilendirilmiş idareden yetki belgesi almaksızın, inşaat ve tesisat dahil yapım işlerinin müteahhitliği üstlenilemez. Yetki belgeleri geçici veya daimi olarak düzenlenebilir. Gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine yapı inşa eden müteahhitlerin kayıtları, her yapı için ayrı ayrı tutulur. Bu kayıtların birer nüshası, ilgili yapı müteahhidinin yetki belgelendirmesi işlemlerinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa gönderilir. Müteahhitlere yetki belgesi verilmesi işlemleri, bu kayıtlar da değerlendirilerek Bakanlıkça yürütülür.

Fenni mesullerce denetime ilişkin mimarlık ve mühendislik raporları hazırlanan, yapı sahibi, fenni mesuller ve ilgili idare elemanlarının birlikte düzenlediği tespit tutanağı ile tamamlandığı belirlenen, ancak, yapı müteahhidinin yapım işlerinden doğan vergi ve sigorta primi borçlarının ve diğer sorumluluklarının gereğinin yerine getirilmemesi sebebiyle yapı kullanma izin belgesi verilmesi işlemleri tamamlanamayan yapılar için, yapının müteahhidi olmayan yapı sahibinin talebi üzerine, ilgili idarece durum tespit edilerek yapı kullanma izin belgesi verilir. Bu belgenin bir örneği, ilgili kurumlara ve ilgililerin kayıtlarına işlenmek ve değerlendirilmek üzere ilgili meslek odalarına ve Bakanlığa gönderilir.

Yapı sahibi, ruhsat süresi dolmamış olan bir yapının etüt ve proje müellifliği, yapı müteahhitliği ve şantiye şefliği görevlerinden herhangi birini üstlenmemiş ise bütün sorumluluk, ilgisine göre etüt ve proje müelliflerine, yapı müteahhidine, şantiye şefine ve ilgili fenni mesullere aittir.” hükmüne; “Yapı kullanma izni” başlıklı 30.maddesinde; “ Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik (...) bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.

Belediyeler, valilikler (...) mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.(...)

Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.” Hükmüne; “Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar” başlıklı 32.maddesinde ise; “ Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (...) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” Hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; dava konusu edilen bina için 02.09.2005 tarihinde inşaat ruhsatı alındığı, bu ruhsata dayanılarak yapılan bina için davalı idarece 19.10.2007 tarihinde yapı kullanma izin belgesinin verildiği, davacının binanın 10 numaralı bağımsız bölümünü 28.12.2007 tarihinde satın aldıktan sonra binada projesine aykırılıklar bulunduğundan bahisle davalı idareye yaptığı başvuru üzerine davalı idarece projesine aykırı olduğu saptanan hususlara ilişkin yapı tatil tutanağının düzenlendiği ve bu aykırılıklar nedeniyle yapının müteahhidine ve yapı denetim şirketine imar para cezası verildiği, davacı tarafından, davalı idare yönünden, inşaatı denetim yükümlülüğünü zamanında ve gereği gibi yerine getirmediğinden bahisle oluşan zararın tazmini istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanununda, yapı denetim kuruluşlarının imar mevzuatı uyarınca öngörülen sorumluluklarını idareye karşı üstlenecekleri hususunun yanında; 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca, yapılara ilişkin ilgili idarenin sorumlulukları, görev ve yetkilerini kapsamında tesis ettiği işlemlerin, kamu gücüne dayalı olarak, tek yanlı ve re'sen tesis edilen idari işlemler niteliğinde bulunduğu tartışmasızdır. İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini istemiyle açılan davaların ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa hükümlerinin gereğidir.

Somut olayda davacının; inşaatın bitiminden sonra bir daire satın aldığı binaya ilişkin olarak; davalı idarenin, inşaat ve yapı kullanma izni verilmesi aşamalarında İmar Kanunu uyarınca yerine getirilmesi gereken denetim ve yaptırım uygulama görevini de içeren hizmetini hukuka uygun yürütmediğini iddia ettiği; dolayısıyla idarenin bu olayda, hizmet kusuru esasına göre veya başka bir nedenle sorumlu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin idare hukuku ilkelerine göre saptanmasının gerektiği açıktır.

Bu durumda; -davalılardan Mamak Belediyesi yönünden- imar mevzuatı uyarınca kamu gücü kullanılarak, tek yanlı irade ile yapılan işlemler nedeniyle oluşan zararın tazminine ilişkin uyuşmazlığın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında ve imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde İdari Yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 24.Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 24.Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.11.2013 gün ve E:2012/651 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

7-ESAS NO : 2014/517

KARAR NO : 2014/722

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Ankara Büyükşehir Belediyesi Alt Yapı Koordinasyon Merkezi Müeyyideler Yönetmeliğinin 5. maddesi uyarınca verilen para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. E.Ç.Ç.

Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ö.E.

O L A Y: Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Fen İşleri Dairesi Başkanlığı Alt Yapı Koordinasyon Merkezi (Aykome) Şube Müdürlüğünce, davacı Türk Telekomünikasyon A.Ş. adına düzenlenen 9.5.2013 gün ve …-2080-7749 sayılı işlem ile, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Varlık Mahallesi, Beypazarı ve Eşref Bitlis caddesinde, ruhsatsız kazı yapılarak 880,00 m. asfalt ve 10,00 m. andezit kaldırımın tahrip edildiğinin tespit edildiği, Aykome Yönetmeliğinin 5. maddesi gereğince belirlenen ceza bedelinin 184.275,00 TL olduğu, anılan para cezasının 30 gün içinde ödenmesi ve çalışma yapılan alan için ruhsat alınması gerektiği, aksi halde yasal yollara başvurulacağının bildirilmesi üzerine, davacı Türk Telekomünikasyon A.Ş., söz konusu çalışmanın Ankara Valiliği İl Özel İdaresi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan protokol ile “Kent Güvenlik Yöntem Sistemi Projesi” (KGYS) kapsamında usulüne uygun olarak yapıldığından bahisle işleme itiraz etmiş, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Fen İşleri Dairesi Başkanlığı Alt Yapı Koordinasyon Merkezi (Aykome) Şube Müdürlüğü, 26.6.2013 gün ve …-3683-11009 sayılı işlem ile, söz konusu protokolde de, Aykome Altyapı Tesisi Açım Ruhsatı alınması gerektiğinin açıkça belirtildiği, çalışmanın ruhsatsız olarak yapılmasından kaynaklı cezai işlemin iptalinin uygun görülmediği ve cezai bedelin yasal süre içinde ödenmesi gerektiğini davacıya bildirmiştir.

Davacı vekilinin, Aykome Yönetmeliğinin 4 ve 5. maddeleri ile para cezasının iptaline, yapmış olduğu ruhsat başvurusunun kabulüne karar verilmesi istemiyle idari yargıda dava açması üzerine, Ankara 10. İdare Mahkemesi, dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olarak düzenlendiği gerekçesiyle reddine karar vermiş, bu kez davacı vekili, Aykome Yönetmeliğinin 4 ve 5. maddeleri ile para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde yeniden dava açmıştır.

Davalı vekili süresi içinde, idari para cezasının iptali istemiyle açılan dava yönünden görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ: 29.11.2013 gün ve E:2013/1510 sayı ile, 2577 sayılı Kanun uyarınca, idari yargıda idari işlemlerin iptali istemiyle açılacak iptal davaları tek başına ikame edileceği gibi ayrıca bir düzenleyici işleme dayalı olarak tesis edilen bir idari işlemin söz konusu olması halinde her iki işleme karşı tek dilekçe ile dava açılabileceğinin hükme bağlandığı, olayda davacı tarafından iptali istenen düzenleyici işlem niteliğindeki yönetmelik hükümleri ile bu kapsamda tesis edilen ve birel işlem mahiyetinde olduğu anlaşılan idari para cezasına ilişkin işleme karşı idari yargıda dava açılabileceği belirtilerek, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin, adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davaya konu idari para cezasının, Aykome Yönetmeliğinin 4 ve 5. maddeleri uyarınca verildiği, Yönetmeliğin 2. maddesine göre, bu Yönetmeliğin, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 8. maddesi, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesi ve 15. maddesinin (b) bendi, 18. maddesinin (f) bendi, 34. maddesinin (e) bendi, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 97. maddesine dayanılarak hazırlandığının anlaşıldığı, 5326 sayılı Yasanın 27. maddesinde ise "(1) İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir." hükmünün bulunduğu, buna göre, Aykome Yönetmeliği uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümüne ilişkin ilgili yasalarda hüküm bulunmaması ve Uyuşmazlık Mahkemesinin 6.7.2009 gün ve E:2008/205,K:2009/170 sayılı emsal kararı nedeniyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27. maddelerine göre adli yargının görevli olduğunu belirterek, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, davanın idari para cezasına ilişkin bölümü bakımından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesi uyarınca Danıştay Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Aykome Müeyyideler Yönetmeliği uyarınca verilecek para cezalarına karşı yapılacak itirazda, görevli yargı yerini belirleyen hükme, gerek yönetmelikte, gerekse dayanak alınan ilgili yasalarda yer verilmemesi nedeniyle, itirazın çözümünde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27. maddelerine göre adli yargı yerinin görevli olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesinin 6.7.2009 gün ve E:2008/205, K:2009/170 sayılı kararının da bu doğrultuda bulunduğu nedenleriyle, davanın idari para cezasına ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulü gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasa’nın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddesinde belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10.maddesinde öngörülen biçimde davanın idari para cezasına ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Aykome Yönetmeliğinin 5. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.

Ankara Büyükşehir Belediyesi Alt Yapı Koordinasyon Merkezi Müeyyideler Yönetme-liğinin “Amaç ve Kapsam” başlığı altında düzenlenen 1. maddesinde, “Bu Yönetmeliğin amacı ve kapsamı; Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde Alt Yapı Koordinasyon Merkezinin sorumluluğunda olan yerlerde, Alt Yapı Koordinasyon Merkezi Alt Yapı Tesisleri Ruhsat İşlemleri ve Zemin Açımı Uygulama Yönetmeliğinin esaslarına ve ruhsat şartlarına uygun olmayan ruhsatlı çalışmalar ile bildirimsiz ve ruhsatsız kazı çalışmalarını engelleyerek alt ve üstyapıyı korumaktır.”, “Dayanak” başlıklı 2. maddesinde, Bu Yönetmelik 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 8. maddesi, 5393 sayılı Belediye kanununun 14. Maddesi,15.maddesinin b bendi, 18. Maddesinin f bendi, 34. Maddesinin e bendi, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 97. Maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.” denilmiş;

Cezalı Zemin Tahrip Ücreti” başlıklı 4. maddesinde, “(1) Ruhsatsız veya ruhsat şartlarına aykırı kazı yapılması halinde, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisince her yıl belirlenen zemin tahrip ücretlerinin % 40 fazlası cezalı zemin tahrip ücreti olarak uygulanacaktır.

(2) Ödeme bildiriminden itibaren 30 gün içerisinde ruhsatlı çalışmalar için cezalı bedel, ruhsatsız ve bildirimsiz çalışmalar için cezalı bedel ile alt yapı tesisi açım ruhsatı bedeli ilgilisinden tahsil edilir.”, “Ruhsatsız Kazı” başlıklı 5.maddesinde, “ (1) AYKOME Şube Müdürlüğü’nce kazı sezonunda ruhsatsız çalışmanın tespiti halinde çalışma yapılan mevcut zeminin yürürlükteki cezai bedeli kadar, Modifiye asfalt olan yerlerde çalışma yapılması halinde ise çalışma yapılan mevcut zeminin yürürlükteki cezai bedelinin 2 (iki) katı kadar cezai bedel tahsil edilir. Ayrıca alt yapı açım tesisi ruhsatlandırılması da yapılır.

(2) AYKOME Şube Müdürlüğü’nce kazı sezonu dışında ruhsatsız çalışmanın tespiti halinde çalışma yapılan mevcut zeminin yürürlükteki cezai bedelinin 1,5 (bir buçuk) katı kadar, Modifiye asfalt olan yerlerde çalışma yapılması halinde ise çalışma yapılan mevcut zeminin yürürlükteki cezai bedelinin 4 (dört) katı kadar cezai bedel tahsil edilir. Ayrıca alt yapı tesisi açım ruhsatlandırılması da yapılır.

(3) Zemin kaplaması yapılırken AYKOME Şube Müdürlüğü’ne bildirim yapılarak ön ruhsatlandırma yapılabilir. Başkanlığımızdan alınan ön ruhsat için, 10 (on) iş günü içerisinde Alt yapı Tesisi Açım Ruhsatı alınır. 10 (on) iş günü içerisinde Alt yapı Tesisi Açım Ruhsatı alınmadan gerçekleştirilen çalışmalar, ruhsatsız olarak değerlendirilir ve AYKOME Müeyyideler Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri çerçevesinde işlem yapılır.” hükümleri yer almıştır.

Yönetmeliğin dayanağını oluşturan Yasalardan, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun “Alt Yapı Hizmetleri” başlıklı 8. maddesinde, “Büyükşehir içindeki alt yapı hizmetlerinin koordinasyon içinde yürütülmesi amacıyla büyükşehir belediye başkanı ya da görevlendirdiği kişinin başkanlığında, yönetmelikle belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşların temsilcilerinin katılacağı alt yapı koordinasyon merkezi kurulur. Büyükşehir ilçe belediye başkanları kendi belediyesini ilgilendiren konuların görüşülmesinde koordinasyon merkezlerine üye olarak katılırlar. Alt yapı koordinasyon merkezi toplantılarına ayrıca gündemdeki konularla ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının (oda üst kuruluşu bulunan yerlerde üst kuruluşun) temsilcileri de davet edilerek görüşleri alınır.

Alt yapı koordinasyon merkezi, kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar tarafından büyükşehir içinde yapılacak alt yapı yatırımları için kalkınma plânı ve yıllık programlara uygun olarak yapılacak taslak programları birleştirerek kesin program hâline getirir. Bu amaçla, kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar alt yapı koordinasyon merkezinin isteyeceği coğrafî bilgi sistemleri dâhil her türlü bilgi ve belgeyi vermek zorundadırlar. Kesin programlarda birden fazla kamu kurum ve kuruluşu tarafından aynı anda yapılması gerekenler ortak programa alınır. Ortak programa alınan alt yapı hizmetleri için belediye ve diğer bütün kamu kurum ve kuruluşlarının bütçelerine konulan ödenekler, alt yapı koordinasyon merkezi bünyesinde oluşturulacak alt yapı yatırım hesabına aktarılır.

Ortak programa alınan hizmetler için kamu kurum ve kuruluş bütçelerinde yeterli ödeneğin bulunmadığının bildirilmesi durumunda, büyükşehir belediyesi veya ilgisine göre bağlı kuruluş bütçelerinden bu hizmetler için kaynak ayrılabilir. Kamu kurum ve kuruluşları alt yapı ortak yatırım hizmetleri için harcanan miktarda ödeneği, yeniden değerleme oranını da dikkate alarak ertesi yıl bütçesinde ayırır. Ayrılan bu ödenek belediye veya ilgili bağlı kuruluşunun hesabına aktarılır. Bu bedel ödenmeden ilgili kamu kurum veya kuruluşu, büyükşehir belediyesi sınırlarında yeni bir yatırım yapamaz.

Ortak programa alınmayan yatırımlar için bakanlıklar, ilgili belediye ve diğer kamu kurum ve kuruluşları alt yapı koordinasyon merkezi tarafından belirlenen programa göre harcamalarını kendi bütçelerinden yaparlar.

Koordinasyon merkezleri tarafından alınan ortak yatırım ve toplu taşımayla ilgili kararlar, belediye ve bütün kamu kurum ve kuruluşlarıyla ilgililer için bağlayıcıdır.

Alt yapı koordinasyon merkezinin çalışma esas ve usulleri ile bu kurullara katılacak kamu kurum ve kuruluş temsilcileri, İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. İçişleri Bakanlığı, çıkarılacak bu yönetmeliğin, alt yapı yatırım hesabının kullanılması ve ödenek tahsisi ve aktarmasına ilişkin kısımları hakkında, Maliye Bakanlığı ve Devlet Plânlama Teşkilâtı Müsteşarlığının görüşünü alır.” hükmüne yer verilmiş, diğer daya-nak olarak gösterilen 5393 sayılı Belediye Kanununun, “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde, Belediye mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla; a) İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 100.000’in üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için konukevleri açmak zorundadır. Diğer belediyeler de mali durumları ve hizmet önceliklerini değerlendirerek kadınlar ve çocuklar için konukevleri açabilirler.” denilmiş, 15. maddesinin (b) bendinde “Kanunların belediyeye verdiği yetki çerçevesinde yönetmelik çıkarmak, belediye yasakları koymak ve uygulamak, kanunlarda belirtilen cezaları vermek.” Belediyenin yetkileri ve imtiyazları arasında, 18.maddesinin (f) bendinde, “Kanunlarda vergi, resim, harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek. ” Belediye meclisinin görev ve yetkileri arasında , 34. maddesinin (e) bendinde, “Kanunlarda öngörülen cezaları vermek.” Belediye encümeninin görev ve yetkileri arasında

sayılmıştır.

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 97. maddesinde ise, “Belediyeler bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye'ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir.” denilmiştir.

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun ilgili maddelerine göre hazırlanan, Ankara Büyükşehir Belediyesi Alt Yapı Koordinasyon Merkezi Müeyyideler Yönetmeliği uyarınca verilecek para cezalarına karşı yapılacak itiraz konusunda görevli yargı yerini belirleyen bir hükme, gerek Yönetmelikte gerekse anılan Kanunlarda yer verilmemiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiş; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mah-kemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir ” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer Kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun ilgili maddelerine dayanılarak hazırlanan, Ankara Büyükşehir Belediyesi Alt Yapı Koordinasyon Merkezi Müeyyideler Yönetmeliği ve anılan Kanunlarda görevli yargı yeri hususunda hüküm bulunmadığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 10. İdare Mahkemesinin 29.11.2013 gün ve E:2013/1510 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

8-ESAS NO : 2014/545

KARAR NO : 2014/723

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : L.K.

Vekili : Av. B.T.Y.

Davalı : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. N.I.K.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; Ankara İli, Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 1170 Sokak, 6,8, ve 8/A kapı numaralı davacının tapulu taşınmazı üzerinde bulunan bina ve müştemilatının, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında yapılan imar uygulaması sonucu davalı idare adına kayıtlı parselde kaldığını, davalı idarenin binanın bedelini ödemeden 04.12.2012 tarihinde yıktırdığını, davacının binanın enkazını da alamadığını belirterek; 1.000,00TL nin haksız fiil tarihi olan 04.12.2012 tarihinden itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargıda dava açmış, 04.12.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile alacak miktarının 91.655,70 TL olduğunu belirtmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; imar planında kentsel dönüşüm projesi alanında kalan gecekondunun yıkılması nedeniyle doğan zararın tazmini talebi ile açılan davanın idare mahkemelerinde görülmesi gerektiğini ileri sürülerek görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 11.02.2014 gün ve E:2013/3 sayı ile, davalı tarafın görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolundaki süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı" başlıklı 73. maddesinde; Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu, Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyelerinin kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini uygulayabileceği, Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolunun esas olduğu, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında haklarının verileceği, 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedellerinin verileceği veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabileceği, Belediyenin, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkili olduğu hükmü yer almıştır.

Uygulama ve öğretide, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları, kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri, bu projeler uyarınca tesis edilen imar uygulamaları, konut tahsisi ve satışı, kamulaştırma, arsa payı tahsisi gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu imar planı ve projeler uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşımaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; Altındağ İlçesi, Başpınar Mahallesi, 1170 sokak, 6,8 ve 8/A kapı numaralı davacıya ait yapı, müştemilat ve ağaçların bulunduğu taşınmazın yer aldığı bölgede 2981 sayılı Yasa uyarınca yapılan parselasyon işlemi sonucunda davacının payına karşılık başka bir parselden pay verildiği, davacıya ait yapı ve müştemilatın bulunduğu taşınmazın kentsel dönüşüm projesi uygulanacak alanda kalması nedeniyle de yıktırılması üzerine, davacı tarafından, binanın bedelinin ödenmediğinden bahisle, tazminat istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda, davacıya ait yapıların bulunduğu taşınmazdaki davacının payına karşılık 2981 sayılı Yasa uyarınca davacıya başka bir parselden pay tahsis edildikten sonra, yapıya yönelik olarak herhangi bir bedel ödenmeksizin 5393 sayılı Yasa hükmü uyarınca kentsel dönüşüm projesi kapsamında kalan yapının yıktırılması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zarar, davalı idarenin Kentsel Dönüşüm Projesinin uygulanması sırasında kamu gücüne dayanılarak, re'sen ve tek yanlı şekilde tesis ettiği işlemlerden kaynaklanmaktadır. Davacı tarafından, Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/466 Değişik İş sayılı dosyasında yaptırılan tespit sonucu bilirkişi raporu ile yıktırılan bina ve ağaç için tespit edilen bedelin bir kısmı dava konusu edilmişse de, ortada davalı idarece 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında tesis edilmiş bir işlem bulunmaması nedeniyle, uyuşmazlık bedel artırım davası niteliğinde bulunmamaktadır.

Bu durumda; davacıya ait yapıların Ankara Altındağ Ulubey-Solfasol-Karacakaya Gecekondu Önleme Bölgesi Başpınar Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kalması nedeniyle yıktırılması sonucunda tazminat istenilmesine ilişkin bulunan davanın, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir…” şeklindeki gerekçe ile, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. Maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşünce istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…Dava dosyasının incelenmesi sonucunda; davacının mülkiyetinde bulunan taşınmazların bulunduğu bölgede, 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 17/06/2010-5998 S.K/l.mad ile değişik 73. maddesi uyarınca gecekondu alanlarında kentsel dönüşüm kararı alınarak, imar mevzuatı uyarında yenilenen imar planları sonucu, davacının kentsel dönüşüm alanında kalan taşınmazlarına karşılık başka ada ve parselden yer tahsis edilerek, boşaltılan taşınmazların kentsel dönüşün plan ve projelerinin uygulanması kapsamında yıkıldığı, davacı tarafından bu yıkıma ilişkin taşınmaz enkaz bedeli talep ettiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu uyuşmazlıkta, idarenin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında bir işleminin bulunmaması karşısında, davanın anılan Kanun’un 14. maddesinde işaret edilen bedel artırma davası niteliğinde olduğunun yada kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1 -b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Uyuşmazlık konusu işlem, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği düşünülmektedir…” gerekçesi ile, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/3 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıya ait parselde bulunan yapılarının, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında imar planı değişikliği ile İmar planında toplu konut alanında kalması nedeniyle, davalı idarece hissesine karşılık başka bir imar parselinden karşılanmak üzere yer verilmekle birlikte, kamulaştırma yapmadan ve herhangi bir bedel ödenmeksizin binalarının yıktırıldığından bahisle, uğranılan zararın faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik: 17/6/2010-5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile)

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü yer almıştır.

Dava dosyanın incelenmesinden; dava konusu yerin Ulubey- Solfasol- Karacakaya Gecekondu Önleme Bölgesi, Başpınar Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında toplu konut alanında kaldığı; yapılan parselasyon çalışmaları sonucu davacının 20152 ada 7 parseldeki mevcut hissesine karşılık 24040 ada 18 parselde hisse verildiği, davacıya ait bina ve eklentilerin ise belediyeye ait 23954 ada 1 sayılı parselde kaldığı, söz konusu bina için 2981 sayılı Yasa uyarınca başvuru yapılmakla birlikte gerekli işlemler tamamlanmadığından ruhsat alınmadığı; davalı idare tarafından dava konusu edilen bina ve eklentilerin, kaçak yapı olduğu iddiası ile herhangi bir kamulaştırma işlemi yapmadan kentsel dönüşüm planı uygulaması nedeniyle yıktırıldığı; bakılan davanın da, yıkılan bina ve eklentilerin tazmini istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.

Belediyelerin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmaza fiilen el atılması karşısında, idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, suyolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.

Bu durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

9-ESAS NO : 2014/547

KARAR NO : 2014/724

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.K.

Vekili : Av. A.D.

Davalı : Eyüp Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Z.B.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin İstanbul İli, Eyüp İlçesi, Fethi Çelebi Mahallesi, 245DV4C pafta, 1010 ada, 13 parsel ile, İstanbul İli, Eyüp İlçesi, Fethi Çelebi Mahallesi, Kırımı Mescit Sokak, 14 pafta, 112 ada, 30 parselde kayıtlı 200/2024 ve 85/2040 paylı taşınmazların maliki olduğunu, taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 20.000,00 TL tazminatın yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Eyüp Belediye Başkanlığı vekili verdiği dilekçede özetle, taşınmaza fiilen el atılmadığını, imar planına dayalı olarak açılan tazminat davalarının görüm ve çözüm yerinin idare mahkemeleri olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

İSTANBUL 19. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 5.11.2013 gün ve E:2012/808 sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekili idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dosya örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Davanın, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku olmadığı, ancak; bu sonuç ya sonuçların genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planından kaynaklandığı, bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka bir anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı, idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini talepleri ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 12 ve 13. maddeleri uyarınca idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan Yasa hükümlerinin gereği olduğu, bu bakımdan hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, hukuki elatma olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 1. fıkrasının b bendinde yer alan idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği, nitekim, 11.6.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6487 sayılı Kanun’un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6’ncı maddesinde değişiklik yapan 21’inci maddesinde “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir.” Hükmüne yer verilmek suretiyle “hukuki el atma” olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörüldüğü, bu nedenle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacının maliki olduğu taşınmazlara, kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; işleyecek yasal faizi ile birlikte şimdilik 20.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu taşınmaza idarece fiilen el atıldığı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile bu tür yerlerin bedelinin ödeneceğine karar verildiği, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, dosya kapsamında yapılan incelemede, Mahkemesine dava konusu taşınmazlarla ilgili olarak keşif yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise, yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporunun gönderilmesinin istenildiği ancak, 16.4.2014 tarihli cevabi yazıda keşif yapılmadığının ve bilirkişi raporunun bulunmadığının belirtildiği; Mahkememizin 21.4.2014 günlü yazısı ile, İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi hakimliğinden, davalı idarece dava konusu taşınmaza fiilen el atıldığı iddiasının yer aldığı, buna göre bahse konu taşınmaza fiilen el atılıp atılmadığı ve taşınmaza tesis yapılıp yapılmadığı hususlarının tarafların da bilgisine başvurulmak suretiyle konuya ilişkin bilgi ve belgelerin en kısa sürede gönderilmesi rica olunmuş, Eyüp Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Müdürlüğünün Hukuk İşleri Müdürlüğüne gönderdiği 25.12.2012 gün ve 7681 sayılı yazıda, İmar parsellerinin maliklerine müstakil ve hisseli olarak 3194 sayılı Yasanın 18. maddesine ve yönetmelik hükümlerine göre verildiği, davacıya da bu hükümler uyarınca verildiği, ayrıca davacı tarafından 81 m2’ye el konulduğu iddia edilmekteysede DOP kesintisinden sonra 0,39 m2 fazla yer verildiği; davacının yerine el konulmasının söz konusu olmadığı belirtilmiş; ayrıca davalı idare vekilinin 21.5.2014 günlü cevabi yazısında da dava konusu taşınmaza fiilen yada başka bir suretle el atılmasının söz konusu olmadığı, iddiayı ispat külfetinin davacıya ait olduğu belirtilmiştir.

Her ne kadar davacı vekilinin Mahkememize hitaplı 21.5.2014 günlü dilekçesinde, dava konusu taşınmaz üzerinde davalı Belediye tarafından parselasyon işlemleri yapıldığı, taşınmaz üzerinde yapılan bu işlemler sonucunda 285 m2 büyüklüğündeki taşınmazın 204 m2’ye düşürüldüğü ve 81 m2 lik kısma davalı belediye tarafından kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğu, fiili olarak el atılan kısımlara belediye tarafından yol, park gibi kamusal alanlar yapıldığı ileri sürülmekteyse de, taşınmaza bir fiili müdahalenin söz konusu olmadığı dosya içeriğinden yorum yoluyla anlaşılmaktadır.

Belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Eyüp Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Eyüp Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 5.11.2013 gün ve E:2012/808 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

10-ESAS NO : 2014/568

KARAR NO : 2014/725

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacılara ait İstanbul İli, Pendik İlçesi, Kurtköy Mahallesi, Mezarlık arkası mevkiinde bulunan 7574 ada, 6 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması ile, 591/2400 orana isabet eden bölümünün Hazine adına tapuya tescil edilmesi sonucu ecrimisil tahakkuk ettirilerek, 14.1.2009 günlü ödeme emri düzenlenmesi dolayısıyla, itiraz süresinin geçirilmesi nedeniyle davacıların borcu olmadığının tespiti ile, yargılama sırasında ödenen bedelin davalıdan istirdatına karar verilmesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği

K A R A R

Davacılar :1-G.S.2-B.S.3-O.S.

Vekili : Av. S.B.Y.

Davalılar : 1- İstanbul Defterdarlığı Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığı

2- Maliye Bakanlığına izafeten Pendik Vergi Dairesi Müdürlüğü

Vekili : Av. S.B.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde, İstanbul İli, Pendik İlçesi, Kurtköy Mahallesi Mezarlık arkası mevkiinde bulunan, eski 5 pafta, 594 parselin 11.7.2008 tarih, 13 528 yevmiye no ile yeni 7574 ada 1 parsel sayılı taşınmaz olduğunu; Pendik Belediye Başkanlığının 6.2.2003 tarih ve 128 sayılı encümen kararı ile imar uygulaması sonucu davacılara ait taşınmazın 591/2400 hissesinin Maliye Hazinesine, 1808/2400 hissesinin davacılar adına tescil edildiğini; Davalı idare aleyhine İstanbul 4.İdare Mahkemesinin E:2008/1482 esas sayılı dosyasında imar uygulaması ve 1/1000 ölçekli planın davacı parseli yönünden iptaline karar verildiğini ve bu kararın Danıştay 6.Dairesince onandığını; Maliye hazinesinin imar uygulaması sonucu mülkiyet iddiası ile hissesine isabet eden ecrimisil bedelini davacılardan talep ettiğini; nitekim 8.3.2006/11.7.2008 dönemine ilişkin ecrimisil istemine karşı ve de, 11.7.2008/5.2.2009 dönemine ilişkin ecrimisil istemine karşı İstanbul 4.İdare Mahkemesinin sırasıyla E:2010/380, E:2012/393 esas sayılı dosyalarında davalar açıldığını ve ecrimisil istemlerinin iptaline karar verildiğini; davalı idarenin iş bu davadaki ecrimisil istemine ilişkin ecrimisil ihbarnamesinin taraflarına ulaşmadığını, ancak bu davadaki ödeme emri ile davalının ecrimisil istemini öğrendiklerini; Vergi Mahkemesine itiraz süresinin kaçırıldığını dolayısıyla davalı idareye borçlu olunmadığının tespiti için iş bu davayı açtıklarını; açıklanan emsal yargı kararları ile imar uygulamasına karşı çıkılıp idarenin işleminin iptal edildiği parseller bazında Maliye Hazinesinin hissedarlık iddiası ile ecrimisil talep edemeyeceğinin sübut bulduğunu; görülen davada da davacıların parselinde maliye hazinesinin hissedarlık durumunun yargı kararı ile iptal edilmekle, davaya konu ecrimisilin istenemez olduğunun tartışmasız olduğunu ileri sürerek, Pendik Vergi Dairesi Müdürlüğünün 14.1.2009 gün ve 2009/011301500006 nolu ödeme emri ile müvekkillerinden talep edilen 11.268,06 TL alacak sebebiyle borçlu olmadıklarının tespiti ile, yargılama sırasında ödenen bedelin davalıdan istirdatına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davalı Hazineye izafeten İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekili verdiği dilekçede, açılan davada işbölümü, yetkisizlik ve görevsizlik itirazında bulunmuştur.

İSTANBUL 18.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 4.10.2013 gün ve E:2013/304 sayı ile, davanın niteliği gereği Mahkemelerinin görevli olduğu anlaşıldığından süresinde yapılan yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dosya Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI : Pendik Vergi Dairesi Müdürlüğünün 14.1.2009 gün ve 2009/011301500006 nolu ödeme emri ile kendilerinden talep edilen 11.268,06 TL ecrimisil bedeli, idarenin kamu kudretini kullanmak suretiyle tek yanlı olarak tesis ettikleri icrai işlemler niteliğinde olduğundan, uyuşmazlığın idari yargı merciince çözümlenmesi gerektiği, bu nedenle, 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Mahkememizce, 2247 sayılı Yasanın 13.maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Uyuşmazlık konusu işlemler dava dosyasında açıkça belirlenmemiş olsa bile, davalı idarenin 2886 sayılı İhale Yasasının 75. Maddesine dayanarak, kamu gücünü kullanarak ve tek taraflı olarak tesis ettiği idari işlemler niteliğinde olduğundan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/02/2004 gün, 2004/1-120 E, 2004/96 K sayılı Kararında (2886 sayılı ihale mevzuatının 75. Maddesi uyarınca haksız işgalde bulunanlardan ecrimisil talebine dair işlemler ise..) belirtildiği gibi, idarenin kamu gücünü kullanarak tek yönlü tesis ettiği idari nitelikteki işlemlerden olmakla, bu işleme karşı yapılan itirazların idari yargı yerinde görüm ve çözümü gerektiği, bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/304 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı Hazineye izafeten İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, İstanbul İli, Pendik İlçesi, Kurtköy Mahallesi, Mezarlık arkası mevkiinde bulunan 7574 ada, 6 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması ile, 591/2400 orana isabet eden bölümünün Hazine adına tapuya tescil edilmesi nedeniyle ecrimisil tahakkuk ettirilerek, 14.1.2009 günlü ödeme emri düzenlenmesi sonucu, itiraz süresinin geçirilmesi dolayısıyla davacıların borcu olmadığının tespiti ile, yargılama sırasında ödenen bedelin davalıdan istirdatına karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Görev uyuşmazlığının çözümü için öncelikle, tespit davasının hukukumuzdaki yerinin incelenmesi gerekli bulunmaktadır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhkameleri Kanunu’nda (Mülga) tespit davasını düzenleyen açık ve genel bir hükme yer verilmemekteyse de, doktrinde ve yerleşik yargısal içtihatlarla, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının saptanması için tespit davası açılabileceği kabul edilmiş; tespit davasının esasının incelenebilmesi için de, genel dava koşullarının yanı sıra, dava konusunun bir hukuki ilişki olması ve bu hukuki ilişkinin var olup olmadığının öncelikle saptanmasında hukuki yarar bulunması koşulları aranmış; buna göre, özel hukuk alanını ilgilendiren bir hukuki ilişkinin saptanması için adli yargı yerinde müstakil olarak bir tespit davası açılabilmesi kabul edilmiş iken; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106.maddesinde ”Tespit davası”na, 107.maddesinde ise “Belirsiz alacak ve tespit davası”na yer verilmiştir.

Anılan maddelere bakıldığında; “Tespit davası/ Madde 106- (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.

(2)Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.

(3)Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.”

“Belirsiz alacak ve tespit davası/ Madde 107- (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3)Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” denilmiştir.

Buna karşılık, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında, idari dava türleri: iptal, tam yargı ve tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmış olup, tespit davası şeklinde bir dava türüne idari yargıda yer verilmemiştir. Anılan Yasanın “İdari Davalarda Delillerin Tespiti” başlıklı 58/1. maddesi “Taraflar, idari dava açtıktan sonra bu davalara ilişkin delillerin tespitini ancak davaya bakan Danıştay, idare ve vergi mahkemelerinden isteyebilir.” hükmünü taşımakta olup, idari yargıda, ancak açılmış bir idari dava ile ilgili bulunan “delillerin tespiti”nin istenilmesine olanak bulunmaktadır. Buna göre, idari dava türleri arasında sayılmayan tespit davasının, yorum yoluyla idari yargının görevine müstakil bir dava olarak dahil edilmesine hukuken olanak bulunmadığından, idari yargı yerinde, idare hukuku alanını ilgilendiren bir hukuki ilişkinin varlığının ancak açılmış bulunan bir idari davaya bağlı olarak delil tespiti kapsamında saptanabileceği açıktır.

Belirtilen yasal durum karşısında, tespit davasına konu olabilecek hukuki ilişkinin özel hukuk alanını ilgilendirmesi gerektiği ve bir eda davasının öncüsü durumunda olan tespit davasının adli yargı yerinin görevine girdiği ortaya çıkmaktadır. Ancak, adli yargıda açılacak bir eda davasında hiçbir zaman kullanılmayacağının, buna karşılık idari bir işlem tesisi istemiyle bir idari makama veya idari yargıda açılacak bir davada idare mahkemesine ibraz edilmek ve bu makam veya mahkemeyi hukuken- bağlayacak nitelikte belge elde etmek amacıyla açıldığının anlaşılması halinde tespit davası adli yargıda görülemeyecek ve görev yönünden reddi gerekecektir. Bu durumdaki tespit davasının idare hukuku kurallarına göre çözümlenmesi gerekmekteyse de, müstakil bir dava olarak açılması halinde idari yargı yerince, idari yargıda böyle bir dava türü olmadığı ve ancak bir idari dava açıldıktan sonra bu davaya ilişkin delil tespiti kapsamında incelenebileceği noktasından reddedilmesi uygun olacaktır.

Davanın somutunda, davacı tarafından, aleyhine çıkarılan ecrimisil ihbarnamesinin kendi hakkında sonuç doğurmasının engellenmesinin amaçlandığı; ancak bunun için yapılması gereken işin ecrimisil ihbarnamesinin iptalinin sağlanması olduğu; bu nedenle, davacının tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığı gözetildiğinde, işbu davanın iptal davasının konusunu oluşturduğu açıktır.

Dosyanın incelenmesinden, İstanbul İli, Pendik İlçesi, Kurtköy Mahallesi, Mezarlık Arkası Mevkii, eski 5 pafta, 594 parsel; yeni 7574 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın 11/07/2008 tarih, 13528 yevmiye ile 7574 ada, 6 parsel olduğunu, imar uygulaması sonucu ise davacılara ait taşınmazın 591/2400 oranda hissesinin Maliye Hâzinesine; 1808/2400 hissesinin davacılar adına tescil edildiği, Maliye Hâzinesinin imar uygulaması sonucu mülkiyet iddiası ile hissesine isabet eden ecrimisil bedelini davacılardan talep ettiği, ecrimisil ihbarnamesine itiraz süresinin geçirilmesi nedeniyle ödeme emrine ihtirazi kayıtla uyularak 11.268,06 TL ecrimisil bedeli yatırıldıktan sonra, İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 2008/1482 esas sayılı dosyası ile imar uygulaması ve 1/1000 ölçekli planın davacı parseli yönünden iptaline karar verilmesi nedeniyle, davacılar vekili tarafından, davalı idareye borçlu olmadıklarının tespiti ile ödenen bedelin davalıdan istirdatına karar verilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanununun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2’nci maddesinde idari dava türleri sayılmış olup,

a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar., 14’üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (g) bendinde, dilekçelerin 3 ve 5’inci maddelere uygun olup olmadığı yönlerinden inceleneceği öngörülmüş;15’inci maddesinin birinci fıkrasında Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3’üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14’üncü maddenin; 3’üncü fıkrasının (g) bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5’inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine karar verileceği kuralına yer verilmiştir.

2886 sayılı Devlet İhale Kanununun “ Ecrimisil ve Tahliye” başlıklı 75. Maddesinde; “Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, Hâzinenin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.

(Ek cümle: 23/07/2010-6009 S.K/24.md.) Ecrimisile itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde onbeş indirim uygulanır. Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur...” şeklindeki düzenleme ile Hâzineye ait taşınmazlardaki fuzuli şagillerden alınacak ecrimisil ve tahliyeye ilişkin usul açıklanmıştır.

Bu durumda, imar uygulaması sonucu Hazine adına tapuda kayıt gören taşınmazın bu tarihten sona imar uygulaması öncesi maliki olan davacılar tarafından haksız işgal edildiği nedeni ile istenilen ecrimisil bedeli için gönderilen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın, davalı idarelerin kamu gücü kullanmak suretiyle, tek yanlı irade açıklamalarıyla tesis ettikleri idari işlemlerden kaynaklanan bir dava mahiyetinde bulunması itibariyle 2577 sayılı Kanunun 2/a maddesinde belirtilen “idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ilhlal edilenler tarafından açılan iptal davaları “ kapsamında idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı görevli olmakla, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile davalı hazine vekilinin görev itirazının, İstanbul 18.Asliye Hukuk mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı hazine vekilinin GÖREV İTİRAZININ, İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 4.10.2013 gün ve E:2013/304 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

11-ESAS NO : 2014/621

KARAR NO : 2014/728

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında düzenlenen protokoller çerçevesinde muhtaç aileler için yapılan konutların dağıtımı görevi kendisine verilen Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Mütevelli Heyeti’nin sosyal konutların kura çekimine katılmaya hak kazananların tespitine ilişkin Mütevelli Heyeti kararı ile devamındaki kura işleminin iptali istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E.B.

Davalı : Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığı

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde özetle; deprem mağduru olduğunu; 17 Ağustos 1999 depreminden sonra prefabrikte ikamet ettiğini; % 74 oranında özürlü olduğunun Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 16.05.2013 gün ve 1122 sayılı sağlık raporu ile belirlendiğini; Toplu Konut İdaresi ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü işbirliğiyle Adapazarı/Sakarya Korucuk Mahallesi’nde 402 konut yapıldığını; ilgili yasal düzenlemelere göre hak sahibi olması gerekirken kura listesine alınmadığını; Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığı’nın konutların dağıtımı için 13 Ağustos 2013 tarihinde yaptığı kuranın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek; konut alma kurası, konut belirleme kurası, engelli kurası ile konut çekilişinin iptali istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

Davalı Vakıf temsilcisi cevap dilekçesinde özetle; dava konusu iş ve işlemlerin Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından yürütüldüğünü; vakfın özel hukuk tüzel kişisi olması nedeniyle davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev itirazında bulunmuştur.

SAKARYA 2. İDARE MAHKEMESİ : 19.12.2013 gün ve E.2013/1027 sayılı kararında “….3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunun 7.maddesinde; Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.

Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından II genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.

Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir." kuralına yer verilmiştir.

Öte yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2.maddesinde; "idari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı acılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi ipin yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem, ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğu kurala bağlanmıştır.

İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri ipin menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.

İdare, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemler özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunmaktadır.

Bu haliyle, yukarıya alıntılanan mevzuat hükmüne göre, davalı Sakarya Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfı'nın mütevelli heyetinin kamu tüzel kişiliği temsilcilerinden oluştuğu ve tüzel kişiliğe haiz olduğu açık olup, dava konusu işlemin kamu gücüne dayanarak, tek yanlı biçimde ve re'sen gerçekleştirilen bir idari işlem niteliğinde olması nedeniyle söz konusu işleme karşı açılan davanın idare hukuku esaslarına göre idari yargının görev alanına girdiği sonucuna varılmıştır.

Bu duruma göre, konusu ve niteliği yukarıda belirtilen işbu dava, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin (a) bendinde belirtilen iptal davası niteliğinde olduğundan, davalı idarenin bakılan davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiğini ileri sürerek yaptığı görev itirazı yerinde görülmemiştir…” denilerek davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı idarenin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI: “…Davanın konusunun, davalı Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nda TOKI tarafından dağıtım görevi kendisine verilen sosyal konutların kura çekimine katılmaya hak kazananların tespitine ilişkin mütevelli heyeti kararı ile devamındaki kura işleminin iptali amacını taşıdığı anlaşılmaktadır.

29.5.1986 tarih ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile muhtaç durumda bulunanlara yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik etmek amacıyla Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuş olup, Yasanın 7. maddesi Vakıf başlığı altında, “Mülki idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il milli eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. II veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar. /Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir” hükümleri ile, Fonun amaçlarını gerçekleştirmek için Medeni Kanun hükümlerine tabi olarak 3294 sayılı Yasaya göre Vakıf şeklinde teşkilatlanacağı kuralına yer verilmiştir.

Yasa ile ortaya konan amaçların gerçekleştirilmesi görevinin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu’na verildiği, Vakfın amaçları doğrultusunda Medeni Kanun hükümlerine göre kurulup, tescili sağlanarak, 3294 sayılı Yasada hüküm olmayan durumlarda, Medeni Kanun ve 5737 sayılı Vakıflar Kanununa tabi olacağı tartışmasızdır. 5737 sayılı Vakıflar Yasasının 4. Maddesine göre özel hukuk tüzel kişiliğine sahip vakıfların icra organı olarak görev yapan mütevelli heyetlerinin kararlarından etkilenen tarafların açacakları davalarında, Medeni Kanun hükümlerine göre, adli yargı yerinde görülmesi gerektiği…” gerekçesiyle 2247 sayılı kanunun 10 ve 13 maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın gereği için Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1. fıkrasında; İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri olarak belirtilmiştir.

Kamu kurum ve kuruluşlarının kendilerine ilgili mevzuatla verilen görevi yaparken, kamu kudretini kullanmak suretiyle tek yanlı olarak tesis ettikleri icrai işlemler veya eylemlerden doğan uyuşmazlıkların idari yargı merciince çözümlenmesi gerekmektedir.

3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun 7. maddesinde "Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.

Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. II veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.

Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir." hükmü yer almıştır.

Anılan Yasa hükmü uyarınca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının tüzel kişiliğe sahip olarak kamu tüzel kişileri temsilcilerinden oluşan bir mütevelli heyetinin bulunduğu açıktır. Öte yandan, dava konusu işlem, kamu hizmetinin yerine getirilmesi için kamu gücü kullanılarak oluşturduğu tek yanlı işlem niteliğinde olduğundan, buna ilişkin uyuşmazlığın da idare mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır…” şeklindeki gerekçe ile, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma isteminin reddi ile uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının olduğuna karar verilmesi gerektiği şeklinde düşünce bildirmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında imzalan protokoller sonucu Adapazarı/Sakarya Korucuk Mahallesi’nde yapılan konutların, Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından yapılan kura ve dağıtım işlemlerinin usul ve yasalara aykırı olduğu iddiası ile iptaline ilişkindir.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ile T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) arasında 15.04.2009 tarihinde imzalanan Protokol ile muhtaç aileler için, uygulamaya konulan "Sosyal Konut Projesi" kapsamındaki çalışmalar 23.01.2012 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile TOKİ arasında imzalanan "Konut Yapım EK Protokolü" ile devam edilmiş ve Sakarya ili Korucuk Mahallesinde toplam 402 Sosyal Konut yaptırılmış ve konutlarla ilgili hak sahiplerinin belirlenmesi işi Sakarya Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına verilmiştir. Adapazarı Dernekkırı ve Erenler Alancuma Mahallelerinde halen prefabrik konutlarda oturan vatandaşlara öncelikle tahsisinin, söz konusu vatandaşların 3294 sayılı yasa kapsamında yer almaları şartıyla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fon Kurulu'nun 07.05.2012/3 sayılı kararı ile uygun görüldüğünden, yapılan incelemeler sonucunda prefabrik konutlarda ikamet eden 186 kişi, Sakarya Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nın 26.12.2012 tarih ve 13 sayılı Mütevelli Heyeti kararı ile hak sahibi yapılmıştır. Geriye kalan 216 Sosyal Konut için (18 adet bodrum dahil) ilana çıkılmış 5806 kişi müracaat etmiş, bunlardan 3294 sayılı yasa kapsamında bulunan ve Konut Başvuru Şartlarını taşıyan 1544 kişinin, Sakarya Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'nın 30.05.2013 tarih ve 05 sayılı Mütevelli Heyet Kararı ile kuraya katılmasına karar verilmiştir. Davacının ise, başvuru şartlarını taşımadığı anlaşıldığından, kuraya dahil edilmediği, bu nedenle davacının davalı idare mütevelli heyetinin kuraya dair işleminin iptalini idari yargı yerinden talep ettiği anlaşılmaktadır.

29/05/1986 gün ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun 1. maddesinde (Değişik madde: 16/06/1989 - 3582/1 md.), “Bu Kanunun amacı; fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmektir” şeklindeki düzenleme ile kanunun amacı düzenlenmiştir.

29/05/1986 gün ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun 3. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuştur” denilmek sureti ile Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Fonu’nun amacı belirtilmiştir.

1/12/2004 gün ve 5263 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’un (mülga) 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, 29.5.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün kurulması, teşkilâtı, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğu ifade edilmiş, 2. maddesinde, bu Kanunda geçen vakfın, il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını ifade ettiği belirtilmiş, 5. maddesinde, vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak” fon Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.

5263 sayılı Kanun, 08/06/2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, aynı kanun hükmünde kararnamenin 11. Maddesinde yer alan “3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun amaçlarını gerçekleştirmek ve uygulanmasını sağlamak için gerekli idari ve mali tedbirleri almak.” şeklindeki düzenleme ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü adı altında yeniden yapılandırıldığı tespit edilmiştir.

08.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu” başlıklı 34. maddesinde; “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu, Bakanın başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Müsteşar, İçişleri, Maliye ve Sağlık bakanlıklarının müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşur.” denilmek sureti ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu’nun yapısı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’ne paralel şekilde yeniden düzenlenmiş, aynı maddenin 3. Fıkrasının c bendinde “İl ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak” fonun görevleri arasında sayılmıştır.

08.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Teşkilatlanma Süreci” başlıklı Geçici 1. Maddesinde; “ Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Kadının Statüsü, Aile ve Sosyal Araştırmalar, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlükleri, Özürlüler İdaresi Başkanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurumu Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte kapatılmıştır. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 31/12/2011 tarihine kadar teşkilatlanmasını tamamlar. Bakanlığın teşkilatlanması tamamlanıncaya kadar; Bakanlık görevlerinin, bu Kanun Hükmünde Kararnameyle kapatılan Başkanlık ve genel müdürlüklerin ilgili birimleri ve mevcut personeli tarafından ilgili mevzuatına göre yürütülmesine devam edilir.” şeklindeki düzenleme ile Bakanlığın teşkilat yapısı tamamlanıncaya kadar başkanlık ve genel müdürlüklerin mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde yürütülmesine devam edileceği belirtilmiştir.

Dava konusu olayda; davalı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından davacının başvuru şartlarını taşımadığı anlaşıldığından, kuraya dahil edilmediği, bu nedenle davacının davalı idare mütevelli heyetinin kuraya dair işleminin iptaline karar verilmesini istemektedir. İptali istenen işlemin yapıldığı tarih itibari ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı teşkilatlanmasını tamamlamış olduğundan dava konusu olayda 633. Sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri gereğince davalı vakfın Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak işlem tesis ettiğinin kabulü ile olaya 633 sayılı yasa çerçevesinde çözüm getirtilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Bu kapsamda 29/05/1986 gün ve 3294 Sayılı Kanun’un 7. Maddesi incelendiğinde (Değişik fıkra: 01/12/2004-5263 S.K./19.mad);Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.

(Değişik fıkra: 16/06/1989 - 3582/3 md.; Değişik fıkra: 01/12/2004-5263 S.K./19.mad) Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.

Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir. (Mülga fıkra: 01/12/2004-5263 S.K./19.mad)” şeklindeki düzenleme ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün il ve ilçedeki faaliyetlerini, her ilde vali ve her ilçede ise kaymakam başkanlığında oluşturulmuş Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla yürüttüğü belirtilmiştir. Yine Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü web sitesinde “SYDV’lerin (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları) Yapısı” başlıklı bölümde “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ile Genel Müdürlük arasında hiyerarşi olmayıp, Vakıflar Özel Hukuk Tüzel Kişiliği şeklinde örgütlenmişlerdir.” denilmek sureti ile vakıfların işlemlerinde özel hukuk hükümlerine tabi olduğu hususuna açıklık getirtildiği görülmektedir.

Tüm bu yasal mevzuat çerçevesinde yapılan değerlendirme neticesinde; 3294 sayılı Yasa ile, bir hizmet alanı kurularak yürütülmesi görevi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu’na verildiği, daha sonra 5263 sayılı Yasa ile 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün kurulduğu; ancak, 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu genel müdürlüğün, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü olarak yeniden düzenlendiği ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlandığı; 31.12.2011 tarihi itibari ile de Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ve bağlı teşkilatın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstereceği anlaşılmıştır.

Dava konusu olayda sosyal konutlara ilişkin hak sahipliği kararı veren davalı vakfın 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümlerine dayanılarak kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı niteliğinde olduğu ve iptali istenen işlemin mütevelli heyeti kararı niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.

3294 sayılı Kanun’a göre faaliyet gösterecek vakıfların mütevelli heyetleri (çoğunlukla) belli kamu görevlilerinden oluşmasına rağmen, gerek 3294 sayılı Yasa’da, gerek 5263 sayılı Yasa ve gerekse 5263 sayılı Yasa’yı yürürlükten kaldıran 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de söz konusu vakıfların kamu tüzel kişiliği şeklinde kurulduğuna işaret eden özel bir düzenlemeye yer verilmeyip, söz konusu vakıfların Medeni Kanun hükümlerine tabi olarak kurulup faaliyette bulunmalarının öngörülmüştür.

Olayda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında düzenlenen protokoller çerçevesinde muhtaç aileler için yapılan konutların dağıtımı görevi kendisine verilen davalı Sakarya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Mütevelli Heyetinin, sosyal konutların kura çekimine katılmaya hak kazananların tesbitine ilişkin mütevelli heyeti kararı ile devamındaki kura işleminin hukuka aykırı olduğu iddiası ile iptali istemi ile dava açıldığı anlaşılmıştır.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının Mütevelli heyetini teşkil eden kişilerin büyük çoğunluğunun yasa koyucu tarafından belli kamu görevlileri olarak saptanmış olmasının, Medeni Kanun (ve kimi yönlerden Vakıflar Kanunu) hükümlerine göre tescil edilen ve faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi olan bu vakıfları kamu tüzel kişisi haline getirmeyeceği açık olup; bu belirlemenin doğal sonucu olarak anılan vakıfların mütevelli heyetlerince alınan kararların da birer idari işlem kabul edilebilmesine imkan yoktur.

Bu durumda; sosyal konutların dağıtımına ilişkin tespit edilen listelere ilişkin işlemlerin, 3294 sayılı yasanın 7. Maddesi kapsamında vakıf mütevelli heyeti kararı ile yapıldığı, 3294 sayılı yasa gereğince söz konusu vakıfların Medeni Kanun hükümlerine tabi olarak kurulup faaliyette bulunmalarının öngörülmüş olması nedeni ile dava konusu işlemin kamu gücü kullanılmak suretiyle tesis edildiğinin kabulü mümkün bulunmadığı sonucuna varılmakla; davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nin 19.12.2013 gün ve E:2013/1027 sayılı görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE, Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nin 19.12.2013 gün ve E:2013/1027 sayılı GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

12-ESAS NO : 2014/638

KARAR NO : 2014/731

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazmini istemiyle açılan davada, davanın haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE, çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.O.

Vekilleri : Av. M.E.A.& Av. C.A.

Davalılar : 1.Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. A.K.

2.TEDAŞ Genel Müdürlüğü

Av. Ş.Ç.Y.

İhbar Olunan: TEİAŞ Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. S.B.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin Ankara ili, Yenimahalle ilçesi, Susuz-imar Mahallesi 44744 Ada, 1 Parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın imar planında “Kentsel Rekreasyon Alanı” olarak ayrıldığını ve tapu kaydı üzerine kamulaştırılacak şerhi koyulmuş olduğunu, bu taşınmazın 40.000.00 m² si üzerinden TEDAŞ Genel Müdürlüğü tarafından Enerji Nakil Hattı geçirilmek suretiyle fiilen kamulaştırmasız el atıldığını, davacının bu şekilde zarara uğradığını belirterek; dava konusu taşınmazın toplam bedelinden, fazlaya ilişkin ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalı idarelerden el attıkları payları oranında alınarak davacıya ödenmesine ve dava konusu taşınmazın tapu kaydının el attıkları payları oranında davalı idareler adına tescil ettirilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davacı vekili 13.12.2013 tarihli dilekçesi ile özetle; bilirkişi raporu doğrultusunda dava dilekçesinin 4.848.682,80 TL olarak ıslahı ile tespit edilen tazminat alacağının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava tarihinden itibaren kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiziyle birlikte davalı idarelerden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili 16.12.2013 tarihli cevap dilekçesi ile; görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi: 24.12.2013 tarih ve 2012/692 Esas nolu kararı ile; davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalılar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili ile davalı TEDAŞ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi davalılardan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı vekilinin 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalılardan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı açısından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

Her ne kadar Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı vekili tarafından yapılan görev itirazı, Mahkemenin 09.05.2013 tarihli ilk duruşmasından sonra sunulan 13.12.2013 tarihli cevap dilekçesi ile yapıldığından ilk etapta süresinde görülmüyor ise de; dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde, davalı Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı hakkında ön inceleme duruşmasının yapılmadığı, durumun Mahkemenin 24.12.2013 tarihli celsesinde ortaya konulduğu ve davalı Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na dava dilekçesinin 06.12.2013 tarihinde tebliğ edildiği; bu nedenlerle dava dilekçesinin tebliğinden itibaren cevap süresi içinde ve mahkemenin bir sonraki duruşma tarihi olan 24.12.2013 tarihinden önce yapılan görev itirazının, süresinde olduğu sonucuna varılmıştır.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının hisseli şekilde maliki olduğu taşınmazın imar planında “Kentsel Rekreasyon Alanı” nda kaldığı belirtilmek suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle; dava konusu taşınmazın toplam bedelinden, fazlaya ilişkin ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizi ile birlikte, davalı idarelerden el attıkları payları oranında alınarak davacıya ödenmesine ve dava konusu taşınmazın tapu kaydının el attıkları payları oranında davalı idareler adına tescil ettirilmesine karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

a)                        Dava konusu taşınmaza fiilen el atılıp atılmadığına dair değerlendirme:

Mahkememizce yapılan inceleme neticesinde, dava konusu taşınmaz üzerinde 26.09.2013 tarihinde keşif icra edildiği, yapılan keşif sonrası alınan Harita ve Kadastro Mühendisi M.H.E.’a ait 08.11.2013 tarihli bilirkişi raporunda; davada konusu Yenimahalle İlçesi, Susuz Mahallesi 44744 ada 1 parselin; Belediye Meclisimizin 17.11.1999 gün ve 320 sayılı karan ile uygun görülüp, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığının 20.01.2000 gün ve 06BBB.08.04 İM. 1.2/OP.659/7346/99( 1957-1958)311 sayılı yazısı ile onaylanan 1/1000 ölçekli Susuz II-Etimesgut Kuzeyi Uygulama İmar Planı kapsamında ve bu planın uygulaması Belediye Encümenimizin 20.04.2000 gün ve 1047 sayılı karan ile onaylanan 84184 nolu parselasyon planı kapsamında, KAKS:0.10 yapılaşma koşulu ile "Rekreasyon Alanı" kullanımında kaldığını, 5 yıl içerisinde imar programının yapılmadığını, dava konusu edilen parselin üzerinde davacıya ait herhangi bir muhdesat bulunmadığını, parsel üzerinde Türk Telekomünikasyon A.Ş. ne ait RL istasyonunun A=3536 m2 lik bölümü ile parselin bir bölümünde de ağaçlandırma yapıldığının görüldüğünü, dava konusu 44744 ada 1 numaralı parsel üzerinde 380 kV Kayabaşı-Ankara II Sincan Enerji iletişim hattına ait 702 nolu direği (kadastro Susuz 3637 parsel- imar 44744 ada 2 parsel) ile 154 kv Ankara II.(Sincan) Sanayi Bölgesi Enerji hattına ait 20 nolu direği (kadastro Susuz 3633 parsel-imar 44744 ada 3 parsel) bulunduğunu, 702 nolu direk alanı (kadastro Susuz 3637 parsel- imar 44744 ada 2 parsel) 81m2, 20 nolu direk alanının (kadastro Susuz 3633 parsel-imar 44744 ada 3 parsel) 49 m2 olduğunu; irtifak hakkına konu olan bölümde ise 380kV Kayabaşı-Ankara II Sincan Enerji iletişim hattına ait irtifak alanı İRT1=12070,71 m2, 154 kv Ankara Il.(Sincan) Sanayi Bölgesi Enerji hattına ait irtifak alanı ÎRT2=5398,27 m2 olarak hesaplandığını, dava konusu 44744 ada 1 parsel üzerinde bulunan Enerji nakil hatlarının ve pilon yerlerinin imardan önce kadastro parseli halinde iken geçirildiğini, dava konusu parselin üzere kadastro Susuz 3638 numaralı parselde tesis edilen irtifak haklarının imar 44744 ada 1 numaralı parsele taşındığını, dava konusu parsele, şüyulandınldığı kadastro parsellerinden taşınan irtifak haklan yüzölçümlerinin kendisi tarafından hesaplanan yüzölçümleri ile uyumlu olmadığını, davalı idare tarafından hazırlanacak proje ile tapu kütüğündeki irtifak haklarının yüzölçümlerinin düzeltilmesi gerektiğini, davacı Murat OZAN'a ait dava konusu hisse (361842/6611650)x 264466m2= 14.473,68 m2 ye tekabül ettiğini, davacıya ait bu hissenin 16.11.2012 tarih ve 48454 yevmiye numaralı satış işlemiyle satın alındığını, dava dışı Türk Telekomünikasyon A.Ş. nin kullanımında olan A=3.536m2 lik bölümden davacı hissesine düşen miktarın (361842/6611650)x 3.536m2=193,52 m2 olarak hesaplandığını belirtmiş; 03.03.2014 tarihli ek raporunda ise kısaca; dava konusu edilen parselin üzerinde davacıya ait herhangi bir muhdesat bulunmadığını, parsel üzerinde Türk Telekomünikasyon A.Ş. ne ait RL istasyonunun A=3536 m2 lik bölümü ile parselin bir bölümünde de ağaçlandırma yapıldığını, dava konusu 44744 ada 1 numaralı parsel üzerinde 380 kv Kayabaşı-Ankara II Sincan Enerji iletişim hattına ait 702 nolu direğinin (kadastro Susuz 3637 parsel- imar 44744 ada 2 parsel) ile 154 kV Ankara II. (Sincan) Sanayi Bölgesi Enerji hattına ait 20 nolu direğinin (kadastro Susuz 3633 parsel-imar 44744 ada 3 parsel) bulunduğunu, Ankara Büyükşehir Belediyesi yönünden el atılan miktarın 264466m2-3536m= 260930m2 olarak hesaplandığını belirtmiştir.

Yine yapılan keşif sonrasında alınan, inşaat mühendisi H.I., mimar B.T., Elektrik Mühendisi M.D. ile mülk bilirkişileri H.P. ve M.S.0’nun müştereken hazırladığı raporda; davaya konu olan taşınmazın bazı bölümlerinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nca ağaçlandırma çalışmalarının yapılmış olduğunu, taşınmazın daha üst kotunda Türk Telekomünikasyon A.Ş'ne ait tesislerin bulunduğunu, bu tesisin etrafının telle çevrilmesi, "Girmek Yasaktır" levhasının konulması suretiyle taşınmazın maliklerinin tasarruf haklarının ortadan kaldırıldığını, ayrıca tesise çıkan yolun halen kullanılmakta olduğunu, taşınmaz üzerinden 2 adet de yüksek gerilim hattının geçtiğini, bu haliyle davalı taşınmaza davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Türk Telekomünikasyon A.Ş. ve TEİAŞ tarafından fiilen el atılmış olduğunu; davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı’na ait herhangi bir tesis veya yapının bulunmadığını belirttikleri görülmüştür.

Buradan hareketle dava konusu taşınmaza, imar planı kapsamında ağaç dikilmek, yol ve sosyal tesis yapılmak sureti ile fiilen el atıldığı sonucuna varılmıştır.

Belediyelerin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmazlardan bir tanesine fiilen el atılması karşısında, idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.

Öte yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanunu’na uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.

İdarenin dava konusu 44744 Ada 1 Parsel numaralı taşınmaza kamulaştırmasız el atması karşısında, bu taşınmaz bakımından el atmadan doğan zararın tazminine yönelik olan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girmektedir.

b)Davalı TEİAŞ vekilinin, dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan elektrik direklerinin kamulaştırıldığına dair iddia yönünden değerlendirme:

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; davalı TEİAŞ vekili tarafından dosyaya 26.09.2013 tarihli beyan dilekçesinde aynen “Müvekkil kurumun Enerji nakil hattının tesis edildiği tarihte 1957 parsel için; 380 kV Kayabaşı Ankara II Sincan Enerji iletim Hattının tesisi ile oluşan kamulaştırma bedelleri 28/06/1988 tarih ve 021075 numaralı makbuz ile. 154 kV Ankara II (Sincan) Sanayi Bölgesi Enerji İletim Hattının tesisi ile oluşan kamulaştırma bedelleri ise 30/03/1984 tarih ve 05237 numaralı makbuz ile 1957 parselin malikleri adına Etibank Kızılay Şubesine yatırılmıştır. Her iki hatlımıza ait 26007 ve 26526 m2lik irtifak haklarımızın tescilleri sağlanmış olup. 1957 numaralı kadastro parselinin kamulaştırma evrakları dilekçemiz ekinde gönderilmektedir. Tapu kavdı üzerindeki şerhler kadastro parsellerinden dağıtımla imar parsellerine aktarılmıştır, Enerji İletim Hattımız Tesis edildiği tarihte 1957 parsel üzerinden kamulaştırma işlemleri tamamlanmıştır” şeklindeki beyanı ile kamulaştırmasız el atmaya konu iddia yönünden dava konusu taşınmaz üzerinde kamulaştırma işlemlerinin tamamlandığı iddiasında bulunmuştur.

Davalı TEİAŞ Genel Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak; dava konusu taşınmaz üzerinde şerh edilmiş olan kamulaştırma işlemlerine ilişkin bilgi ve belgeler istenmiştir. Gelen yazı cevabında; dava konusu taşınmazın teşekküllerine ait 380 kV Kayabaşı Ankara II Sincan Enerji İletim Hattının 703, 702 ve 701 numaralı direkleri arasına isabet ettiğinin, 154 kV Ankara II (Sincan) Sanayi Bölgesi Enerji İletim Hattının ise 19, 20 ve 21 numaralı direkleri arasına isabet ettiğinin, söz konusu parselin teşekküllerine ait hatların tesisi sırasında 1957 numaralı kadastro parseliyken ilgili belediyenin 06.09.2000 tarih ve 6358 yevmiye numaralı imar uygulaması sonucu 44744 ada 1 parsel olduğunun, 380 kV Kayabaşı Ankara II Sincan Enerji İletim Hattının tesisi ile oluşan kamulaştırma bedellerinin 28.06.1988 tarih ve 021075 numaralı makbuz ile 154 kV Ankara II (Sincan) Sanayi Bölgesi Enerji İletim Hattının tesisi ile oluşan kamulaştırma bedellerinin ise 30.03.1984 tarih ve 05237 numaralı makbuz ile 1957 parselin malikleri adına Etibank Kızılay Şubesine yatırıldığının, her iki hatlarına ait 26007 ve 26526 m² lik irtifak haklarının tescillerinin sağlandığının, teşekkülerine ait olan 26007 ve 26526 m² lik irtifak haklarının da imar düzenlemesi ile 44744 ada 1 parsel üzerine aktarıldığının bildirildiği görülmüştür.

Davacı vekilinin iddiasına konu kamulaştırma işlemleri tarihi itibari ile 2942 sayılı Kanun’un 4560 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hali yürürlükte bulunmaktadır. Bu nedenle yapılacak değerlendirmelerde 2942 sayılı Yasa’nın ilk hali dikkate alınacaktır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 3. maddesinde; “İdareler, kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerinin veya teşebbüslerinin yürütülmesi için gerekli olan taşınmaz malları, kaynakları ve irtifak haklarını; bedellerini nakden ve peşin olarak veya aşağıda belirtilen hallerde eşit taksitlerle ödemek suretiyle kamulaştırma yapabilirler.” denilmek sureti ile devletin kamulaştırma yetkisinin sınırları çizilmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile mülga 8. maddesinde; “Kamulaştırmayı yapacak İdare, kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırma işleminin her safhasında kendi ihale komisyonu, yoksa bu amaçla kuracağı komisyon marifetiyle tespit ettireceği bedel üzerinden mal sahibi ile anlaşarak taşınmaz malı, kaynağı veya bunlar üzerindeki irtifak haklarını satın alabilir.

Bu suretle satın alman taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı, sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır. Ancak, kamulaştırmaya ve bedeline itiraz davaları açılamaz.” Şeklindeki düzenleme ile satın alma usulü düzenlenmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanunun 5. maddesi ile mülga 10. maddesinde; “İI ve ilçe dahilinde görev yapmak üzere beş asıl ve beş yedek üyeden oluşacak kıymet takdiri komisyonları, her yıl Ocak ayının ilk haftasında;

a) İI kıymet takdiri komisyonu:

1. İI idare kurulunca; defterdarlık memurlarından, resmi kuruluşların ziraat mühendislerinden, yoksa ziraat teknisyenlerinden, o ildeki fen adamları arasından birer asıl ve birer yedek olmak üzere üç asıl ve üç yedek üye,

2. 11 belediye encümenince taşınmaz mal sahipleri arasından iki asıl ve iki yedek üye;

b) ilçe kıymet takdiri komisyonu:

1. İlçe idare kurulunca; mal müdürlüğü memurlarından, resmî kuruluşların ziraat mühendislerinden, yoksa ziraat teknisyenlerinden, ilçedeki fen adamları, temin edilememesi halinde o ilçenin bağlı bulunduğu ildeki fen adamları arasından birer asıl ve birer yedek olmak üzere üç asıl ve üç yedek üye,

2. İlçe belediye encümenince taşınmaz mal sahipleri arasından iki asıl ve iki yedek üye;

Olmak üzere seçilir.

Belediye sınırları içindeki nüfusu, son nüfus sayımına göre yüz bini geçen şehirler için aynı sınırlar içerisinde yapılacak kamulaştırmalarda kıymet takdiri komisyonu, seçilen ziraat mühendisi veya ziraat teknisyeni yerine il veya ilçe idare kurulunca Bayındırlık Bakanlığı kuruluşuna dahil teknik elemanlar arasından seçilecek bir üyenin katılmasıyla oluşur.

Seçilen komisyon üyelerine en yakın sulh mahkemesinde yemin ettirilir.

Komisyon üyelerinin hizmet süresi bir yıldır. Süresi biten üye tekrar seçilebilir.

Kıymet takdiri komisyonları uzmanlıkları dışında kalan konularda, kamulaştırılan malın cinsine göre uzman kimselerden danışma niteliğinde görüş alır ve bu hususu gerekçesiyle raporlarında bildirirler.

Kamulaştırılan taşınmaz malın sahipleri, bunların usul ve füruu, karı – koca veya üçüncü derece dahil kan ve sıhrî hısımları komisyonlara katılamaz ve görüş bildiremez.

Komisyon, kamulaştırmayı yapan idarenin daveti üzerine eksiksiz toplanır. Hukukî

veya fiilî nedenlerle komisyona katılamayan asıl üyenin yerine, yedeği çağrılır. Komisyon başkanını kendi arasından seçer.

Komisyonda kararlar çoğunlukla verilir. Azınlıkta kalan üye, karara katılmama nedenlerini yazıp imzalamak zorundadır.” kamulaştırma bedelinin tespitinde oluşacak komisyonun yapısı belirlenmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile mülga 13.maddesinde; Kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malın, 7 nci maddedeki

usule göre tespit edilen sahibi, zilyet ve diğer ilgililerden adresi tespit olunanlara tebliğ edilmek üzere; kamulaştırılacak taşınmaz malın kamulaştırılmasına uygun ölçekli bir plan veya ölçekli krokisi, kamulaştırma kararı, takdir olunan kıymeti, kamulaştırma karşılığının veya ilk taksitinin milli bankalardan birine hak sahibi adına yatırıldığına dair belge, kamulaştırmanın hangi idare yararına yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime yöneltileceği bedelin bankaya yatırıldığı tarihten başlayarak otuz gün içinde notere verilir. Noter onbeş gün içinde belgeleri tebliğe çıkarır. Noterler tarafından tebligat giderlerinden başka noterlik ücret tarifesinin 8 inci maddesi uyarınca ücret alınır.

Köy yararına kamulaştırmalarda tebligat, ihtiyar kurulundan en az üç üyenin önünde yapılır ve düzenlenen tutanak birlikte imzalanır. Belgelenen tebliğ geçerlidir.

Doğrudan tebligat ile beraber yukarıda yazılı kararlar ayrıca ilan olunur.” denilmek sureti ile kamulaştırma kararlarının tapu maliklerine tebliği ve tapu maliklerine yapılacak tebligat usulü düzenlenmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile mülga 14. maddesinde de; “Kamulaştırılacak taşınmaz malın sahibi, zilyedi ve diğer ilgililer noter veya köy ihtiyar kurulu aracılığıyla yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere gazete ile yapılan ilan tarihinden veya köy odasına asılmak suretiyle yapılan ilan süresinin bitiminden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda ve takdir olunan bedel ile maddî hatalara karşı da adlî yargıda dava açabilirler.

İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür.

İdarî yargıya başvurulduğu takdirde, adlî yargıya başvuru süresi, idari yargı kararının kesinleştiği tarihten, bu kararlara karşı temyiz veya karar düzeltilmesi isteminde bulunulmuş ise, buna ilişkin kararların tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlar.

İştirak veya müşterek mülkiyette paydaşların tek başına dava hakları vardır.

İdare, kamulaştırma belgelerinin tebliği için notere verildiği günden veya köy yararına kamulaştırmalarda aleyhine dava açılacak kişi yönünden geçerli tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesinde dava açabilir.

İdare tarafından bu Kanun hükümlerine göre tespit olunan malik, zilyet ve diğer ilgililere karşı açılan davaların görülmesi sırasında, taşınmaz maun gerçek malikinin başka bir şahıs olduğu anlaşıldığı takdirde, davaya bu gerçek malik, tapu malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları da dahil edilmek suretiyle devam olunur.

Açılan davaların sonuçlan dava açmayanları etkilemez.” şeklindeki düzenleme ile de, tapu maliklerinin kamulaştırma işlemine karşı dava hakkı düzenlenmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4650 sayılı Kanun’un 14.maddesi ile mülga 25. maddesinde de; Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi mal sahibi için 13 üncü madde uyarınca yapılan tebligatla, idare için tebligata çıkarmakla başlar. Mülkiyetin idareye geçmesi, bu Kanundaki özel hükümler dışında kamulaştırma işleminin idari yargı yönünden kesinleşmesi ile olur. Dava açabilmek için idarenin tebligat yapması veya tebligata çıkarması şarttır.

Tebliğ tarihinden itibaren taşınmaz mal sahibinin kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malda yeni inşaat veya ekim yapmak veya mevcut inşaatta esaslı değişiklikler meydana getirmek gibi kullanma haklan kalkar. Bundan sonra yapılanların değeri dikkate alınmaz.” denilmek sureti ile taşınmazın ne zaman idarenin mülkiyetine geçme zamanı açıkça belirtilmiş ve tapu maliki tarafından tebligat tarihinden itibaren 30 günlük yasal sürede dava açılmamış olması ile idarenin taşınmaz mülkiyetini kazanacağı ortaya konulmuştur.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 37. maddesinde; “Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür.” denilmek sureti ile kamulaştırma davalarında adli yargının yetki ve görev alanı belirlenmiştir.

Görüldüğü üzere, 2942 sayılı Kanun’un 4650 sayılı Kanun ile değişiklik yapılamadan önceki halinde, idarenin kamulaştırma işleminin kesinleşmesi için iki şart öngörülmüştü. Bunlardan 2942 sayılı Yasa’nın 10 ve 11. maddeleri gereğince belirlenen kamulaştırma bedelinin tapu maliki adına bankaya yatırılmış olması ve tapu malikine 13. Maddede belirtilen usule uygun olarak yapılan tebligata rağmen aynı kanunun 14. Maddesinde belirtilen süre içinde kamulaştırma işleminin iptali istemi ile idari yargıda ya da bedele ilişkin olarak adli yargıda dava açılmamış olması idi.2942 sayılı Yasa’da 4650 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikten sonra idarenin kamulaştırma işlemine ilişkin karar alması tek başına yeterli olmamakta, konuya ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi’nce tescil kararı verilmesi gerekmektedir.

İddiaya konu 1987 ve1988 tarihli kamulaştırma işlemleri tarihinde yürürlükte bulunan 2942 sayılı Kanun maddeleri dikkate alındığında, davalı TEİAŞ vekili tarafından, tapu maliklerinin 2942 sayılı Yasa’nın 8. Maddesi kapsamında uzlaşmaya çağrıldıkları ve uzlaşma sağlanması ile dava konusu kamulaştırma işlemlerinin tamamlandığı iddia edildiğine göre; tapu malikleri ile 8. Maddede belirtilen şekilde uzlaşı gerçekleşip gerçekleşmediği, gerçekleşmedi ise davalı idare tarafından alınan kamulaştırma kararının tapu maliklerine 13. maddede belirtilen şekilde tebliğ edilip edilmediği , tebligat yapıldı ise usulüne uygun olup olmadığı, kamulaştırma kararına karşı tapu maliklerince açılan bir bedel tespiti ya da iptal davası olup olmadığı hususlarını araştırarak kamulaştırma işleminin kesinleşip kesinleşmediğini ve bu itibarla bu davalı yönünden kamulaştırmasız el atma iddiasının haklılığını inceleme ve değerlendirme görevinin 2942 sayılı Yasa’nın 37. Maddesi gereğince adli yargı mercilerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.

c)Mahkememizin önceki kararları yönünden değerlendirme:

Mahkememizce yapılan araştırmalar neticesinde daha önce aynı parsele ilişkin olarak Mahkememizin 04.06.2010 gün ve 2013/426 Esas, 2013/887 Karar, 04.06.2013 gün ve 2013/862 Esas, 2013/1000 Karar, 01.07.2013 gün ve 2013/752 Esas, 2013/1082 Karar, 30.09.2013 gün ve 2013/1141 Esas, 2013/1317 Karar, 30.09.2013 gün ve 2013/1274 Esas, 2013/1382 Karar, 11.11.2013 gün ve 2013/1461 Esas, 1646 Karar sayılı kararları ile davalarda idari yargının görevli olduğuna karar verilmiş ise de; iş bu dava dosyasına sunulan yukarıda bahsi geçen bilirkişi raporlarının 15.11.2013 tarihinde dosyaya sunulduğu dikkate alındığında, bu tarihten önce verilen mahkememiz kararları arasında bir çelişki bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

13-ESAS NO : 2014/666

KARAR NO : 2014/733

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Siirt ili, Eruh ilçesi 3.Komando Tugayı 2.Komando Taburu 3. Komando Bölük Komutanlığı’nda Piyade Uzman Çavuş olarak görev yapan davacının, bağlı bulunduğu birlik komutanlığınca verilen görevin ifası amacıyla bindiği yolcu otobüsünün, bir başka araçla çarpışması sonucu meydana gelen kazada yaralanması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın davalıdan tahsili istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ö.M.

Vekili : Av. M.S.A.

Davalı : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili : Av. H.U. (Adli Yargıda)

Av. B.B. (İdari Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının Siirt İli, Eruh İlçesi’nde bulunan 3. Komando Tugayı, 2. Komando Taburu Karargah Destek Bölük Komutanlığı emrinde Piyade Uzman Çavuş olarak görev yapmakta iken, P.Kd. Bçvş. Y.Ü.’nün Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki tedavisinde kendisine refakatçi olarak görevlendirildiğini; görev emri gereğince 21.12.2011 tarihinde, D - 370 karayolu üzerinde, 56…… plakalı yolcu otobüsünde hasta ile birlikte yolculuk ettiği sırada aracın, 63…….. plakalı araçla çarpışması neticesinde meydana gelen kazada ağır yaralandığını; GATA Hastanesi’nin 27.09.2012 tarih 8893 sayılı sağlık kurulu raporu ile TSK’da görev yapamaz kararı verildiğini; çalışma gücünü daimi olarak ve büyük oranda kaybettiğini; sürekli iş gücü kaybı ve ekonomik geleceğin sarsılması nedeniyle maddi zararlara uğrayan davacının kalıcı sakatlık halinin sosyal yaşamdaki etkileri ve psikolojik etkileri bakımından manevi zarara da uğradığını; davalı idarenin askeri personelin taşınması sırasında yeterli tedbir almadığı ve davacının kaza nedeniyle hiçbir kusurunun olmaması nedeniyle, fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000,00 TL maddi ve 25.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 23.10.2012 gün ve E:2012/204 K:2012/490 sayılı kararında özetle; davanın Karayolları Trafik Kanununun 85. Maddesine göre işletenin sorumluluğu hükümlerine göre değil, davalı idarenin askeri personelin taşınması sırasında yeterli tedbir alınmadığı, tehlikelere karşı titizlik gösterilmediği iddiasıyla açıldığından Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu gerekçe gösterilerek görevsizlik kararı vermiştir.

Adli yargıda verilen görevsizlik kararı taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı gerekçelerle fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle askeri idari yargıda dava açmıştır.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ: 15.01.2014 gün ve E:2014/51 K:2014/37 sayılı kararında; “…19.01.2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 6099 sayılı Tebligat kanunun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 14’üncü maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. Maddesi başlığı ile birlikte değiştirilerek; “ Görevli ve Yetkili Mahkeme” Madde 110; “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlar dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olmasının bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez…,2918 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 21; Bu Kanunun 110. Maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış davalara uygulanmaz” hükmünü düzenlemiştir.

Bu yasal mevzuat çerçevesinde dosya incelendiğinde; 21.12.2011 tarihinde P.Uzm. Çvş. Ömer MIZRAK’IN, hasta refakati görevine binaen, içinde bulunduğu 56 AF 155 plakalı sivil yolcu otobüsünün kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin 10.07.2013 tarihinde açılan bu davanın görev ve çözüm yerinin mahkemeniz olmayıp adli yargı olduğu sonucuna varılmıştır…” şeklindeki gerekçe ile, davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesince verilen görevsizlik kararı karar düzeltme yoluna gidilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve askeri idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, askeri idari yargı dosyasının, davacı vekilinin talebi üzerine, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın ve AYİM Savcısı Halit ÜNKAZAN’ın davada adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Siirt İli, Eruh İlçesi’nde bulunan 3. Komando Tugayı, 2. Komando Taburu Karargâh Destek Bölük Komutanlığı emrinde Piyade Uzman Çavuş olan davacının, 21.12.2011 tarihinde görev emri gereği D - 370 karayolu üzerinde, 56 AF 155 plakalı yolcu otobüsünde refakatçi olarak hasta ile birlikte yolculuk ettiği sırada aracın trafik kazası yapması sonucu uğradığı iddia olunan maddi ve manevi zararın davalı idarece tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş, 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gelenekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, meydana gelen trafik kazasından dolayı zarar görenin asker kişi olduğunda şüphe olmadığı; davacının Piyade Uzman Çavuş olarak Siirt Eruh 3. Komando Tugay’ı 2. Komando Taburu Karargah Destek Bölük Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken, aynı taburda görevli piyade Kıdemli Başcavuş Yusuf Ünlü’ye Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki tedavisinde 20.12.2011 tarihinden itibaren refakatçi olarak görevlendirildiği; söz konusu görevinin ifası amacı ile bindiği yolcu otobüsünün yaptığı kaza neticesinde yaralandığı ve hem maddi hem de manevi olarak zarar gördüğünden bahisle zararının davalıdan tazminini istediği; tazminat talebine konu zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğmuş olması ve asker kişinin bedeninde meydana gelmiş olması birlikte değerlendirildiğinde, davada idari eylemin askeri hizmete ilişkin bulunması koşulunun da gerçekleştiği anlaşılmıştır.

Ancak; 2918 sayılı Kanun’un 110. Maddesinde; “(Değişik madde: 11/01/2011-6099 S.K./14.mad.) İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır./Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” şeklindeki düzenleme ile karayollarında meydana gelen trafik kazalarından dolayı açılacak sorumluluk davalarına özgü olmak üzere görevli yargı yerinin belirlendiği, aynı kanunun Geçici 21. maddesinde; “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz.” denilmek sureti ile 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesinin, maddenin yürürlüğe girdiği 19.01.2011 tarihinde sonra açılacak davalara uygulanacağının açıklığa kavuşturulduğu, davacının uyuşmazlığa konu olaya ilişkin olarak Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 10.04.2012 dava açtığı görülmekle; geçici 21.madde nazara alındığında 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesinin somut olaya uygulanacağı tartışmasızdır.

Ayrıca, 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısiyle 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2012 gün ve E.2012/204 K:2012/490 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2012 gün ve E.2012/204 K:2012/490 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Hasta refakatçisi olarak görevlendirilen davacının, görev emri gereğince 21.12.2011 tarihinde 56…… plakalı araçta hasta ile birlikte yolculuk yaptığı sırada gerçekleşen trafik kazası sonucu sürekli iş gücü kaybına uğradığı, ekonomik geleceğinin sarsıldığı, davalı idarenin Askeri personelin taşınması sırasında yeterli tedbirleri almamak suretiyle kusurlu davrandığı iddiasıyla maddi- manevi tazminat davası açılmıştır.

Adli ve Askeri İdari Yargı organlarınca karşılıklı görevsizlik kararlan verilmesi üzerine görevli yargı kolunun belirlenmesi için dosyanın gönderildiği Yüksek Mahkemece yapılan inceleme sonucu “Uyuşmazlığın 2918 sayılı yasadan kaynaklandığı, 2918 sayılı yasanın 110. maddesi gereğince uyuşmazlığın çözümünün Adli Yargının görev alanında bulunduğu” gerekçesiyle Adli Yargının görevli olduğuna oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Sayın çoğunluğun, uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşüne katılamıyorum.

T.C. Anayasanın 157. maddesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsabile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin İdari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi”olduğu,

1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunun 2508 sayılı yasa ile değişik 20. maddesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Türk Milleti adına askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsabile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapacağı”, Yasanın 21. maddesinde de “20. madde de belirtilen kişileri ilgilendiren ve Askeri hizmete ilişkin İdari işlem ve eylemden dolayı açılacak iptal ve tam yargı davalarının doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesince çözümlenip karara bağlanacağı” düzenlenmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, davalı idarenin gerekli ve yeterli tedbirleri almadığı iddiasına dayalı olarak tam yargı davası açılmıştır.

Oluş, dava dilekçesindeki nitelendirme ve açıklanan yasal düzenlemeler karşısında asker kişiyi ilgilendiren, askeri hizmete işleyiş ve yürütülmesindeki varsa kusurun belirleneceği dava Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanında kalmaktadır.

Sayın çoğunluk, Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasındaHsıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, İdare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- İdari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, İdari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik karannın bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla İçtihad edildiği gibi Danıştay kararlannda da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Hizmetin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

14-ESAS NO : 2014/673

KARAR NO : 2014/735

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Uluslararası taşımacılık işi ile uğraşan davacılar murisinden, yük taşımak amacı ile Irak’a geçiş yaptığı 31.07.2007 tarihinden beri haber alınamaması ve bu nedenle gaipliğine karar verilmesi sonrasında, davacılar tarafından davalı idareye 4925 sayılı Kanunun 33. maddesi gereğince yapılan başvurunun reddi üzerine, söz konusu maddede düzenlenen tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE, çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1-M.T. 2-S.T.

Kendi Adına Asaleten Küçük Çocukları;3-K.T.4-A.T.5-R.T.6-A.T.7-F.T.8-S.T.9-F.T.

Vekili : Av. S.U.

Davalı : Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı

Vekili : Av. A.Ç.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davacıların murisi İ.T.’un tır şoförü olduğunu, 31.07.2007 tarihinde 33…… plakalı çekici araç ve 33….... plakalı römorkla Irak’a yük taşıdığını, 31.07.2007 tarihinde Irak’a geçiş yaptığını ve bir daha kendisinden haber alınamadığını, bunun üzerine Akçakale Asliye Hukuk Mahkemesi’nde murisin gaipliğinin tespiti amacı ile dava açıldığını ve mahkemenin 07.09.2011 gün ve 2008/188 Esas, 2011/257 Karar sayılı kararı ile İ.T.’un gaipliğine karar verildiğini, bu karar ile davalı kuruma müracaat edildiğini ve Karayolları Taşıma Kanunu’nun 33. maddesinde; Ulaştırma Bakanı’nın; Bakanlıkça belirlenen usûl ve esaslar dahilinde kanunda belirtilen gelirlerden savaş, iç savaş, terör, kargaşa ve benzeri olağanüstü koşullara sahip ülkelerde uluslararası taşıma yaparken saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden şoför ve beraberindeki Türk vatandaşlarının varislerine 40.000 Yeni Türk Lirası'na kadar ödeme yaptırmaya yetkili olduğunun düzenlendiğini, bu düzenleme gereğince davalı idareye yapılan müracaatın 14.06.2012 tarihli yazı cevabı ile reddedildiğini, bu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 1000.00 TL tazminatın faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesi istemi ile adli yargı yerine dava açmıştır.

Davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; davaya konu talebin kanun gereği tazminat değil, davacının söz konusu yardımın sağlanması talebi olduğunu ve şartlarını taşımayan talebin reddine ilişkin işleme dayalı olarak açılan davanın idari yargıda çözümlenmesi gerektiğini belirterek; görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi; 10.12.2013 gün ve 2013/169 Esas sayılı kararı ile; 4925 sayılı Yasa’nın yol göstermesi sonucu, davaya 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesi gereğince adli yargıda bakılması gerektiğini belirterek; görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; 12.03.2014 gün ve 2014/88 sayılı kararında aynen; “4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanununun "Ücretler" başlıklı 33. maddesinin beşinci fıkrasında "Ulaştırma Bakanı; Bakanlıkça belirlenen usul ve esaslar dahilinde, söz konusu gelirlerden;

1- Savaş, iç savaş, terör, kargaşa ve benzeri olağanüstü koşullara sahip ülkelerde uluslararası taşıma yaparken saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden şoför ve beraberindeki Türk vatandaşlarının varislerine 40.000 Türk Lirası'na kadar, ödeme yaptırmaya yetkilidir." hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacılar tarafından, şoförlük yapan murislerinin kendisine ait araçla 2007 yılında Irak'a eşya götürdüğü ve bir daha geri dönmediği, 2011 yılında Akçakale Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla gaipliğine karar verildiğinden bahisle Karayolu Taşıma Kanununun 33. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca taraflarına 40.000 ödeme yapılması istemiyle Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına başvuruda bulunulduğu, yapmış oldukları başvurunun reddi üzerine adli yargı yerinde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000 TL tazminata hükmedilmesi istemiyle adı geçen Bakanlığa karşı tazminat davası açtıkları anlaşılmaktadır.

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, görüm ve çözümü idari Yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterilmiştir.

Bu anayasal ve yasal düzenlemelere göre, yargı yerlerinde tazminat istemiyle açılacak bir davanın İdari Yargı'nın görev alanına girebilmesi için; zararın doğması halı dışında, ortada, öncelikle, bu zararı doğuran idari bir işlem veya eylemin bulunması, zararla bu işlem ya da eylem arasında illiyet bağının kurulabilmesi gereklidir.

Bir idari işlem ya da eylemin varlığı ise, kamu hizmeti yürütümü amacıyla, kamu gücü kullanılarak bir kamu idaresi tarafından yapılmış bir faaliyetin bulunmasına bağlıdır.

İdare işleviyle ilgili ve tek taraflı irade beyanına dayalı olarak hukuki sonuç doğuran tasarruflar olarak tanımlanan idari işlemler, kural olarak idare makamlarınca tesis edilmektedir.

Bu durumda, davacıların Karayolu Taşıma Kanununun ilgili maddesi uyarınca taraflarına 40.000 TL ödeme yapılmasını istemi ile yapmış oldukları başvurunun reddi üzerine açmış oldukları tazminat davası, idari işlem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazminine ilişkin bulunduğundan görüm ve çözümü idari yargı yerine ait bulunmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı bakımından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, uluslararası taşımacılık işi ile uğraşan davacılar murisinden, yük taşımak amacı ile Irak’a geçiş yaptığı 31.07.2007 tarihinden beri haber alınamaması ve bu nedenle gaipliğine karar verilmesi sonrasında, davalı idareye 4925 sayılı Kanunun 33. maddesi gereğince yapılan başvurun reddi üzerine, söz konusu maddede düzenlenen tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

4925 sayılı Karayolları Taşıma Kanunu’nun ‘Amaç’ başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkanların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır.” denilmek sureti ile kanunun, ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde karayolu taşımacılığının düzenlenmesi ve karayolunda düzen ve güvenliğin sağlanması amacı ile yapıldığının belirtildiği görülmektedir.

4925 sayılı Karayolları Taşıma Kanunu’nun ‘Kapsam başlıklı 2. maddesinde; “Bu Kanun kamuya açık karayolunda motorlu taşıtlarla yapılan yolcu ve eşya taşımalarını, taşımacıları, taşıma acentelerini, taşıma işleri komisyoncularını, nakliyat ambarı ve kargo işletmecilerini, taşıma işlerinde çalışanlar ile taşımalarda yararlanılan her türlü taşıt, araç, gereç, yapıları ve benzerlerini kapsar.

Ancak, özel otomobillerle ve bunların römorklarıyla yapılan taşımalar, genel ve katma bütçeli dairelerle, il özel idareleri, belediyeler, üniversiteler ve kamu iktisadi teşebbüslerine ait otomobillerle yapılan taşımalar, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait motorlu taşıt ve bunların römorkları ile yapılan taşımalar, lastik tekerlekli traktörlerle çekilen römorklarla yapılan taşımalar bu Kanun hükümlerine tabi değildir.

İl sınırları içerisindeki taşımalar ile yüz kilometreye kadar olan şehirlerarası taşımaların düzenlenmesi il ve ilçe trafik komisyonları ile işbirliği yapılmak suretiyle ilgili valiliklere, belediye sınırları içerisindeki şehiriçi taşımalar belediyelere bu Kanuna göre düzenlenecek yönetmelik esasları dahilinde bırakılabilir.

Uluslararası anlaşmalar ile savaş hali, sıkıyönetim, olağanüstü hal ve doğal afet durumlarında uygulanacak hükümler saklıdır.” denilmek sureti ile kanunun uygulama alanı belirlenmiş ve uluslararası taşımacılık işi ile uğraşan kişilerin kanun dışında olacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Ek olarak; Türkiye ile Irak arasında, 18.10.1980 tarihinde 8/1980 sayılı Türkiye ve Irak Arasında Uluslararası Karayolu Taşımacılığı Antlaşması’nın imzalandığı, antlaşma metni incelendiğinde; 4925 sayılı Kanun’un 33.maddesine ilişkin yetki ve görev yönünden ayrıksı bir düzenleme yapılmadığı görülmüştür.

4925 sayılı Karayolları Taşıma Kanunu’nun ‘Ücretler’ başlıklı 33. Maddesinin 5. fıkrasında;“ (Ek fıkra: 21/04/2005 - 5335 S.K./21.mad) Ulaştırma Bakanı; Bakanlıkça belirlenen usûl ve esaslar dahilinde, söz konusu gelirlerden;

1) Savaş, iç savaş, terör, kargaşa ve benzeri olağanüstü koşullara sahip ülkelerde uluslararası taşıma yaparken saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden şoför ve beraberindeki Türk vatandaşlarının varislerine 40.000 Yeni Türk Lirası'na kadar,

2) Bakanlık, Döner Sermaye İşletmesinin mali imkânları ölçüsünde olmak üzere; ticari yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan otobüs, minibüs, kamyonet, traktör, kamyon, tanker ve çekicilerden yaşları ilgili mevzuatın getirdiği yaş sınırının üzerinde olanları devir alabilir, devir alınan taşıtların sahiplerine ve karayolu yatırım projelerine,

Ödeme yaptırmaya yetkilidir.” şeklindeki düzenleme ile Ulaştırma Bakanı’na uluslararası alanda taşımacılık yapan kişilerin güvenlik gereği uğradıkları mağduriyetlerin giderilmesi amacı ile tazminat ödenmesine karar verme yetkisi tanınmıştır.

Davaya konu olayda; davacıların murisi İbrahim Tok’un 31.07.2007 günü yük taşımak amacı ile Irak’a geçiş yaptığı ve kendisinden o tarihten itibaren haber alınamadığı, bunun üzerine murisleri tarafından gaipliğine karar verilmesi istemi ile Akçakale Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı, Mahkemenin 07.09.2011 gün ve 2008/188 Esas, 2011/257 Karar sayılı kararı ile İbrahim Tok’un gaipliğine karar verdiği, bunun üzerine davacılar tarafından 4925 sayılı Kanun’un 33. maddesinde belirtilen tazminatın ödenmesi istemi ile davalıya müracaat edildiği ancak olumlu cevap alınmadığı ve maddede belirtilen tazminatın davalıdan tahsili istemi ile eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.

4925 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesi, “ savaş, iç savaş, terör, kargaşa ve benzeri olağanüstü koşullara sahip ülkelerde uluslar arası taşıma yaparken saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden şoför ve beraberindeki Türk vatandaşlarının varislerine, Ulaştırma (yeni teşkilatlanmayla Ulaştırma, Habercilik ve Denizcilik) Bakanı’nın uygun görmesi üzerine, 40.000 Yeni Türk Lirası’na (yeni düzenlemeyle Türk Lirasına) kadar ödeme yapılması” imkanını öngörmektedir. İlgili varislerin başvurusu üzerine, vefat eden kişinin maddede belirtilen şartlar altında vefat edip etmediği, varislerin öngörülen tazminata müstehak olup olmadığı hususları Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı’nca incelenip değerlendirilecek ve bu konuda müspet yada menfi bir karar verilecektir. Bu kararın re’sen, tek yanlı ve icrai biçimde tesis edilen bir idari işlem olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bu işlemden kaynaklanan tazminat istemli bir davanın da tam yargı davası mahiyetinde olacağı kuşkusuzdur.

Bu durumda, davacılar tarafından 4925 sayılı Kanun’un 33. maddesi gereğince kendilerine tazminat bağlanmasına ilişkin talebin davalı idarece, gerekli koşulların oluşmadığından bahisle reddi üzerine davacılar tarafından açılan tazminat davasının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde belirtilen; idari işlemler nedeni ile hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davası niteliğinde olduğu; bu nedenle açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Ayrıca her ne kadar; Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi, davalı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin kararında 4925 sayılı Kanun’un yol göstermesi ile dava konusu olaya 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin uygulanması gerektiğini belirterek görev itirazının reddine karar vermiş ise de; 2918 sayılı Yasa’nın 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” şeklindeki düzenleme ve yine 110. maddesinde; “ İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür.” şeklindeki düzenleme gereğince, 2918 sayılı Kanun’un Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları dahilinde karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamakla görevli idarenin, bu sorumluluğunu gereği gibi yerine getirmemesinin bir sonucu olarak açılacak davaların adli yargıda görüleceğini düzenlediği, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti karayolu sınırlarında gerçekleşmeyen muhtemel bir güvenlik ihlali nedeni ile meydana geldiği iddia edilen olaya dayalı olarak, 4925 sayılı Kanun’un 33. maddesine göre açılan tazminat davasının, bu kapsamda değerlendirilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmakla; davanın 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve adı geçen yasanın 110. maddesi gereğince adli yargıda görülmesi yönündeki yerel mahkeme gerekçesi yerinde görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.12.2013 gün ve 2013/169 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

15-ESAS NO : 2014/678

KARAR NO : 2014/738

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1-V.İ. 2-A.İ. 3-M.İ.

Vekili : Av. A.E.

Davalılar : 1-Sağlık Bakanlığı

Vekili : Av. U.Y.Ç.

2-Bağcılar Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ş.A.

O L A Y : Davacılar vekili, müvekkillerinin, İstanbul İli, Bağcılar İlçesi, Mahmutbey Mahallesi F21-C-17-D- 3-C 245DS2A Pafta, 1231 Parsel, 3280 m2 miktarlı taşınmazda hissedar olduklarını; bu taşınmazın Bağcılar Belediye Başkanlığının 13/08/1999, 16/03/2001, 19/04/2004, 15/09/2008 tarihli; 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında kısmen sağlık tesis alanında kaldığını, fakat davalının bugüne kadar kamulaştırma yapmadığını, planda da sağlık tesis alanından çıkarılması ile ilgili de bir beyanda bulunmadığını; müvekkillerinin tapuda malik göründüğünü fakat taşınmazın pratikte devletin olduğunu, çünkü imarla ilgili sınırlandırma nedeni ile pratikte bir verim alamadıklarını, hukuken işgal edilmesi nedeni ile 'kamulaştırmasız el atma davası açma zarureti doğduğunu; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle açılan davada idarenin sorumlu olacağı; idarenin el attığı yerde yıllarca işlem yapmaması halinde, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasının kabulüne karar verileceği yolunda Yargıtay kararları bulunduğunu ifade ederek; müvekkillerinin taşınmazına davalı idarece kamulaştırmasız(hukuki işgal) el atılmasından dolayı fazlaya ait talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000.TL.nin davalı idareden dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili ve davacılılara ödenmesine, taşınmazın davalı idarelere terkinine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdareler süresi içinde görev itirazında bulunmuşlardır.

BAKIRKÖY 6.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 8.3.2013 gün ve E:2012/183 sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında sağlık tesisi alanı olarak ayrılan taşınmazın değerinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının terkininin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmazlara yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla, davanın taşınmazın değerinin ödenmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı ile anılan davalı idare yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazına, imar planında sağlık tesisi alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000,00 TL'si bedelin faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;

Aynı Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Dava dosyasında bulunan Bağcılar Belediye Başkanlığı Plan ve Proje Müdürlüğünün 31.5.2012 tarih ve M.34.3.BAĞ.0.29.-310.01(04/3314)-38705 sayılı yazısının incelenmesinden; dava konusu parselin, 18.04.2008 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planında kısmen sağlık tesis alanında, kısmen yol alanında, kısmen metro güzergâhında, kısmen MIA alanında ve kısmen yeşil alanda kaldığı; 15.09.2008 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planında da kısmen sağlık tesis alanında, kısmen yol alanında, kısmen MIA alanında ve kısmen yeşil alanda kaldığı; parsel üzerinde yer alan sağlık tesis alanı fonksiyonunun 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı üzerinde yer aldığı; 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planlarının 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunun 7-b maddesi gereği Büyükşehir Belediyesi sorumluluğunda olduğu; bu nedenle yapılacak düzenleyici işlemin Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilmesinin gerektiği; 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planında yapılacak düzenlemeye müteakip olarak 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planında da gerekli düzenlemenin yapılmasının mümkün olabileceği belirtilmiş; dosya kapsamında yapılan incelemede; taşınmaz üzerinde imar planı kapsamında herhangi bir tesis yapıldığına ilişkin bilgiye ulaşılamamış ayrıca; sorulması üzerine Bakırköy 6.Asliye Hukuk Mahkemesince gönderilen 28.5.2014 tarih ve E:2012/183 sayılı yazıda; dava konusu taşınmaza ilişkin olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadığının bildirildiği anlaşılmıştır.

Olayda, davacıların hissedar olduğu taşınmazın İmar Planında sağlık tesisi alanı kullanımında kaldığı, aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E:2013/603, K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Bakırköy 6.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Bakırköy 6.Asliye Hukuk Mahkemesinin 8.3.2013 gün ve E:2012/183 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

16-ESAS NO : 2014/681

KARAR NO : 2014/740

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Baştabipliği’nde hemşire olarak görevli olan davacının, eşinin Ankara’da çalışması, ailesinin Ankara’da yaşaması ve kendisinin de 3 aylık riskli gebeliğinin bulunması nedenleri ile Gülhane Askeri Tıp Akademisi Ankara Hastanesi’nde çalışan personel ile karşılıklı yer değiştirme sureti ile atamasının yapılması isteminin davalı idarece reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.Y.

Vekili : Av. A.K.

Davalı : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili : Av. E.S.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Baştabipliği Kadın Doğum Servisi’nde 08.11.2010 tarihinden beri hemşire olarak görev yaptığını, 15.04.2013 tarihli dilekçe ile eşinin Ankara’da özel sektörde makine mühendisi olarak çalışması nedeni ile bir yılı aşkın bir süredir eşi ile ayrı şehirlerde yaşamak zorunda kaldıklarını, 3 aylık riskli gebeliğinin bulunduğunu, ailesinin Ankara’da olması nedeni ile maddi sıkıntılar çektiğini, ailesinden ayrı olması nedeni ile bedenen ve ruhen sıkıntılar yaşadığını belirterek; Ankara GATA’da Anestezi Rean. Kliniğinde görev yapan B.E.ile karşılıklı olarak yer değiştirmek sureti ile atamasının yapılmasını talep ettiğini, ancak talebinin davalı idarenin 24.06.2013 tarihli yazısı ile eşinin memur statüsünde olmaması gerekçe gösterilerek reddedildiğini, yine daha önce de davacının hemşire Çiğdem Yıldırım ile karşılıklı yer değiştirme talebinin davalı idarenin 24.09.2012 tarihli yazısı ile zorunlu hizmet süresinin dolmaması gerekçe gösterilerek reddedildiğini, yapılan işlemlerin 657 sayılı Kanun’un 72 ve 73. maddelerine, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin 9. maddesine, Anayasa’nın 41. maddesinde düzenlenen ailenin korunması hakkına aykırı olduğunu belirterek; Gnkur. Bşk.lığının 24 Haziran 2013 tarih ve PER: 26702250-1210-1300-13/Per.îşl.D.Svl.Me.ve İşçi Ş.(4) 12575880 sayılı iki sivil memurun karşılıklı olarak atanma talebinin reddine dair işleminin iptaline karar verilmesi istemi ile idare mahkemesinde dava açmıştır.

Davalı Milli Savunma Bakanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

İstanbul 3. İdare Mahkemesi: 24.12.2013 gün ve 2013/1897 Esas sayılı kararı ile; “1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. Maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının GATA Haydarpaşa E.A.H'de kadın doğum servisinde hemşire olarak görev yaptığı göz önüne alındığında, 1602 sayılı Yasa'nın 20. Maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığı yönünden yapılan incelemede ise, idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlilik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir.

Olayda, davanın konusunu, davacının Ankara GATA 'da görevli bir memurla karşılıklı yer değiştirme talebinin reddine ilişkin işlemin oluşturduğu ve bu işlemin askeri hizmete ilişkin bir yanının bulunmadığı kuşkusuzdur.

Belirtilen duruma göre ve olayda Anayasa'nın 157. ve 1602 sayılı Yasa'nın 20.maddelerinde öngörülen asker kişiyi ilgilendirme ve askeri hizmete ilişkin bulunma koşulları birlikte gerçekleşmediğinden, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.” şeklindeki gerekçesi ile davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı vekilinin askeri idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı; 31.03.2014 gün ve 2014/15 sayılı kararında aynen, “Mahkemesinin bir davada görevli olabilmesi için idari işlemin "Asker kişiyi ilgilendirmesi" ve Askeri hizmete ilişkin olması" gereklidir. Kanun koyucu gerek ilgili madde düzenlemelerinde gerekse kanun gerekçesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görevli olduğu idari işlemi tesis eden makam yönünden (organik bakımdan) ve işlemin konusu bakımından birtakım değerlendirme ve kabullerden hareket etmiştir. Buna göre; Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamlarca asker kişiler hakkında tesis edilen işlemler askeri hizmete ilişkindir. Kanun koyucunun 1602 sayılı Kanun'un genel gerekçesi ile Kanun'un 20'nci madde gerekçelerinde yer verdiği ifadelerden; idari işlemi tesis eden makam yönünden Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamlarca asker kişiler hakkında tesis edilen tüm işlemler, sivil kişiler hakkında tesis edilen askerlik yükümlülüğüne ilişkin işlemler askeri hizmete ilişkindir. Başka bir anlatımla idari işlemin organik yönü bakımından işlemi tesis eden idari makamların Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamların olması durumunda idari işlem askeri hizmete ilişkindir. Dolayısıyla Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ile her derecedeki komutanlıklar tarafından tesis edilen işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıklarda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevlidir. Bir diğer ifadeyle Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer düzenleyici alt mevzuatta askeri makamlar ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından tesis edilmesi öngörülen idari işlemler askeri hizmete ilişkindir ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine girmektedir. Askeri makamlarca sivil kişiler hakkında tesis edilen askerlik yükümlülüğüne ilişkin işlemler askeri hizmete ilişkindir. Kanun koyucu askerlik yükümlülüğüne ilişkin uyuşmazlıklarda asker kişi olma koşulunu kaldırmış ve bu işlemlerin de askeri hizmete ilişkin olduğunu belirtmiştir. 1325 sayılı Milli Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkında Kanun'un 2'nci maddesi ile barışta ve savaşta asker alma hizmetlerini yürütme görevi Milli Savunma Bakanlığı tarafından yerine getirilmektedir.

Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamlarca asker kişiler hakkında tesis edilen sivil kişiler hakkında tesis edilen askerlik yükümlülüğüne ilişkin işlemler askeri hizmete ilişkindir. Milli Savunma Bakanlığı ile Askeri makamların dışındaki idari makamlarca asker kişiler hakkında tesis edilen "askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin" işlemler askeri hizmete ilişkindir. İdari işlemin yargısal denetiminde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görevli olabilmesi için idari işlemin mutlaka Milli Savunma Bakanlığı ve Askeri makamlar tarafından tesis edilmesi gerekmemektedir. Belirtilen makamların dışında kalan idari makamların asker kişiler hakkında tesis ettikleri idari işlemlerin "Askeri hizmete ilişkin" olması durumunda idari yargı denetiminde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevlidir. Kanun koyucu Askeri hizmete ilişkin" olma kavramından, o idari işlemin "Askeri hizmetin yürütülmesi' ile ilgili olmasını amaçlamıştır. "Askeri hizmetin yürütülmesi" ile ilgili idari işlemler askeri hizmetle ilgisi bulunan personele hak bahşeden ya da yükümlülük getiren işlemlerdir. 1602 sayılı Kanun un 20'nci maddesi değişiklik görüşmelerinde askeri olmayan makamların asker kişiler hakkında askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin tasarrufları belirtilirken yer verilen makam tazminatı, emeklilik süresi gibi örneklerin askeri hizmetten kaynaklı özlük hakları olduğu görülmektedir. 1602 sayılı Kanun'un 22 ve 23'üncü maddelerinde atanma, yer değiştirme, nasıp, sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davaları ile istifa, hizmet yükümlülüğü, askeri akademiler, askeri öğrenci ve yedek subay işlemlerinin askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin olduğu kanun koyucu tarafından belirtilmiş ancak bu sayılanlarla sınırlı tutulmamıştır. Kanun'da sayılan işlemler personelin özlük haklarına ya da yükümlülüklerine yöneliktir. Bu nedenle asker kişilerin askeri hizmet ile ilgisi nedeniyle, muvazzaf ya da emekli askeri personel statüsünden kaynaklanan özlük hakları ya da yükümlülüklerine ilişkin idari işlemler, askeri hizmetin yürütülmesine dolayısıyla askeri hizmete ilişkindir.

İdari işlemler idare fonksiyonu içerisinde kamu gücüne dayalı olarak tesis edilen ve bireysel hukuki durumlarda değişiklik yapan işlemlerdir. Bu kapsamda "askeri makamlar" kanunlarla tevdi edilen askeri hizmetin yürütülmesine ilişkin kamu hizmetini yerine getirmekle görevli ve yetkili olduklarından kendi sorumluluk alanları içerisinde asker kişiler hakkında tesis ettikleri işlemlerin askeri hizmete ilişkin olmaları nedeniyle bu uyuşmazlıkların çözüm yeri Askeri Yüksek İdare Mahkemesidir. Görev konusu belirlenirken idari işlemin ya da düzenleyici işlemin tesisinde salt asker kişinin veya askeri hizmetin özelliklerinin dikkate alınmasının, diğer kamu görevlileri ile sivil kişiler yönünden farklı kuralların öngörülmesinin bir önemi bulunmamaktadır. Kanun koyucu tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanının belirlenmesinde; "Asker kişi" ve "Askeri hizmete ilişkin olma" koşullarının yanı sıra "Sivil hizmete ilişkin olmama" gibi bir olumsuz koşul getirilmemiştir. Başka bir anlatımla sonuçların sadece askeri hizmete ilişkin olması gibi bir kriter kanun koyucu tarafından öngörülmemiştir. Bu nedenle işlemin sebep unsuru aynı hukuki kurala ilişkin olsa bile askeri hizmete ilişkin bir özlük hakkının ya da yükümlülüğünün söz konusu olduğu durumlarda görevli yargı mercii Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin olması gerekmektedir. Görev konusu kamu düzenine ilişkindir. Kanun metinlerinin ve sözcüklerinin, hukuk dilindeki anlamlarına göre anlaşılmaları gerekir. (Anayasa Mahkemesi’nin 25.5.1999 gün ve E. 1999/23 K. 1999/18 sayılı kararı)

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli sivil memurların atanma ve karşılıklı atanma işlemleri 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda düzenlenmiştir. Sivil memurların bu haktan yararlanabilmeleri için Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli olmaları ve atamaya ilişkin koşulları sağlamaları gerekmektedir. Atama işlemleri askeri hizmetin yürütülmesinde* kaynaklanan bir hak ve yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir başka anlatımla Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli sivil memurlar askeri hizmet ile ilgileri nedeniyle atanma işleminden yararlanabilmektedirler. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli sivil memurların atanmasına yönelik işlemler askeri makamlarca tesis edilmesi ve askeri hizmetin yürütülmesinden kaynaklı bir hak ve yükümlülük olması nedeniyle askeri hizmete ilişkindir ve uyuşmazlığın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevlidir. Belirtilen nedenlerle konusu atama işleminden doğan uyuşmazlıkların; işlemin askeri makamlarca tesis edilmesi ve askeri hizmetin yürütülmesinden kaynaklı bir hak olması nedeniyle görevli yargı yerinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu yönündeki bir kabul gerek ilgili düzenlemeler gerekse Kanun koyucunun amacı ile uyumlu olacaktır. Bu yöndeki bir kabul aynı zamanda Anayasanın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36'ncı maddesinde yer verilen; “...Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz." buyurucu kuralı ile, Anayasanın Kanuni Hâkim Güvencesi başlıklı 37'nci maddesinde yer verilen; "Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz..." buyurucu kuralına da uyarlı olacaktır.” şeklindeki gerekçesi ile davanın askeri idari yargı yerinde görülmesinin gerektiğini belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca, davalı Milli Savunma Bakanlığı bakımından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu yolundaki sözlü, AYİM Savcısı Halit ÜNKAZAN’ın davada askeri idari yargı yerinin görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Baştabipliği’nde hemşire olarak çalışan davacının, eşinin Ankara’da çalışması, ailesinin Ankara ‘da yaşaması, kendisinin de 3 aylık riskli gebeliğinin bulunması ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi Ankara Hastanesi’nde çalışan B.E.isimli çalışanın da rızasının bulunması nedenleri ile, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Ankara Hastanesi Anestezi Rean. Kliniğinde görev yapan B.E.ile karşılıklı yer değiştirme sureti ile atmasının yapılması isteminin reddine dair, Gnkur. Bşk.lığının 24 Haziran 2013 tarih ve PER: 26702250-1210-1300-13/Per.îşl.D.Svl.Me.ve İşçi Ş.(4) 12575880 sayılı işleminin iptaline karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ‘Yer Değiştirme Sureti İle Atanma’ başlıklı 72. Maddesinde; “ (Değişik madde: 12/05/1982 - 2670/25 md.) Kurumlarda yer değiştirme suretiyle atanmalar; hizmetlerin gereklerine, özelliklerine, Türkiye'nin ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılarak tespit edilen bölgeler arasında adil ve dengeli bir sistem içinde yapılır.

(Değişik fıkra: 09/04/1990 - KHK - 418/5 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi'nin 05/02/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 Sayılı Kararı ile; Yeniden düzenlenen fıkra: 18/05/1994 - KHK/ 527/5 md.) Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşin de isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76 ncı maddelerde belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır. Yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere aşağıdaki şartlarda izin verilebilir.

(Ek fıkra: 09/04/1990 - KHK - 418/5 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi'nin 05/02/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 Sayılı Kararı ile; Yeniden düzenlenen fıkra: 18/05/1994 - KHK/ 527/5 md.) Bu suretle izin verilenlere, aylık ve diğer ödemelerine karşılık olarak, aylık (taban ve kıdem aylığı dahil), ek gösterge, zam ve tazminatlarının kanuni kesintiler düşüldükten sonraki net miktarının, eşleri;

a) Olağanüstü Hal Bölgesine dahil illerle bu illere mücavir olarak belirlenen illerde görevli olanlara %60'ı,

b) Kalkınmada 1 inci derecede öncelikli yörelerde görevli olanlara %50'si,

c) Kalkınmada 2 nci derecede öncelikli yörelerde görevli olanlara %25'i, kurumlarınca kadro tasarrufundan ödenir.

Eşleri diğer yörelerde görevli olanlar ise ücretsiz izinli sayılır.

Ek fıkra: 09/04/1990 - KHK - 418/5 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi'nin 05/02/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 Sayılı Kararı ile; yeniden düzenleme: 18/05/1994-KHK/ 527/5 md.) Yukarıda sayılanların kadroları eşlerinin görevlendirme süresiyle sınırlı olarak saklı tutulur. Ancak, bu süre memuriyet boyunca 4 yılı hiç bir surette geçemez. Bunların kademe ilerlemesi; emeklilik ve diğer bütün hakları ve yükümlülükleri devam eder. Ancak ücretsiz izin verilenlerin bu sürelerinin emeklilikten sayılabilmesi için kesenek ve kurum karşılıklarının her ay kendileri tarafından T.C. Emekli Sandığına yatırılması gerekir.

(Değişik fıkra: 29/11/1984 - KHK - 243/13 md.) Memurların atanamayacakları yerler ve bu yerlerdeki görevler ile kurumların özellik arz eden görevlerine atanabilmeleri için hangi kademelerde ne kadar hizmet etmeleri gerektiği ve yer değiştirme ile ilgili atama esasları Devlet Personel Başkanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir. Kurumlar atamaya tabi olacak personeli için bu yönetmelik esaslarına göre Devlet Personel Başkanlığının görüşünü almak suretiyle bir personel ve atama planı hazırlar.” şeklindeki düzenleme ile devlet memurlarının yer değiştirme sureti ile atanmalarında izlenecek usul ve esaslar genel hatları ile belirlenmiş, ayrıntıların Devlet Personel Başkanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirleneceği belirtilmiştir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ‘Karşılıklı Olarak Yer Değiştirme’ başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik madde: 30/05/1974 - KHK/12; Aynen kabul: 15/05/1975 - 1897/1 md.) Aynı Kurumun başka başka yerlerde bulunan aynı sınıftaki memurları, karşılıklı olarak yer değiştirme suretiyle atanmalarını isteyebilirler. Bu isteğin yerine getirilmesi atamaya yetkili amirlerince uygun bulunmasına bağlıdır.” şeklindeki düzenleme ile devlet memurlarının karşılıklı olarak yer değiştirmek sureti ile atama talebinde bulunabilecekleri, taleplerinin yerine getirilmesi için yetkili amirlerinin uygun görüş vermelerinin gerektiği belirtilmiştir.

Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin 2. Bölümünün ‘Atamalarda Göz Önünde Bulundurulacak Hususlar’ başlıklı 9. maddesinde; (1) Atamalarda aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur:

a) Atamalarda aile bütünlüğünün muhafaza edilmesi bakımından, eş ve sağlık durumları, ilgili kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak dikkate alınır.

b) Aynı kurumda çalışıp da atanma talebinde bulunan eşlerden ast durumunda olanın görev yeri üst durumda olana bağlı olarak değiştirilir.

c) Farklı kurumlarda çalışıp da atanma talebinde bulunan eşlerden unvan, kadro ve görev bakımından daha aşağıda bulunanın görev yeri üst durumda olana bağlı olarak değiştirilir.

ç) Önceki görev yerinden disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle atamaya tabi tutulan memurların, eski görev yerlerine yeniden atanma istek ve teklifleri dikkate alınmaz.

d) (Değişik ibare:RG-2/10/2013-28783) Engelli memurların atanmak istedikleri yerde boş kadro bulunması halinde kadroları ile birlikte atamaları yapılabilir.

e) Terör eylemleri etkisi ve sebebiyle şehit olan veya çalışamayacak derecede malul olan ya da malul olup da çalışabilir durumda olan kamu görevlileri ile er ve erbaşların, Devlet memuru olarak görev yapan eş ve çocukları ile anne, baba ve kardeşlerinin; yer değiştirme suretiyle atanma talepleri, bu durumlarının ilgili yerlerce belgelendirilmiş olması kaydıyla, kadro imkânları da dikkate alınmak suretiyle bu Yönetmelikteki kısıtlayıcı hükümlere bakılmaksızın öncelikle gerçekleştirilir.

f) (Ek:RG-3/8/2012-28373) Aynı kurumun başka başka yerlerde bulunan aynı sınıftaki memurları, karşılıklı olarak yer değiştirme suretiyle atanmalarını isteyebilirler. Bu isteğin yerine getirilmesi atamaya yetkili amirin uygun bulmasına bağlıdır.” denilmek sureti ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 73. maddesine paralel şekilde, memurların karşılıklı atama taleplerini kabul edilmesi yetkili amirin bu talebi uygun görmesine bağlanmış ve talebin hangi kriterler baz alınarak değerlendirileceği madde madde belirtilmiştir.

Anayasa’nın 157.maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu eylemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir.

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde; davacının Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hemşire olarak çalıştığı, eşinin Ankara‘da özel sektörde mühendis olarak çalıştığı ve ailesinin de Ankara’da yaşadığı, davacının 3 aylık riskli gebeliğinin de dikkate alınarak karşılıklı atamaya rızası olan Gülhane Askeri Tıp Akademisi Ankara Hastanesi’nde çalışan B.E.ile yer değiştirme sureti ile atamasının yapılmasını istediği, bu amaçla davalı kuruma 15.04.2013 tarihinde müracaat ettiği, ancak talebinin Gnkur. Bşk.lığının 24 Haziran 2013 tarih ve PER: 26702250-1210-1300-13/Per.îşl.D.Svl.Me.ve İşçi Ş.(4) 12575880 sayılı kararı ile reddedildiği, bunun üzerine işlemin iptali istemi ile genel idari yargıda dava açtığı anlaşılmıştır.

Tüm bu tespitler ve yukarıda ayrıntısı ile açıklanan yasal mevzuat hükümleri hep birlikte değerlendirildiğinde; 657 sayılı Kanunu’nun 36. maddesinin 3. bendinde düzenlenen sağlık hizmetleri sınıfında yer alan davacının, 657 sayılı Yasa’nın 72. maddesi ve Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği 9. maddesinde belirtilen şartları taşıdığı iddiası ile yine 657 sayılı Kanun’un 73.maddesi ve Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği 9. maddesinin f bendi gereğince yaptığı karşılıklı atama başvurusunun reddine ilişkin işlemin, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gereklerin göz önünde tutularak yapıldığı anlaşılmakla; askeri hizmete ilişkin olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

Buradan hareketle dava konusu işlemin, asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, icra ettiği askeri görevler kapsamındaki tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve yükümlülükleri, askeri hizmetten kaynaklanan durumları, askeri görevlerin icra ediliş biçimleri, askeri kural ve gerekleri göz önünde tutularak değerlendirilmesinde “askeri hizmete” ilişkinlik unsurunun gerçekleştiğinin kabulü gerekir.

Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin İstanbul 3. İdare Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ’NİN görevli olduğuna, bu nedenle AYİM Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce reddine ilişkin 24.12.2013 gün ve 2013/1897 Esas sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

17-ESAS NO : 2014/682

KARAR NO : 2014/741

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : İ.K.

Vekili : Av. E.K.

Davalı : T.C.Ankara Valiliği (İl Özel İdare Müdürlüğüne izafeten)

Vekili : Av. N.A.

Birleşen Dosya Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2013/228 K:2013/277

Davacı : Z.A.

Vekili : Av. E.K.

Davalı : T.C.Ankara Valiliği (İl Özel İdare Müdürlüğüne izafeten)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının Ankara ili, Çankaya ilçesi, İlker Bölge Mürsel Uluç Mahallesi, 27056 ada, 1 parselde ki taşınmazın hisseli maliki olduğu, taşınmazın temel eğitim alanı olarak kalmasından dolayı davacının taşınmaz üzerinde haklarının kullanılamayacak şekilde kısıtlandığını belirterek; kamulaştırmasız el atmadan dolayı taşınmazın devri karşılığında fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 30.975,00 TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili süresinde görev itirazında bulunmuştur.

Birleşen dosyadaki davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının Ankara ili, Çankaya ilçesi, İlker Bölge Mürsel Uluç Mahallesi, 27056 ada, 1 parselde ki taşınmazın hisseli maliki olduğunu, taşınmazın temel eğitim alanı olarak kalmasından dolayı davacının taşınmaz üzerinde haklarının kullanılamayacak şekilde kısıtlandığını belirterek; kamulaştırmasız el atmadan dolayı taşınmazın devri karşılığında fazlaya ilişkin hakları saklı ile şimdilik 70.800,00 TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi: 06.05.2013 gün ve E:2013/228, K:2013/277 sayılı kararı ile Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/211 Esas sayılı dosyası arasında dava konusu ve taraf bakımından hukuki ve fiili irtibat olduğu gerekçesi ile HMK nun 166. maddesi uyarınca birleştirme kararı vermiştir.

ANKARA 14. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 31.10.2013 gün ve E:2013/211 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri de,idari eylem niteliği taşımaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar planında Temel Eğitim Alanı olarak ayrılan taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle taşınmazın değerinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescil edilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.

Bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

Dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçlar,genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.

İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa hükümlerinin gereğidir.

Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kuramlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunu öngörülmüş bulunmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/211 Esas sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; 13.05.2014 gün E:2013/211, K:2014/247 sayılı kararı ile, “ İş bu davaya bakmak 6487 sayılı Yasa’nın Geçici 6. maddesi kapsamına girdiği anlaşıldığından davaya bakmak İdari Yargı’nın görevine girdiğinden dava dilekçesinin reddine” karar verildiği anlaşılmıştır.

2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup, buna göre;

‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.

Yetkili Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları şarttır.

Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.

Uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının sözcüsüdür.

Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü yer almaktadır.

Anılan yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte olup, buna göre;

‘’Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir.

Bu yargı mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.

Bir davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü yer almaktadır.

Yasanın 13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;

‘’Uyuşmazlık çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam, gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra, uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda 12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç bir yargı merciine başvurulamaz.

Uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam,dilekçe ve eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.

Bu yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın 18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır. Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup,bu bağlamda, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunun ilgili yargı merciine bildirilmesi üzerine, her ne kadar yargı merciinden davaya bakmasının ertelenmesi istenemese de, yargı merciinin bu durumu gözeterek görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

Dosya kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay Başsavcılığınca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, bu durumun 17.04.2014 gün, 2014/127sayılı yazı ile yargı merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine,13.05.2014 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne kadar Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazın, “temel eğitim alanı” içinde kalması suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmazın değerinin ödenmesi ve taşınmazın davalı idare adına tescili istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, davacılar vekili tarafından, dava dilekçelerinde, imar planında temel eğitim alanında bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan müvekkillerinin taşınmazının bedelinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescilinin istenildiği; taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar planlarından başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin Yönetmelik gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, Yönetmelik, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden kabulü ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.10.2013 gün ve E:2013/211 sayılı reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin KISMI YÖNÜNDEN KABULÜ ile, Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.10.2013 gün ve E:2013/211 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

18-ESAS NO : 2014/687

KARAR NO : 2014/746

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar: 1- E.D., 2- A.U.

Vekilleri : Av. K.D. & Av. H.Y. & Av. V.B.

Davalı : Ankara İl Özel İdaresi

Vekili : Av. D.O.İ.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davacıların Ankara İli, Çankaya İlçesi, Karakusunlar Mahallesi, 27442 ada,1 parsel sayılı taşınmazın müşterek maliki olduklarını,taşınmazın imar planında “anaokulu ve ilkokul alanı” olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik her bir davacı için 1.000’er TL olmak üzere toplam 2.000 TL tazminat bedelinin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile, taşınmazın tapu kaydının davalı adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, taşınmaz üzerinde idarelerine ait bir yapı ve tesis bulunmadığını belirterek görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi: 31.10.2013 gün ve E:2013/184 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek,2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın,taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara İl Özel İdaresi açısından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların taşınmazına,imar planında anaokulu ve ilkokul alanı olarak ayrılmak suretiyle el atıldığı belirtilerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik her bir davacı için 1.000’er TL olmak üzere toplam 2.000 TL tazminat bedelinin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile, taşınmazın tapu kaydının davalı adına tesciline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne davaya konu taşınmaza fiili müdahalede bulunulup bulunulmadığı hususunda araştırma yapılması için yazılan müzekkereye, dava dosyasının halen derdest olduğu, söz konusu taşınmazda henüz keşif yapılmadığı, duruşmasının 10.07.2014 tarihine bırakıldığından bahisle cevap verildiği anlaşılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin imar planında anaokulu ve ilkokul alanında kaldığı,dosya kapsamında yapılan incelemede, taşınmaza davalı idarece fiilen el atıldığına dair herhangi bir bilgi veya bulguya rastlanılmadığı, davacılar vekili tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev itirazının Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.10.2013 gün ve E:2013/184 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

19-ESAS NO : 2014/695

KARAR NO : 2014/754

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İdarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazmini istemiyle açılan davada, davanın haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE, çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.E.

Vekilleri : Av. F.T. & Av. U.T.

Davalılar : 1-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

2-Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. F.E.

İhbar Olunan: Toplu Konut İdaresi Başkanlığı

Vekilleri : Av. T.D. & Av. İ.C.A.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin maliki bulunduğu, Ankara İli, Mamak İlçesi 2.Bölge, Altıağaç Mh. 37361 Ada 6 Parselin 65/595 hissesi ile 7 parselin 1/564 hissesinin, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığını; müvekkilinin imar parselli arsası üzerinde, Altıağaç Mh.211.Sk. No:… kapı numaralı mesken olarak kullandığı tesisi, muhtelif cins ve yaşta ağaçlarının bulunduğunu; 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 73.maddesine dayalı olarak Büyükşehir Belediyesi tarafından kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilen bölgedeki kamulaştırma ve imar işlemlerinin, Büyükşehir Belediyesi ile Mamak Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülmekte olduğunu; Belediye Encümeni’nin 04.09.2012 tarih ve 1564/1847 sayılı kararı ile Kaymakamlık Makamınca kamu yararı kararı alınmasına karar verildiğini ve 06.09.2012 tarih ve 2031207868 sayılı yazı ile Kaymakamlık Makamınca kamu yararı kararı alınmış olduğunu; anılan kararlar çerçevesinde kentsel dönüşüm alanına giren taşınmaz ile ilgili olarak uzlaşma ve dolayısı ile daire karşılığı sözleşme yapma niyetlerinin bulunmadığını; buna karşın aradan geçen zaman içerisinde, Kamulaştırma Yasasının 10.maddesi çerçevesinde bir işlem de yapılmadığını; tarafların uzlaşma sağlayamadığını, süreklilik arz eden fiili ve hukuki el atma sebebi ile kamulaştırmasız el atmanın unsurlarının oluştuğunu; 5393 Sayılı Yasanın 73/8.fıkrasında yer alan, “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilirler” hükmü doğrultusunda müvekkilinin dava açma hakkının doğduğunu ifade ederek; fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik; Ankara İli, Mamak İlçesi 2.Bölge Altıağaç Mh. 37361 ada 6 parseldeki 65/595 m² ve 7 parseldeki 1/564 m² arsa vasfındaki taşınmaz, arsa üzerindeki tesis ve ağaçlar için 10.000,00 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline; kamulaştırma bedeli karşılığında, taşınmaz mülkiyetinin davalı Büyükşehir Belediyesine devrine karar verilmesi istemiyle, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Mamak Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde dava açmış; talep üzerine dava Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığına da ihbar edilmiştir.

Davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekili süresi içinde verdiği dilekçe ile davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 14.Asliye Hukuk Mahkemesi: 27.02.2014 gün ve 2013/376 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; “(…)5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı" başlıklı 73. maddesinde; Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu, Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyelerinin kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini uygulayabileceği, Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolunun esas olduğu, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında haklarının verileceği, 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedellerinin verileceği veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabileceği, bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabileceği, enkaz ve ağaç bedellerinin arsa veya konut bedellerinden mahsup edileceği, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamının belediyeler tarafından yapılacağı veya yaptırılacağı, belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18. maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanların kamulaştırmasız el atma davası açabilecekleri, belediyenin, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkili olduğu; bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkilerin saklı olduğu hükümleri yer almıştır.

2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun "İskan Sahalarının Tespiti, Kamulaştırma Ve Kadastro" başlıklı 4. maddesinde; "Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re'sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumlan tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re'sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır." hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının paydaşı olduğu taşınmazların bulunduğu yerde Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.03.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava dilekçesinde, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kalan taşınmazlara kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle zararın tazmini ve taşınmazların mülkiyetinin davalı idareye devrinin istenildiği anlaşılmıştır.

Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Bu bilgiler karşısında; davanın, davacının paydaşı olduğu taşınmazlara, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 sayılı kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kalması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

Dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçlar, bir idari işlem olan Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesindeki taşınmaza yönelik belirlemeden, bu projede öngörülen kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından söz konusu proje gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizlik şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.

Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde oluşturdukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin Adli Yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, davanın, davacıya ait taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığından bahisle zararın tazmini istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince İdari Yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun Geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21 'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, ilgili kanunun uygulanması suretiyle proje kapsamında kalması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğu öngörülmüş bulunmaktadır.” demek suretiyle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmemiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, anılan davalı idare ve davanın, davacıya ait taşınmazlara kamulaştırmasız el atıldığından bahisle zararın tazmininin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada idari yargının, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının hissedarı bulunduğu parseller üzerindeki mesken ve ağaçlarının, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığından bahisle; söz konusu tesis ve ağaçlara karşılık, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde;

“(Değişik: 17/6/2010-5998/1 md.)

Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile)

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış;

Bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.) (Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; Mamak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 28.10.2013 gün ve 64733099/2686…/4574 sayılı yazısında; “dava konusu Altıağaç Mahallesi 37361 ada 6 parselde yer alan Mahmut Ekici’nin hissesinin 39818 ada 1 parsele taşındığı, 39818 ada 1 parselin “G” notasyonu ile emsal:1.20 hmaks:serbest yapılaşma koşullarında konut alanı olarak belirlendiği, Altıağaç- Karaağaç ve Hüseyingazi mahallelerinde 5393 sayılı Belediye Kanunu’na göre Belediyelerince kentsel yenileme ve gecekondu dönüşüm çalışmalarına başlandığını ve 39818 ada 1 sayılı parselin anılan çalışma kapsamında kaldığı; 14.08.2012 tarihi itibariyle Belediyeleri ve TOKİ arasında protokol imzalandığı ancak plan çalışmalarının henüz tamamlanmadığı” bildirilmiş;

Yine davalı Mamak Belediye Başkanlığı, Hukuk İşleri Müdürlüğü’nün 19.06.2014 gün ve 2014/2051400927 sayılı yazısında; “Belediyemiz sınırlarında bulunan Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahallelerinde, imarlaşmanın çeşitli sebeplerle gerçekleşmemesi ve mevcut yapılaşmanın sağlıklı olamaması nedeniyle Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) projesi uygulanmasına karar verilmiştir.

Belediyemiz ve TOKİ arasında. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu. 775 sayılı Gecekondu Kanunu. 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine" ilişkin olarak 14/08/2012 tarihli protokol imzalanmıştır. Ayrıca, Mamak Belediye Encümeni anılan bölgede kamulaştırma yapılabilmesi için 04/09/2012 tarihli ve 1564/1847 sayılı kararıyla ''kamu yaran" kararı almış olup. bu karar Mamak Kaymakamlığınca onaylanmıştır. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27nci maddesi uyarınca Bakanlar Kurulunun 11/02/2013 tarihli kararı ile anılan bölgede bulunan taşınmazların acele kamulaştırılmasına karar verilmiş olup. 19/03/2013 tarihli ve 28592 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Diğer taraftan söz konusu alan Bakanlar Kurulunca riskli alan ilan edilmiş ve bu karar 18/12/2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm alanı olarak ilan edilen alanda bulunan hak sahipleri ile sözleşmeler imzalanmaya başlanıldığından şahısları uzlaşmaya davet etmek için tebligatlar gönderilmiştir. Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm alanında kalan gecekondu sahipleri ile uzlaşma görüşmeleri ve bu alanda yapılan plan çalışmaları devam etmektedir.

Davacının hissedarı olduğu Ankara İli, Mamak İlçesi, Altıağaç Mahallesi, imarın 37361 ada 6 ve 7 parseli Proje uygulamasından önce 2004 yılında yapılan imar planı değişikliği ile imarın 39818 ada 1 parsele şuyulandırılmıştır. Bu hisse ve "Altıağaç Mahallesi 221/2 Sokak No:55/b Mamak /ANKARA" adresindeki gecekondu, müştemilat ve ağaçlar "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahallesi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi" kapsamında kalmakta olup, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27nci maddesi uyarınca Bakanlar Kurulunun 11/02/2013 tarihli kararı ile anılan bölgede bulunan taşınmazların acele kamulaştırılmasına Karar Verilmiştir.

Ayrıca aynı proje alanında ve aynı ada parselde ( 37361 ada 7 parsel) kalan hisse ve gecekonduya el atıldığından bahisle, aynı istemlerle Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/378 E., sayılı dosyası üzerinden açılan davada mahkeme görev itirazımızı reddetmiş olup; bu defa tarafımızca olumlu görev uyuşmazlığı talebinde bulunulmuştur. Mahkemeniz ise 03/03/2014 tarihli ve 2014/136 E. 2014/185 K.sayılı kararı ile idari yargının görevli olduğuna karar vermiştir. Anılan karar ve konu ile ilgili belgeler dilekçemiz ekinde sunulmaktadır.” denilmek sureti ile dava konusu alanda acele kamulaştırma kararı alındığını ve işlemlerin devam ettiğini, aynı parsel ile ilgili olarak daha önce Uyuşmazlık Mahkemesi’nce idari yargının görevli olduğuna karar verildiğini belirtmiştir.

Dosyada mevcut İnşaat Bilirkişisi Ebru Bahar Hazar ve Ziraat Bilirkişisi Orhan Alkaş’a ait 30.10.2013 tarih ve 2013/376 dosya nolu raporda; dava konusu parselde halen yıkık vaziyette gecekonduların bulunduğunun tespit edildiği, Ankara ili, Mamak ilçesi, Altıağaç Mahallesi imarın 37361 ada 6-7 parsel üzerinde bulunan davalı Mahmut Ekici’ye ait 55/B kapı numaralı, zemin +2 katlı yığma yapı ile müştemilat ve çeşitli cins ve yaştaki ağaçların olduğu; Fen Bilirkişisi Kemal Doğaray’a ait 30.09.2013 tarih ve 2013/376 dosya nolu raporda; dava konusu parselde halen yıkık vaziyette gecekonduların bulunduğu, dava konusu edilen ve 211 nolu sokak üzerinde bulunan mesken amaçlı kullanılan 2 katlı yığma yapı ile bahçe olarak kullanılan alanın, 37361 ada 6 ve 7 nolu eski imar parsellerinde kaldığı, yapının 15 m² lik kısmının 6 nolu parselde, 28 m² lik kısmının 7 nolu parselde, 76 m² lik kısmının da imar yolunda kaldığı, bahçe olarak kullanılan alanın ise 120 m² olduğu ve her iki parselde de kaldığı, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında yapılan son uygulama ile de yapı ve bahçenin tamamının imar yolunda kaldığının tespit edildiği belirtilmiş olup; bilirkişi raporlarındaki tespitler ışığıda davacının taşınmazının keşif sırasında mahallinde mevcut olduğu ve taşınmazı davacının taşınmazı yönü ile bir el atma olmadığı anlaşılmıştır.

Ancak; yine Mamak Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün 15.11.2013 gün ve 2031307552 sayılı yazısında “Yerinde yapılan tespitlerde Mahmur Ekici’ye ait gecekondunun tahliye edilerek kendisi tarafından yıkıldığı Belediyemizce Herhangi bir işlem yapılmadığı tespit edilmiştir” şeklindeki yazısından dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan gecekondunun yıkıldığı, davalının bu yıkımın kendisi tarafından gerçekleştirilmediğini belirttiği, davacının ise tam aksini iddia ettiği nazara alındığında, mevcut durumda taşınmaz üzerindeki gecekondu yıkılmış olmakla dava konusu taşınmaza fiilen müdahale edildiği anlaşılmıştır. Bu müdahalenin davacı tarafından mı, yoksa kamulaştırma işlemleri nedeni ile davalı tarafından mı yapıldığını tespit etmek ve buna göre davanın esası hakkında değerlendirme yapma görevinin işin esasına yönelik bir sorun olduğu, fiilen el atılan taşınmaz ile ilgili bu değerlendirmenin Mahkememizin yerleşik içtihatları da dikkate alınarak adli yargıya ait olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Belediyelerin 3194 sayılı imar Kanunu 8. maddesi ve 18. maddesinin verdiği yetki ile arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici işlemler olduğu bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri yapılmaksızın, dava konusu taşınmaza fiilen el atılması karşısında, idarenin bu eyleminin kamulaştırmasız el atma niteliğini taşıdığı açıktır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise, mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Nitekim, yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.

Bu durumda, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.

Ayrıca her ne kadar, Yine davalı Mamak Belediye Başkanlığı, Hukuk İşleri Müdürlüğü’nün 19.06.2014 gün ve 2014/2051400927 sayılı yazısında, Mahkememizin 03/03/2014 tarihli ve 2014/136 E. 2014/185 K.sayılı kararına atıfla, davada idari yargının görevli olduğunu belirtmiş ise de, her davanın ayrı bir yargılama konusu yapılmış olması ve her dosyanın içindeki bilgi ve belge muhteviyatı ile ayrı değerlendirmeye tabi tutulması nedenleri ile, eldeki dosya itibari ile fiilen el atıldığı tespit edilen taşınmaz yönünden açılan davanın, Mahkememizin istikrar kazanan kararları ile ortaya konulduğu üzere adli yargıda görülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

20-ESAS NO : 2014/696

KARAR NO : 2014/755

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

ADLİ YARGIDA

Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı = ( Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/233 Esas sayılı ) dava dosyası

Davacıları : 1- F.B.(Kendi adına asaleten) 2- U.B.(velayeten) 3- C.B.(velayeten) 4- N.B., 5- S.B.

Vekili : Av. E.Ö.

Davalısı : Rize İl Özel İdare Müdürlüğü

Vekili : Av. H.C.U.

Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı dava dosyası ile birleşen 2011/46 Esas sayılı dava dosyası

Davacıları : 1- Ö.G.Y., 2- E.A., 3- R.A., 4- M.A.

Vekili : Av. A.K.

Davalıları : 1- Rize Valiliğine İzafeten Rize İl Özel İdare Müdürlüğü

2- Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi

Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı dava dosyası ile birleşen 2011/45 Esas sayılı dava dosyası

Davacıları : 1- K.A., 2- A.A., 3- D.A., 4- A.A., 5- F.A., 6- Z.A. (C.), 7- N.A.

Vekili : Av. A.K.

Davalıları : 1- Rize Valiliğine İzafeten Rize İl Özel İdare Müdürlüğü

2- Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi

Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/233 Esas sayılı (Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas) dava dosyası ile birleşen Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/483 Esas sayılı dava dosyası

Davacıları : 1- O.A., 2- Ç.K.

Vekili : Av. F.A.

Davalı : Rize İl Özel İdare Müdürlüğü

Vekilleri : Av. R.D.S. & Av. H.C.U.

İDARİ YARGIDA

Davacılar : 1- F.B.(Kendi adına asaleten) 2- U.B.(velayeten) 3- C.B.(velayeten) 4- N.B., 5- S.B.

Vekilleri : Av. E.Ö. & Av. B.Ö. & Av. E.A.

Davalı : Rize İl Özel İdare Müdürlüğü

O L A Y : Davacılar F.B., U.B., C.B., N.B.ve S.B. vekili 13.06.2011 tarihli dava dilekçesinde Rize İl Özel İdare Müdürlüğü’nü davalı göstermek suretiyle özetle; 12.10.2010 tarihinde davacıların murisi (araç sürücüsü) Ç.B.’ın 53……. plakalı araç ile Şenyuva köyü istikametinden Çamlıhemşin istikametine doğru seyir halindeyken Yolkıyı köyü ortan köprüsüne yaklaştığında aniden aracın hakimiyetini kaybederek virajı alamayıp köprü üzerinden yoldan çıkması nedeniyle ölümlü trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada viraj işaretinin, ışıklandırma ve yol şerit çizgisinin, trafik işaret ve levhaları ile köprünün korkuluğunun bulunmadığını belirterek, kazada davalı idarenin kusurlu olduğundan bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik her bir davacı için 1.000’er TL toplam (5.000 TL) destekten yoksun kalma, 1.000 TL maddi zarar tazminatı ve davacı F.B.için 25.000 TL, diğer davacılar için ise 15.000’er TL manevi tazminat olmak üzere toplam 91.000,00 TL maddi ve manevi tazminat bedelinin davalı idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmış, iş bu dava Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı dosyasında görülmüş olup,

Davacılar Ö.G.Y., E.A., R.A. ve M.A. vekili 15.09.2011 tarihli dava dilekçesinde Rize İl Özel İdare Müdürlüğü ve Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketini davalı olarak göstermek suretiyle özetle; 12.09.2010 tarihinde davacıların annesi B.A.’ın da içinde oldukları 53……. plakalı araç ile Şenyuva köyü istikametinden Çamlıhemşin istikametine doğru seyir halindeyken Yolkıyı köyü ortan köprüsüne yaklaştığında aniden aracın hakimiyetini kaybederek virajı alamayıp köprü üzerinden yoldan çıkması nedeniyle ölümlü trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada viraj işaretinin, ışıklandırma ve yol şerit çizgisinin, trafik işaret ve levhaları ile köprünün korkuluğunun bulunmadığını belirterek, kazada davalı idarenin kusurlu olduğundan bahisle maddi ve manevi tazminat bedelinin davalı idarelerden müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmış, iş bu dava Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/46 Esas sayılı dosyasında görülmüş ve mahkemece iş bu dosyanın, Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

Davacılar K.A., A.A., D.A., A.A., F.A., Z.A. (C.) ve N.A. vekili 16.09.2011 tarihli dava dilekçesinde Rize İl Özel İdare Müdürlüğü ve Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketini davalı olarak göstermek suretiyle özetle; 12.09.2010 tarihinde davacıların anne, baba ve kız kardeşlerinin içinde oldukları 53…….. plakalı araç ile Şenyuva köyü istikametinden Çamlıhemşin istikametine doğru seyir halindeyken Yolkıyı köyü ortan köprüsüne yaklaştığında aniden aracın hakimiyetini kaybederek virajı alamayıp köprü üzerinden yoldan çıkması nedeniyle ölümlü trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada viraj işaretinin, ışıklandırma ve yol şerit çizgisinin, trafik işaret ve levhaları ile köprünün korkuluğunun bulunmadığını belirterek, kazada davalı idarenin kusurlu olduğundan bahisle maddi ve manevi tazminat bedelinin davalı idarelerden müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmış, iş bu dava Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/45 Esas sayılı dosyasında görülmüş ve mahkemece iş bu dosyanın, Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

Davacılar O.A. ve Ç.K. vekili 06.09.2012 tarihli dava dilekçesinde Rize İl Özel İdare Müdürlüğünü davalı olarak göstermek suretiyle özetle; 12.09.2010 tarihinde davacılarından O.A.’ın eşi, Ç.K.’nun annesi olan B.A.’ın da içinde oldukları 53…… plakalı araç ile Şenyuva köyü istikametinden Çamlıhemşin istikametine doğru seyir halindeyken Yolkıyı köyü ortan köprüsüne yaklaştığında aniden aracın hakimiyetini kaybederek virajı alamayıp köprü üzerinden yoldan çıkması nedeniyle ölümlü trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada viraj işaretinin, ışıklandırma ve yol şerit çizgisinin, trafik işaret ve levhaları ile köprünün korkuluğunun bulunmadığını belirterek, kazada davalı idarenin kusurlu olduğundan bahisle 10.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat bedelinin davalı idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açılmış, iş bu dava Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/483 Esas sayılı dosyasında görülmüş ve mahkemece iş bu dosyanın, Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/233 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

Pazar Asliye Hukuk Mahkemesi’nin: 13.07.2012 gün ve E:2012/233 sayılı kararında özetle; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesinin 13/06/2012 gün ve 1583 sayılı kararı ile, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 15/06/2012 tarih ve 347 sayılı yazısı uyarınca Rize Ağır Ceza Mahkemesine bağlı olarak faaliyet gösteren Çamlıhemşin Adliyesinin Pazar (Rize) Adliyesi ile birleştirilmek üzere 09/07/2012 tarihinden itibaren kapatılması nedeniyle Çamlıhemşin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/24 Esas sayılı dosyasının Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/233 Esas sayısını aldığı ve bu suretle yargılamanın Pazar Asliye Hukuk Mahkemesince yapılacağı belirtilmiştir.

Pazar Asliye Hukuk Mahkemesince devam olunan yargılamada 17.09.2013 gün ve E:2012/233, K:2013/295 sayılı karar ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacılar F.B., U.B., C.B., N.B., S.B.vekili, Rize İl Özel İdare Müdürlüğünü davalı olarak göstermek suretiyle aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Rize İdare Mahkemesi: 17.04.2014 gün ve E:2014/127 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, görevli merciinin belirlenmesi için, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında davacılar F.B., U.B., C.B., N.B., S.B.vekilinin davalı Rize İl Özel İdare Müdürlüğü aleyhine açmış olduğu dava yönünden 2247 sayılı Kanunun 19.maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 12.10.2010 tarihinde muris Ç.B.’ın sevk ve idaresinde olup, N.B.’a ait olan 53…… plakalı araç ile, Şenyuva köyü istikametinden Çamlıhemşin istikametine doğru seyir halinde iken, Yolkıyı köyü ortan köprüsüne yaklaştığında, aniden aracın hakimiyetini kaybedip virajı alamayıp köprü üzerinden yoldan çıkması nedeniyle meydana gelen ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası neticesinde uğranıldığı belirtilen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Rize İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Pazar Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının davacılar Firdevs Bekar, Uygar Bekar, Caner Bekar, Nazım Bekar, S.B.vekili tarafından, davalı Rize İl Özel İdare Müdürlüğü aleyhine açılan kısmının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Rize İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Pazar Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.09.2013 gün ve E:2012/233, K:2013/295 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ DAVACILAR FİRDEVS BEKAR, UYGAR BEKAR, CANER BEKAR, NAZIM BEKAR, SEVİLAY BEKAR VEKİLİ TARAFINDAN, DAVALI RİZE İL ÖZEL İDARE MÜDÜRLÜĞÜ ALEYHİNE AÇILAN KISMININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı İl Özel İdaresinin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

5302 sayılı İl Özel İdaresinin Kanununun İl Özel İdarelerinin görev ve sorumluluklarına ilişkin 6/B maddesinde "imar , yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre , acil yardım vs. ilişkin hizmetleri Belediye sınırları dışında yapmakla" görev ve yetkili olduğu öngörülmüştür.

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda İl Özel İdaresinin yetki ve sorumluluk sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onanmının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür..." hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

Nitekim yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nm 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

21-ESAS NO : 2014/703

KARAR NO : 2014/761

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacıya ait ve ruhsatsız olduğu iddia edilen yapıların, imar planında okul alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı meydana gelen enkaz bedelinin tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.H.

Vekili : Av. O.H.

Davalı : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. İ.G.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacının yapı maliki olarak Altındağ Belediyesi İmar Müdürlüğü’ne başvurarak yapının tescilini sağladığını; Altındağ Belediyesi’nin yeni bir imar planı hazırlaması sonucu davacıya ait taşınmazın yeni planda sosyal kültürel tesis alanı üzerinde kalması nedeniyle başka bir arsa payı gösterildiği; taşınmazın olduğu mahallede kentsel dönüşüm projesi adı altında Altındağ Belediyesi tarafından yeniden imar planı hazırlanarak çevredeki gayrimenkul sahiplerine söz konusu yerin okul alanında kaldığından bahisle yıkım kararı çıkarıldığı ve 7 gün içerisinde yıkımın gerçekleşeceği bildirildiği halde davacıya böyle bir bildirim yapılmadan davacıya ait taşınmazın yıkıldığını; yıkım nedeniyle davacıya herhangi bir ödeme yapılmamasının hukuka aykırı olduğunu belirterek; Hasköy-G.evler Mahallesi 125/3 Sokak No:… numaralı gayrimenkul için ödenmeyen enkaz bedeli olarak şimdilik 3.500,00TL faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalı Altındağ Belediyesi vekili, cevap dilekçesinde özetle; dava konusu bedeli talep edilen gecekondunun imar planı kapsamında okul alanında kaldığı, gecekondu ile ilgili tüm davaların idare mahkemesinde çözümlenmesi gerektiği kuralından hareketle davanın esasına girilmeden davanın görev yönünden reddedilmesi gerektiği belirtilerek, görev itirazında bulunmuştur.

ANKARA 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 15.01.2013 gün ve E:2012/97 sayılı kararı ile davalının yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; “…Olayda, uyuşmazlığın, davacıya ait ruhsatsız yapı ve eklentinin, imar planında okul alanında kalması nedeniyle yıktırılmasından dolayı enkaz bedeli ödenip ödenmeyeceğine ilişkin bulunması nedeniyle, davanın, ruhsatsız yapıların bir idari işlem olan imar planına dayanılarak yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunduğunun kabulü gerekmekte olup, bu kapsamda davanın, imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Bu durumda; imar uygulaması sonucunda idarenin eylemi nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir…” gerekçesiyle 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Ankara İli, Altındağ İlçesi, G.evler Mahallesi, 125/3 Sokak No: 40 adresinde bulunan davacıya ait yapı ve eklentilerin davalı idarece taşınmazın imar planında okul alanında kalması nedeniyle yıktırılması sonucunda enkaz bedeli olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 3.500.00TL nin faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; Ankara İli, Altındağ İlçesi, Solfasol Mahallesi 1677 ada 87 parselde hissedar olan davacı Tahir Hazer’in 350/34898 m² hissesi için 1993 yılında yapılan imar uygulaması sonucu 102 m² si DOP olarak kesilerek 248m² si 21027 ada 5 parsele şuyulandırıldığı; 2003 yılında yapılan şuyulandırma ile de 21207 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki hissesinin 23308 ada 1 parsel ile 23346 ada 1 parsele gittiği, davacıya ait yıkılan bina ve eklentilerin ise imar planında okul alanında bulunan 23308 ada 2 parsel üzerinde kaldığı anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Olayda, davacıya ait ruhsatsız yapının imar planında okul alanında kalması ve imar planının uygulanmasına başlanılması nedeniyle yıktırılmasından dolayı enkaz bedelinin tahsili istemiyle dava açıldığı; buna göre, kamu mevzuatı hükümleri çerçevesinde ve kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan uygulama işlemleri sonucunda davacıya ait yapı için bir bedel ödenip ödenmeyeceğine, uğranıldığı veya uğranılacağı ileri sürülen zararların giderilip giderilmeyeceğine, dolayısıyla bir idari işlem olan imar planına dayanılarak ruhsatsız yapının yıktırılmasından doğan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.01.2013 gün ve E:2012/97 sayılı reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.01.2013 gün ve E:2012/97 sayılı reddine ilişkin KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

22-ESAS NO : 2014/712

KARAR NO : 2014/768

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacı ile davalı Belediye arasında Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde imzalanan arsa karşılığı kat yapımı sözleşmesinde; arsa üzerinde bulunan gecekonduya takdir edilen bedelin, 5216 ve 5395 sayılı Belediyeler Kanununa dayanılarak çıkarılan Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı Uygulama Esaslarına İlişkin kararına aykırı olarak eksik kıymet biçildiği ve takdir edilen bedelin tamamının ödenmemesi nedeniyle, eksik tesis bedelinin ödenmesi istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.E.

Vekili : Av. E.Y.

Davalı : Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. L.D.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı ile davalı Belediye arasında 17.01.2013 tarihinde Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde davacıya ait Ankara İli Mamak ilçesi Altıağaç Mahallesi 37359 ada, 1 parsel üzerinde bulunan H.Gazi Mah. 200 Sk. No:…. ve ….. Mamak/ANKARA adresinde kain meskene ilişkin olarak 57.580,00 TL tesis bedelinin davalı idarece takdir edildiğini, bunun 5.758,00 TL’lik kısmının ödeneceği taahhüt edilerek, davalı idare ile arsa karşılığı kat yapımı sözleşmesi yapılmak suretiyle taşınmazın davalıya devredildiğini, 5216 ve 5395 sayılı Belediyeler Kanununa dayanılarak yapılan 5104 sayılı Kentsel Dönüşüm Projesi ve Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin Yeni Mamak Ketsel Dönüşüm Gelişim Proje Alanı Uygulama Esaslarına ilişkin 26.10.2009 tarih ve 2432 sayılı karar numarasının 1/n maddesinde “tesis ve müştemilata Bayındırlık Bakanlığınca her yıl yayımlanan birim fiyatlar üzerinden kıymet takdir komisyonlarınca bedel takdir edileceğinin ve bunun tamamının ödeneceğinin” belirtildiğini, ancak davalı idarenin hakkaniyete ve kanuna aykırı olarak enkaz bedelini ödemeyi taahhüt ettiğini, bu değerin bakanlığının her yıl yayımladığı tebliğden aşağı olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, tesis bedelinden bakiye kalan şimdilik 100,00 TL nin yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi: 18.02.2014 gün ve E:2013/294 sayı ile özetle; davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı: “…5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; "Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacıya ait taşınmazın Ankara İli, Mamak İlçesi, Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahallerinde uygulanan Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kalması nedeniyle davalı idare ile konut sözleşmesi imzaladığı, imzalanan konut sözleşmesine göre davalı idare tarafından ödeneceği taahhüt edilen tesis bedelinin eksik ödendiğinden bahisle tamamının yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle davanın açıldığı ve davalı idarenin 10.09.2013 tarih, 2031305999 sayılı işlemi ile davacının sözleşmeye aykırı hareket ederek yükümlülüklerini ihlal ettiğinden bahisle tek taraflı olarak sözleşmenin feshedildiği anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari yargılama Usulü kanununun 2/1. Maddesinde, İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları, İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır.

Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Bu bilgiler karşısında; idari bir işlem olan ve uygulanması ile ilgili uyuşmazlıkların İdari yargının görevinde olduğu açık olan Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında kalan davacıya ait taşınmaz için idari sözleşme niteliğinde olan davalı idare ile davacı arasında düzenlenen konut sözleşmesinin uygulanmasından kaynaklanan davanın yukarıda anılan Yasa hükmü gereğince İdari Yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.” gerekçesiyle 2247 Sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davacı ile davalı Belediye arasında Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde imzalanan arsa karşılığı kat yapımı sözleşmesinde; arsa üzerinde bulunan gecekonduya takdir edilen bedelin, 5216 ve 5395 sayılı Belediyeler Kanununa dayanılarak çıkarılan Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı Uygulama Esaslarına İlişkin 26.10.2009 tarih 2432 sayılı kararına aykırı olarak eksik kıymet biçildiği ve takdir edilen bedelin tamamının ödenmemesi nedeniyle, eksik tesis bedelinin ödenmesi istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik: 17/6/2010–5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile)

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; Mamak Belediyesi, Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün yazı ve eklerinden; davacı Aydın Erkan’a ait Ankara İli Mamak ilçesi Altıağaç Mahallesi 37359 ada, 1 parselin Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi mahallelerinin Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kaldığı, Belediye ile TOKİ arasında 14.08.2012 tarihinde imzalanan protokol çerçevesinde 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu,5393 sayılı Belediye Kanunu ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu ile 3194 sayılı İmar Kanunun hükümleri çerçevesinde Belediye Meclisinin kararı ile uygulama yönetmeliğinin hazırlandığı, 04.09.2012 tarihinde Belediye Encümeninin aldığı kararın ardından Kaymakamlıkça da bu kararın onaylandığı, Belediye ile TOKİ arasında imzalanan protokol gereği Toplu Konut İdaresince bahse konu alanın 775 sayılı Gecekondu önleme bölgesi ilan edildiği, Kentsel Yenileme ve Gecekondu dönüşüm alanı olarak ilan edilen alanda bulunan hak sahibi A.E.ile sözleşme imzalandığı ve davacı tarafından dava açılması nedeniyle sözleşmenin feshedildiğinin davacıya bildirildiği anlaşılmıştır.

Davacı vekili tarafından,müvekkilinin taşınmazının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kaldığı, idarece taşınmaz üzerinde bulunan meskene takdir edilen tesis bedelinin eksik hesaplandığı iddia edilerek alacak davası açıldığı; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, 2981 sayılı Yasa ve Kentsel Dönüşüm ve Gelişim alanlarına ilişkin mevzuat hükümleri uyarınca çözümlenmesi gerekçesiyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı görülmüştür.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu durumda;davalıdan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, Mamak Belediye Meclisince Uygulama Yönetmeliğinin hazırlandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, bölgede kamulaştırma yapılabilmesi amacıyla Mamak Belediye Encümeni kararı ile kamu yararı kararı alınarak Kaymakamlıkça onaylandığı, davacı ile arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesi imzalandığı, sözleşme gereği davacının yapısı için hesaplanan enkaz bedelinin davacıya tahsis edilen konuta isabet eden paya karşılık gelen miktardan düşüldükten sonra davacının ödemesi gereken miktarın belirlendiği, bu arada 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırılmasına karar verildiği; dava konusu uyuşmazlığın, davacının yapısına karşılık kıymet takdir komisyonu raporu ile saptanan bedelin eksik takdir edildiği ve takdir edilen bedelin de tamamının ödenmemesi nedeniyle bakiye kalan miktardan kaynaklandığı dikkate alındığında; davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 18.02.2014 gün ve E:2013/294 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

23-ESAS NO : 2014/719

KARAR NO : 2014/774

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının, Mamak Tren İstasyonu içinde banliyö trenini beklerken elektrik çarpması sonucu malul kalması ve yüksek gerilim hattından elektrik akımına maruz kalarak yaralanması nedeniyle maluliyetinin tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : R.A.adına velayeten F.C.

Vekili : Av. D.K.

Davalı : TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. N.T.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin 31.3.2010 tarihinde Mamak Tren İstasyonu içerisinde banliyö trenini beklerken elektrik çarpması sonucunda malul kaldığını, olayın meydana gelmesinde davalının kusurlu olduğunu, zira olayın meydana geldiği gece vakti istasyonda hiçbir güvenlik görevlisi, biletçi veya herhangi bir görevlinin bulunmadığını, aydınlatmanın yeterli olmadığını ve en önemlisi istasyon içerisinde geçen elektrik kablolarının açıkta olması nedeniyle kazanın meydana geldiğini ileri sürerek, maluliyet tazminatı olarak şimdilik 8.000,00 TL’nin olay tarihinden itibaren faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı TCDD vekilli savunma dilekçesinde davada idari yargı yerinin görevli olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur.

Ankara Asliye 7. Ticaret Mahkemesi: 9.11.2010 gün ve E:2010/465 sayı ile, davalı vekillinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü vekili idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresi içerisinde 12.11.2010 tarihinde dilekçe vermiştir.

Ankara Asliye 7. Ticaret Mahkemesi 1.3.2011 gününde davalı vekilinin görevle ilgili itirazları konusunda karar verilmek üzere dosyanın mahkeme heyetine tedvine karar vermiştir.

Davalı idare vekili 13.7.2011 tarihinde mahkeme kayıtlarına giren dilekçesi ile, usulü dahilinde ve yasal süreler içerisinde yargı yolu itirazında bulunulduğu nedeniyle dosyanın Danıştay Başsavcılığına gönderilmesini talep etmiştir.

Ankara Asliye 7. Ticaret Mahkemesi : 17.11.2011 gün ve E: 2010/465, K: 2011/550 sayı ile, kazanın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında meydana geldiği, davanın davalı kurumun hizmet kusuruna dayandırıldığı, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten davalı TCDD’nin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan davada, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka bir nedenle idarenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının saptanması gerektiğinden 2577 sayılı Kanunun 2/1-b maddesi kapsamında bulunan davanın çözümünün idari yargı yerinin görevine girdiğinden ve göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında mahkemece resen nazara alınması gerektiğinden, maluliyet oranının tespitine ilişkin olarak verilen ara kararından dönülerek, mahkemelerinin görevsizliğine, davanın yargı yolu bakımından reddine karar vermiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi : 21.10.2013 gün ve E: 2013/884, K: 2013/18280 sayı ile, davalı olan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünün, 233 sayılı KHK’nın 2. maddesinin 3. fıkrasına göre sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüsü olduğu, kamu iktisadi teşebbüslerinin, müesseseler, bağlı ortaklıklar 233 sayılı KHK ile saklı tutulan hususlar dışında özel hukuk hükümlerine tabi olduğu, ayrıca ticari bir faaliyet olarak işletmeciliği yürütülen Mamak Tren İstasyonunda ve TTK’nda düzenlenen taşıma hizmeti esnasında gerçekleşen hadise nedeniyle TCDD’nin sorumluluğuna ilişkin işbu davada adli yargı yerinin görevli olduğunu, bu itibarla mahkemece uyuşmazlığın esasına girilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulmasına karar vermek gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına hükmetmiştir.

ANKARA ASLİYE 7. TİCARET MAHKEMESİ : 17.4.2014 gün ve E: 2014/31 sayı ile, yerinde görülen bozma kararına uyulmasına, görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın onaylı bir örneğinin Danıştay Başsavcılığına gönderilmesini karar vermiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCILIĞI : Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir yolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün Ana Statüsünün 2. 3. ve 4. maddelerinden söz ederek, davada, tazminat isteminin karar bağlanabilmesi, anılan görevin gereği gibi yerine getirilip getirilmediğinin; hizmetin noksan yada hatalı yürütülüp yürütülmediğinin veya kamu idaresini Kamu Hukuku kurallarına göre sorumlu kılan diğer hallerin var olup olmadığının araştırılıp saptanmasını gerektirdiğinden; davanın TCDD Genel Müdürlüğüne karşı açılan ve bu idarenin Kamu Hukukuna göre olan sorumluluğunu gerektiren kısmının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevinde olduğu, bu nedenle 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının, 31.3.2010 tarihinde Mamak Tren İstasyonu içinde banliyö trenini beklerken elektrik çarpması sonucu malul kalması ve yüksek gerilim hattından elektrik akımına maruz kalarak yaralanması nedeniyle maluliyet tazminatı olarak şimdilik 8.000,00 TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsiline hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasanın 125’inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, görüm ve çözümü İdari Yargının görev alanına gren idari dava türleri arasında gösterilmiştir.

Diğer yandan, 08.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (T.C.D.D.) Ana Statüsü'nün "Amaç ve Kapsam" başlıklı 1 'inci maddesi, "Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları işletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir..." hükmünü taşımakta; "Hukuki Bünye" başlıklı 3'üncü maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan T.C.D.D. işletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir "Kamu İktisadi Kuruluşu" olduğuna ve 233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4'üncü maddesinde de, sayılan kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının "tekel" kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmekte olup; buna göre, T.C.D.D. İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır.

233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Ana Statü ile özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, işletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 31.3.2010 tarihinde Mamak Tren İstasyonu içerisinde banliyö trenini beklerken elektrik akımına kapılması sonucunda yaralandığı ve hastanede tedavi gördüğü nedeniyle yaptığı tedavi giderlerinin tazmin edilmesi istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların; Anayasa'nın 125'inci maddesinin son fıkrasında yer alan, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralı ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendindeki, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalarına idari yargı yerlerinde bakılacağı yolundaki düzenleme uyarınca, İdari Yargı'nın görevinde bulunmaktadır.

Bu bakımdan; dosyadaki uyuşmazlığın çözümünün, T.C.D.D. İşletmesinin görevinde olan kamu hizmetini yürütmek amacıyla kurmuş olduğu demiryolu hattı boyunca aldığı önlemler yönünden kusurunun ya da idarenin sorumluluğunu gerektirecek başka bir nedenin bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlı bulunduğu; bu belirleme ise, yukarıda açıklanan Anayasa ve yasa hükümleri çerçevesinde idari yargı yerlerince yapılabilecek nitelikte olduğundan; davanın görüm ve çözümü İdari Yargı'nın görev alanına girmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalılardan TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyularak reddine ilişkin Ankara Asliye 7. Ticaret Mahkemesinin 17.4.2014 günlü kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bozma kararına uyularak REDDİNE İLİŞKİN Ankara Asliye 7. Ticaret Mahkemesinin 17.4.2014 günlü KARARIN KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

24-ESAS NO : 2014/723

KARAR NO : 2014/778

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının maliki bulunduğu parsel üzerindeki mesken, eklentiler ve ağaçlarının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığından bahisle; söz konusu tesis ve ağaçlara karşılık, kamulaştırmasız el atma tazminatı ödenmesi istemiyle açtığı davanın, taşınmaza hali hazırda fiilen el atılmadığı gözetildiğinde, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.T.

Vekilleri : Av. F.T. & Av. U.T.

Davalılar : 1-Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ö.Ö.

2-Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. L.D.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin maliki bulunduğu, Ankara İli, Mamak İlçesi, Altıağaç Mh. 39791 ada 1 parselin 103/10516 m² hissesinin, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığını; müvekkilinin imar parselli arsası üzerinde, Hüseyingazi Mh. 203 Sk. No…. kapı numaralı mesken olarak kullandığı tesisi, muhtelif cins ve yaşta ağaçlarının bulunduğunu; 5393 Sayılı Belediye Kanununun 73.maddesine dayalı olarak Büyükşehir Belediyesi tarafından kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilen bölgedeki kamulaştırma ve imar işlemlerinin, Büyükşehir Belediyesi ile Mamak Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülmekte olduğunu; Belediye Encümeninin 04.09.2012 tarih ve 1564/1847 sayılı kararı ile Kaymakamlık Makamınca kamu yararı kararı alınmasına karar verildiğini ve 06.09.2012 tarih ve 2031207868 sayılı yazı ile Kaymakamlık Makamınca kamu yararı kararı alınmış olduğunu; anılan kararlar çerçevesinde kentsel dönüşüm alanına giren taşınmaz ile ilgili olarak uzlaşma ve dolayısı ile daire karşılığı sözleşme yapma niyetlerinin bulunmadığını; buna karşın aradan geçen zaman içerisinde, Kamulaştırma Yasasının 10. ve 27.maddeleri çerçevesinde bir işlem de yapılmadığını; tarafların uzlaşma sağlayamadığını, süreklilik arz eden fiili durum sebebiyle kamulaştırmasız el atmanın unsurlarının oluştuğunu; 5393 Sayılı Yasanın 73/8.fıkrasında yer alan, “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilirler” hükmü doğrultusunda müvekkilinin dava açma hakkının doğduğunu ifade ederek; fazlaya ilişkin hak ve alacakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik; Ankara İli, Mamak İlçesi Altıağaç Mh. 39791 Ada 1 parseldeki 103/10516 m² arsa vasfındaki taşınmaz, arsa üzerindeki mesken vasıflı tesis, eklentiler ve ağaçlar için 10.000,00 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline; kamulaştırma bedeli karşılığında, taşınmaz mülkiyetinin davalılara devrine karar verilmesi istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı İdarelerin vekilleri süresi içerisinde, davanın idari yargının görev alanına girdiğini öne sürerek görev itirazında bulunmuşlardır.

ANKARA 25.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 26.3.2014 gün ve E:2013/447 sayı ile; görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı İdarelerin vekillerinin süresi içinde verilen dilekçeler ile, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulmaları üzerine dilekçeler, dava dosyasının onaylı örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; aynen, “5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; "Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır.

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaIarı için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almaktadır.

2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun "İskan Sahalarının Tespiti, Kamulaştırma Ve Kadastro" başlıklı 4. maddesinde; "Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re'sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumlan tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re'sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır." hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının hissedarı olduğu taşınmazın bulunduğu yerde davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava dilekçesinde, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kalan taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve taşınmazın mülkiyetinin davalı idarelere devrinin istenildiği anlaşılmıştır.

Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 sayılı kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kalması sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

Dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesindeki taşınmaza yönelik belirlemeden, bu projede öngörülen acele kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından söz konusu proje gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizlik şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.

Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde oluşturdukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin Adli Yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, davanın, davacının hissedarı olduğu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince İdari Yargı yerinde görülmesi gerekmektedir

Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş bulunmaktadır.” demek suretiyle, davanın, davacının hissedarı olduğu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden 2247 sayılı Kanun'un 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Davalı İdarelerin vekillerinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları görev itirazlarının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunulmaları üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı ve davalı İdareler yönünden 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının maliki bulunduğu parsel üzerindeki mesken, eklentiler ve ağaçlarının, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığından bahisle; söz konusu tesis ve ağaçlara karşılık, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının faiziyle birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde;

“(Değişik: 17/6/2010-5998/1 md.)

Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile)

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak dava dosyasında bulunan Mamak Belediye Başkanlığının 16.12.2013 kayıt tarihli ek cevap dilekçesinde; Belediyelerinin sınırlarında bulunan Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi mahallelerinde, imarlaşmanın çeşitli sebeplerle gerçekleşmemesi ve mevcut yapılaşmanın sağlıklı olamaması nedeniyle Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi uygulanmasına karar verilmiş olduğu; davacının hissedarı olduğu Altıağaç Mahallesi 39791 ada 1 numaralı parselde kalan 103 m2 hisse ve Hüseyingazi Mahallesi 203. Sokak No:... Mamak/Ankara adresindeki gecekondunun da Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığı; Belediyeleri ve T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesine ilişkin olarak hazırlanan 14/08/2012 tarihli protokolün imzalandığı ve Belediye Meclisinin kararıyla Uygulama Yönetmeliği hazırlandığı; Protokol gereği bu bölgenin T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği; bu doğrultuda, anılan bölgede kamulaştırma yapılabilmesi için Belediye Encümeninin 04/09/2012 tarihli ve 1564/1847 sayılı kararıyla kamu yararı kararı alınmış olduğu, bu kararın Kaymakamlık Makamının 06/09/2012 tarihli kararıyla onaylandığı; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27nci maddesi uyarınca Bakanlar Kurulunun 11/02/2013 tarihli kararı ile anılan bölgede bulunan taşınmazların acele kamulaştırılmasına karar verilmiş olduğu, 19/03/2013 tarihli ve 28592 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığı; Kamulaştırma Kanununun 7nci ve devamı maddelerinde kadastro geçmiş ve henüz kadastrosu yapılmamış yerlerde kamulaştırılacak taşınmazın sınırlarının ve mülkiyetinin kime ait olduğunun tespitinin yapılacağına ilişkin hususların düzenlendiği; Kamulaştırmayı yapan idarenin, kamu yararı kararı verdikten ve taşınmazla sahibini tespit ettikten sonra tapu siciline şerh verilmesini taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildireceği; bildirim tarihinden itibaren tapu idaresinin, taşınmaz malın maliki değiştiği takdirde, mülkiyette veya mülkiyetten gayri ayni haklarda ortaya çıkacak değişiklikleri kamulaştırmayı yapan idareye bildirmek zorunda olduğu; konulan bu şerhin, taşınmazın tasarrufuna engel olacak nitelikte bir şerh olmadığı; Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm alanı olarak ilan edilen alanda bulunan hak sahipleri ile sözleşmeler imzalanmaya başlanıldığından şahısları uzlaşmaya davet etmek için tebligatlar gönderildiği, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm alanında kalan gecekondu sahipleri ile uzlaşma görüşmelerinin devam ettiği; dava konusu gecekondu ve taşınmazın da Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm alanında kalmakta olduğu, İdareleri ile davacı arasında uzlaşma görüşmelerinin devam ettiği; ancak, söz konusu taşınmazın mülkiyeti ve tasarruf yetkisi halen davacının uhdesinde bulunduğundan, davacının tasarruf yetkisinin kısıtlanmamış olduğu, mülkiyetle ilgili de herhangi bir kısıtlamanın söz konusu olmadığı; dava konusu taşınmaza İdarelerinin herhangi bir hukuki ya da fiili el atmasının söz konusu olmadığı savunulmuştur.

Anılan Belediye Başkanlığının dilekçesine karşı, Davacı vekili tarafından, Mahkemeye ibraz edilen 31.12.2013 tarihli dilekçede; dava dilekçelerinde, anlaşma yapan hak sahiplerinin gecekondularının yıkılması, yollarda hafriyat başlaması, mahalledeki Harman Yolu İlköğretim Okulu, marketler ve kahvehanelerin kapatılmasının fiili el atma olduğunu; Dikmen Vadisi projesi sebebi ile ortaya çıkan içtihatlar doğrultusunda, mahallede yaşam olanağının ortadan kalkmış olmasının fiili el atma sayıldığının açık olduğu; nitekim yaşam koşullarının ortadan kalkması sebebi ile müvekkilinin, evinde yaşayamaz hale geldiğini; 19.03.2013 tarih ve 28592 Sayılı Resmi Gazetede ilan edilen acele kamulaştırma kararına rağmen, anlaşma yapmaya zorlamak için davalı tarafça acele kamulaştırma kararı doğrultusunda bir işlem yapılmadığının da açık olduğunu; davalı vekilinin, fiili el atma bulunmadığına ilişkin beyanlarının yerinde olmadığını iddia etmiştir.

Davacının taşınmazına fiilen el atılıp atılmadığı yolundaki iddiaların çözüme kavuşturulması amacıyla Mahkemesinden, taşınmaza ilişkin olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılıp yaptırılmadığının sorulması üzerine Mahkememize gönderilen 17.6.2014 tarihli Bilirkişi Kurulu Raporunda; “(…)EL ATMA OLGUSU:

Dosyaya sunulan benzer davalara ilişkin mahkeme kararlarından; dava konusu yerlere fiilen el atılmadığından, dava konusu yerlerinin çevresindeki tüm yapı ve tesislerin bozulması nedeniyle bu yerlerin kullanılamaz hale gelmesinin hukuki el atma niteliğinde sayılması gerektiği, hukuki el atmalarda İdari yargının görevli olduğu, bu nedenle davanın görev yeri yönünden reddine karar verildiği görülmüştür.

Kadastro Teknisyeni H.K. tarafından hazırlanan raporda, Yapılan keşif, büro ve arazi çalışması neticesinde; Dava konusu olan Mamak İlçesi Altıağaç Mahallesi 39791 Ada 1 parselin içinde kalan ve davaya konu olan 203 sokak 19 nolu gecekondu özelliğindeki tek katlı yığma bina ve muhtesatların halen ikamet edildiği ve kullanıldığı, etrafındaki çoğu yapının yıkıldığı bazı gecekonduların enkazının kaldırıldığı, bazılarını ise kaldırılmadığı bazı evlerin terk edildiği bazı yolların kullanılmaz durumda olduğu ve bu bölgenin harap ve kullanılmaz durumda bulunduğu, belediye hizmetlerinin yapılamadığı ve yıkılmayan gecekondularda da çağdaş yaşam şartlarının ortadan kalktığı, çok az komşu olabilecek birkaç evin kaldığı, yakın çevresinde herhangi bir imarlı yapının bulunmadığı, tespit edildiği bildirilmiştir.

Kurulumuzca keşif sırasında davacıya ait bina ve eklerinin mevcut olduğu, halen ikamet edildiği, davacının taşınmazına fiilen el atılmadığı, taşınmazın yakın çevresinde bulunan bir çok yapının yıkıldığı, bazı yapıların enkazının kaldırıldığı, yıkımı yapılan bazı yapıların enkazının zeminde mevcut olup kaldırılmadığı, görülmüştür. Davaya konu taşınmazın yakın çevresinde yeni yapılaşma (bina/yapı) gözlenmemiştir.

Konut kullanımlı yıkımı yapılan bir çok yapının yanı sıra davaya konu taşınmaza çok yakın mesafede olan ve yıkılmış bulunan bir yapının Harmanyolu İ.Ö.O olduğu tespit edilmiştir.

Davaya konu taşınmaza çok yakın mesafede olan yıkımı yapıldığı gözlenen yapılardan ikisinin market, İkisinin kıraathane, birisinin kırtasiye, birisinin manifatura olduğu beyan edilmiştir.

Proje kapsamında yapılan yıkım ve düzenleme çalışmaları teknik olarak fiili çalışma olup, projenin gerçekleştirilebilmesi İçin fiili çalışmalara başlandığı yönünde değerlendirmektedir.

Ayrıca; Kurulumuzca projenin bütünü değerlendirilmiştir.

Dosyada mevcut proje alanına ilişkin belgelerden ve Mamak Belediyesinin Kurumsal Sitesinde, dava konusu taşınmazın içinde bulunduğu alan için, belediyece tasarlanmış olan Altıağaç-Hüseyingazi-Karaağaç mahallelerini kapsamına alan proje ile mevcut dokuda yer alan 1430 gecekondu yerine; 575,000 m2 proje alanlı, 5750 konut, 2 cami, 20 bin metrekare eğitim kompleksi, spor alanları, Kızılay Sosyal Hizmet Binası, 2 adet temalı kentpark, kreş, ticari alanlar, teknik alt yapı alanları, kapalı pazar alam, aile merkezi ve bilgi evi, yeşil alan, otopark, sosyal donatı alanları ( Yüzde 21 konut, yüzde 57 yeşil alan, yüzde 22 yol ve sosyal donatı alanları) planlandığı,

Altıağaç-Karağaç ve Hüseyingazi mahallelerinde uygulanan dönüşüm projesi kapsamında yıkımların ve yeni yol açma çalışmalarına hızlı bir şekilde devam ettiği,

Proje kapsamda yer alan Altıağaç-Karaağaç mahallelerinin ortak noktasına inşa edilen bilgi evi, aile merkezi ve pazar yeri inşaatının hızla tamamlanmış olduğu, beyanlarına rastlanmıştır.

Bu beyanlar doğrultusunda projenin hayata geçirilmeye başlandığı, İnşaat alanı içerisinde bulunan yapıların yıkıldığı, inşaat sahasındaki molozların temizlenmesi ve alt yapı çalışmalarının başlamış olduğu dikkate alındığında proje bütünü içerisinde proje kapsamına giren alana Fiili el atmanın mevcut olduğu, proje bütünlüğü nazara alınarak bir kısmına fiilen el atılmış okluğundan, diğer taşınmazların proje kapsamı dışında kullanımı mümkün olamayacağından, proje kapsamındaki alanın tamamına el atıldığının kabulü gerektiği yönündeki Yargıtay Kararları doğrultusunda fiilen el atıldığı görüş ve kanaatine varılmıştır.

Bu görüş ve kanaatimizin takdiri mahkemenize aittir.(…)” şeklinde; yine aynı kapsamda Mahkememize gönderilen ve Fen Bilirkişisi tarafından hazırlanan 16.4.2014 tarihli Raporda; “(…)Dava konusu olan Mamak İlçesi Altıağaç Mahallesi 39791 Ada 1 parselin içinde kalan ve davaya konu olan 203 sokak 19 nolu gecekondu özelliğindeki tek katlı yığma bina ve muhtesatların halen ikamet edildiği ve kullanıldığı, etrafındaki çoğu yapının yıkıldığı bazı gecekonduların enkazının kaldırıldığı, bazılarının ise kaldırılmadığı bazı evlerin terk edildiği bazı yolların kullanılmaz durumda olduğu ve bu bölgenin harap ve kullanılmaz durumda bulunduğu, belediye hizmetlerinin yapılamadığı ve yıkılmayan gecekondularda da çağdaş yaşam şartlarının ortadan kalktığı, çok az komşu olabilecek birkaç evin kaldığı, yakın çevresinde herhangi bir imarlı yapının bulunmadığı,

Davalı taşınmaz üzerinde bulunan Davacıya ait 19 kapı nolu yığma binanın 116.00 m2 üzerine kurulu olduğu evin Güney Batısında bulunan odunluğun ise toplam 25.00 m2 olup evin hemen önünden geçen 39791 Ada 1 nolu parselin dışında yani imar yolunda kalan alanın 17.00 m2 olduğu, geri kalan 8.00 m2 nin ise dava konusu parsel içinde kaldığı ve yine 19 kapı nolu yığma binanın hemen önünde bina sakinleri tarafından avlu olarak kullanılan beton atılmış alanın toplam 24.00 m2 geldiği yolda kalan beton alanın 3.00 m2 olduğu ve davalı taşınmaz içinde kalan beton alanın ise 21.00 m2 geldiği ve taşınmazın sokak ile arasında bulunan duvarın ise 8 metre uzunluğunda 1 metre yüksekliğinde ve 0.40 cm genişliğinde olduğu (…)

İdare tarafından yapılan imar planı ve oluşturulan olumsuz şartlar itibarı ile Davacı A.T.hissesine el atmanın kişisel kanaatimce mevcut olduğu;(…)” şeklinde değerlendirmelerin yapıldığı görülmüştür.

Somut olay ve bilirkişi raporlarının birlikte irdelenmesinden; dava konusu taşınmaz üzerinde pek çok hissedara ait çeşitli yapılar bulunduğu, bunlardan bir kısmının yıkıldığı ancak davacıya ait mesken vasıflı tesis, eklentiler ve ağaçların hali hazırda yerinde durduğu tespit edilmekle, davacının taşınmazına fiilen el atılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Davacı vekili tarafından, müvekkilinin taşınmazının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kaldığı, taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve taşınmazın mülkiyetinin davalılara devri istemiyle dava açılmış; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı görülmüştür.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu durumda; davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava konusu uyuşmazlığın da, idarelerin yetkili organlarının kamu gücünü kullanarak, res'en ve tek taraflı olarak tesis ettiği işlem/veya işlemler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarardan kaynaklandığı; davacı vekili tarafından da, bu işlemlerden doğan zararın tazmininin istenildiği gözetildiğinde; davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı İdarelerin vekillerinin görev itirazlarının Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın, tazminata ilişkin kısım yönünden kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idarelerin vekillerinin GÖREV İTİRAZLARININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.3.2014 gün ve E:2013/447 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

25-ESAS NO : 2014/728

KARAR NO : 2014/783

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacı ile davalı Belediye arasında Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde imzalanan arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesinde; Belediye kıymet takdir komisyonu raporuna göre yapı bedeli olarak takdir edilen bedelin tamamının ödenmemesi nedeniyle, davacıya ait taşınmazın değerinin sözleşme tarihi itibariyle yapı yaklaşık birim fiyatları çerçevesinde güncellenerek hesaplanmasına, tarafların sözleşmeden kaynaklı karşılıklı alacak ve borçlarının takas yoluyla mahsubu ile 14.744,72 TL bedelin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : H.D.

Vekili : Av. Ö.K.

Davalı : Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. L.D.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı ile davalı Belediye arasında Anayurt – Gülseren Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında 16.07.2013 tarihli arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesi imzalandığını, davacının iş bu sözleşme ile Ankara ili, Mamak İlçesi, Anayurt Mahallesi, 37617 ada, 7 parsel üzerinde bulunan 226,85 m² tapulu taşınmazını konut karşılığında davalıya devrettiğini, sözleşme kapsamında davalı belediye tarafından davacının taşınmazına 2.550,42 TL tesis/enkaz bedelinin ödeneceğinin bildirildiğini, sözleşme ile davacıya, kentsel yenileme ve gecekondu dönüşüm projesi kapsamında 250 m² hisse için (4+1) daire verilmesinin kararlaştırıldığını, ancak davacının davalıya devrettiği hissenin 250 m² den az olması nedeniyle; davacının eksik olan 23,15 m² hisselik miktar için davalıya 10.417,50 TL borçlandırıldığını, neticeten davacının yapısına ödenecek olan 2.550,42 TL yapı bedelinin mahsubu ile davacıya 7.867,08 TL borcun tahakkuk ettirildiğini, ancak Belediye kıymet takdir komisyonu raporuna göre yapı bedeli olarak takdir edilen miktarın tamamının davacıya ödenmesi gerektiğini, bu bedelinin tamamının değil takdir edilen yapı değerinin yaklaşık %10 luk kısmının ödendiğini belirterek, davacıya ödenmesi gereken 25.162,23 TL’den (yapı ve ağaç bedeli), davacıya tahakkuk ettirilen 10.417,50 TL borcun mahsubu ile davacıya ödenmesi gereken rakamın 14.744,73 TL olması gerektiği iddiasıyla, davacıya ait taşınmazın (yapı+kömürlük+ağaç vs) değerinin sözleşme tarihi itibariyle yaklaşık birim fiyatları çerçevesinde güncellenerek hesaplanmasına, tarafların sözleşmeden kaynaklı karşılıklı alacak ve borçlarının takas yoluyla mahsubu ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 14.744,72 TL’nin sözleşme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi: 25.03.2014 gün ve E:2013/435 sayı ile özetle davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

Danıştay Başsavcısı: “…5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı" başlıklı 73. maddesinde; Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye Büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu, Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyelerinin kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini uygulayabileceği, Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya Büyükşehir belediyelerinin yetkili olduğu, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolunun esas olduğu, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında haklarının verileceği, 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedellerinin verileceği veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabileceği, bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabileceği, enkaz ve ağaç bedellerinin arsa veya konut bedellerinden mahsup edileceği, Belediyenin, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkili olduğu; bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkilerin saklı olduğu hükümleri yer almıştır.

2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun "İskan Sahalarının Tespiti, Kamulaştırma Ve Kadastro" başlıklı 4. maddesinde; "Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; Büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için Büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re'sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumlan tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re'sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır." hükmüne yer verilmiştir.

Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler idari işlem olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanıma göre, idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları, kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri, bu projeler uyarınca tesis edilen imar uygulamaları, konut tahsisi ve satışı, kamulaştırma, arsa payı tahsisi gibi bireysel işlemler, "idari işlem" niteliği taşımaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacının paydaşı olduğu taşınmazın bulunduğu yerde davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Anayurt-Gülseren Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 25.11.2011 tarihli protokolün imzalandığı, Mamak Belediye Meclisinin 05.11.2011 günlü, 664 sayılı kararıyla Uygulama Yönetmeliğinin hazırlandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, bölgede kamulaştırma yapılabilmesi amacıyla Mamak Belediye Encümeni kararı ile kamu yararı kararı alınarak kaymakamlıkça onaylandığı, anılan düzenlemeler uyarınca 16.07.2013 tarihinde davacı ile arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesinin imzalandığı, bu sözleşme gereği davacının devrettiği hissenin verilecek olan konut alanında az olması nedeniyle eksik olan hisse miktarı için hesaplanan bedelden yapısı için hesaplanan enkaz bedeli düşütlükten sonra davacının ödemesi gereken miktarın belirlendiği, davacı tarafından yapısına karşılık kıymet takdir komisyonu raporu ile saptanan yapı bedelinin ödenmesi gerekirken enkaz bedeli ödenmesinin öngörüldüğünden bahisle yapı bedelinin ödenmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davacının, belirlenen enkaz bedelinin arttırılmasını değil, yapının bedelinin ödenmesini istemesi karşısında; uyuşmazlığın, bedel artırımı niteliğinde olmayıp, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kalan davacının taşınmazının kamulaştırılması sırasında yapının enkaz bedelinin mi maliyet bedelinin mi ödenmesi gerektiği noktasından kaynaklandığı, dolayısıyla, 2981 sayılı Yasa ve kentsel dönüşüm ve gelişim alanlarına ilişkin mevzuat hükümleri uyarınca çözümlenmesi gerektiği anlaşıldığından, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Her ne kadar, proje kapsamında davalı idare ile davacı arasında arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesi imzalanmış ve sözleşme ile davacıya ait yapının enkaz bedelinin ödeneceği yolunda anlaşma sağlanmışsa da, sözleşmenin niteliği incelendiğinde, sözleşmenin, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kalan taşınmaz üzerinde 2981 sayılı Yasa uyarınca davacının hak sahibi olduğu yapısına karşılık konut tahsisi amacıyla tesis edildiği, idarenin üstün hak ve yetkilerinin bulunduğu bir sözleşme olduğu, dolayısıyla tarafların serbest iradeleri ile anlaşmaları niteliğinde olmayıp, idari sözleşme niteliği taşıdığı anlaşıldığından, uyuşmazlığın sözleşmeye dayalı alacak davası olarak nitelendirilmesine de olanak bulunmamaktadır. Diğer taraftan, davalı idarece kamulaştırma işleminden vazgeçilerek sözleşmenin feshedildiği de belirtilmiş bulunmaktadır…” gerekçesiyle 2247 Sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davacı ile davalı Belediye arasında Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde imzalanan arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesinde; Belediye kıymet takdir komisyonu raporuna göre yapı bedeli olarak takdir edilen bedelin tamamının ödenmemesi nedeniyle, davacıya ait taşınmazın değerinin sözleşme tarihi itibariyle yapı yaklaşık birim fiyatları çerçevesinde güncellenerek hesaplanmasına, tarafların sözleşmeden kaynaklı karşılıklı alacak ve borçlarının takas yoluyla mahsubu ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 14.744,72 TL bedelin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik: 17/6/2010–5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile)

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; Mamak Belediyesi, Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün yazı ve eklerinden; 37617 ada 7 parselin Ankara İli, Mamak İlçesi, Ayayurt ve Gülseren mahallelerinin Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığı, Belediye ile TOKİ arasında 10.08.2010 tarihinde imzalanan protokol çerçevesinde 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu ile 3194 sayılı İmar Kanunun hükümleri çerçevesinde Belediye Meclisinin kararı ile uygulama yönetmeliğinin hazırlandığı, 29.11.2011 tarihinde Belediye Encümeninin aldığı kamu yararı kararının ardından Kaymakamlıkça da bu kararın onaylandığı, Belediye ile TOKİ arasında imzalanan protokol gereği Toplu Konut İdaresince bahse konu alanın 775 sayılı Gecekondu önleme bölgesi ilan edildiği, Kentsel Yenileme ve Gecekondu dönüşüm alanı olarak ilan edilen alanda bulunan hak sahibi H.D. ile sözleşme imzalandığı ve davacı tarafından dava açılması nedeniyle sözleşmenin feshedildiğinin davacıya bildirildiği anlaşılmıştır.

Davacı vekili tarafından,müvekkilinin taşınmazının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kaldığı, idarece taşınmaza takdir edilen tesis bedelinin davacıya eksik ödendiği iddia edilerek alacak davası açıldığı; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, 2981 sayılı Yasa ve Kentsel Dönüşüm ve Gelişim alanlarına ilişkin mevzuat hükümleri uyarınca çözümlenmesi gerekçesiyle olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı görülmüştür.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu durumda; davalı Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Ankara İli, Mamak İlçesi, Anayurt ve Gülseren Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 10.08.2010 tarihli protokolün imzalandığı, Mamak Belediye Meclisince Uygulama Yönetmeliğinin hazırlandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, bölgede kamulaştırma yapılabilmesi amacıyla Mamak Belediye Encümeni kararı ile kamu yararı kararı alınarak Kaymakamlıkça onaylandığı, davacı ile arsa ve tesis karşılığı konut sözleşmesi imzalandığı, sözleşme gereği davacının yapısı için hesaplanan enkaz bedelinin davacıya tahsis edilen konuta isabet eden paya karşılık gelen miktardan düşüldükten sonra davacının ödemesi gereken miktarın belirlendiği, bu arada 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırılmasına karar verildiği; dava konusu uyuşmazlığın, davacının yapısına karşılık kıymet takdir komisyonu raporu ile saptanan bedelin eksik takdir edildiği ve takdir edilen bedelin de tamamının ödenmemesi nedeniyle bakiye kalan miktardan kaynaklandığı dikkate alındığında; davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 25.03.2014 gün ve E:2013/435 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

26-ESAS NO : 2014/731

KARAR NO : 2014/786

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının maliki bulunduğu parsel üzerindeki mesken ve ağaçlarının, Mamak Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığından bahisle; söz konusu tesis ve ağaçlara karşılık, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının faiziyle birlikte tahsili istemiyle açtığı davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : İ.P.

Vekili : Av. U.T.

Davalılar : 1-Ankara Büyükşehir Belediyesi

Vekili : Av. U.E.

2-Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ç.E.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacının maliki bulunduğu, Ankara İli, Mamak İlçesi, 2. Bölge Altıağaç Mahallesi, 37358 ada 9 parselin 283/1656 hissesinin Mamak- Altıağaç-Hüseyingazi Mahalleleri Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi kapsamında kaldığını, davacının arsası üzerinde muhtelif cins ve yaşta ağaçlarının bulunduğunu; 06.09.2012 tarihinde Belediye Encümeninin kararı ile Kaymakamlıkça kamu yararı kararı alınarak, bölgenin acele kamulaştırma kapsamına alındığını; ancak aradan geçen zamana rağmen anlaşma yapmayan hak sahipleri ile ilgili olarak Kamulaştırma Yasası’nın 10. ve 27. Maddeleri çerçevesinde bir işlem yapılmadığını; kentsel dönüşüm alanına giren davacının taşınmazı ile ilgili olarak uzlaşma ve dolayısıyla daire karşılığı sözleşme yapma niyetleri olmadığını; bu durumda 5393 sayılı Yasa’nın 73. maddesinin 8. fıkrasına göre davacının kamulaştırmasız el atma nedeniyle dava açma hakkı doğduğunu belirterek; davacının hissedar olduğu 37358 ada 9 parseldeki taşınmaz ve arsa üzerindeki ağaçlar için 10.000.00 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin haklarının da saklı tutularak kamulaştırma bedeli karşılığında taşınmazın davalılara devri istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalılar vekilleri süresi içerisinde görev itirazında bulunmuşlardır.

Davacı vekili cevap dilekçeleri ve bilirkişi raporlarına itirazını içerir 06.02.2014 tarihli dilekçesinde; dava konusu taşınmaza fiili el atmanın olmadığı iddiasının doğru olmadığını, acele el koyma kararından çok önce kamu yararı alındığını; hak sahipleri ile anlaşmaların 2012 tarihinde imzalanmaya başlanması ile anlaşma yapılanların evlerinin yıkıldığını; böylece anlaşma yapmak istemeyen hak sahiplerinin yaşam koşullarının 2012 tarihinde itibaren ağırlaştığından fiili el atma koşullarının oluştuğunu açıklamıştır.

ANKARA 8. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 19.03.2014 gün ve 2013/519 esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “… 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı" başlıklı 73. maddesinde; ‘’Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır.

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacıya ait taşınmazın bulunduğu yerde davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava dilekçesinde, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kalan taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve taşınmazın mülkiyetinin davalıya devrinin istenildiği anlaşılmıştır.

Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 sayılı kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesindeki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

Dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da sonuçlar, bir idari işlem olan Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesindeki taşınmaza yönelik belirlemeden, bu projede öngörülen acele kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından söz konusu proje gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizlik şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.

Bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde oluşturdukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resim Gazete’de yayımlanan 6487 sayılı Kanun’un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6’ncı maddesinde değişiklik yapan 21’inci maddesinde “ Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir” hükmüne yer verilmek suretiyle “ hukuki el atma” olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünün İdari yargı yerinin görevli olduğu öngörülmüş bulunmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı ve anılan davalı İdare yönünden 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının taşınmazına, imar planında “Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi" alanında kaldığı, dava konusu taşınmaza ilişkin yürütülen kamulaştırma işlemleri sırasında davacı ile davalı idarenin uzlaşamadıkları, dava konusu taşınmaza bu şekilde kamulaştırmasız el atıldığı ve davacının bu nedenle zarar gördüğü belirtilmek sureti ile taşınmaz ve üzerindeki ağaçların bedeli olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesi istemiyle açılmıştır.

03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun “Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı” başlıklı 73. maddesinde; “(Değişik: 17/6/2010–5998/1 md.) Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilecek alanın; üzerinde yapı olan veya olmayan imarlı veya imarsız alanlar olması, yapı yükseklik ve yoğunluğunun belirlenmesi, alanın büyüklüğünün en az 5 en çok 500 hektar arasında olması, etaplar halinde yapılabilmesi hususlarının takdiri münhasıran belediye meclisinin yetkisindedir. Toplamı 5 hektardan az olmamak kaydı ile proje alanı ile ilişkili birden fazla yer tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenebilir.

Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir.

Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında bulunan gayrimenkul sahipleri ve belediye tarafından açılacak davalar, mahkemelerde öncelikle görüşülür ve karara bağlanır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller harca esas değer üzerinden belediyelere devredilir. Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yıkılarak yeniden yapılacak münferit yapılarda ilgili vergi, resim ve harçların dörtte biri alınır.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarındaki gayrimenkul sahipleri ve 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna istinaden, hak sahibi olmuş kimselerle anlaşmaları halinde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanında hakları verilir. 2981 sayılı Kanun kapsamına girmeyen gecekondu sahiplerine enkaz ve ağaç bedelleri verilir veya belediye imkanları ölçüsünde kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı dışında arsa veya konut satışı yapılabilir. Bu kapsamda bulunanlara Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile işbirliği yapılmak suretiyle konut satışı da yapılabilir. Enkaz ve ağaç bedelleri arsa veya konut bedellerinden mahsup edilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamı belediyeler tarafından yapılır veya yaptırılır. Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18 inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında yapılacak alt yapı ve rekreasyon harcamaları, proje ortak gideri sayılır. Belediyelere ait inşaatların proje ortak giderleri belediyeler tarafından karşılanır. Kendilerine ayrı ada veya parsel tahsis edilen gayrimenkul sahipleri ile kamulaştırma dışı kalan gayrimenkul sahipleri, sahip oldukları inşaatın toplam metrekaresi oranında proje ortak giderlerine katılmak zorundadır. Proje ortak gideri ödenmeden inşaat ruhsatı, yapılan binalara yapı kullanma izni verilemez; su, doğalgaz ve elektrik bağlanamaz.

Dönüşüm alanı sınırı kesinleştiği tarihte, bu sınırlar içindeki gayrimenkullerin tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere tapu sicil müdürlüğüne, paftasında gösterilmek üzere kadastro müdürlüğüne bildirilir. Söz konusu gayrimenkullerin kaydında meydana gelen değişiklikler belediyeye bildirilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde; ifraz, tevhit, sınırlı ayni hak tesisi ve terkini, cins değişikliği ve yapı ruhsatı verilmesine ilişkin işlemler belediyenin izni ile yapılır. (İptal ikinci , üçüncü, dördüncü cümleler: Anayasa Mahkemesi’nin 18/10/2012 tarihli ve E.: 2010/82, K.:2012/159 sayılı Kararı ile)

Belediye, kentsel dönüşüm ve gelişim projelerini gerçekleştirmek amacıyla; imar uygulaması yapmaya, imar uygulaması yapılan alanlardaki taşınmazların değerlerini tespit etmeye ve bu değer üzerinden hak sahiplerine dağıtım yapmaya veya hasılat paylaşımını esas alan uygulamalar yapmaya yetkilidir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır.

(Ek fıkra: 16/5/2012-6306/17 md.) Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.

Kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamındaki işler, kamu idareleriyle 75 inci madde çerçevesinde ortak hizmet projeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Bu Kanunun konusu ile ilgili hususlarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresine 2985 sayılı Kanun ve diğer kanunlarla verilen yetkiler saklıdır.” hükmü yer almış; bu Kanunun işaret ettiği 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun " İskan sahalarının tespiti, kamulaştırma ve kadastro " başlıklı 4. maddesinde; " (Değişik: 5/5/2004 – 5162/2 md.)

(Değişik birinci fıkra: 24/7/2008-5793/7 md.) Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re’sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm işlemler Başkanlık tarafından re’sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.

Başkanlık kanundaki görevleri çerçevesinde gerçek ve tüzel kişilere ait arazi ve arsaları ve bunların içerisinde veya üzerinde bulunan her türlü eklenti ve yapıları kamulaştırmaya yetkilidir. Başkanlık tarafından yapılacak kamulaştırmalar, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Dosya kapsamında yapılan incelemede; Mamak Belediyesi, Emlak ve İstimlak Müdürlüğü’nün 23.01.2014 gün ve 55765385/06 sayılı yazı ve eklerinden; davacının hissedar olduğu 37358 ada 9 parselin Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Mahallelerinin Kentsel Yenileme alanında kaldığı, Belediye ile TOKİ arasında 14.08.2012 tarihinde imzalanan protokol çerçevesinde 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu,5393 sayılı Belediye Kanunu ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun ile 3194 sayılı İmar Kanunun hükümleri çerçevesinde Belediye Meclisinin kararı ile uygulama yönetmeliğinin hazırlandığını, 04.09.2012 tarihinde Belediye Encümeninin aldığı kararın ardından 06.09.2012 tarihinde Kaymakamlıkça kamu yararı kararı alındığı, Belediye ile TOKİ arasında imzalanan protokol gereği Toplu Konut İdaresince bahse konu alanın 775 sayılı Gecekondu önleme bölgesi ilan edildiği, Kentsel Yenileme ve Gecekondu dönüşüm alanı olarak ilan edilen alanda bulunan hak sahibi İ.P. ile Mamak Belediyesi uzlaşma komisyonunda uzlaşma sağlanılıp sözleşme imzalanmadığından tapuda kayıtlı hisse ile ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı gibi el atmanın da söz konusu olmadığı bildirilmiş; mahallinde 28.11.2013 tarihinde yapılan keşif sonrasında verilen bilirkişi raporlarında da taşınmaza fiilen el atılmadığının belirlendiği anlaşılmıştır.

Davacı vekili tarafından, müvekkilinin taşınmazının, Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi alanında kaldığı, taşınmaza kamulaştırılmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi ve taşınmazın mülkiyetinin davalılara devri istemiyle dava açılmış; Danıştay Başsavcısı tarafından, davanın, davacıya ait taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle 10.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı görülmüştür.

İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi, bakım ve onarımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anayasanın 125'inci maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu durumda; davalılardan Mamak Belediyesi ile Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı arasında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde "Altıağaç-Karaağaç-Hüseyingazi Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projesi"ne ilişkin olarak hazırlanan 14.08.2012 tarihli protokolün imzalandığı, protokol gereği anılan bölgenin Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 775 sayılı Kanun uyarınca Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edildiği, 19.3.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla proje alanında kalan taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildiği, anılan protokol gereği kamulaştırma işlemlerinin davalı Mamak Belediyesince yürütüldüğü, dava konusu taşınmazın söz konusu proje kapsamında kaldığı ve kamulaştırma işlemlerinin devam ettiği; dava konusu uyuşmazlığın da, idarelerin yetkili organlarının kamu gücünü kullanarak, res'en ve tek taraflı olarak tesis ettiği işlem/veya işlemler nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarardan kaynaklandığı; davacı vekili tarafından da, bu işlemlerden doğan zararın tazmininin istenildiği gözetildiğinde; davanın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın, taşınmaz ve ağaçların bedellerinin tazminat olarak ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden başvurusunun kabulü ile davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.03.2014 gün ve E:2013/519 sayılı kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın davanın, taşınmaz ve ağaçların bedellerinin tazminat olarak ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalılardan Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19.03.2014 gün ve E:2013/519 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

27-ESAS NO : 2014/732

KARAR NO : 2014/787

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacı tarafından, dava dışı ilk maliğe 2981 sayılı Yasa kapsamında verilen tapu tahsis belgesinin sağladığı haklara dayalı olarak, dava konusu taşınmazdan düzenleme ortaklık payı düşüldükten sonra kalan kısmının kendi adına tescili istemi ile açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : İ.D.

Vekili : Av. M.Ş.

Davalı : Maliye Hazinesine İzafeten İstanbul Muhakemat Müdürlüğü

Vekili : Av. S.B.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; mülkiyeti halen davalı adına kayıtlı bulunan Kağıthane ilçesi, Seyrantepe mahallesi, eski:Cesur sokak, yeni:Gönen sokak no:… adresinde bulunan ve tapunun eski: 20 pafta, 2301 parsel, yeni:E-121 pafta, 7637 ada, 31 parsel sayılı arsanın 243,24 m² lik kısmının 2805 ve 2981 sayılı yasa hükümleri uyarınca müvekkili bayii N.M.’ya tahsis edilmiş olduğunu, 11.11.1985 tarih ve 2/6753 numaralı tapu tahsis belgesi tanzim edilmiş olduğunu, dava konusu arsa üzerinde tahsis sahibi tarafından inşa edilmiş ve 2981 sayılı yasanın 8.maddesi uyarınca tespit ve değerlendirme işlemi yapılmış olan yapı bulunduğunu, tahsis sahibi N.M.’nun tapu tahsis belgesinden doğan kişisel haklarını ve yapı üzerindeki zilyetliğini Beşiktaş 5.Noterliği’nin 24.07.1987 tarih ve 26731 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi ile T.B.’a devretmiş olduğunu, T.B.’ın da devraldığı haklarını Beyoğlu 23.Noterliği’nin 12.07.1993 tarih ve 37552 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi ile müvekkili İ.D.’ya devretmiş olduğunu, taşınmazın bulunduğu mahalde ıslah imar plan çalışması yapılmış ve arsanın müstakil imar parseli olarak belirlenmiş olduğunu, 1989 yılında tasdik edilerek yürürlüğe giren ıslah imar planının halen geçerliliğini muhafaza ettiğini, taşınmazın arsa bedelinin 2981/3290 sayılı yasanın 9.maddesi hükmü gereğince tespit edildiğini fakat bu konuda idare tarafından bildirim yapılmadığı için ödenemediğini, Yargıtay kararları uyarınca tespit edilecek arsa bedelini Mahkemeler veznesine depo etmeye amade olduklarını, dava konusu taşınmazın tapusunun müvekkiline devri için kanunda belirtilmiş olan tüm şartların yerine getirilmiş olduğunu, buna rağmen davalı idarenin taşınmazın tapusunu uzun yıllardır müvekkile devretmekten imtina ettiğini belirterek; yasa hükümleri uyarınca müvekkile tahsis edilmiş olan Kağıthane, Seyrantepe mahallesi eski: 20 pafta, 2301 parsel sayılı yeni: Kağıthane, Seyrantepe mahallesi 7637 ada, 31 parsel sayılı taşınmazın, halen davalı idare adına olan tapu kaydının Yargıtay içtihatları uyarınca Düzenleme Ortaklık payı belirlenerek iptaline, taşınmazın Düzenleme Ortaklık Payı kesildikten sonra kalan kısmının müvekkil adına tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilince süresi içerisinde verilen cevap dilekçesinde özetle, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi; 13.03.2014 gün ve 2012/631 Esas sayılı kararı ile, davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekili 14.03.2014 tarihli dilekçesi ile görevlilik kararının kaldırılmasını talep etmiş, İstanbul 18.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.04.2014 tarih ve 2012/631 Esas sayılı kararı ile; davalı vekilinin görevlilik kararının kaldırılması talebinin reddine, dava dosyasının onaylı bir örneğinin Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

Danıştay Başsavcısı; “2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun tespit ve değerlendirme işlemleri başlıklı 8. maddesinde tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa veya arazilerdeki inşaatına Kanunun 14.maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğu hükme bağlanmıştır. Aynı Yasanın 10. maddesinde, bu Kanun hükümlerine göre, hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların, 12. madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yerin hak sahibine tahsis edileceği ve bu tahsisin yapıldığının tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verileceği; tapu tahsis belgesinin, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapularının resen iptal edileceği; aynı Yasanın 13. Maddesinin 1. fıkrası (b) bendinde; hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edileceği; gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinden başka bir arsa veya hisse verileceği; aynı maddenin 2. fıkrasında da, bulundukları yerde korunamayan gecekondu sahiplerinden hak sahibi sıfatı taşıyanlara, bir gecekondu önleme veya ıslah bölgesinde veya yakın bölgelerde yapılmış ıslah imar planı içinde meydana gelen boş imar parsellerinin müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esasına göre verileceği hükme bağlanmış; 14. maddesinde ise bu kanun hükümlerinden yararlanamayacak olan yapılar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Anılan yasa hükümlerine göre, idarenin, hak sahibi olduğu saptanan kişilere tapu vermek, şartları taşımayanların tapularını resen iptal etmek konusundaki yetkisi idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanılmakta ve bu yolla kurulan mülkiyet de Medeni Kanun hükümleri dışında idari bir işlemin icrası niteliğini taşımaktadır.

Dava dilekçesine göre, mülkiyeti hazineye ait taşınmaz üzerinde N.M. tarafından yapılan gecekondu nedeniyle imar affı başvurusunda bulunulması üzerine tapu tahsis belgesinin düzenlendiği, izleyen süreçte gecekondunun zilyetliğinin 12.07.1993 tarihinde satış vaadi sözleşmesi ile davacıya devredildiği, arsa bedelinin idarenin bildirim yapmaması nedeniyle ödenemediği, davacı tarafından 2981 sayılı Yasa'da öngörülen koşulları sağlamasına karşın imar planı sonrasında alanda yapılan parselasyon işlemi ile gecekondunun bulunduğu yerde oluşturulan parselin tapusunun kendisine verilmediği iddiasıyla bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Davalı idare tarafından ise, imar affı başvurusunda bulunulduğu tarih itibariyle tek katlı olan gecekondunun yerine 5 katlı bina yapıldığı, tapu tahsis belgesine esas gecekondunun yıkılarak yerine yenisinin yapılması halinde hak sahibi olunamayacağı, ayrıca gecekondunun ilk malikinin başvuru sırasında "arsasının olduğu" yolunda beyanının bulunduğu, dolayısıyla gecekonduyu sonradan satın alan şahsın ilk malikin Yasa'da öngörülen hak sahipliği koşullarının sağlamaması nedeniyle de hak sahibi olmadığı ileri sürülmektedir.

Bu durumda, davacının dava açmaktaki asıl amacı, taşınmazın Medeni Kanun hükümleri uyarınca adına tescilini sağlamak değil, 2981 sayılı Yasa'da öngörülen hak sahipliği hükümleri uyarınca tapu tahsis belgesine dayalı olarak taşınmazın tescilinin gerçekleştirilmesi olduğundan, davacının talebinin 2981 sayılı Yasada öngörülen hak sahipliği esaslarına uygun olup olmadığının belirlenmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde İdari Yargı yerleri görevli bulunmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü bakımından 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, kendisine 2981 sayılı Yasa uyarınca tapu tahsis belgesi verilen dava dışı ilk malik N.M. isimli kişiden taşınmazı satın alan T.B.’ın, taşınmazı 12.07.1993 tarihinde davacı İ.D.’ya satması sonucu hak sahibi olduğunu iddia eden davacı tarafından, dava konusu taşınmazın tapu kaydının Düzenleme Ortaklık payı belirlenerek iptali ile taşınmazın Düzenleme Ortaklık Payı kesildikten sonra kalan kısmının davacı adına tesciline karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

Davacı vekilinin dava dilekçesinde, dava dışı ilk malik N.M.’ya 2981 sayılı Yasa kapsamında verilen tapu tahsis belgesinin sağladığı haklara dayalı olarak, dava konusu taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesini istediği görülmekle, uyuşmazlığın 2981 sayılı Yasa çerçevesinde incelenmesi ve değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Uyuşmazlığa konu işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasa’da öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlamıştır.

Nitekim, anılan Yasa’nın “Tapu Verme” başlıklı 3290 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin (a) bendi, “Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “Tapu Tahsis Belgesi” verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.(Ek: 18/5/1987-3366/4 md.) Ancak ıslah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir” denilmektedir.

Buna göre, Yasa’da öngörülen usul ve koşullara uygunluğu saptananlara hak sahipliği ölçütüne dayalı olarak arsa veya hisse tahsis edilmekte ve gerekli düzenlemeler tamamlandıktan sonra da, yapılmış olan tahsis esas alınarak idarece hak sahiplerine tapu verilmektedir.

2981 sayılı Yasa hükümlerine göre, idarenin hak sahiplerine "tapu vermek" ya da 10. maddesinin b bendinde belirtildiği gibi hak sahibi olmadıkları anlaşı­lanlara verilmiş olan "tapuları resen iptal etmek" şeklindeki bu yetkilerini idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan bir sonucu olarak kullanması ve ayrıca bu şekilde kurulan mülkiyet, Medeni Kanun hükümleri dışında ve özel bir kanun hükmü gereğince idari tescile dayandığı gibi tapuya yapılan tescilin de, bu idari işlemin icrası niteliğinde olması karşısında, uyuşmazlığın sözü edilen uygu­lama işlemlerinin dayanağı olan yasal düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gere­keceği açıktır.

Davacı vekili dava dilekçesinde, 2981 sayılı yasanın aradığı tüm koşulların oluştuğunu, buna karşın tapu verilmesi gerektiği halde verilmediğini belirterek, dava dışı ilk malik N.M. isimli kişiye tahsis edilen yerin tapusunun, bu kişiden taşınmazı satın alan T.B.’dan taşınmazı müvekkilinin satın alması nedeni ile, söz konusu yerin belediye adına olan tapu kaydının iptali ve davacı adına tescili amacıyla dava açtığını belirtmiştir.

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde, 2301 parselde bulunan Şişli İlçesi, Seyrantepe Mahallesi, Cesur Sokak Kapı No:… olan adresteki gecekondu için dava dışı N.M.’ya 09.06.1987 tarihinde Tapu Tahsis belgesi verildiği, N.M.’nun Beşiktaş 5. Noterliği’nin 24.07.1987 gün ve 26731 yevmiye numaralı işlemi ile bu taşınmazı T.B.isimli kişiye sattığı, T.B.’ın da Beyoğlu 23. Noterliği’nin 12.07.1993 gün ve 37552 yevmiye numaralı işlemi ile bu taşınmazı davacı İ.D.’ya sattığı, imar uygulaması sırasında bu parselin 7637 Ada 31 parsel olarak Maliye Hazinesi adına tapu kaydının oluşturulduğunu, bunun üzerine davacı, taşınmazın kendisinden satın alındığı kişilerin 2981 sayılı Yasa’dan kaynaklanan haklarına selef olduğunu belirterek, dava konusu taşınmazın tapusunun iptali ile kendi adına tesciline karar verilmesi için dava açtığı anlaşılmıştır.

İstanbul Valiliği Defterdarlık Avrupa Yakası Milli Emsal Dairesi Başkanlığı’nın 30.01.2013 gün ve 4673 sayılı yazısında; dava konusu 2301 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması neticesinde 7637 Ada 31 Parsel numarası ile 253.00 m² olarak Maliye Hazinesi adına tescil edildiğini, taşınmazın 1/1000 ölçekli ıslah imar planında konut alanında kaldığını, taşınmazın fiiliyatta tamamının İ.D.isimli kişi tarafından bodrum dört katlı betonarme bina yapılmak sureti ile konut olarak kullanıldığının tespit edildiğini, dava konusu parsele ilişkin ilk malik N.M.’nun dosyasının incelenmesinde; davacının 2805 sayılı yasa uyarınca yaptığı müracaat sırasında arsası olduğunu belirttiğini ve 2000.00 TL lik ödemenin Çeliktepe Mahallesi No: ….’de bulunan gecekondusuna münhasır olduğunun saptandığını, bu itibarla N.M.’nun 2981 sayılı Kanun’un 13/a maddesinde belirtilen koşulları taşımadığını belirterek, davanın reddi gerektiği yönünde görüş bildirdiği anlaşılmıştır. Bu itibarla ilk malik N.M.’nun biri 1987 tarihinde 2981 sayılı Yasa uyarınca Şişli İlçesi, Seyrantepe Mahallesi, Cesur Sokak Kapı No:… olan adresteki gecekonduya ilişkin ve diğeri 1983 tarihinde 2805 sayılı Yasa uyarınca Çeliktepe Mahallesi Kenan Sokak No:... adresindeki gecekonduya ilişkin olmak üzere 2 adet başvurusunun olduğu; davacının 1987 tarihinde 2981 sayılı Yasa uyarınca Şişli İlçesi, Seyrantepe Mahallesi, Cesur Sokak Kapı No:… olan adresteki gecekonduya ilişkin olarak verilen tapu tahsis belgesinde dayandığı, davacının davasının bu belgenin 2981 sayılı yasa çerçevesinde geçerli olup olmadığı incelemesini gerektirdiği anlaşılmıştır.

Bu duruma göre, davacının taşınmaz üzerindeki iddiası, gayrimenkul mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin Medeni Kanun hükümlerine değil, 2981 sayılı Yasa’da öngörülen hak sahipliği esasına dayandığı, hak sahipliğinin tespiti ve geri alınmasının idari usul ve esaslar çerçevesinde belirlendiği göz önüne alındığında, uyuşmazlığa konu işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 2981 sayılı Yasa’ya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasının görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girmektedir.

2981 sayılı Yasa gereğince verilen tapu tahsis belgesinin, davacı adına olmamakla birlikte; davacıya, taşınmazın mülkiyetini adına tescil hakkı verip vermeyeceği hususunun da yine 2981 sayılı Yasa çerçevesinde idari yargı yerinde incelenmesi gerektiği açıktır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nca yapılan başvurunun kabulü ile, davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilinin görev itirazının İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, davalı Maliye Hazinesi adına İstanbul Muhakemat Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 13.03.2014 gün ve 2012/631 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

28-ESAS NO : 2014/735

KARAR NO : 2014/790

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının taşınmazı üzerinde konulan kısıtlamanın (hukuki el atmanın) yol açtığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın imar planından kaynaklanan tazminat davaları kapsamında, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1- N.Ç., 2- T.A., 3- E.K., 4- K.S., 5- H.Ö., 6- İ.A., 7- S.A., 8- E.A., 9- N.A.(A.),

10- S.A., 11- M.A., 12- H.A., 13- A.A., 14- A.D. (A.), 15 -E.M., 16 -Ş.M.,

17-A.M., 18-A.M., 19-G.K., 20-Ş.İ., 21-R.D., 22-S.Ş., 23-H.Y.İ., 24-N.A.(İ.),

25- T.K., 26- İ.K., 27- Y.K., 28- G.D., 29- Ö.K., 30- S.K., 31- B.K., 32- M.Ş.(K.)

Vekili : Av. A.K.

Davalı : Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı

Vekili : Av. F.G.

O L A Y : Davacılar vekili, dava dilekçesinde, müvekkillerinin Ankara İli, Akyurt İlçesi, Balıkhisar Mahallesi 959 Parselde kayıtlı taşınmazın hissedar olarak malikleri olduğunu, sözkonusu taşınmazın imar planında Esenboğa 3. pist alanı olarak ayrıldığını, taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL tazminatın yasal faizi ile birlikte tahsili ve taşınmazın davalı adına tescili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekili süresi içinde verdiği dilekçede özetle, taşınmaza fiilen el atılmadığını, imar planına dayalı olarak açılan tazminat davalarının görüm ve çözüm yerinin idare mahkemeleri olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.

AKYURT ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 24.9.2013 gün ve E:2013/89 sayı ile, Mahkemelerinin görevli olduğuna, karar vermiştir.

Davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dosya Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Davanın, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı, dava dilekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku olmadığı, ancak; bu sonuç ya sonuçların genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planından kaynaklandığı, bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka bir anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı, idari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini talepleri ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 12 ve 13.maddeleri uyarınca idari yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan Yasa hükümlerinin gereği olduğu, bu bakımdan hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari yargının görev alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların, hukuki elatma olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı, dolayısıyla davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı Yasanın 2.maddesinin 1.fıkrasının b bendinde yer alan idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerektiği, nitekim, 11.6.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6487 sayılı Kanun’un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6’ncı maddesinde değişiklik yapan 21’inci maddesinde “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir.” Hükmüne yer verilmek suretiyle “hukuki el atma” olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörüldüğü, bu nedenle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede öngörülen biçimde “davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden” olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıların hissedar olduğu taşınmaza, imar planında Esenboğa 3. pist alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; işleyecek yasal faizi ile birlikte şimdilik 10.000,00 TL’nin davalı idareden tahsili, taşınmazın davalı lehine tapudan terkini istemiyle açılmıştır.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.

Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa konu parselin imar planında Esenboğa 3. pist alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile bu tür yerlerin bedelinin ödeneceğine karar verildiği, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, dosya içerisinde bulunan belgelerde davacılar vekilinin taşınmaza fiilen el atıldığına ilişkin bir iddiası yer almadığı gibi, davalı idare savunmasında da taşınmaza fiilen el atmanın olmadığının açıkça dile getirilmesi nedeniyle ve belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısım yönünden başvurusunun kabulü ile, davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısım yönünden BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.9.2013 gün ve E:2013/89 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

29-ESAS NO : 2014/743

KARAR NO : 2014/798

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının hissedarı bulunduğu dava konusu taşınmaz üzerinde 3194 sayılı Yasa çerçevesinde gerçekleştirilen imar işlemleri sırasında, davacının hissesinin yeni oluşan parsellere intikal ettirilmemesi nedeni ile uğradığı zararın, tapulu arsasının tespiti yada başka yerden kendisine hisse verilmesi suretiyle giderilmesine ilişkin davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.A.

Vekili : Av. H.B.

Davalı : Mamak Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. F.E.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde aynen; “Müvekkil A.A.Ankara İli, Çankaya İlçesi, 3. Bölge, Hüseyingazi Mahallesinde kain ve tapunun; 367 Pafta, 2127 Ada, 38 Parsel sayılı arsayı ve üzerindeki binayı 1977 yılında M.G.’dan satın almıştır. Daha Önceden Çankaya 3. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü’ne bağlı olan bu yer, İmar çalışması sonucu Mamak Belediyesi Mücavir sınırları içine girmiştir. Müvekkilim tapuda işlem yapmak için Mamak Tapu Sicil Müdürlüğü’ne ve Mamak Belediyesi İmar Müdürlüğü’ne gitmiş ve arsasının olmadığını, arsasının neden yok olduğunu öğrenmeden ve işlem yapmadan dönmek zorunda kalmıştır. Müvekkilin başvurduğu resmi merciler müvekkile gerekli ve yeterli açıklamalar yapmadan, baştan savma cevaplarla oyalamışlardır. Yaptığımız araştırmalar neticesinde müvekkilin arsasının yerinde olmadığı, buharlaşıp yok olduğu (su olmadığı halde), bu nedenle müvekkilimin mağdur olduğu mağduriyetinin giderilmesi için iş bu davayı açma zaruriyeti hasıl olmuştur.” şeklindeki gerekçesi ile müvekkilinin tapulu arsasının tespiti ile bu mümkün olmadığı takdirde aynı nitelik ve özelliklere sahip başka bir arsanın üzerine tesciline karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekili, mahkemeye verdiği 07.06.2013 tarihli cevap dilekçesinde özetle görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesi; 23.01.2014 gün ve 2013/178 Esas sayılı kararı ile davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: Konuya ilişkin kararında aynen: “Davacıya ait Ankara İli, Mamak ilçesi, Hüseyingazi Mahallesi, 2127 ada, 38 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu alanda yapılan imar uygulaması sonucunda davacıya ait tapu kaydının yok edildiği iddiasıyla arsasının tespit edilerek kendisine eşdeğer bir arsa tahsis edilmesi istemiyle açılan davada, davalı idarece davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuş ve itirazın reddi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istenilmiş olmakla gereği düşünüldü:

Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanıma göre, idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri de, idari eylem niteliği taşımaktadır.

İdari işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa hükümlerinin gereğidir.

Dolayısıyla, davanın yapılan imar uygulamasına ve bu uygulamalarda kesilen düzenleme ortaklık payına ilişkin kısmının 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden; Ankara ili, Mamak ilçesi, Hüseyingazi Mahallesi, 2127 ada, 38 parsel sayılı 241 m² yüzölçümünde olan taşınmazın bulunduğu alanda 08.05.1959 tarinde yapılan imar uygulaması sonucunda 181 m2 sinin değişik parsellerle şuyulandırıldığı, kalan 60 m² sinin ise zaiyat olarak ayrıldığı ve tapu kayıtlarından terkin edilmeyerek 2127 ada, 38 sayılı parsel olarak davacıya satıldığı, daha sonra yapılan imar uygulaması sonucunda yeni oluşturulan 6694 ada, 14 ve 6697 ada 14 parsellerle şuyulandırıldığı, uyuşmazlık konusu parselin bulunduğu alanın Hüseyin Gazi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamına alındığı, imar planında yolda kaldığı, bu alanda 3194 sayılı imar kanunun 18 ve 2981 /3290 sayılı Kanunun 10-c ve Ek:l maddeleri uyarınca onaylanan parselasyon planında 6694 ada 14 parselin 39834 ada, 12 parsel ve 6697 ada, 14 parselin ise 39837 ada, 5 sayılı parselle hisselendirildiği, yapılan bu imar çalışmaları sonucunda davacıya herhangi bir parsel tahsis edilmediği ya da oluşturulan imar parsellerinden hisse verilmediği, uyuşmazlığın yapılan imar uygulamaları sonucunda davacıya tahsis yapılmaması nedeniyle ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davada olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Mamak Belediye Başkanlığı açısından, 2247 sayılı Kanunun 10.maddesinde öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, dava konusu davacının hissedarı olduğu 2127 Ada 38 parsel sayılı taşınmazın imar uygulamaları sırasında gerçekleştirilen şuyulandırılma işlemleri esnasında tapudaki payına yer verilmemesi, bu şekilde taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kaybolması nedeni ile durumun tespit edilmesi ya da aynı nitelik ve özellikte başka bir taşınmazda kendisine hisse verilmesi istemi ile açılmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde de, “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” hükmüne,

Aynı Kanunun 716. maddesinde; “Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.

Bir taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir.

Bir taşınmazın mülkiyetinde eşler arasındaki mal rejimi dolayısıyla meydana gelen değişiklikler, eşlerden birinin istemiyle tapu kütüğüne doğrudan tescil olunur.” hükmüne,

Aynı Kanunun Tapu Sicili ile ilgili hususların gösterildiği bölüme ilişkin 997.maddesinde;Taşınmazlar üzerindeki hakları göstermek üzere tapu sicili tutulur.

Tapu sicili, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğü ile bunları tamamlayan yevmiye defteri ve belgeler ile plânlardan oluşur.

Sicilin örneği, nasıl tutulacağı ve yardımcı siciller tüzükle belirlenir.”;hükmüne,

Sorumluluk” başlıklı 1007.maddesinde; “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmüne;

Tescilin koşullarının gösterildiği 1013.maddesinde ise; “ Tescil, tasarrufa konu olan taşınmaz malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır.

Edinen kimse, kanun hükmüne, kesinleşmiş mahkeme kararına veya buna eşdeğer bir belgeye dayanıyorsa, bu beyana gerek yoktur.

Bir aynî hakkı tescilden önce kazanan kimse, gerekli belgeleri ibraz ederek tescili isteyebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Yine aynı kanunun 1027. maddesinde; “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir.

Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir.

Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzeltir.” hükmüne yer verilmiştir.

3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.

a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.

b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.

Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.

Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.

İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.

c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.

Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.

(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.

Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.

Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.

Bu fıkra hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, dosya içinde bulunan 8795 yevmiye numaralı tapu kayıt örneğinden davacının dava konusu 2127 Ada 38 Parsel sayılı taşınmazda 60 m²’ye tekabül eder şekilde hissesinin olduğu, Mamak Belediye Başkanlığı’nın Hüseyin Gazi Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında imar uygulama alanına alındığı ve bu uygulama sırasında 2127 Ada 38 Parsel sayılı taşınmazın 6694 Ada 14 ve 6697 Ada 14 Parsellere şuyulandırıldığı, 6694 Ada 14 Parselin de 39834 Ada 12, 6697 Ada 14 parselin ise 39837 Ada 5 Parsele hisselendirildiği, bu işlemler sırasında Mamak Belediye Başkanlığı tarafından Tescil Sayfalarının tanzim edildiği ve bu tescil sayfalarında davacının hissesine tekabül eder şekilde bir tescil kaydının bulunmadığı, davacının da durumu fark ederek, hissesinin tescil sayfasına işlenmesi istemi ile dava açtığı anlaşılmaktadır.

Bu noktada görev uyuşmazlığının çözümüne esas olmak üzere üzerinde durulması gereken nokta, davacının 67 Pafta, 2127 Ada, 38 Parsel sayılı arsa üzerindeki hissesinin, tapu sicilinin tutulması sırasındaki işlemler nedeni ile mi yoksa imar ve ifraz çalışmaları sırasındaki işlemler nedeni ile mi kaybolduğu hususudur. Sorun, davacının hissenin tapu sicilinde kayda geçen işlemler sırasında sicile işlenmemesinden kaynaklanıyor ise uyuşmazlığın Mahkememizin istikrar kazanan içtihatları ile de belirlendiği üzere 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında adli yargıda görülmesi gerekecektir. Sorun, davalı idarenin gerçekleştirdiği imar ve ifraz işlemleri sırasında davacının hissesinin kayda alınmamış olmasından kaynaklanıyor ise uyuşmazlığın yine Mahkememizin istikrar kazanan içtihatları ile belirlendiği üzere 3194 sayılı Kanun ve 2577 sayılı Kanun’un 2/1 maddesi kapmasında idari yargıda görülmesi gerekecektir.

Bu nedenle ilgili durumun belirlenmesi için konu ile ilgili olarak Tapu Sicil Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak, dava konusu taşınmaz ile ilgili yapılan işlemler ve bunların dayanak belgeleri istenmiş; Mahkememize gönderilen 13.06.2014 gün ve 3744 sayılı yazı cevabında aynen “İlgi sayılı yazınızda belirtmiş olduğunuz 2127 ada 38 parsel sayılı taşınmaz imar sonrası 6694 ada 14 parsel ve 6697 ada 14 parsellere şuyulandırıldığı, 6694 ada 14 parselin 39834 ada 12 parsel, 6697 ada 14 parselin ise 38837 ada 5 parsel sayılı taşınmazlara şuyulandırıldığını gösterir imar cetveli fotokopisi ile tapu kütüğü fotokopileri yazımız ekinde sunulmuştur. Anılan taşınmazlarda yapılan inceleme sonucunda A.A.'a ait hisseye rastlanılmamıştır.” denilmek sureti ile, tapu kaydındaki işlemin imar çalışmaları sırasında oluşturulan imar cetvelindeki listelere göre oluşturulduğu belirtilmiş ve yazı ekine bu imar cetvelleri eklendiği görülmüştür.

Görüldüğü üzere dava konusu olayda, davalı Mamak Belediye Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen imar uygulaması sırasında davacının adına kayıtlı 2127 Ada 38 parseldeki hissesinin Mamak Belediye Başkanlığı tarafından oluşturulan tescil sayfasına geçirilmemesi nedeni ile tapu kayıtlarına bahsi geçen hissenin işlememesi nedeni ile söz konusu yanlışlığın düzeltilmesi istemi ile açılmıştır. Söz konusu yanlışlığa konu işlemlerin temelinde Mamak Belediye Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen imar uygulamaları ve şuyulandırma işlemleri sırasındaki yanlışlıklar yer almaktadır. Bu itibarla dava dosyasının 4721 sayılı TMK’nun tapu kaydının tutulmasında Devletin Sorumluluğunu düzenleyen ilgili maddeleri değil, 3194 sayılı Yasa’nın uygulanmasından kaynaklanan idarenin sorumluluğuna ilişkin maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde de; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları dava muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır.

Sonuç olarak; idarenin gerçekleştirildiği imar uygulaması ve şuyulandırma işlemleri sırasında gerekli ve yeterli özenin gösterilmemesinden dolayı davacının tapudaki hissesinin şuyulandırılan taşınmazlarda yer almaması nedeni ile bu durumun tespit edilmesi ya da davacıya hissesi oranında başka taşınmazdan hisse verilmesine ilişkin olan davanın, söz konusu işlemin idarenin tek yanlı ve kamu gücünü kullanarak gerçekleştirmiş olduğu bir işlem olması karşısında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Ayrıca her ne kadar davacı vekili talep dilekçesinde, müvekkilinin tescil kaydında görülmeyen hissesinin tespitine ya da müvekkiline aynı oranda başka taşınmazdan hisse tesciline karar verilmesini talep ettiği, tescil ve tespit istemlerinin idari yargıda değerlendirilmesinin mümkün olmadığı düşünülebilirse de, söz konusu uyuşmazlığın temelinde Mamak Belediye Başkanlığı’nın yanlış şuyulandırma işlemlerinin yer aldığı, söz konusu işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenmesi ve hukuka aykırı bulunması halinde iptaline karar verilmesi görevinin idari yargıya ait olduğu, işlemlerin hukuka aykırı olduğunun tespiti halinde eski hale gelecek tescil kayıtları ile davacının talebinin zaten karşılanmış olacağı hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacının isteminin gerçek anlamda tescile ilişkin olmayıp, hak kaybına neden olan yanlışlığın düzeltilmesi istemi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve bu itibarla davanın idari yargının görev alanına girdiği kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Mamak Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.01.2014 gün ve 2013/178 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

30-ESAS NO : 2014/745

KARAR NO : 2014/800

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.T.

Vekili : Av. A.K.

Davalı : Türk Telekom A.Ş.

Vekili : Av. G.Ç.

O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 12.5.2006 tarihinde kamu kurumu emrine atanmıştır.

Davacı 13.8.2010 tarihli dilekçesiyle, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği zımnen reddedilmiştir.

Davacı vekili; davalı idare işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

Hatay İdare Mahkemesi: 31.3.2011 gün ve E:2010/1516, K:2011/501 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekom A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Danıştay 5. Daire Başkanlığı: 28.3.2012 gün ve E:2011/8231, K:2012/1593 sayı ile, imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmakta olduğu aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle davacının temyiz isteminin kabulüyle Hatay İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiş, davalı idare vekilince kararın düzeltilmesi isteminde bulunulmuştur.

Danıştay 5.Dairesi 30.1.2013 gün ve E:2012/11209, K:2013/565 sayı ile, kararın düzeltilmesi isteminin reddine karar vermiştir.

HATAY İDARE MAHKEMESİ: 29.11.2013 gün ve E:2013/717 sayı ile, bozma kararına uyarak, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesi hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T. Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği atamaya esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi, öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığı, öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Hatay İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Hatay İdare Mahkemesince verilen 29.11.2013 gün ve E:2013/717 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

31-ESAS NO : 2014/747

KARAR NO : 2014/802

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İcra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Z. Sigorta A.Ş.

Vekili : Av. İ.Ö.

Davalı : Küçükçekmece Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. S.F.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı ile sigortalı İĞDAŞ arasındaki 4897665 sayılı poliçe ile İstanbul sınırları içerisinde yer alan boru hatları, servis kutuları ve sair bütün yer altı ve yer üstü varlıklarına verilen hasarlar neticesinde doğan zararların teminat altına alındığını; davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı tarafından Atakent Mahallesi, Çiçekli Vadi Caddesi, Küçükçekmece adresinde 02.08.2011 tarihinde, sigortalıya ait yer altı doğalgaz hatlarına zarar verildiğini; meydana gelen zarar nedeniyle sigortalıya 3.605,38 TL tazminat ödendiğini; ödenen tazminat bedelinin, zarar veren davalıdan tahsili amacıyla Küçükçekmece 1. İcra Müdürlüğü’nün E:2013/1728 sayılı dosyası ile icra takibine başlandığını; davalının haksız ve mesnetsiz itirazı sebebiyle takibin durduğunu belirterek; borçlunun itirazının iptali ile takibin devamına ve asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz uygulanması istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

Davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçede özetle; davada idari yargının görevli olduğunu belirterek görev itirazında bulunmuştur.

KÜÇÜKÇEKMECE 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 13.03.2014 gün ve E:2013/294 sayı ile, davalı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Küçükçekmece Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Anayasanın 125’inci maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1 'inci bendinde; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır.

Görüldüğü üzere; İdare Hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümü İdari Yargının görev alanında bulunmaktadır.

İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi (eylemsizlik) hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

Olayda, davalı idarenin ağaç sökümü sırasında davacının sigortalısı IGDAŞ'a ait doğalgaz borularında hasar meydana gelmesinde, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılman kamu kuruluşu tarafından, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Buna göre davacının sigortalısına ait doğalgaz boru hatlarında meydana gelen hasar nedeniyle oluşan zararda idarenin hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının yargısal denetimi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesi uyarınca idari yargı yerlerine aittir…” gerekçesi ile, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı idare bakımından 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, icra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle açılmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre icra hakiminden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Olayda, davacının sigortalısına ait doğalgaz boru hatlarında meydana gelen hasar nedeniyle zararı ödeyen sigorta şirketinin, ödenen tazminatın davalıdan tahsili amacıyla ilamsız takip başlattığı, davalı belediyenin takibe yaptığı itiraz sonucu takibin durdurulmasına karar verilmesi üzerine; icra işlemine yapılan itirazın iptali için önce adli yargıda dava açtığı anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

32-ESAS NO : 2014/748

KARAR NO : 2014/803

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Şirkette çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle kamu kurumuna nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle uğradığı parasal kaybın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.K.

Vekili : Av. A.K.

Davalı : Türk Telekom Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. G.Ç.

O L A Y : Davacı, davalı Kuruluşta görev yapmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeniyle, 4046 sayılı Yasa uyarınca 8.9.2010 tarihinde Hatay İl Milli Eğitim Müdürlüğü emrine atanmıştır.

Davacı vekili, müvekkilinin, davalı Kuruluşa başvurarak, davalının maaş nakil bildirimini düzenlerken, en son aldığı maaş tutarının nazara almadığını; ayrıca, ilişik kesme tarihine kadar geçen dönemde devlet memurlarına yapılan zamların, 2006 yılında verilen %2.32 enflasyon fark tutarının, (40+40) olarak nitelendirilen denge tazminatının ve yılda verilen 4 maaş tutarındaki ikramiyenin maaşının oluşmasında dikkate alınmadığını ifade ederek, belirtilen malî kalemlerin dikkate alınarak maaş nakil bildiriminin yeniden düzenlenmesini talep ettiğini; davalının yasal cevap süresinde cevap vermeyerek davacının istemini zımnen reddettiğini ifade ederek; Türk Telekom Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünün zımnî red işleminin iptaline, 25.09.2010 tarihinden geçerli olmak üzere eksik ve yanlış hesaplanan maaş nakil bildiriminin düzeltilmesine ve aradaki farkın yasal faizi ile birlikte müvekkiline ödenmesine karar verilmesi istemiyle 23.2.2011 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

Hatay İdare Mahkemesi;13.10.2011 gün, E:2011/291, K:2011/1890 sayıl ile; Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi'nin %55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına ilişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Kararı" uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ye satılmış olduğunun görülmesi karşısında; bu tarihten sonra tesis edilen işlemlerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünün idari yargı mercilerinin görev alanına girmediği gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddetmiş; bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Danıştay 5. Dairesi: 13.12.2012 gün ve E:2012/3602, K:2012/8819 sayı ile, imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varıldığı ve aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle davacının temyiz isteminin kabulüyle Hatay İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir.

HATAY İDARE MAHKEMESİ: 29.11.2013 gün ve E:2013/1062 sayı ile, 4502 sayılı Yasa'nın Resmi Gazete’de yayımlandığı 29.1.2000 gününden, özelleştirme sürecinin tamamlanmasının ardından hisse satış sözleşmesinin imzalandığı 14.11.2005 tarihine kadar geçen bu dönemde, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait olan Türk Telekom'un bir kamu kuruluşu olduğu ve personeliyle arasında doğan uyuşmazlıklara idari yargıda bakılacağının Danıştay kararlarında kabul edilmiş olduğu; hisselerin fiilen devredildiği ve Telekomünikasyon Kurumu ile Türk Telekom arasında imzalanan “Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesinin imzalandığı 14.11.2005 tarihinden sonra ise, hisselerinin yüzde elliden fazlası özel hukuk tüzel kişisine geçen Türk Telekomun kamu kuruluşu niteliğini kaybettiği; belirtilen tarihten sonra, kural olarak, Türk Telekom personelinin kamu personeli ve işlemlerinin idari işlem sayılamayacağı, bir özel hukuk tüzel kişisi olan Türk Telekom'a karşı idari yargıda dava açılamayacağının açık olduğu; 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun 15.2.2006 tarihli ve 26081 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5457 sayılı Yasa ile değişik Ek 29. maddesinin birinci fıkrasında "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için DPB'ye bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer malî ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tâbi personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından DPB'ye bildirilir ve bunların aylıksız izinleri bu tarih itibarıyla sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz. Bu fıkranın birinci cümlesinde sayılanlardan aylıksız iznin bitiminden sonra Türk Telekomun tâbi bulunduğu mevzuata ve bu fıkraya istinaden akdedilen sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş sözleşmesi herhangi bir nedenle sona erenler, bu madde hükümlerine göre işlem yapılmak üzere iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren otuz gün içinde sözleşmenin sona erdiği yılın 15 Ocak tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların bildirim tarihine kadar geçen süre içindeki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır” hükmünün yer aldığı; aktarılan yasal düzenleme ile, Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak özel hukuk tüzel kişisinde çalışmalarına olanak sağlandığı, bu sürenin bitiminden sonra da, tarafların istemi halinde imzalanacak sözleşme sonucunda Türk Telekom AŞ.'de çalışmaya devam edebilecekleri, bu şekilde sözleşme imzalayan personelin iş akitlerinin devir tarihinden itibaren beş yıl içinde feshedilmesi halinde DPB'ye bildirilerek kamu kurumlarına nakil işlemlerine başlanacağının anlaşıldığı; diğer yandan, imtiyaz Sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmek hakkını elde eden davalı şirkete, devir sonrasında yetişmiş personel yetersizliği nedeniyle doğabilecek aksaklıkların önüne geçilebilmesi için, 406 sayılı Yasa hükümleri ile tanınan ayrıcalıkların sonucu olarak da, bünyesinde belli süre ile çalışmaya devam eden söz konusu personelin kamu kurumlarına naklen atanmasının sağlanması amacıyla kimi görevler yüklendiği; bu görevler kapsamında 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirket tarafından, hak sahibi personelinin Devlet Personel Başkanlığı'na bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemlerin bulunduğu; sayılan işlemlerin, idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlemekte esas alındığı; belirtilen nitelikleriyle, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde olduklarının anlaşıldığı; söz konusu işlemlerin, içerikleri itibarıyla idari işlem niteliğinde olmakla beraber, bir özel hukuk tüzel kişisi olan davalı şirketçe tesis edilmiş olmaları nedeniyle idari yargı denetimine tabi olup olmayacağının da ayrıca değerlendirilmesi gerektiği; davalı şirketin, Telekomünikasyon Kurumu ile Türk Telekom arasında, imzalanan “Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin imtiyaz Sözleşmesi” ile belli bir kamu hizmetini yürütmek görev ve yetkisi ile donatıldığı, bu görev ve yetkiler dahilinde bazı kamusal ayrıcalıkları ve yükümlülükleri bulunduğunun yukarıda belirtilmiş olduğu; belirtilen statüsü ve özel yasa hükümleri gereğince bazı kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere sahip olması nedeniyle davalı şirketin, herhangi bir özel hukuk tüzel kişisinden farklı bir hukuki statü içinde bulunduğunun anlaşıldığı; bu durumda, imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmış olduğu gerekçesiyle; davalı vekilinin görev itirazının reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 12. maddesi uyarınca bu kararın taraflara tebliği tarihinden itibaren 15 gün içinde uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçe ile Mahkemelerine başvurulabileceği hususunun davalı Türk Telekom A.Ş'ye tebliğine karar vermiştir.

Davalı vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyasının onaylı bir örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmünün yer aldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlığın, 01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil ilmühaberinin düzenlendiği 25.9.2010 tarihinden itibaren ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklandığı; öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: / "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, / İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, / (Değişik:18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar." idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği; dolayısıyla, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen kuruluş arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali, yoksun kaldığı parasal haklarının faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı Kurumda çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali ve yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesi istemiyle 23.2.2011 tarihinde dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Hatay İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Hatay İdare Mahkemesinin 29.11.2013 gün ve E:2013/1062 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

33-ESAS NO : 2014/765

KARAR NO : 2014/817

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı tarafından hizmet alımı işine ilişkin olarak düzenlenen ihaleyi kazanan davacı ile imzalanan sözleşme sonrasında, sözleşmeden kaynaklanan damga vergisi beyannamesinin geç yapılması nedeni ile Maliye Hazinesi’nce davalı kuruma kesilen ve davalı kurumdan tahsil edilen vergi ziyaı cezası ile gecikme faizinin, davacının hak edişinden re’sen kesilmek suretiyle rucuen tazminine yönelik davalı idare işleminin hukuka aykırı olduğu iddiası ile açılan 60165.30 TL’nin iadesi istemine ilişkin davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : O. Grup Sosyal Hizmetler Pro.Tem. Gıda. Ağ. İnş. Tur. Taş. San. Tic. Ltd. Şti.

Vekilleri : Av. S.G. & Av. İ.M.

Davalı : Altındağ Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. N.I.K.

1-O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı kurumun 2010/535882 ihale kayıt numaralı "Hizmet Alım" işiyle ilgili 10.12.2010 tarihli ihale kararına istinaden, davacının davalı Altındağ Belediye Başkanlığı (Temizlik İşleri Müdürlüğü) ile 28.12.2010 tarihli sözleşmeyi imzaladığını, davacı şirketin sözleşme konusu taahhüt işini tam ve eksiksiz bir şekilde yapmış olmasına rağmen; davalı idare tarafından, davacı şirketin istihkaklarından 60.16530-TL haksız kesinti yapıldığını; davalı idarenin kesintiye/eksik ödemeye gerekçe olarak sözleşmeden kaynaklanan damga vergisini gösterdiğini ve haksız olarak kendileri tarafından ödendiğini belirttikleri 60.165,30-TL’nin rücuen davacı şirketten tahsilini talep ettiklerini; ancak söz konusu hizmet işi ile ilgili olarak 4.718.700,00-TL tutarlı ihale bedeli üzerinden 23.358.00-TL ihale kararına ait damga vergisinin davacı şirket tarafından 28.12.2010 tarihinde Çankaya Vergi Dairesi’ne ödendiğini ve makbuz aslının da davalı kuruma verildiğini, KİK payı ödeme makbuzuyla, kat'i teminat ve vergi/SGK borçsuzluk yazıları da verildikten sonra sözleşmeye ait 38.919,27-TL tutarlı Damga Vergisi'nin. 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun 15 vd. maddelerinin verdiği yetkiye dayanılarak ilk istihkaktan kesinti yapılmak suretiyle ödenmesi taahhüdüyle davalı kurumla 28.12.2010 tarih ve 4.718,700.00-TL tutarlı hizmet alım sözleşmesinin imzalandığını; Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü'nde sürekli olarak damga mükellefiyeti bulunan davalı Belediyece, davacı şirketin ilk istihkakından 09.02.2011 tarihinde damga vergisi kesintisi yapıldığını ve 38.919,27-TL meblağlı bu damga vergisi kesintisini 22.03.2011 tarihli damga vergisi beyannamesi ile Kızılbey Vergi Dairesine beyan edilerek, 28.3.2011 tarihinde ödendiğini, fakat davalı kurumun mükellefi olduğu Kızılbey Vergi Dairesi’nin, 28.12.2010 tarihli sözleşmeye ait damga vergisinin 23.01.2011 tarihine kadar beyan edilmemesi nedeni ile davalı Altındağ Belediyesi adına 58.393.91-TL vergi ziyaı cezası kestiğini, davalı Altındağ Belediyesi’nin söz konusu vergi ziyaı cezasına karşı önce itiraz yoluna başvurduğunu, ancak itirazının reddedilmesi üzerine bu defa da uzlaşma talebinde bulunduğunu, uzlaşma talebinin de reddedilmesi üzerine söz konusu vergi ziyaı cezasını 1.771,38-TL tutarındaki gecikme zammı ile birlikte 60.165,30-TL olarak ödeyerek müvekkil şirkete rücu yoluna gittiğini, söz konusu cezanın kesilmesinde davacı şirkete atfedebilecek en ufak bir kusur bulunmadığını, zira önce müvekkili şirket adına kesilen söz konusu ceza için davacı şirket tarafından yapılan itiraz üzerine Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen 28.06.2011 tarih ve 2003 sayılı yazıda bu hususun açıkça vurgulandığını, davacı şirket adına kesilen cezanın düzeltme yoluyla terkin edilmesine/kaldırılmasına karar verildiğini, netice olarak davalı Belediyenin açıkça kendi sebep olduğu zararın, davacı şirketin hak edişlerinden kesilmesinin yasal olarak mümkün olmadığını belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 60165.30 TL haksız kesintinin, yapıldığı tarihten itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Dava ilk olarak Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılmış, Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 04.04.2013 gün ve 2013/226 Esas, 2013/156 Karar sayılı kararı ile davada Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevli olması nedeni ile görevsizlik kararı vermesi üzerine dosya Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiş ve yargılamaya gönderme kararı üzerine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde devam edilmiştir.

Davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.

2-Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi: 03.04.2014 gün ve 2013/591 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

3-Danıştay Başsavcısı; 27.05.2014 gün ve 2014/157 Esas sayılı kararında aynen: “Uygulama ve öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemler, "idari işlem" herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizlikleri de "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır.

Gerek uygulama, gerekse öğreti'de, idari işlem; idarenin kamu hizmetinin yürütümü amacıyla ve tek yanlı irade açıklamasıyla tesis etmiş olduğu kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler olarak tanımlanmış, bu tanıma göre, idari yargı yerlerinde iptal davasına konu edilecek hukuksal işlemlerin, öncelikle, kamu idaresinin işlemi olması, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla tesis edilmiş olması, kamu idaresinin tek yanlı irade açıklamasına dayanması ve nihayet kesin ve icrai nitelikte (yürütülmesinin gerekli) olması gerekmektedir.

İdari yargıda yerini almış olan Vergi Mahkemelerinin görevleri; kuruluş kanunu olan 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, idare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un 6'ncı maddesinde sayılmış, bu maddede Vergi Mahkemelerinin a) Genel Bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları, b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları, c) bendinde de, Diğer Kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hüküm altına alınmıştır.

Dosyanın incelenmesinden; Altındağ Belediye Başkanlığı ile davacı şirket arasında 28/12/2010 tarihinde imzalanan hizmet alım sözleşmesi üzerinden hesaplanarak vergi dairesine yatırılması gereken damga vergisine ilişkin beyannamenin süresinde verilmemesi nedeniyle yetkili vergi dairesince istenilen gecikme zammı ile vergi ziyaı cezasının davalı belediye tarafından ödendiği ancak davacının hak edişinden kesilen uyuşmazlık konusu gecikme zammı ile vergi ziyaı cezasının davalı idareden tahsili ile davacıya iade edilmesi istemiyle, Ankara 7'nci Asliye Ticaret Mahkemesi’nde dava açıldığı, bu mahkemece verilen görevsizlik kararı üzerine de dosyanın Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusunun esasına ilişkin olan 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun 1 'inci maddesince; bu kanuna ekli (I) sayılı tabloda yazılı kağıtların damga vergisine tabi olacağı, bu kanundaki kağıtlar teriminin yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik. imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade edeceği belirtilmiş, müteakip maddelerde de diğer usul ve esaslara yer verilmiştir.

Dolayısıyla; önceden yetkili vergi dairesine yatırılmış olan damga vergisine bağlı olarak süresinde beyanname verilmemesi nedeniyle hesaplanarak davacının hak edişinden kesilen davaya konu gecikme zammı ile vergi ziyaı cezasının davalı belediyeden tahsili ile iadesine karar verilmesi istemiyle açılan bu davanın, uyuşmazlığın ilgili vergi kanunlarından kaynaklanmış olması nedeniyle idari yargıda yerini almış ve vergi hukukunda ihtisas mahkemesi niteliğindeki vergi mahkemelerince çözümlenmesi gerekeceğinden, uyuşmazlığı alacak davası kabul etmek suretiyle adli yargı yerlerinde dava konusu yapılmasına hukuki olanak bulunmamaktadır.

Bu nedenle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (a) bendinde yer alan "İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde "vergi mahkemesinde" görülmesi gerekmektedir.

Nitekim, 02/07/2012 günlü ve E:2009/1, K:2012/2 sayılı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararıyla; ihale kararı üzerinden ya da istihkaktan kesinti suretiyle 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'na göre hesaplanıp yetkili vergi dairesine yatırılan damga vergisinin ilgililerince iadesi istemiyle vergi mahkemesinde açılan davalar nedeniyle görev yönünden Danıştay 7'nci Dairesince verilen 06/02/2006 günlü ve E:2003/1573 K:2006/366 sayılı karar ile aynı konuda Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca verilen 14/04/2006 günlü ve E:2006/26, K:2006/93 sayılı karar arasındaki aykırılığın, görevli ve yetkili yargı yerinin vergi mahkemeleri olduğundan bahisle Vergi Dava Daireleri Kurulu'nca verilen kararlar doğrultusunda giderilmiştir.” şeklindeki açıklamaları ile 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekili bakımından 10.maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacı tarafından ihaleye çıkartılan hizmet alım işi kapsamında ihaleyi kazanan davacı ile imzalanan sözleşme sonrasında, davalı kurumdan maliye hazinesi tarafından tahsil edilen damga vergisi ziyaı cezası ile buna ilişkin gecikme faizinin davacının hak edişinden kesilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı oluğu gerekçesi ile, 60165.30 TL haksız kesintinin, yapıldığı tarihten itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemi ile istemiyle açılmıştır.

Davacı dava dilekçesinde, üstlenilen iş nedeni ile kendisine verilmesi gereken hak edişten vergi ziyaı cezasının kesilmesine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Davalı vekili de cevap dilekçesinde, damga vergisinin mükellefi ve bunun süresinde ödenmemesi nedeni ile vergi zıyaının da sorumlusunun davacı şirket olduğundan, davanın esas yönünden de reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Görüldüğü üzere taraflar arasındaki ihtilafın temelinde damga vergisi beyannamesinin süresinde verilmemesi nedeni ile uygulanan Vergi Zıyaı cezasından kimin sorumlu olacağı sorunu yatmaktadır. Bu soruna ilişkin yargılamada hangi mahkemenin görevli olacağını belirlemek açısından, vergi ziyaı cezasına neden olan vergi beyannamesi, dava konusu olan vergi ziyaı cezasının hukuki niteliği ve bunun tahsili sırasında davalı idare tarafından izlenen usuli yolun incelenmesi gerekmektedir. Bu inceleme konunun anlaşılabilirliğini artırmak adına 3 alt başlık altında yapılacaktır.

a)Vergi Ziyaı Cezası Kesilmesine Neden Olan Damga Vergisi Beyannamesi

Dava konusu vergi ziyaı cezası, Gelir İdaresi Başkanlığı, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından tanzim edilen 08.02.2011 tarihli ceza ihbarnamesi ile Altındağ Belediye Başkanlığı’nın davacı şirket ile yaptığı sözleşmeye ilişkin damga vergisi beyannamesini 10/2010 döneminde yapması gerekirken 02/2011 döneminde yaptığı gerekçesi ile hakkında Vergi Usul Kanunu’nun 341 ve 341. maddeleri gereğince vergi ziyaı cezası düzenlenmiş ve davalı Altındağ Belediye Başkanlığı’na tebliğ edilmiştir.

01.07.1964 tarih ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun ‘Mükellef’ başlıklı 3. maddesinde; “Damga Vergisinin mükellefi kağıtları imza edenlerdir.

Resmi dairelerle kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların Damga Vergisini kişiler öder.

Yabancı memleketlerle Türkiye'deki yabancı elçilik ve konsolosluklarda düzenlenen kağıtların vergisini, Türkiye'de bu kağıtları resmi dairelere ibraz eden, üzerlerinde devir veya ciro işlemleri yapanlar veya herhangi bir suretle hükümlerinden faydalananlar öderler. Ancak bunlardan ticari veya mütedavil kağıt mahiyetinde bulunanların vergisini, bunları en evvel satan veya kabul veya başka suretle kullanan kişiler öderler.” denilmek sureti ile damga vergisi mükellefleri belirlenmiş ve damga vergisinin asıl mükellefi belgeyi düzenleyen olmakla birlikte, resmi dairelerle yapılan işlemlerde verginin mükellefi olarak kişiler gösterilmiştir.

01.07.1964 tarih ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun ‘Makbuz Karşılığı Ödemelerde Ödemenin Zamanı’ başlıklı 22. maddesinde “(Değişik madde: 30/12/2004 - 5281 S.K./3.mad) Makbuz karşılığı ödemelerde Damga Vergisi;

a) Maliye Bakanlığınca belirlenen mükellefler, kurum ve kuruluşlar tarafından bir ay içinde düzenlenen kağıtların vergisi, ertesi ayın yirminci günü akşamına kadar vergi dairesine bir beyanname ile bildirilir ve yirmi altıncı günü akşamına kadar ödenir.

b) (a) bendi dışındaki hallerde, kâğıdın düzenlendiği tarihi izleyen onbeş gün içinde vergi dairesine bir beyanname ile bildirilir ve aynı süre içinde ödenir.

Maliye Bakanlığı, bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esasları belirlemeye, lüzum göreceği işlemlere ilişkin kâğıtlara ait verginin yukarıdaki sürelere bağlı kalmaksızın ve beyanname aranmaksızın kâğıdın düzenlenmesinden önce veya noterlerce işleme tâbi tutulması sırasında ödenmesi zorunluluğunu getirmeye, vergiyi işlem anında ilgili kamu kurum veya kuruluşuna makbuz karşılığı ödettirmeye yetkilidir.” şeklindeki düzenleme ile de damga vergisi beyannamesini vermekle yükümlü kişiler ve verme zamanına ilişkin sürelere yer verilmiştir. Maddenin a bendinde Maliye Bakanlığı’nca vergi mükellefi olarak belirlenen kişilerden, b fıkrasında ise Maliye Bakanlığı tarafından belirlenenler dışında kalan kişiler yönünden düzenleme yapılmıştır.

Aynı Kanunun ‘İstihkaktan Kesinti Şeklinde Ödemelerde Ödeme Zamanı’ başlıklı 23. maddesinde; “Genel bütçeli daireler dışında kalan ve istihkaktan kesinti yapmak durumunda bulunan daire ve müesseseler tarafından bir ay içinde kesilen Damga Vergisi, ertesi ayın 20 nci günü akşamına kadar ödemenin yapıldığı yer vergi dairesine bir beyanname ile bildirilir ve 26 ncı günü akşamına kadar yatırılır.”denilmek sureti ile genel bütçeli daireler dışında kalan daire müesseselerin( Belediye Başkanlıkları gibi) istihkaktan kesinti şeklinde yaptıkları damga vergisini kesinti tarihinden itibaren ertesi ayın 20. günü akşamına kadar ödemenin yapıldığı yer vergi dairesine bir beyanname ile bildirmesi ve aynı ayın 26. günü ödemesi gerektiği belirtilmiştir. Söz konusu düzenleme 5612 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile Maliye Bakanlığı’na verile yetki kapsamında 371 sayılı Vergi Usul Kanunu Tebliği ile yeniden düzenlemiş ve bir sonraki ayın 20. günü olan beyanname günü bir sonraki ayın 23. günü olarak değiştirilmiştir. En son ödeme tarihi ise değiştirilmemiştir.

Aynı Kanunun ‘Vergi ve Cezada Sorumluluk’ başlıklı 24. maddesinde”; “Vergiye tabi kağıtların Damga Vergisinin ödenmemesinden veya noksan ödenmesinden dolayı alınması lazım gelen vergi ve cezadan, mükelleflere rücu hakkı olmak üzere, kağıtları ibraz edenler sorumludur.

(Değişik fıkra: 21/11/1980 - 2344/1 md.) Birden fazla kişi tarafından imza edilen kağıtlara ait vergi ve cezanın tamamından imza edenler müteselsilen sorumludurlar. Bunlar arasında vergiden müstesna olanların bulunması Damga Vergisinin noksan ödenmesini gerektirmez. Damga Vergisinden muaf kuruluşlarca kişilerin (1) sayılı tabloda yer alan işlemleriyle ilgili olarak düzenlenen ve sadece bu kurumların imzasını taşıyan kağıtlara ait verginin tamamı kişiler tarafından ödenir. Ancak bu kağıtlara ait verginin hiç ödenmemesi veya noksan ödenmesi halinde vergi ve cezanın tamamından kişilerle birlikte kurumlar müteselsilen sorumludurlar.

(Ek fıkra: 30/12/2004 - 5281 S.K./4.mad) 22 nci maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında bulunanlar, taraf oldukları işlemlere ilişkin kâğıtlara ait verginin beyan ve ödenmesinden sorumludurlar. Verginin ödenmemesi veya noksan ödenmesi durumunda vergi, ceza ve fer'ileri, vergi için diğer işlem taraflarına rücu hakkı olmak üzere, bu fıkrada belirtilen kişilerden alınır.

Resmi daireler veya noterlerce düzenlenerek kişilere verilen veya dairede bırakılan ve Damga Vergisi hiç alınmayan veya noksan alınan kağıtların vergisi mükelleflere, cezası düzenleyenlere aittir.

Vergi ve ceza, vergi için mükelleflere rücu hakkı olmak üzere, kağıtları düzenleyenlerden alınır.”denilmek sureti ile damga vergisinin süresinde verilmemesinden doğan zarardan kimin sorumlu olacağı düzenlemiştir. Maddede dikkate çeken hususa 4. fıkrada yer verilmiştir. Buna göre Resmi daireler veya noterlerce düzenlenerek kişilere verilen veya dairede bırakılan ve Damga Vergisi hiç alınmayan veya noksan alınan kağıtların cezası, bu belgeleri düzenlemekle yükümlü olan kişilere ait olacaktır.

Görüldüğü üzere damga vergisi, kişiler ile idareler arasında yapılan hukuki işlemlere ilişkin evraklardan alınan bir vergi türüdür. Bu verginin mükellefi kural olarak evrakı imza eden olmakla birlikte, resmi kurumlarca yapılan işlemlerde bu mükellef kişiler olmaktadır. Damga Vergisi Kanununun 23. maddesindeki düzenleme gereğice Belediye tarafından hak edişten kesilen damga vergisinin ertesi ayın 23. günü akşamına kadar ödemenin yapıldığı yer vergi dairesine bir beyanname ile bildirilmesi ve 26 ncı günü akşamına kadar yatırılması gerekmektedir. Dava konusu vergi ziyaı cezasının temelinde de, davalı Belediye Başkanlığı’nın istihkaktan kestiği damga vergisini kanunda belirtilen sürede beyan etmediği ve yatırmadığı iddiası yer almaktadır.

b)Vergi Ziyaı Cezasının Hukuki Niteliği

Davaya bakmakla görevli mahkemenin belirlenmesi açısından vergi ziyaı cezasının niteliğinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Zira kimi doktrin vergi ziyaı cezasını bir kabahat türü olarak nitelerken, kimi doktrin bu cezanın idari bi işlem olduğunu savunmaktadır.

30.03.2005 ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ‘Amaç ve Kapsam’ başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunda; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla;

a) Kabahatlere ilişkin genel ilkeler,

b) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları,

c) Kabahatler dolayısıyla karar alma süreci,

d) İdari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolu,

e) İdari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar,

Belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmıştır.” denilmek sureti ile idari yaptırım kararlarının da kabahatler kanunu kapsamına alındığı ve kanun yolunun belirlendiği belirtilmiştir.

Aynı Kanunun ‘Tanım’ başlıklı 2. maddesinde;“Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır.” şeklindeki tanımlama ile bir suç olmamakla birlikte bir haksızlık nedeni ile buna ilişkin olarak uygulanacak idari yaptırımın kabahat sayılacağı belirtilmiştir.

Aynı Kanunun ‘Yaptırım Türleri’ başlıklı 16. maddesinde; “(1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımlar, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibarettir.

(2) İdari tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir.”şeklindeki düzenleme ile de idari para cezalarının kabahat kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ortaya konulmuştur.

04.01.1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun ‘Vergi Ziyaı’ başlıklı 341. maddesinde; “ Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder.

Şahsi, medeni haller veya aile durumu hakkında gerçeğe aykırı beyanlar ile veya sair suretlerle verginin noksan tahakkuk ettirilmesine veya haksız yere geri verilmesine sebebiyet vermek de vergi ziyaı hükmündedir.

Yukarı ki fıkralarda yazılı hallerde verginin sonradan tahakkuk ettirilmesi veya tamamlanması veyahut haksız iadenin geri alınması ceza uygulanmasına mani teşkil etmez.” şeklindeki düzenleme ile vergi ziyaı kavramının tanımı yapılmış ve mükellefin üzerine düşen yükümlülüğü zamanında yerine getirmemesinin vergi ziyaı olarak nitelendirileceğini ortaya koymuştur.

Aynı Kanunun ‘Vergi Ziyaı Cezası’ başlıklı 344. maddesinde; “(Değişik madde: 22/07/1998 - 4369/11 md.) (Değişik fıkra: 23/01/2008-5728 S.K./275.mad) 341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziya uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir.

Vergi ziyaına 359 uncu maddede yazılı fiillerle sebebiyet verilmesi halinde bu ceza üç kat, bu fiillere iştirak edenlere ise bir kat olarak uygulanır.

Vergi incelemesine başlanılmasından veya takdir komisyonuna sevk edilmesinden sonra verilenler hariç olmak üzere, kanuni süresi geçtikten sonra verilen vergi beyannameleri için bu madde uyarınca kesilecek ceza yüzde elli oranında uygulanır.” denilmek sureti ile vergi ziyaına neden olan mükelleflere uygulanacak ceza oranları belirlenmiştir.

Görüldüğü üzere vergi ziyaı cezası, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.06.2005 tarihi itibari ile kabahat niteliğinde bir işlemdir. Ancak 5326 sayılı Kanun’un Ek 1. Maddesinde bu tür kabahatlere ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmiştir.

5326 sayılı Kanun’un Ek 1. maddesinde; “(Ek madde:11/05/2005-5348 S.K./5.mad) (1) 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler saklıdır.” denilmek sureti ile idari yaptırım kararlarına ilişkin olarak vergi usul kanununda yer alan vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler saklı tutulmuş ve 5326 sayılı Kanun’da belirtilen kanun yollarına bir istisna getirilmiştir

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun ‘Vergi Davalarının Konusu’ başlıklı 378. maddesinde; “ Vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonları kararlarının tebliğ edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması lazımdır.

Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur.” denilerek vergi cezalarının vergi davalarının konusunu oluşturacağı belirtilmiştir.

06.01.1982 Tarih ve 2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un ‘Vergi Mahkemelerinin Görevleri’ başlıklı 6. maddesinde; “ (Değişik madde: 24/02/1988 - 3410/2. md.) Vergi mahkemeleri:

a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,

b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları,

c) Diğer kanunlarla verilen işleri, Çözümler.” denilmek sureti ile vergi yükümlülüğünden kaynaklanan cezalar ile ilgili davalara bakma görevinin vergi mahkemelerine ait olduğu düzenlenmiştir.

c)Vergi Ziyaı Cezasının Tahsilinde İzlenen Usul

İdare alacakları amme alacağı niteliğindedir ve amme alacaklarının tahsilinde izlenecek usul ve esaslar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bir amme alacağının tahsili kapsamında alınan bedelin, hukuka aykırı tahsil edildiği iddiası ile iadesinin istenmesi ve bu kapsamda dava konusu edilmesi halinde yargılamanın idari yargıda görülmesi gerekeceği muhakkaktır. Bu nedenle dava konusu olayda, davalı Belediye Başkanlığı’ndan iadesi istenen meblağın hangi kanun hükümlerine göre davacıdan alınmış olduğunu tespit etmek görevli yargı yerinin belirlenmesi açısından önem taşımaktadır.

21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun’un ‘Kanunun Şümulü’ başlıklı 1. maddesinde; “Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.” denilmek sureti ile belediyelere ait vergi cezaları hakkında 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiştir.

Aynı Kanunun ‘ Tanımlar’ başlıklı 3. maddesinde, Tahsil Dairesi terimi; “Alacaklı amme idaresinin bu kanunu tatbik etmekle vazifeli dairesini, servisini memur veya memurlarını” olarak, Para cezaları terimi, “(Değişik ibare: 04/06/2008 - 5766 S.K./1.mad) Adli ve idari para cezalarını” olarak tanımlanmıştır. Bu şekilde amme alacağının tahsilinin ilgili idare bünyesinde teşkilatlanmış tahsil dairesi tarafından yürütüleceği düzenlenmiştir.

Aynı Kanunun ‘Ödeme Emri’ başlıklı 55. maddesinde; “Amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "Ödeme emri" ile tebliğ olunur.

Ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin mahiyet ve miktarları nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği veya mal bildiriminde bulunmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile tazyik olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu takdirde hapis ile cezalandırılacağı kayıtlı bulunur. Ayrıca, borçlunun 114 üncü maddedeki vazifeleri ve bu vazifeleri yerine getirmediği takdirde hakkında tatbik edilecek olan ceza bu ödeme emrinde kendisine bildirilir.

Belediye hududu dışındaki köylerde bulunan borçlulara ödeme emirleri muhtarlıkça tebliğ olunur. Ödeme emirlerinin muhtarlığa tevdii tarihinden itibaren 15 gün içinde tebligat yapılmadığı takdirde ödeme emirleri tebliğ edilmemiş olan borçluların isimleri ödeme emri hüküm ve mahiyetindeki bir "ödeme cetveline" alınarak borçlular borçlarını ödemeye ve mal bildiriminde bulunmaya çağırılırlar. Ödeme cetveli köy ihtiyar kurulu kapısına bir örneği de köyde herkesin görebileceği umumi bir mahalle 10 gün müddetle asılmak suretiyle tebliğ olunur ve cetvelin asıldığı Köy muhtarlığınca münadi vasıtasıyla ilan olunur. Cetvel asılırken ve indirilirken keyfiyet muhtarlıkça zabıt varakasıyla tespit edilir. Cebren tahsil ve takip ödeme emrinin tebliği veya ödeme cetvelinin indirilmesi tarihinde başlamış olur.

Borcunu vadesinde ödemeyenlere ait malları elinde bulunduran üçüncü şahıslardan bu malları 7 gün içinde bildirmeleri istenir.” denilmek sureti ile amme alacağının tahsili amacı ile hareket edecek ilgili idare tahsil dairesinin izleyeceği usul ve yöntem belirlenmiştir.

Aynı Kanunun ‘Haciz’ başlıklı 62. maddesinde; “Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tespit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur.

(Ek fıkra: 16/07/2004 - 5228 S.K./12.mad) Maliye Bakanlığı amme alacaklarının takibinde haczolunacak malların tespiti amacıyla yapılacak mal varlığı araştırmasının şekli, alanı ve kapsamı ile araştırma yapılacak amme alacaklarının türü ve tutarını belirlemeye yetkilidir. Bu yetki alacaklı amme idaresi itibarıyla da kullanılabilir.

Borçlu tarafından başkasının olduğu beyan veya üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır.

Ancak haczolunan gayrimenkul artırmaya çıkarılmadan, borçlu, borcun itfasına yetecek menkul mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse gayrimenkul üzerinde haciz baki kalmak üzere gösterilen menkul veya alacak da haczolunur.

Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan gayrimenkulün idare ve işletmesine ve hasılat ve menfaatlerine tahsil dairesi müdahale etmez.

Tahsil dairesi alacaklı amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir.” şeklindeki düzenleme ile amme alacağının tahsili amacı ile haczin ne şekilde gerçekleştirileceği düzenlenmiş, idarenin takibi yürütmekle görevli tahsil dairesinin, borçlunun tespit edilen alacak ve hakları üzerine haciz koyabileceği düzenlenmiştir.

Aynı Kanunun ‘Haciz Varakası’ başlıklı 64. maddesinde;”(Değişik fıkra: 25/05/1995 - 4108/14. md.) Haciz muameleleri, tahsil dairelerince düzenlenen ve alacaklı amme idaresinin, mahalli en büyük memuru veya tevkil edeceği memur tarafından tasdik edilen haciz varakalarına dayanılarak yapılır.

Bu varakaların şekli ve ihtiva edeceği bilgiler Maliye Vekaletince belirtilir.” denilmek sureti ile haczin, öncesinde düzenlenen haciz varakasına dayanması gerektiği belirtilmiştir.

Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün 08.02.2011 tarihli ceza beyannamesi ile davalı Altındağ Belediye Başkanlığı’na Vergi Usul Kanunu’nun 341 ve 344. maddeleri gereğince 58393,91 Tl vergi ziyaı cezası kesildiği, davalı Belediye Başkanlığı tarafından cezaya ilişkin uzlaşma talebinde bulunulduğu, ancak talebin Gelir İdaresi Başkanlığı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün 12.08.2011 gün ve 30749 sayılı kararı ile reddedildiği, bunun üzerine davalı Belediye Başkanlığı’nın söz konusu ceza bedelini 60165,30 TL olarak 11.11.2011 tarihinde Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne yatırdığı, daha sonra davalı Belediye Başkanlığı tarafından ödenen bu cezanın rücuen tahsili amacı ile 6183 sayılı Yasa gereğince takip başlattığı ve davacıya 13.12.2011 tarihinde ödeme emri gönderdiği, 27.12.2011 tarihinde haciz varakası düzenleyerek 29.02.2012 tarihinde davacının 2011 yılı Kasım ayı hak edişinden 58393,92 TL vergi ziyaı cezası ve 1771,38 TL gecikme zammı bedeli olmak üzere toplam 60165.30 TL’yi kestiği ve bu şekilde vergi ziyaı alacağını tahsil ettiği anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere davalı Belediye Başkanlığı tarafından davacı hakkında gerçekleştirilen işlemlerin hepsi 6183 sayılı Kanun kapsamında belirlenen usul ve esaslar dikkate alınarak yapılmıştır. Bu itibarla, iadesi istenen dava konusu alacağın, davacıdan idari usuller çerçevesinde yürütülen işlemler ile tahsil edildiği anlaşılmıştır. Sonuç olarak davalı Belediye Başkanlığı tarafından ödenen vergi ziyaı bedelinin davacıdan rücuen tahsili sırasında 2004 sayılı İcra İflas Kanunu hükümleri uygulanmadığı için bu kanunda düzenlenen göreve ilişkin hususların dava dosyamıza münhasır olarak görevli mahkemenin belirlenmesinde dikkate alınması mümkün değildir.

6-SONUÇ

Dosya kapsamında yapılan inceleme neticesinde, davacı tarafından, “Altındağ İlçesi’ndeki Bulvar, Cadde, Sokak, Kaldırımların Süpürülerek Temizlenmesi ve Bulvar, Cadde, Sokak, Meydan, Pazar yerlerindeki Katı Atıkların Toplanması ve Taşınmazı İşçilik Hizmeti İşi”nin ihalesinin yapıldığı ve Altındağ Belediye Başkanlığı’nın 10.12.2010 gün ve 2010/19 sayılı İhale Komisyonu kararı ile işin davacı kuruma verildiği, bu kararın 13.12.2010 tarihinde onandığı ve davacı kurum ile davalı arasında söz konusu işe ilişkin 28.12.2010 tarihli sözleşmenin imzalandığı, aynı tarihte davalı Belediye Başkanlığı tarafından Çankaya Belediye Başkanlığı’na 16.01/676 sayılı yazı yazılarak imzalanan sözleşme hakkında bilgi verildiği ve sözleşme bedeli üzerinden binde 4,95 karar pulu, binde 8.25 sözleşme damga vergisi bedelinin tahsil edilerek alındı makbuzunun firma yetkilisine verilmesinin istendiği, 30.12.2010 tarihinde de işe başlama kararı verildiği, davalı Belediye Başkanlığı Temizlik İşleri Müdürlüğü tarafından Mali Hizmetler Müdürlüğü’ne yazılan 08.02.2011 gün ve 16.01/83 sayılı yazıda “Söz konusu iş ile ilgili düzenlenen 1 olu hak ediş hesabında sözleşme bedeli olan 411.351,22 TL'ye miktara %18 KDV tutarı olan 74.043,22.-TL eklendikten sonra bulunan tahakkuk tutarı 485.394,44.-TL u tutardan 0.0825 Damga Vergisi tutan olan 3.393,65.-TL., Sözleşme bedeli 4.718,700,00 TL olan miktardan 0.00825 Sözleşme Bedeli Damga Vergisi tutarı olan 38.929,28 TL. ve 2/3 KDV Tevkifati tutarı 9.362,15.-TL. düşüldükten sonra kalan 393.709,36 TL'nin yüklenici O. Grup Sosyal Hizmet Pro. Temizlik Gıda Sağlık İnşaat taşımacılık Sanayi Tic.Ltd.Şti'ne ödenmesi için gereğini arz ederim.” denildiği ve sözleşme bedeli üzerinden 38929,28 TL Damga vergisi düşüldükten sonra 393709,28 TL ödenmesinin öngörüldüğü, 22.03.2011 tarihinde damga vergisi beyannamesinin davalı Belediye Başkanlığı tarafından Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne verildiği ve 28.03.2011 tarihinde de ödemenin gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.

Ancak Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün 27.05.2011 gün ve 20110527135000000018 sıra numaralı ceza ihbarnamesi ile davalı Belediye Başkanlığı’na 58393,91 TL vergi ziyaı cezası kestiği, gerekçe olarak da 23.01.2011 tarihinde verilmesi gereken vergi beyannamesinin bu süre geçtikten sonra verilmesinin gösterildiği, davalı Belediye Başkanlığı tarafından bu cezaya ilişkin uzlaşma talebinde bulunulduğu, ancak talebin Gelir İdaresi Başkanlığı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün 12.08.2011 gün ve 30749 sayılı kararı ile reddedildiği, bunun üzerine davalı Belediye Başkanlığı’nın söz konusu ceza bedelini 60165,30 TL olarak 11.11.2011 tarihinde Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne yatırdığı tespit edilmiştir.

Çankaya Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak, davalı Belediye Başkanlığı tarafından Çankaya Belediye Başkanlığı’na 16.01/676 sayılı yazı ile verilen bilgiye istinaden yapılan işlemlere ilişkin açıklama istenmiş; gelen 26.06.2014 gün ve 30511445/640.99 sayılı yazı cevabında, davacı şirketin tarh dosyasının tetkikinde, 28/12/2010 tarih ve 75263 sayılı dilekçesi ekindeki Altındağ Belediye Başkanlığı Temizlik İşleri Müdürlüğü'nün 10/12/2010 tarih, 2010/535882 ihale kayıt numaralı sözleşmeye davet yazısına istinaden 28/12/2010 tarih ve 2010122801506/3 sayılı tahakkuk fişi ile 4.718.700,00 TL ihale bedeli üzerinden %04,95 oranında 23.158,00TL tutarında karar pulu tahakkuk ettirildiği ve ödevli kurum tarafından 28/12/2010 tarihinde vergi dairesine ödediği, daha sonra Altındağ Belediye Başkanlığı Temizlik İşleri Müdürlüğü’nün 28/12/2010 tarih ve 676 sayılı yazısına istinaden 28.12.2010 gün ve 4.718.700,00 TL miktarlı sözleşmenin bedelli üzerinden %0.8.25 damga vergisinin ve vergi ziyaı cezasının kurum adına tarh edilmesinin istendiğini, ancak davacı şirketin Çankaya Vergi Dairesi’ne vermiş olduğu dilekçe ile tarhı istenen damga vergisinin hak edişinden kesinti yapılmak sureti ile tahsil edildiğini belirttiği ve bunun üzerine söz konusu ödemenin yapılan tarhiyattan mahsup edildiği, mevcut yanlış tarh işleminin de Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri KDV ve Diğer Vergiler Grup Müdürlüğü’nün 28.06.2011 gün ve 2002 sayılı yazısı üzerine düzeltme yolu ile terkin edildiği bildirilmiştir.

Davalı Belediye Başkanlığı tarafından ödenen vergi ziyaı cezanın rücuen tahsili amacı ile 6183 sayılı Yasa gereğince takip başlatıldığı ve davacıya 13.12.2011 tarihinde ödeme emri gönderildiği, 27.12.2011 tarihinde haciz varakası düzenlenerek 29.02.2012 tarihinde davacının 2011 yılı Kasım ayı hak edişinden 58393,91 TL vergi ziyaı cezası ve 1771,38 TL gecikme zammı bedeli olmak üzere toplam 60165.30 TL kesinti yapmak suretiyle tahsil edildiği, davacının bu rücuen tahsilin hukuka aykırı olduğunu belirterek adli yargıda dava açtığı, davalı vekilinin görev itirazında bulunduğu, bu talebin Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 03.04.2014 gün ve 2013/591 Esas sayılı kararı ile reddedilmesi üzerine süresi içinde idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılmasını istediği, dosyanın bu şekilde Mahkememize geldiği tespit edilmiştir.

Bu tespitler ve yukarıda ayrıntısı ile yer verilen yasal mevzuat ışığında uyuşmazlığa konu olay incelendiğinde, davaya konu uyuşmazlığın, taraflar arasında 28.12.2010 tarihinde yapılan hizmet alım sözleşmesine ait damga vergisi beyannamesinin 23.01.2011 tarihinden sonra yapılmış olması nedeni ile Gelir İdare Başkanlığı tarafından Davalı Belediye Başkanlığı’na kesilip tahsil edilen 58.393,91TL vergi ziyaı cezasının ve gecikme faizinin, davacının hak edişinden kesilmesi sureti ile rücuen tazminine ilişkin davalı Belediye Başkanlığı işleminin, hukuka aykırı olduğu gerekçesi davacı şirkete iadesi istemine ilişkin olduğu anlaşılmakla, davanın 5326 sayılı Kanun’un Ek 1. maddesi, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 378. maddesi ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 6. maddesi gereğince vergi mahkemelerinde görülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Ayrıca her ne kadar taraflar arasında imzalanan 28.12.2010 tarihli hizmet alım sözleşmesinin ‘Anlaşmazlıkların Çözümü’ başlıklı 37. maddesinde “Bu sözleşme ve eklerinin uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümünde Ankara Mahkemeleri ve İcra Daireleri yetkilidir.” denilmiş ise de, söz konusu maddede sadece yetkiye ilişkin bir belirlemenin yapıldığı, görev ilişkin bir düzenlemenin yapılmadığı, ayrıca yukarıda da ayrıntısı ile belirttiğimiz üzere söz konusu vergi ziyaı cezasının idarenin bildirim yükümlülüğünün geç ifa edilmesi nedeni ile Kızılbey Vergi Dairesi’nin tek taraflı tahakkuk işlemi ile talep edildiği ve sonra 6183 sayılı Amme alacaklarının tahsili hakkında kamun hükümleri gereğince resen Altındağ Belediye Başkanlığı tarafından davacı şirketten tahsil edildiği, taraflar arasında imzalanan sözleşme öncesinde hazırlanan idari şartnamenin 44. maddesinde sözleşmenin imzalanmasına ilişkin her türlü vergi, resim ve harcın yükleniciye ait olduğunun belirlendiği, sözleşme metninde de bu durumun aksi bir düzenlemeye rastlanmadığı, bu itibarla davanın sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan anlaşmalık şeklinde nitelenmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla;

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Altındağ Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 03.04.2014 gün ve 2013/591 Esas sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

34-ESAS NO : 2014/776

KARAR NO : 2014/826

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 4925 sayılı Karayolları Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.K.

Vekili : Av. H.Ö.

Davalılar : 1.Alaeddin Vergi Dairesi Müdürlüğü (Konya 2. İdare Mahkemesi, Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi Dosyalarında)

Vekili : Av. A.T.

2. Konya Valiliği ( Konya 1. İdare Mahkemesi Dosyasında)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde aynen; “Alaeddin Vergi Dairesi'nin 20110621015050000083 tecil dosya numarası üzerinden tahakkuk olunan 42…... plakalı 19.423 FLT 4X2 tip MAN marka 2001 model çekici araca ilişkin 11/2009-11/2009 dönemine ait idari para cezası müvekkil üzerinde gösterilmiştir.

Müvekkil tahakkuk olunan cezayı, üzerinde herhangi bir borç bulunmadığını gösterir belgeyi vergi dairesinden almak istediğinde öğrenmiş ve belgeyi almak durumunda bulunduğundan istenen meblağı 14/08/2012 tarihinde vergi dairesine ödemiştir.

Vergi dairesi tarafından yapılan söz konusu idari işlem usulsüzdür ve görülecek dava neticesinde ödenen meblağın yasal faiziyle birlikte müvekkile iadesi gerekir. Zira idari para cezası tahakkuk olunan dava konusu araç tahakkuk tarihinde müvekkile ait değildir, noter satışı sonrası üçüncü bir şahsın mülkiyetine geçmiştir.

Müvekkil ile A.K. arasında Konya 10. Noteri huzurunda akdedilen ve İmza altına alınan 21/10/2009 tarihli Kat'i Taşıt Sözleşmesi ile idari para cezasına konu MAN marka 42…… plakalı çekici aracın mülkiyeti üçüncü kişi durumunda bulunan A.K.’a geçmiştir. Karayolları Trafik Kanunu hükümleri gereği motorlu taşıtın mülkiyeti noter huzurunda imza olunacak sözleşme ile alıcıya devrolunur.

Sözleşme sonrası aracın mülkiyeti el değiştirmiştir ve bu tarihten sonra oluşacak bilmisal mali yükümün mükellefi sözleşme akdedilen üçüncü şahıstır. İdari para cezasının üçüncü şahıstan tahsili - gerekirken sicil kayıtlarında aracın müvekkil üzerinde görülmesinden bahisle faturanın aracın maliki konumunda bulunmayan müvekkile çıkarılması hatalı olmuş ve işbu davayı açma gereği hâsıl olmuştur.

Karayolları Trafik Kanununun 20. maddesi gereği taşıtını usulüne uygun şeklide noter senedi ile devrettiği sabit olan ve bu tarihten sonra taşıtla bir ilgisi kalmayan satıcı müvekkil adına idari para cezası düzenlenmesinde isabet yoktur.

Karayolları Trafik Kanunu uyarınca, tescil edilmiş aracın satışının bildirim yükümlülüğü notere ait olduğu gibi, alıcının da ilgili tescil bürosundan adına tescil belgesi alması gerekir. Bu itibarla, 21/10/2009 tarihinde noter satış sözleşmesi ile satılan araç dolayısıyla, kusursuz durumdaki satıcı müvekkilin mükellefiyeti devam ettirilerek, sonraki dönemlere ilişkin cezanın müvekkil üzerinde gösterilmesi yasaya aykırıdır.

Vasıtanın satılması nedeniyle satan kişinin adına mevcut kavdın silinmesi için ilgili kuruluşa usulüne uygun olarak yaptığı başvuruya rağmen kaydın silinmemesi durumunda yahut başvuruda bulunma zorunluluğu bulunan alıcının bu gereği yerine getirmemesi halinde bu tarihten sonraki motorlu taşıtlar vergilerinin ve satış sonrası oluşacak bilcümle mali yükümün, dolayısıyla idari para cezasının taşıtla hiçbir ilgisi kalmayan eski taşıt sahibinden istenemeyeceği bir gerçektir.

Aracı satan kişilerin mağduriyetlerinin önlenmesi amacıyla, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 20. maddesinde yapılan değişiklikle, aracı satın alanlar yönünden belli süre içinde kendi adına tescil belgesi alma zorunluluğu getirilmiş ve buna uymayanlar için de çeşitli yaptırımlar öngörülmüştür. Keza, yasa gerekçesinde de değişikliğin, motorlu aracı satan kişilerin vergi ve hukuki sorumlulukları yönünden mağduriyetlerini önlemek için de çeşitli yaptırımlar öngörülmüştür. Keza Yasa gerekçesinde de değişikliğin “… motorlu aracı satan kişilerin vergi ve hukuki sorumlulukları yönünden mağduriyetlerini önlemek için ….” Yapıldığı açıkça vurgulanmıştır.

Ayrıca taraflar arasında düzenlenen 21/10/2009 tarihli sözleşme içeriğinde, satış sonrası olunacak her türlü mali yükümlülüğün alıcıya ait olduğu, 2918 sayılı yasanın 20-e hükmü gereği ilgili trafik kuruluşuna başvurarak adına devir ve kayıt işlemini yaptırıp tescil ve trafik belgesi alma zorunluluğunu bildiği ve yerine getireceği alıcı tarafından beyan olunmuştur.

Bu durumda, aracını usulüne uygun şekilde noter senedi ile devrettiği sabit olan ve araçla bu tarihten itibaren herhangi bir ilgisi kalmayan kişinin, sadece aracı satın alan kişinin kayıt ve tescil yaptırmadığı, dolayısıyla eski kaydın silinemeyeceğinden bahisle, satış tarihinden sonraki döneme ilişkin idari para cezaları yönünden mükellef tutulmasına, yasanın amacına, hukuka, hak ve adalet ilkesine uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan sebepler ışığında tahakkuk olunan idari para cezası döneminde dava konusu taşıtla ilişiği bulunmayan müvekkilin işbu idari işlem neticesinde uğramış olduğu zararının tazmini gerekmektedir.” şeklindeki açıklamaları ile davacıdan haksız olarak tahsil edilen 2000.00 TL’nin iadesine karar verilmesi istemi ile idari yargıda dava açmıştır.

Konya 2. İdare Mahkemesi; 14.09.2012 gün ve 2012/1153 Esas, 2012/1062 Karar sayılı kararında; “2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu incelendiğinde, Kanun hükmüne göre verilecek para cezalarına karşı hangi yargı yoluna başvurulacağını açıkça öngören bir yasal düzenlemenin olmadığı görülmektedir.

Öte yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde, Kabahat deyiminden Kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı belirtilmiş, 3. (6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesi ile değişik) maddesinde "(1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş, 16. maddesinde kabahatler karşılığında idari tedbir ve idari para cezası yaptırımlarının uygulanacağı belirtilmiş; 17. maddesinde idari para cezasının hesaplanması ve tahsiline ilişkin esaslar savıldıktan sonra 27. maddesinde idari para cezasına karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği hükme bağlanmıştır.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren ve 5326 sayılı Kanunun 3. maddecinde değişiklik yapan düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı: diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, idari para cezalarına karşı açılacak davalarda, görevli mahkeme kural olarak idari para cezasının verilmesine dayanak alınan

Kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 2 nci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin olduğu belirtilmiştir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 2918 sayılı Kanundan kaynaklanan ve sadece para cezasına ilişkin olan davalarda görevli mahkemeyi açıkça belirleyen yasa kuralı bulunmadığı ve idari para cezasının verilmesine dayanak alınan Kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesinin gösterilmemiş olduğu göz önüne alındığında, görevli mahkemenin "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'nci maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin olduğu sonucuna varılmıştır.

Buna göre, 2918 sayılı Yasa'ya göre verilen idari para cezasından kaynaklanan işbu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli vargı yerinin (Sulh Ceza Mahkemesi) görevli olduğu ulaşılmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karar karşı davacı vekili tarafından itiraz edilmiş, Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin 04.12.2012 gün ve 2012/1371 Esas, 2012/1213 Karar sayılı kararı ile görevsizlik kararı onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme talebinin de yine Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin 07.02.2013 gün ve 2013/240 Esas, 2013/324 Karar sayılı kararı ile reddedilmiş, bu şekilde verilen karar kesinleşmiştir.

Bunun üzerine davacı vekili aynı istemlerle Konya Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açmıştır.

Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi: 10.05.2013 gün ve 2013/229 D.İş numaralı kararı ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/1 fıkrasında öngörülen 15 günlük yasal sürede yapılmayan itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir.

Bu karar üzerine davacı vekili tekrar aynı istemlerle Konya İdare Mahkemesi’ne Konya Valiliği’ni davada taraf göstermek sureti ile dava açmıştır.

Konya 1. İdare Mahkemesi: 05.06.2013 gün ve 2013/792 Esas, 2013/661 Karar sayılı kararı ile, davacının istemi hakkında Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.05.2013 gün ve 2013/229 D.İş numaralı kararı ile esas yönünden kesin şekilde karar verdiğini belirterek; davanın incelenmeksizin reddine karar vermiş, karara karşı davacı vekili tarafından Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz edilmiştir.

Konya Bölge İdare Mahkemesi: 25.09.2013 gün ve 2013/1865 Esas, 2013/2040 Karar sayılı kararı ile “olayda, 2918 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davacı adına verilen 2.000,00 TL idari para cezasına karşı açılan davada sulh ceza mahkemesince uyuşmazlığın esastan çözümlenmediği, davanın süre aşımından reddine karar verildiğinden, dava konusu uyuşmazlığın esası hakkında aynı yargı yeri tarafından verilmiş maddi anlamda kesin bir hükmün bulunmadığı anlaşılmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile Konya 1. İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.

Konya 1. İdare Mahkemesi, Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin bozma kararı üzerine verdiği 19.11.2013 gün ve 2013/1426 Esas, 2013/1361 Karar sayılı kararında aynen:“2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu incelendiğinde, Kanun hükmüne göre verilecek para cezalarına karşı hangi yargı yoluna başvurulacağını açıkça öngören bir yasal düzenlemenin olmadığı görülmektedir.

Öte yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde, Kabahat deyiminden Kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı belirtilmiş, 3. (6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesi ile değişik) maddesinde "(1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş, 16. Maddesinde kabahatler karşılığında idari tedbir ve idari para cezası yaptırımlarının uygulanacağı belirtilmiş; 17. maddesinde idari para cezasının hesaplanması ve tahsiline ilişkin esaslar savıldıktan sonra 27. maddesinde idari para cezasına karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği hükme bağlanmıştır.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren ve 5326 sayılı Kanunun 3. maddecinde değişiklik yapan düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu'nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı: diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, idari para cezalarına karşı açılacak davalarda, görevli mahkeme kural olarak idari para cezasının verilmesine dayanak alınan Kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 2 nci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin olduğu belirtilmiştir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 2918 sayılı Kanundan kaynaklanan ve sadece para cezasına ilişkin olan davalarda görevli mahkemeyi açıkça belirleyen yasa kuralı bulunmadığı ve idari para cezasının verilmesine dayanak alınan Kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesinin gösterilmemiş olduğu göz önüne alındığında, görevli mahkemenin "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'nci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin olduğu sonucuna varılmıştır.

Buna göre, 2918 sayılı Yasa'ya göre verilen idari para cezasından kaynaklanan işbu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli vargı yerinin (Sulh Ceza Mahkemesi) görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karara karşı davacı vekili tarafından itiraz edilmiş, Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin 26.02.2014 gün ve 2014/473 Esas, 2014/546 Karar sayılı kararı ile görevsizlik kararı onanmış, onama kararı davacı vekiline 20.03.2014 tarihinde, davalı vekiline 18.03.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, süresinde karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir

Davacı vekili bu kez aynı istemlerle tekrar Konya Sulh Ceza Mahkemesi’ne dava açmıştır.

Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi; 27.05.2014 gün ve 2014/414 D.İş numaralı kararında; “İtiraz eden vekili mahkememize sunmuş olduğu 14/04/2014 tarihli dilekçesinde haksız olarak müvekkilinden tahsil edilen 2.000,00 TL'nin davalı idareden tahsili ile müvekkiline ödenmesini talep etmektedir. Bu haliyle dava idari para cezasının iptaline yönelik değil, Kabahatler Kanunu kapsamında usule aykırı kesilen cezanın istirdadı mahiyetinde olup, dava içerik ve sonuçları itibariyle İYUK 2/b maddesinde tanımı yapılan dava türüne uymaktadır. Davaya konu olan aracın mülkiyetinin davacı uhdesinde olmadığı, aracın cezanın tahakkukundan çok önce 21/10/2009 tarihinde üçüncü şahıs A.K.‘ın uhdesine geçtiği, bu hususta taraflar arasında bir ihtilaf bulunmadığı açıktır.

Konya 1. İdare ve 2. İdare Mahkemesi’nce davanın Adli Yargıda görüm ve çözümünde olduğunun belirtildiği, bu kararlara karşı yapılan itirazların Bölge idare Mahkemesince reddedildiği ve kesinleştiği anlaşılmıştır.

Bu aşamada davanın görüleceği ve çözüme bağlanacağı yargı merciinin 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi gereğince Uyuşmazlık Mahkemesi’nce çözülmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklindeki gerekçesi ile davada mahkemenin görevsizliğine, görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi gereğince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, verilen karar üzerine dosya resen Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından ve sonuçta usule ilişkin başka bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

Yukarıda ayrıntısı ile açıkladığımız üzere; davacı ilk olarak Konya 2. İdare Mahkemesi’nde davalı Alâeddin Vergi Dairesi Müdürlüğü aleyhine dava açmış, davanın görevsizlik nedeni ile reddedilip kararın kesinleşmesi üzerine bu kez yine Alaeddin Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne karşı Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açmış, Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin davayı, idari para cezasına itiraz olarak değerlendirip, davanın süre yönünden reddine kesin şekilde karar verilmesinden sonra davacı bu kez Konya Valiliği’ne karşı Konya 1. İdare Mahkemesi’nde dava açmış ve davanın görev yönünden reddine karar verilerek kararında kesinleşmesi üzerine yine Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’ne davalı Alaeddin Vergi Dairesi Müdürlüğü aleyhine dava açmış olduğu, Konya 1. İdare Mahkemesi’nde gösterdiği hasmın Konya Valiliği, diğer davalarda ise Alaeddin Vergi Dairesi Müdürlüğü olduğu anlaşılmış ise de; her dört davanın konusunun da aynı olduğu, davacının davalı tarafta yanılgıya düşmesinin işlemin niteliği gereğince olağan karşılanması gerektiği, nitekim davaya bakmakla görevli mahkemece davanın ihbarı ya da hasım düzeltilmesi kararları ile doğru hasım davaya dahil edilmesini yargılamanın her aşamasında sağlayabileceği dikkate alındığında, söz konusu yanılgının mahkememiz açısından dosyanın usulden reddine karar verilmemesi gerektiği sonucuna ulaşılarak, talebin esas yönünden değerlendirilmesine geçilmiştir.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, öncesinde davacıya ait olup, Konya 10. Noter huzurunda akdedilen ve İmza altına alınan 21/10/2009 tarihli Kat'i Taşıt Sözleşmesi ile dava dışı A.K.’a satılan 42 BMF74 plakalı 19.423 FLT 4X2 tip MAN marka 2001 model çekici araca Alaeddin Vergi Dairesi’nin 20110621015050000083 tecil dosya numarası üzerinden tahakkuk 11/2009-11/2009 dönemine ait olan ve davacı tarafından haksız şekilde ödenmek zorunda kalınan 2000.00 TL idari para cezasının 14.08.2012 tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

Davaya konu ceza tutanağının incelenmesi neticesinde, davacıdan tahsil edilen idari para cezasının, davaya konu aracın yetki belgesine kaydının yaptırılmaması sebebine dayandığı anlaşılmakla; davacı hakkında uygulanan idari para cezasının temelindeki mevzuatsal düzenlemelerin ortaya konulması ile incelemeye başlanılması yerinde olacaktır

4925 Sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun ‘Yetki Belgesi Alma Zorunluluğu’ başlıklı 5. maddesinde; “ Taşımacılık, acentelik ve taşıma işleri komisyonculuğu ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği yapılabilmesi için Bakanlıktan yetki belgesi alınması zorunludur.

Taşımacılık, acentelik ve taşıma işleri komisyonculuğu ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği yetki belgesi alınabilmesi için taşıma işleri işletmecilerinin mesleki saygınlık, mali yeterlilik ve mesleki yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. (Ek cümle: 23/01/2008-5728 S.K./516.mad) Ayrıca, karayoluyla yük ve yolcu taşımacılığı faaliyetlerinde kullanılan ticari araçlarda çalışan şoförlerin, sürücü mesleki yeterlilik belgesi almaları zorunludur. Bu maddeye ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir. 18/01/1954 tarihli ve 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu hükümleri saklıdır.

Taşımacılara, yetki belgesinden ayrı olarak taşımalarda kullanılacak taşıtların niteliğini ve sayısını gösteren taşıt belgesi ile taşımacının taşıt belgesinde kayıtlı her taşıt için düzenlenen ve taşıtta bulunması gereken taşıt kartı verilir.

Taşıma işleri işletmecilerinin sayısı, yolcu ve eşya kapasitesi, taşıtların durumu, güvenlik veya benzeri nedenlerle Bakanlık, yetki belgelerinin verilmesinde sınırlamalar ve yeni düzenlemeler getirebilir.

Tehlikeli yük taşıyan taşıtlar ve bunların bağlı olduğu taşımacılar, taşıyacakları yüklerin özelliğine uygun olduğunu gösteren bilgi ve belgelere dayanarak birinci fıkrada belirtilen yetki belgesinden ayrı olarak ilgili mercilerden ayrıca izin almakla yükümlüdürler.

Taşımacılar, taşıma hizmetlerini kabul edilebilir bir neden olmaksızın veya zorunlu haller dışında yapmaktan kaçınamazlar ve taşıma hizmetinden herkesin her zaman yararlanmasını sağlamak zorundadırlar.

Taşımalar, diğer taşımacılar veya üçüncü şahıslar tarafından engellenemez.” denilmek sureti ile karayolunda yolcu ya da yük taşımacılığı yapılabilmesi için Bakanlık’dan yetki belgesi alınması zorunlu kılınmıştır

4925 Sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun ‘İdari Para Cezaları’ başlıklı 26. maddesinin dava konusu ceza tutanağının tanzim tarihinde yürürlükte olan a bendinde; “Değişik madde: 23/01/2008-5728 S.K./518.mad) Bu Kanunun;

a) (Değişik bent: 25/06/2009-5917 S.K./33.mad) 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara ikibin Türk Lirası,

5 inci maddesinin beşinci fıkrasına aykırı davranan taşımacılara beşyüz Türk Lirası,

5 inci maddesinin altıncı fıkrasına göre taşıma hizmetini yapmaktan kaçınan taşımacılara dörtyüz Türk Lirası,

5 inci maddesinin yedinci fıkrasına aykırı davranan bir taşımacının diğer bir taşımacının taşıma faaliyetini engellemesi halinde ikibin Türk Lirası,” idari para cezası uygulanacağı belirtilerek, yetki belgesi almadan taşıma yapan taşımacılar hakkında uygulanacak yaptırım belirlenmiştir.

11.06.2009 gün ve 27255 sayılı Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nin ‘Tanımlar’ başlıklı 4. maddesinin ddd bendinde yetki belgesi; “Bu Yönetmelik kapsamında bir faaliyette bulunacak gerçek ve tüzel kişilere çalışma izni veren ve Bakanlıkça düzenlenen belgeyi,” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.

Aynı Yönetmeliğin ‘Taşıtların sadece bir yetki belgesine kayıtlı olma zorunluluğu’ başlıklı 26. maddesinde; “Taşıtlar, sadece bir yetki belgesi eki taşıt belgesine kaydedilir.” şeklindeki düzenleme ile taşıtların yetki belgesine kayıt zorunluluğu düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere dava konusu olayda, yapılan trafik denetimi sırasında 42 BMF74 plakalı 19.423 FLT 4X2 tip MAN marka 2001 model çekici aracın yetki belgesine kayıt ettirilmemesi nedeni ile, araç sahibi gözüken davacı hakkında 2000.00 TL idari para cezası uygulanmıştır.

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ‘Genel Kanun Niteliği’ başlıklı 3. maddesinde;(Değişik madde: 06/12/2006 - 5560 S.K.31.md) (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır.” denilmek sureti ile diğer kanunlarda düzenlenen idari para cezaları yönünden Kabahatler Kanunu’nun genel kanun niteliğinde olduğu belirtilmiş ve idari yaptırım kararlarına karşı 5326 sayılı Kanun’da düzenlenen kanun yoluna ilişkin hükümlerin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde tüm idari para cezaları hakkında uygulanacağı ortaya konulmuştur.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda son olarak 12.7.2013 gün ve 6495 sayılı Kanun’un 32. maddesiyle bir değişiklik yapılmış, bu haliyle de idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu nedenle 4925 sayılı Kanun uyarınca uygulanan idari para cezalarına ilişkin olarak yapılacak başvurularda da 5326 sayılı Kanun’un Kanun Yollarına ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekecektir

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ‘Başvuru Yolu ’ başlıklı 27. maddesinde; “(1) İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.

(2) Mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu sürenin geçirilmiş olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde karara karşı başvuruda bulunulabilir. Bu başvuru, kararın kesinleşmesini engellemez; ancak, mahkeme yerine getirmeyi durdurabilir.

(3) Başvuru, bizzat kanuni temsilci veya avukat tarafından sulh ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile yapılır. Başvuru dilekçesi, iki nüsha olarak verilir.

(4) Başvuru dilekçesinde, idari yaptırım kararına ilişkin bilgiler, bu karara karşı ileri sürülen deliller açık bir şekilde gösterilir. Dilekçede ayrıca, başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebep dayanaklarıyla gösterilir.

(5) (Değişik fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) İdarî yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı ancak itiraz yoluna gidilebilir.

(6) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) Soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı başvuru da bu itiraz merciinde incelenir.

(7) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) Kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu merciinde incelenir.

(8) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.34.md) İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür.” denilmek sureti ile idari para cezalarına karşı başvuru şekli, usulü ve başvuru yeri düzenlenmiş, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvurulabileceği belirtilmiştir.

Aynı Kanunun ‘Başvurunun İncelenmesi’ başlıklı 28. maddesinin 8. fıkrasında; “Mahkeme, son karar olarak idari yaptırım kararının;

a) Hukuka uygun olması nedeniyle, "başvurunun reddine",

b) Hukuka aykırı olması nedeniyle, "idari yaptırım kararının kaldırılmasına" karar verir şeklindeki düzenleme ile, Sulh Ceza Mahkemesi’nin başvuruyu idari işlemin hukuka uygunluğu yönünden yapıp, hukuka uygun bulması halinde başvurunun reddine, aksi halde başvurunun kabulü ile kararın kaldırılmasına karar vereceği düzenlenmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden, 21.11.2009 günü yapılan trafik denetimi sırasında 42 BMF 74 plakalı çekici cinsindeki aracın, yetki belgesine kaydının yaptırılmadığının tespit edilmesi üzerine, araç sahibi M.K. hakkında 2000.00 TL meblağlı idari para cezası tutanağının tanzim edildiği ve bu tutanağın 12.02.2010 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, davacının 14.08.2012 tarihinde söz konusu borcu ödediği ve ödediği bu meblağın iadesi istemi ile 11.09.2012 tarihinde idari yargıda dava açtığı, davasının Konya 2 İdare Mahkemesi’nin 14.09.2012 gün ve 2012/1153 Esas, 2012/1062 Karar sayılı kararı ile görev yönünden reddedilmesi ve bu kararın kesinleşmesi üzerine Sulh Ceza Mahkemesi’’nde dava açtığı, Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.05.2013 gün ve 2013/229 D.İş numaralı kararı ile davanın hak düşürücü süre nedeni ile usulden reddine karar verilmesi üzerine, davacının yine idari yargıda dava açtığı, Konya 1. İdare Mahkemesi’nin 19.11.2013 gün ve 2013/1426 Esas, 2013/1361 Karar sayılı kararı davanın görev yönünden reddine karar verdiği, davacının son kez sulh ceza mahkemesinde dava açtığı, Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin de 27.05.2014 gün ve 2014/414 D.İş numaralı kararı ile Konya 1. ve Konya 2. İdare Mahkemelerince verilen görevsizlik kararlarını gerekçe göstererek ve davada kendisinin de görevli olmadığını belirterek; görevli yargı yerinin belirlenmesi istemi ile dosyanın Mahkememize gönderilmesine karar verdiği ve dosyanın bu şekilde Mahkememiz önüne geldiği anlaşılmıştır.

Davacı dava dilekçesinde, davaya konu aracı ceza tutağının açıkça hukuka aykırı olduğundan iptaline karar verilmesini istememiş; dava konusu aracı, ceza tutanağının tanzimi tarihinden önce sattığından, kendisinden haksız olarak alınan paranın iadesine karar verilmesi gerektiğini iddia etmiş ise de; aslında davacının talebinin temelinde, ceza tutanağının yeni malik adına tanzim edilmesi gerekirken kendisi adına tanzim edilmesi ve idari para cezasının kendisinden tahsil edilmesi işlemlerinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve durumun araştırılarak kendisinden tahsil edilen paranın iadesine karar verilmesini istemektedir. Sonuç olarak davacının, hukuka aykırı şekilde kendisinden tahsil edilen paranın iadesine ilişkin talebinin kabulü için, tahsile dayanak olan idari işlemin hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesi gerekmektedir. Zira 5326 sayılı Kanun’un 28. maddesinde de belirtildiği üzere, Sulh Ceza Mahkemesi’nin kesilen ceza tutanağının hukuka aykırı olduğunu tespit etmesi halinde, bunun iptaline ilişkin kararının doğal bir sonucu olarak tahsil edilen paranın da iadesine karar verilmiş olacaktır. Nitekim 5326 sayılı Kanun’un idari para cezalarına karşı kanun yolunu düzenleyen 27. maddesinde, idari para cezasına karşı yapılacak başvurular genel olarak düzenlenmiş, madde metninde iptal, itiraz, istirdat gibi ayrımlara yer verilmeden başvuru tabiri kullanılmıştır. Bu anlamda davacının talebi temelde idari para cezasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesi ve esas olarak bu tespitten sonra kendisinden haksız olarak alındığı ortaya çıkacak paranın iadesine karar verilmesidir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına ilişkin tutanağın hukuka aykırı olması nedeni ile kendisinden tahsil edilen 2000.00 TL’nin iadesine ilişkin olarak açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Konya 7.Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 27.05.2014 gün ve 2014/414 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

III- 2247 SAYILI KANUN’UN 14. MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN

(OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞI) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/62

KARAR NO : 2014/713

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının, hakkında karşılıksız çek keşide etmek suçundan verilen ve hukuka aykırı olan cezanın infazı kapsamında haksız olarak 4 ay 7 gün cezaevinde tutuklu kalması nedeni ile uğradığı maddi ve manevi zararın davalıdan tazmin edilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.Y.

Davalı : Adalet Bakanlığı’na İzafeten Muhakemat Müdürlüğü

O L A Y : Davacı, Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği 06.08.2012 günlü dava dilekçesinde özetle; dava dışı sanık Ş.G. isimli kişinin kendisine ait nüfus cüzdanına resmini yapıştırmak sureti ile sahte nüfus cüzdanı düzenlediğini ve İ. İnş. Nak. Harf. San. ve Tic. Şti. isimli sahte şirket kurduğunu, yine sahte nüfus cüzdanı ile çek hesabı açtığını ve bunları keşide ederek üçüncü kişilere dağıttığını, bu çeklerin karşılıksız çıkması nedeni ile pek çok mahkemece karşılıksız çek keşide etmek suçundan verilen cezaların İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/66 Değişik İş Esas, 2005/84 Değişik İş Karar sayılı kararı ile içtima ettirildiğini ve kendisinin haksız olarak 14.07.2005 tarihinde Bayrampaşa Cezaevine alındığını, sonrasında yapılan araştırmalarla durumun anlaşılması üzerine 21.11.2005 tarihinde serbest bırakıldığını, ancak arada geçen 4 ay 7 günlük tutukluluk süresince gerek maddi ve gerekse manevi yönden zarar gördüğünü belirterek; 20.000 TL maddi ve 30.000 TL manevi tazminatın 14.07.2005 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi (HSYK Birinci Dairesi’nin 30 Kasım 2012 tarih ve 2890 sayılı kararnamesi ile birleştirilip 07/11/2012 gün ve 606 sayılı kararı ile yetki çevresi düzenlenen eski Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi): 28.03.2013 gün ve 2012/355 Esas, 2013/61 Karar sayılı kararı ile; “Mahkememizce yapılan yargılama, davacının dilekçesi, getirtilen incelenen İstanbul 5. Asliye Ceza Mahkemesi’ne ait 2003/854 Esas sayılı dosya içeriği, toplanan belgelere göre davacının CMK'nun 141.maddesinde ‘suç soruşturması ve kovuşturması sırasında gerçekleşen hukuka aykırılıklar yönünden tazminat taleplerinin Adli Mahkemelerde görüleceği ancak infaz aşamasında meydana gelen hukuka aykırılıkların bu kapsamda kalmadığı, idari yargı görevi alanına girdiği’, davacının maruz kaldığı hukuka aykırılığın infaz aşamasında olduğu, mahkememizin görevli ve yetkili olmadığı anlaşılmakla görevsizlik kararı verilmesi gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar davacıya 28.03.2013 günü tefhim, davalıya 11.04.2013 günü tebliğ edilmiş, yasal süresi içinden temyiz edilmediğinden kesinleşmiştir.

Davacı bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 9. İdare Mahkemesi: 20.09.2013 gün ve 2013/1558 Esas, 2013/1443 Karar sayılı kararı ile; “Dosyanın incelenmesinden bakılan davaya ait dosyanın adli yargı merciinin görevsizlik kararı üzerine doğrudan mahkememize gönderildiği ve usulüne uygun açılmadığı gerekçesiyle, söz konusu dosyada mahkememizce dilekçenin reddine karar verildiği ve yenilenen davada davacının, kimlik bilgilerinin başkaları tarafından kullanılarak karşılıksız çek düzenlenmesi sonucu haksız yere tutuklandığından bahisle uğradığını öne sürdüğü zarara karşılık 30.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi zarar olmak üzere toplam 50.000 TL zararın tazminini talep ettiği görülmüştür.

Bu durumda dava dilekçesinden de açıkça görüleceği üzere, davacının talebi, haksız tutuklandığı gerekçesiyle uğranıldığı öne sürülen zararların tazminine ilişkin olup, yenilenen dava dilekçesinde bu husus açıkça belirtildiğine göre ve mahkememizce de davacının isteminin başkaca bir şekilde yorumlanmasına ve değiştirilmesine imkân bulunmadığına göre, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı merciine ait olduğu sonucuna varılmıştır.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karar davacıya 09.10.2013 tarihinde, davalıya 09.10.2013 tarihinde tebliğ edilmekle yasal süresi içinde temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

Mahkememizce, 2247 sayılı Kanun ‘un 16. maddesi uyarınca davaya konu uyuşmazlık hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Danıştay Başsavcılığı’ndan yazılı görüş istenmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; 31.03.2014 gün ve 2014/70292 sayılı düşünce yazısında aynen; “Yapılan incelemede, davacının kaybettiği kimlik belgesinin ele geçirilerek çek hesabı açılması ve davacının kimliği kullanılarak kedide edilen çeklerin karşılıksız kalması sonucu suç tarihinde yürürlükte bulunan 3163 sayılı Yasanın 16/1 maddesi uyarınca çeşitli mahkemelerden verilen adli para cezalarının ödenmemesi nedeniyle hapis cezasına çevrilerek infazı sırasında, davacının suçsuz olduğunun ortaya çıkması sonucu, hakkında ceza hükmolunan mahkemelerde yargılamanın yenilenmesi suretiyle yeniden yapılan yargılamanın sonucu 5271 sayılı CMK'nun 323/1 vd. maddeleri uyarınca beraat kararları verildiği, infazın durdurulduğu ve davacının serbest bırakıldığı anlaşılmaktadır.

5271 sayılı CMK'nın 141. maddesinde "suç soruşturması ve kovuşturması sırasında" gerçekleşen koruma tedbirlerindeki hukuka aykırılıklar yönünden bu kanun hükümlerine göre tazminat istenebileceği ve madde metninde bu aykırılıkların tahdidi şekilde sıralandığı, infaz aşamasında meydana gelen hukuka aykırılıkların madde kapsamında bulunmadığı ve Yargıtay 12. CD dairesinin 2013/4566 E, 2013/10022 K sayılı emsal kararlarında da belirtildiği üzere, bu aşamadaki haksız hürriyeti tahdit eylemi nedeni ile doğan zararın idare mahkemelerinin görev alanında olduğu anlaşılmakta ise de, Yargılamanın yenilenmesini düzenleyen 5271 sayılı CMK’nun "Yeniden Duruşma Sonucu Verilecek Hüküm " başlıklı 323. Maddesinin 3. Fıkrası hükmü "Yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ilâ 144 üncü Maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir." şeklindeki düzenleme ile, yargılamanın yenilenmesi suretiyle beraat kurarı verilenler hakkında haksız yere infaz edilen süreler bakımından aynı yasanın 141 ve 142. Maddelerine atıfta bulunmaktadır. CMK.nun 142. maddesi 2. fıkrasında "İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." şeklindeki düzenleme ile, yetkili ve görevli mahkemenin adli yargı yerinde ağır ceza mahkemeleri olduğunu açıkça göstermektedir.

Açıklanan nedenle, İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 20/09/2013 gün ve 2013/1558 E, 2013/1443 K sayılı görevsizlik kararı ile, İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 28/03/2013 gün ve 2012/355 E, 2013/61 K. sayılı görevsizlik kararları arasında doğan olumsuz görev uyuşmazlığının, İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 28/03/2013 gün ve 2012/355 E, 2013/61 K sayılı görevsizlik kararı kaldırılmak suretiyle giderilmesi gerektiği düşünülmektedir.” denilmek sureti ile davaya adli yargıda bakılması gerektiği şeklinde görüş bildirilmiştir.

Danıştay Başsavcılığı 21.01.2014 gün ve 2014/29 Esas sayılı yazısında aynen; “5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanunun Tazminat İstemi Başlıklı 141. maddesinde; "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, kanunî gözaltı süresi içinde hakim önüne çıkarılmayan, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen. Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan, Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hallerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde el konulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen, yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilecekleri" belirtilmiş olup, aynı Yasanın 142 nci maddesinde ise;

"1-Karar ve hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

2-İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karar bağlanır.

3-Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.

4-Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.

5-Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirilmesini ister.

6-İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.

7-Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.

8-Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır." Hükmüne yer verilmiştir.

Aktarılan bu hükümlerin incelenmesinden, haksız tutuklama nedeniyle uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi(her türlü) zararın tazmini istemiyle açılan davaların adli yargı merciine karara bağlanacağı anlaşılmaktadır. Bunun dışında tutuklu olarak yargılanan kişinin tutuklanmasıyla ilgili olmayıp da, hükmün infazı sırasında haksız olarak cezaevine alındığına ya da tutukluluk sırasında infaz kurumlarında kendisine hukuka aykırı muamele edildiğine gibi hizmet kusuru nedeniyle açılan tazminat davalarının görüm ve çözümü ise idari yargı merciince çözümleneceği de açıktır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının, kimlik bilgilerinin başkaları tarafından kullanılarak karşılıksız çek düzenlenmesi sonucu haksız yere tutuklandığından bahisle uğradığını öne sürdüğü zarara karşılık 30.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi zarar olmak üzere toplam 50.000 TL zararın tazminini talep ettiği görülmüştür.

Bu durumda, dava dilekçesinden de açıkça görüleceği üzere, davacının talebi, haksız tutuklandığı gerekçesiyle uğranıldığı öne sürülen zararların tazminine ilişkin olması ve yukarıda belirtilen türde bir hizmet kusurundan bahsedilmemesi nedeniyle uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargı merciine ait olduğu sonucuna varılmıştır.” denilmek sureti ile davaya adli yargıda bakılması gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2004/28 Esas, 2004/1806 Karar sayılı dosyasında karşılıksız çek keşide etmek suçundan aldığı ceza kapsamında haksız olarak 4 ay 7 gün cezaevinde kalması nedeni ile uğradığı maddi ve manevi zararın davalıdan tazmin edilmesi istemi ile açılmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Koruma Tedbirleri nedeni ile Tazminat Bölümü’ başlıklı 7. Bölümünün ‘Tazminat İstemi’ başlıklı 141. maddesinde;

“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

k) (Ek bent: 11/04/2013-6459 S.K./17. md) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.

(2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.” şeklindeki düzenleme ile hangi hallerde haksız tutuklama nedeni ile tazminat talebinde bulunacağı belirtilmiş, tutuklama kararından sonra haklarında beraat kararı verilenlerin de bu madde kapsamında tazminat talep edebilecekleri açıkça düzenlenmiştir

Aynı Kanunun ‘Tazminat İsteminin Koşulları’ başlıklı 142. maddesinde; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.

Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.

Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.

Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.

İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.

Değişik fıkra: 25/05/2005-5353 S.K./20.mad) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.

Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet Savcısı veya Hazine Temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır.” denilmek sureti ile haksız tutuklama nedeni ile tazminat talebinde bulunmak isteyen kişinin, beraat kararının kesinleştiğinin kendisine bildirilmesinden itibaren 3 ay ve her halde kararın verilmesinden itibaren 1 yıl içinde, oturduğu yer ağır ceza mahkemesine, madde metninde öngörülen şartları taşıyan dilekçe ile müracaat ederek dava açabileceği düzenlenmiştir.

Aynı kanunun ‘Tazminat İsteyemeyecekler’ başlıklı 144. maddesinde; “Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:

a) (Mülga bent: 11/04/2013-6459 S.K./18. md)

b)Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler.

c)Genel veya özel af, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler.

d)Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler.

e)Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar.” denilmek suret ile hakkında açılan davanın düşmesine karar verilenlerin haksız tutuklama nedeni ile tazminat talebinde bulunamayacakları belirtilmiştir.

Aynı Kanunun ‘Yargılamanın Yenilenmesi’ başlıklı 3. bölümünün ‘Yeniden Duruşma Sonucunda Verilen Hüküm” başlıklı 323. maddesinde; “Yeniden yapılacak duruşma sonucunda mahkeme, önceki hükmü onaylar veya hükmün iptali ile dava hakkında yeniden hüküm verir.

Yargılamanın yenilenmesi istemi hükümlünün lehine olarak yapılmışsa, yeniden verilecek hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır bir cezayı içeremez.

Yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ilâ 144 üncü Maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir. “ şeklindeki düzenleme ile, hakkında yapılan yeniden yargılama neticesinde beraat kararı verilen kişinin cezanın kısmen de olsa infaz edilmesi durumunda 5271 sayılı CMK’nun 141 ile 144. Maddeleri arasında düzenlenen haksız tutuklama nedeni ile uğranılan zararın tazminine ilişkin hükümlerden yararlanabileceği açıkça kaleme alınmıştır

Dosyanın incelenmesinden; davacının nüfus cüzdanında tahrifat yapılmak sureti ile dava dışı Ş.G. isimli kişi tarafından hukuka aykırı şekilde İ. İnş. Nak. Harf.San.ve Tic. Sti. isimli sahte şirketin kurulduğu ve yine sahte nüfus cüzdanı ile çek hesabı açıldığı, bu çeklerin keşide edilerek üçüncü kişilere dağıtıldığı, bu çeklerin karşılıksız çıkması nedeni ile pek çok mahkemece karşılıksız çek keşide etmek suçundan davacı hakkında ağır para cezalarına hükmedildiği, verilen cezaların İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/66 Değişik İş Esas, 2005/84 Değişik İş Karar sayılı ve aynı mahkemenin 2005/70 Değişik İş Esas, 2005/99 Değişik İş Karar sayılı kararları ile içtima ettirildiği ve neticede 171319,00 TL Ağır Para Cezasına hükmedildiği, bu cezanın karşılığı olarak 3 yıl hapis cezası öngörülerek Keşan Cumhuriyet Savcılığı’nın 2005/1078 ilamat numaralı müddet namesinin düzenlendiği, davacının 14.07.2005’nde Bayrampaşa Cezaevine alındığı, sonrasında yapılan araştırmalarla durumun anlaşılması üzerine 21.11.2005 tarihinde serbest bırakıldığı ve nihayetinde davacı hakkında dolandırıcılık suçundan yapılan yargılama sonucunda Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi’nin 19.06.2009 gün ve 2003/39 Esas, 2009/89 Karar sayılı kararı ile beraatine karar verildiği, UYAP ortamında yapılan sorgulama neticesinde verilen bu kararın 10.10.2013 tarihinde onanarak kesinleştiği, davacının 06.08.2013 tarihinde adli yargıda haksız tutuklama nedeni ile tazminat davası açtığı anlaşılmıştır.

Davacının haksız olarak tutuklu kaldığı iddiasına dayanak teşkil eden, İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/66 Değişik İş Esas, 2005/84 Değişik İş Karar sayılı ve aynı mahkemenin 2005/70 Değişik İş Esas, 2005/99 Değişik İş Karar sayılı kararlarına konu infaz dosyası Keşan Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan istenmiş, Keşan Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14.05.2014 gün ve 2014/730 sayılı yazı cevabında, dava konusu dosyanın 25.11.2005 tarihinde bila infaz İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildiğinin bildirilmiş, bunun üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na müzekkere yazılarak davaya konu dosya hakkında bilgi istenmiş, Mahkememize gönderilen 18.06.2014 gün ve 2014/19848 esas sayılı yazı cevabında, davacının İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2004/28 Esas, 2004/1806 karar sayılı ilamı ile verilen 10500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılması üzerine cezanın infazı için davacının 13.07.2005 tarihinde İstanbul H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na alındığı, 10.08.2005 tarihinde de Keşan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na sevk edildiği, Keşan Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/365 Değişik İş sayılı kararı ile 21.11.2005 tarihinde tahliye edildiği bildirilmiştir. Bunun üzerine Keşan Asliye Ceza Mahkemesi’nden bahse konu tahliye kararı istenmiş ve gelen 21.11.2005 gün 2005/365 Değişik İş numaralı kararında, karşılıksız çek keşide etmek suçundan davacı hakkında verilen cezanın infazı sırasında, davacının iyi hali nedeni ile şartlı tahliyesine karar verildiği tespit edilmiştir.

Ayrıca Uyap ortamında infaza konu İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2004/28 Esas, 2004/1806 karar sayılı ilamı hakkında yapılan araştırma neticesinde, karar aleyhine davacı tarafından yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunulduğu, İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/1000 Esas, 2006/1043 Karar sayılı kararı ile istemi kabul ettiği ve sanığın beraatine karar verdiği tespit edilmiştir.

Dosya içinde bulunan mahkeme kararları ve İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/66 Değişik İş Esas, 2005/84 Değişik İş Karar sayılı ve aynı mahkemenin 2005/70 Değişik İş Esas, 2005/99 Değişik İş Karar sayılı içtima kararları incelendiğinde; İstanbul 5.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 20.02.2005 tarih, 2004/162 Esas, 2005/94 Karar sayılı kararı; Ümraniye 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 23.3.2005 tarih, 2003/1517 Esas, 2005/533 Karar sayılı kararı; Kadıköy 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 12.5.2004 tarih, 2004/54 Esas, 2004/405 Karar sayılı kararı; İstanbul 12.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 21.06.2004 tarih, 2003/1075 Esas, 2004/1134 Karar sayılı kararı; İstanbul 12.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 17.6.2004 tarih, 2003/983 Esas, 2004/1128 Karar sayılı kararı; İstanbul 12.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 1.11.2004 tarih, 2004/18 Esas, 2004/1806 Karar sayılı kararı; İstanbul 8.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 26.5.2004 tarih, 2003/851 Esas, 2004/861 Karar sayılı kararı; İstanbul 2.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 4.5.2004 tarih, 2003/749 Esas, 2004/636 Karar sayılı kararı; İstanbul 9.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 24.9.2004 tarih, 2003/610 Esas, 2004/1112 Karar sayılı kararı; İstanbul 2.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 27.04.2004 tarih, 2003/959 Esas, 2004/593 Karar sayılı kararı; İstanbul 5.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 25.4.2004 tarih, 2003/793 Esas, 2003/1050 Karar sayılı kararı; İstanbul 8.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2.6.2004 tarih, 2003/1036 Esas, 2004/902 Karar sayılı kararı; İstanbul 8.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 3.11.2004 tarih, 2003/1076 Esas, 2004/1661 Karar sayılı kararı; İstanbul 13.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 4.11.2004 tarih, 2003/773 Esas, 2004/2114 Karar sayılı kararı; İstanbul 6.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 22.10.2004 tarih, 2003/1285 Esas, 2004/1689 Karar sayılı kararı; İstanbul 6.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.10.2004 tarih, 2004/182 Esas, 2004/1809 Karar sayılı kararı; İstanbul 8.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 22.4.2004 tarih, 2001/642 Esas, 2004/640 Karar sayılı kararı; İstanbul 12.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 31.5.2004 tarih, 2003/796 Esas, 2004/936 Karar sayılı kararı; İstanbul 2.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14.11.2003 tarih, 2003/781 Esas, 2003/882 Karar sayılı kararı; Elmalı Asliye Ceza Mahkemesi’nin 3.3.2005 tarih, 2003/122 Esas, 2005/45 Karar sayılı kararı; İzmir 14.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 21.10.2004 tarih, 2003/484 Esas, 2004/896 Karar sayılı kararı; Denizli 3.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 8.9.2004 tarih, 2004/267 Esas, 2004/485 Karar sayılı kararlarına karşı mahkemelerine yargılamanın iadesi istemi ile müracaat edildiği ve Mahkemelerince yapılan inceleme neticesinde, davacının isteminin haklı bulunması üzerine davacının esas ve karar numaraları verilen bütün dosyalardaki suçlar itibariyle beraatine karar verildiği tespit edilmiştir. Görüldüğü üzere içtima kararına konu ilamlardan birisi de 14.07.2005 tarihinden 21.11.2005 tarihine kadar davacının cezaevine alınması sureti ile infaz edilen İstanbul 12. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2004/18 Esas (İstanbul 12 Asliye Ceza Mahkemesi’nce karar üzerinde düzeltme yapılarak Esas numarasının 2004/28 olduğu belirtilmiş, Uyap ortamında yapılan araştırmada da dosyanın esas numarasının 2004/28 olduğu, 2004/18 Esas sayılı dosyanın yaralama suçuna ilişkin başka bir sanığa ilişkin olduğu tespit edilmiştir.) 2004/1806 Karar sayılı kararıdır.

Sonuç olarak her ne kadar davacı tarafından dava dilekçesinde haksız tutuklama nedeni ile uğranılan zararın tazmini istenmiş ise de, bu bilgiler ışığında sanık hakkında üzerine atılı karşılıksız çek keşide etmek suçundan yukarıda esas ve karar numaralı dosyalarda verilen ağır para cezası hükümleri kesinleştiği ve içtima edilerek infaz aşamasına geçildiği anlaşılmakla; davanın, işlemediği suçun infazı nedeni ile cezaevinde kalan kişinin uğradığı zararın tazmini kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

Bu itibarla, davacının Bayrampaşa Cezaevinde kaldığı süre zarfında tutuklu kalmadığı, hakkında karşılıksız çek keşide etmek suçundan verilen cezaların infazı amacı ile cezaevine alındığı, davacının gerek Adli Tıp ve Grafoloji Uzmanı S.C.A.’ın 18.01.2006 tarihli raporu ve gerekse de Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi’nin 19.06.2009 gün ve 2003/39 Esas, 2009/89 Karar sayılı kararına dayanarak karşılıksız çek keşide etmek suçundan hakkında yargılama yapılan mahkemelere yargılamanın iadesi talebinde bulunduğu ve bu başvuruların kabulü ile davacının beraatine karar verildiğine göre, davacının isteminin 5271 sayılı CMK’nın 323. maddesindeki “Yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir.” şeklindeki açık hükmü gereğince aynı kanunun 141 ve 144 maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinde de, tazminat talebinde bulunmak isteyen kişinin, beraat kararının kesinleştiğinin kendisine bildirilmesinden itibaren 3 ay ve her halde kararın verilmesinden itibaren 1 yıl içinde, oturduğu yer Ağır Ceza Mahkemesi’ne müracaat etmesi gerektiğinin düzenlendiği anlaşılmakla; davanın adli yargının görev alanına girdiği anlaşılmıştır.

Ayrıca her ne kadar İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi, görevsizlik kararı gerekçesinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi içtihatlarında belirtildiği şekilde cezanın infazı sırasında oluştuğu ileri sürülen hukuka aykırılıklar nedeni ile açılan davaya idari yargıda bakılması gerektiği belirtilmiş ise de; Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin mahkeme kararına dayanak olarak gösterilen söz konusu içtihatları 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin suçun soruşturulması ve kovuşturulması aşamasında gerçekleşen koruma tedbirlerindeki hukuka aykırılıkları yönünden istenecek tazminat taleplerine ilişkin olduğunu, bu sebeple cezanın infazı sırasında meydana gelen hukuka aykırılıkların madde kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle cezanın infazı sırasında meydana gelene hukuka aykırılıklar nedeni ile açılacak davaların idari yargıda görülmesi gerektiğini belirtmişse de; dava dosyasının yukarıda ifade edildiği üzere 5271 sayılı CMK’nın 323. maddesinde düzenlenen özel hüküm kapsamında kaldığı anlaşılmakla, yerel mahkeme kararında belirtilen gerekçeye itibar edilmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul Anadolu 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 28.03.2013 gün ve 2012/355 Esas, 2013/61 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/506

KARAR NO : 2014/719

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Maddi hasarlı trafik kazası sonucu düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.F.Ç.

Davalı : Adli Yargıda

Hasımsız

İdari Yargıda

1-İçişleri Bakanlığı

2-İstanbul Büyükşehir Belediyesi İETT Genel Müdürlüğü

O L A Y : B Bölgesi Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nce 31.7.2013 günlü ve 3254 sayılı maddi hasarlı trafik kaza tespit tutanağı düzenlenmiştir.

Davacı, tutanakta belirtilenin aksine kazaya karışan diğer aracın sürücüsünün hatalı olduğunu ileri sürerek, trafik kaza tespit tutanağına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

İSTANBUL 3. SULH CEZA MAHKEMESİ: 19.8.2013 gün ve D.İş:2013/3947, K:2013/3947 sayı ile, başvuranın trafik kaza tespit tutanağına itiraz ettiği ve başvuranla ilgili herhangi bir yaptırım kararına itiraz etmediği belirtilen başvuruya konu talebin sulh ceza mahkemelerinde incelenebilecek bir talep olmadığı anlaşıldığından, başvurunun 5326 sayılı Yasa’nın 28/1-b maddesi gereğince görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ: 2.10.2013 gün ve E:2013/2146, K:2013/1431 sayı ile, maddi hasarlı trafik kazası sonrası düzenlenen trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle dava açıldığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın “Bu suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri” başlıklı 112. maddesinde, “Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde bakılır” hükmünün yer aldığı, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin “Trafik Kazalarına El Konulması” başlıklı 154. maddesinde, “Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır. a) Trafik kazalarına; 1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca, 2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek “Kaza Tespit Tutanağı” düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma), el konulur”, aynı Yönetmeliğin “Trafik Kazalarına İlişkin İşlemler” başlıklı 156. maddesinde de, “Trafik Kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki esas ve usuller uygulanır. a) Kaza tespit tutanağının düzenlenmesi; 1) Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir. Tutanaklar; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklamak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir” kurallarına yer verildiği, dosyanın incelenmesinden, davacının aracıyla karıştığı trafik kazası sonrasında Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen maddi hasarlı trafik kazası tespit tutanağının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta ise de; yukarıda anılan yasal düzenlemeler uyarınca, kaza tespit tutanağının kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne yardımcı olmak üzere trafik zabıtasınca düzenlenen tespit niteliğinde bir belge olduğu ve idari işlem niteliği bulunmadığı, bu bakımdan adli yargı yerlerinde çözümlenecek uyuşmazlıkların görümü sırasında mahkemelerce değerlendirilecek nitelikte bir belge olduğu anlaşıldığından, kaza tespit tutanağına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün Mahkemelerine değil, görevsizlik kararı veren Sulh Ceza Mahkemesi'ne ait olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı, adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğu ileri sürülen görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosya örneğinin 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, maddi hasarlı trafik kaza tespit tutanağının iptali istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun “Trafik kazalarına el koyma ve bilirkişilik” başlığını taşıyan 83. maddesinde, “Trafik kazalarına;

a) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca,

b) Kazanın oluş nedenlerini, iz ve delillerini belirleyerek trafik kaza tespit tutanağı düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca el konulur.

Trafik zabıtasının görevli olmadığı veya bulunmadığı karayollarında meydana gelen kazalarda trafik kaza tespit tutanağı mahalli genel zabıtaca düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir.

Karayollarında meydana gelen ve yalnız maddi hasarla sonuçlanan trafik kazalarında tarafların anlaşması halinde ve fiil başka bir suç oluşturmuyorsa adli kovuşturma yapılmaz ve Türk Ceza Kanununun 565 inci maddesi hükmü uygulanmaz.

Trafik kazalarında yolun trafiğe kapandığı hallerde; trafik zabıtası veya genel zabıta; iz ve delilleri kaybolmayacak şekilde işaretledikten ve gerekli işlemleri yaptıktan sonra, karayolunu trafiğe açmaya yetkilidir.

Karayolunun trafiğe kapanmasına ölümlü ve hayati tehlike yaratan yaralanmalı kazalar neden olmuş ve bu kaza can, mal ve trafik güvenliğini etkiliyor ve başka bir yoldan geçiş verilemiyorsa Cumhuriyet savcısının gecikeceğinin anlaşılması halinde, gerekli işaretlemeler yapılıp araç ve ölüler kenara alınarak durum bir tutanakla tespit edildikten sonra yol trafiğe açılır.

Trafik zabıtası, usul kanunlarına göre görevlendirilirse, trafik kazalarında bilirkişilik yapar.

Trafik kazaları, kaza tahkik memurluğu, bilirkişilik ve bunlarda aranacak şartlar ile diğer esaslar yönetmelikte gösterilir” ve “Bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri” başlıklı 112. maddesinin birinci fıkrasında, “Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Yasadaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali cezasını veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır” hükmü yer almıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na dayanılarak çıkarılmış bulunan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Trafik Kazalarına EI Konulması” başlıklı 154. maddesinde, “Trafik kazalarına el konulmasında aşağıda gösterilen esas ve usuller uygulanır.

a) Trafik kazalarına;

1) Adli yönden gereği yapılmak üzere mahalli genel zabıtaca,

2) Kaza nedenlerini, iz ve delillerini belirleyecek “Kaza Tespit Tutanağı” düzenlemek üzere de trafik zabıtasınca (polis veya jandarma), el konulur.

Trafik zabıtasının görev alanı dışında kalan yerler ile el koyamadığı durumlarda, trafik kaza tespit tutanağı, örneğine uygun olarak mahalli zabıta tarafından düzenlenir ve bir örneği o yerin trafik zabıtasına gönderilir.(…)” denilmiş; aynı Yönetmeliğin, “Trafik Kazalarına ilişkin işlemler” başlıklı 156. maddesinde de, “Trafik Kazaları ile ilgili olarak yapılacak işlemlerde aşağıdaki esas ve usuller uygulanır.

a) Kaza tespit tutanağının düzenlenmesi;

1) Örneğine uygun olarak; kaza yerinin durumu, iz ve deliller, kazaya karışan sürücüler, varsa ölü veya yaralılar, hasar veya zarar, gün ve saat ile gerekli görülen diğer hususlar belirtilmek üzere düzenlenir ve olay yerinin durumu bir krokide gösterilir.

Tutanaklar; soruşturma evrakına eklenmek, dosyasında saklamak ve sayısına göre taraflara verilmek üzere yeter sayıda düzenlenir.

2) Trafik kazası tespit tutanağı düzenlemeye bu Yönetmeliğin 154 üncü maddesinin (a) bendi gereğince trafik zabıtası ve genel zabıtanın görevli personeli yetkilidir.

Tutanaklar en az iki görevli tarafından düzenlenir. Hafif yaralanmalı veya hasarlı kazalarda tek görevli tarafından rapor şeklinde de düzenlenebilir.

Ancak Türk Silahlı Kuvvetlerine ait araçların karıştığı trafik kazalarında bir askeri temsilcinin bulundurulması mecburidir.

3) Tutanak düzenleyenler, taraflar için kusur oranı belirtirler(…)” denilmiştir.

Diğer taraftan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Bu düzenlemelere göre, maddi hasarlı kaza tespit tutanağı, kazaya karışan taraflar arasında çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların çözümüne esas olacak ve trafik zabıtasınca düzenlenecek bir belge olup, idari işlem niteliği de bulunmayan bu belgenin, adli yargı yerlerinde çözümlenecek uyuşmazlıkların görümü sırasında o mahkemelerce değerlendirilecek olduğundan, maddi hasarlı kaza tespit tutanağına yönelik davanın idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmamaktadır.

Bu durumda, davacı tarafından; maddi hasarlı trafik kaza tespit tutanağına itirazen açılan ve idari yargı yerinde görülmesi olanağı bulunmayan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 19.8.2013 gün ve D.İş:2013/3947, K:2013/3947 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/609

KARAR NO : 2014/726

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Orman İşletme Müdürlüğünde daimi/ özürlü işçi olarak çalışan davacının, kendisine görevlendirme harcırahı ödenmesi istemiyle açtığı davanın; işçi statüsündeki davacı ile davalı arasında, işçi–işveren ilişkisi bulunduğu; davalı tarafından tesis edilen işlemin, davacının kamu mevzuatından kaynaklanmayan talebinden doğduğu gözetildiğinde, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.A.

Vekili : Av. K.A.

Davalı : (İdari Yargıda)Amasya Orman Bölge Müdürlüğü;

(Adli Yargıda) Bafra Orman İşletme İlçe Md.lüğü (Orman Genel Md.lüğünü izafeten)

Vekili : Av. O.Y.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, Konya İl Çevre ve Orman Müdürlüğü emrinde özürlü işçi olarak 2004 yılı Aralık ayında işe başladığını; ailevi ve kişisel nedenlerle, Amasya Orman Bölge Müdürlüğü emrine görevlendirmesinin yapılmasını istediğini; Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığının 24.11.2005 tarih ve 9505 sayılı yazıları ile görevlendirmeye muvafakat edildiğini; sürekli işçi olarak çalışan müvekkilinin, Bakanlığın talepleri doğrultusunda, Orman Genel Müdürlüğü Amasya Orman Bölge Müdürlüğüne bağlı Bafra Orman İşletme Müdürlüğü emrinde harcırahsız olarak görevlendirilmesine karar verildiğini; daha sonra anılan Müdürlüğe atamasının yapıldığını ve 21.12.2011 tarihinde görevine başladığını; müvekkilinin, Konya İl Çevre ve Orman Müdürlüğü emrinde sürekli işçi olarak çalışmakta iken, Orman Genel Müdürlüğü’nün 28.11.2005 tarih ve 231 sayılı oluru ile Amasya Orman Bölge Müdürlüğü Bafra Orman İşletme Müdürlüğü emrine görevlendirildiğini, 28.11.2005 tarihinden, naklen tayin olduğu 15.12.2011 tarihine kadar Bafra Orman İşletme Müdürlüğü’nde görevlendirme ile çalışmış olduğunu; bu tarihler arasındaki, görevlendirme harcırahının ödenmesi için, 03.09.2012 tarihli dilekçe ile Bafra Orman İşletme Müdürlüğü’ne başvurduğunu; Amasya Orman Bölge Müdürlüğünce, Orman Genel Müdürlüğü’nün 28.11.2005 tarih ve 231 sayılı görevlendirme olur’larında, görevlendirmesi harcırahsız olarak yapıldığından ilgilinin talebi hakkında Bölge Müdürlüklerince yapılacak bir işlem bulunmadığı bildirilerek, müvekkilinin talebinin reddedildiğini; oysa görevlendirme harcırahı ödenmesinin yasal bir hak olduğunu ifade ederek; Amasya Orman Bölge Müdürlüğünün 19.09.2012 tarih ve 5198 sayılı, görevlendirme harcırahının ödenmesi talebinin reddine ilişkin kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Samsun 1.İdare Mahkemesi; 29.11.2012 gün ve E:2012/1482, K:2012/1329 sayı ile, davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiş; itiraz edilmesi üzerine bu karar, Samsun Bölge İdare Mahkemesinin 25.4.2013 gün ve E:2013/340, K:2013/337 sayılı kararıyla, uyuşmazlığın çözümünde adli yargı mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

SAMSUN 1.İDARE MAHKEMESİ:16.7.2013 gün ve E:2013/875, K:2013/682 sayı ile, Mahkemelerinin 29/11/2012 tarih ve E:2012/1482, K:2012/1329 sayılı kararının, Samsun Bölge İdare Mahkemesi'nin 25/04/2013 tarih ve E:2013/340, K:2013/337 sayılı kararı ile bozulması üzerine, bozma kararına uyulduğu; 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesinin 3/a bendinde dilekçelerin görev ve yetki yönünden inceleneceği, 15. maddesinin l/a bendinde ise, 14. maddenin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine, idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verileceğinin hüküm altına alındığı; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinde ise "İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur." hükmüne yer verildiği; dava dosyasının incelenmesinden; Amasya Orman Bölge Müdürlüğü Bafra Orman İşletme Müdürlüğü'nde özürlü işçi olarak görev yapan davacının, 28.11.2005-15.12.2011 tarihleri arasında Bafra Orman İşletme Müdürlüğü'nde görevlendirme ile çalıştığından bahisle, bu tarihler arasındaki görevlendirme harcırahının ödenmesi istemiyle 03.09.2012 tarihinde yaptığı başvurunun dava konusu 19.09.2012 tarih ve 5198 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, davacının daimi vasıfsız işçi statüsünde görev yaptığı, dolayısıyla İş Kanunu'na bağlı çalıştığının açık olduğu; bu durumda, İş Kanunu'ndan kaynaklı uyuşmazlıkların çözümünde Adli Yargı Mahkemeleri'nin görevli olduğunda kuşku bulunmadığı gerekçesiyle; davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, müvekkilinin 28.11.2005 tarihinden naklen tayin olduğu 15.12.2011 tarihine kadar geçen süre için 2.000,00 TL. görevlendirme harcırahının, ödenmesi gereken tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

BAFRA 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ(İŞ MAHKEMESİ SIFATIYLA);20.3.2014 gün ve E:2013/345, K:2014/180 sayı ile, davanın, ödenmeyen görevlendirme harcırahı istemine ilişkin olduğu; Mahkemelerince yapılan yargılama, toplanan tüm deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; somut olayın görevlendirme harcırahı ödemesi talebi olduğu, ödenmesine ilişkin idari işlem tesis etmeye zorlayıcı hüküm kurulması amaçlandığına göre, talebin idari nitelik taşıdığının kabul edilmesi gerektiği, ayrıca görevlendirme harcırahının ilgililerin iradeleri dışında, idarenin kamu gücü kullanılarak yapıldığı, konunun kamu hukuku alanına ilişkin olduğu gözetildiğinde, idareye karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğunun anlaşıldığı, 2577 Sayılı İYUK gereğince, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları zarar görenler tarafından açılacak tam yargı davalarının idari dava olduğu gerekçesiyle; Mahkemelerinin görevsizliğine; dosyanın görevli ve yetkili Samsun İdare Mahkemesine gönderilmesine, Dosyadan görev uyuşmazlığı çıktığında yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, HMK 20. madde gereğince tarafların kararın kesinleşmesinden itibaren iki hafta içinde başvuru yaparak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini talep etmeleri halinde dosyanın Mahkemelerince Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Bu karar ve davacı vekilinin talebi üzerine dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve nedeni aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2-2247 sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da içermesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre olumsuz görev uyuşmazlığı doğması durumunda her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma istencini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme oranla daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, davada idari yargının görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve “dosyanın görevli ve yetkili Samsun İdare Mahkemesine gönderilmesine, Dosyadan görev uyuşmazlığı çıktığında yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, HMK 20. madde gereğince tarafların kararın kesinleşmesinden itibaren iki hafta içinde başvuru yaparak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini talep etmeleri halinde dosyanın Mahkemelerince Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine” de karar verilmiş; bilahare davacı vekilinin de talebi üzerine; yalnızca adli yargı dosyası gönderilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmuştur.

Bu haliyle, yapılan başvuru, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamaktadır.

Ancak, adli ve idari yargı yerleri arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) ve daha sonra davacı vekilinin de talebi üzerine, 2247 sayılı Yasa’nın 14, 15 ve 19. maddelerinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, idari yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Amasya Orman Bölge Müdürlüğü Bafra Orman İşletme Müdürlüğünde daimi/ özürlü işçi olarak görev yapan davacının, 28.11.2005-15.12.2011 tarihleri arasında Bafra Orman İşletme Müdürlüğünde görevlendirme ile çalıştığından bahisle, bu tarihler arasındaki görevlendirme harcırahının ödenmesi istemiyle 03.09.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin, 19.09.2012 gün ve 5198 sayılı işlemin iptali/ fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 2.000,00 TL. görevlendirme harcırahının ödenmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasanın 128’inci maddesinde devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceği belirtilmiş, maddede “kamu görevlisi” kavramı tanımlanmayıp, “kamu görevlisi tarafından yapılması gereken görevler” sayılmıştır

Öte yandan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda da “kamu görevlisi” kavramı tanımlanmamış, 4 üncü maddesinde yalnızca kamu hizmetlerinin gördürüldüğü dört grup istihdam şeklinden bahsedilmiş olup, maddenin son fıkrasında işçiler hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı açıkça vurgulanmıştır.

Bir kamu tüzel kişisi tarafından istihdam edilen kişi, bu göreve kamu hukuku kurallarına göre idari bir kararla atanmış ise, bu görevli kamu görevlisidir.Örneğin memurlar, idari bir kararla göreve atandıkları için tartışmasız olarak kamu görevlisi kabul edilirler.

Bir kamu tüzel kişisi tarafından istihdam edilen kişi ile bu kamu tüzel kişisi arasındaki bağ, bir “sözleşme” ile kurulmuş ise, bu bağ “akdi” nitelikte bir bağdır.Ancak, bir kamu tüzel kişisi tarafından “sözleşme” ile istihdam edilen herkes kamu görevlisi olmayıp, sadece “ idari sözleşme” ile istihdam edilenler, kamu kurum veya kuruluşuna kamu hukuku bağı ile bağlı olduklarından kamu görevlisi olarak nitelendirilirler.Bu bağlamda; kamu tüzel kişisi tarafından bir “özel hukuk sözleşmesi” ile istihdam edilen kişilerin kamu görevlisi olarak kabulü mümkün değildir.Bunlar hizmet akdiyle çalışan ve iş hukukuna tabi olarak istihdam edilen işçilerdir.

Konuya ilişkin mevzuat hükümlerine bakıldığında; 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” denilmiş; maddenin işaret ettiği 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir.” hükmüne; 2. maddesinin ilk fıkrasında, “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir. İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir.” tanımına; Yasanın, 5763 sayılı Yasanın 2.maddesiyle değişik 30. maddesinde “Engelli ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu” hususuna ayrıntılı olarak yer verilmiştir.

6245 sayılı Harcırah Kanunu’nun “Harcırah verilecek kimseler” başlıklı 4’üncü maddesinde, Bu Kanunda belirtilen hallerde bu Kanun kapsamına giren kurumlarda çalışan memur ve hizmetliler ile aile fertlerine ve aynı kurumlarda fahri olarak çalışanlara harcırah verileceği öngörülmüş, anılan Yasanın 3’üncü maddesinin (d) bendinde ise, Hizmetlinin, personel kanunlarına göre yardımcı hizmetler sınıfına dahil personeli, kurumlarda yalnız ödenek mukabili çalışanlarla kurumlarda çalıştırılan tarım ve orman işçilerini ve iş kanunlarına göre işçi sayılan kimseleri ifade edeceği belirtilmiştir.

6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerinin irdelenmesinden, bütün kamu kurum ve kuruluşlarının işçi olarak istihdam edilenler dahil olmak üzere tüm personelin, harcırah uygulaması yönünden aynı kapsamda değerlendirildikleri görülmektedir.

Dava dosyalarının incelenmesinden; davacının, daimi statüde ve engelli/özürlü işçi olarak Konya İl Çevre ve Orman Müdürlüğünde çalışmakta iken 14.10.2005 tarihli dilekçesi ile özürlü olduğundan ve ailesinin Samsun’da yaşadığından dolayı mağdur olduğunu ve mağduriyetinin giderilmesi için harcırahsız olarak görevlendirilmesinin Amasya Orman Bölge Müdürlüğü ( Bafra Orman İşletme Müdürlüğü) emrine yapılmasını içeren talebini Çevre ve Orman Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığına Gönderilmek Üzere Konya İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne sunduğu; Orman Genel Müdürlüğü Personel Dairesi Başkanlığının 28.11.2005 tarihli olurları ile de davacının Amasya Orman Bölge Müdürlüğüne bağlı Bafra Orman İşletme Müdürlüğü emrine, harcırahsız olarak görevlendirilmesinin uygun görüldüğü; bu tarihten sonra da naklen tayin olduğu 15.12.2011 tarihine kadar Bafra Orman İşletme Müdürlüğünde görev yaptığı; davacının, 28.11.2005-15.12.2011 tarihleri arasında Bafra Orman İşletme Müdürlüğünde görevlendirme ile çalıştığından bahisle, bu tarihler arasındaki görevlendirme harcırahının ödenmesi istemiyle 03.09.2012 tarihinde yaptığı başvurunun reddine ilişkin, 19.09.2012 gün ve 5198 sayılı işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 2.000,00 TL. görevlendirme harcırahının ödenmesi istemiyle de adli yargı yerinde dava açtığı; davalı idarece Mahkemeye sunulan cevap dilekçesinde; davacının Bafra’ya görevlendirmesinin kendi isteği ile yapıldığı, Orman Genel Müdürlüğü tarafından özürlü olması ve ailesinin Samsun’da olması nedeniyle kendisini mağdur etmemek için isteğinin gerçekleştirildiği; 6245 Sayılı Harcırah Kanunun 56. maddesinin çalışanlara görevlendirme ya da her türlü harcırahın ödenmesi için 6 aylık bir başvuru süresi getirmiş olduğu; davacının görevlendirme tarihinden itibaren 6 aylık süre içerisinde kendisine harcırah ödenmesini kurumdan talep etmediği gibi naklen tayin tarihi olan 15.12.2011 tarihine kadar da harcırah istemediğini savunduğu anlaşılmıştır.

Buna göre, davacının talebinin ve idarenin ret işleminin 6245 sayılı Kanuna dayandırıldığı, anılan Kanunun memurlar dışındaki bir kısım çalışanlara da uygulanmakta olduğu; dolayısıyla işçi statüsündeki davacı ile davalı arasında, işçi–işveren ilişkisi bulunduğu; davalı tarafından tesis edilen işlemin, davacının kamu mevzuatından kaynaklanmayan talebinden doğduğu gözetildiğinde; uyuşmazlığın, “işçi ve işveren arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları” kapsamında İş Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Bafra 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) yönteme aykırı başvurusunun reddi ile aynı Mahkemece ayrıca verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bafra 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) BAŞVURUSUNUN REDDİ ile, aynı Mahkemece ayrıca verilen 20.3.2014 gün ve E:2013/345, K:2014/180 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

4-ESAS NO : 2014/631

KARAR NO : 2014/730

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği’nin 24.maddesine aykırı olarak, çocuğa oyun oynatıldığının tespit edilmesi nedeniyle, davacı adına kayıtlı spor toto bayilik ruhsatının iptaline ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : PÇT Şans Oyunları Gıda Tütün Mam.Alkollü Alkolsüz İçecekler İnş.San.ve Tic.Ltd.Şti.

Vekilleri : Av. L.R. (İdari Yargıda)

Av. M.C. & Av. M.C. (Adli Yargıda)

Davalı : Spor Toto Teşkilat Başkanlığı (Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü)

Vekilleri : Av. M.A. (İdari Yargıda)

Av. S.K. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirket ile davalı teşkilat arasında yapılan bayilik sözleşmesi ile 112116 nolu spor toto bayiliğinin davacıya tahsis edilmiş olduğunu, 05.05.2010 tarihinde çocuğa oyun oynattıklarına dair haklarında tutanak tutulduğunu ve davalı teşkilatın 30.06.2010 tarihinde sözleşmenin iptal edildiğini kendilerine bildirdiğini, çocuğa oyun oynatıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını ileri sürerek Spor Toto teşkilatının davacının bayiliğini iptal eden 30.06.2010 tarih ve 4281 sayılı kararın iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 15. İdare Mahkemesi; 19.10.2010 gün ve 2010/1441 Esas, 2010/1211 Karar sayılı kararı ile özetle: idarenin davacı ile yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin özel hukuk hükümlerine tabi olduğu ve bu ilişkiden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceğini belirterek, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Danıştay 10. Daire’si 24.1.2013 gün ve 2011/1699 Esas, 2013/469 Karar sayılı kararı ile temyiz isteminin reddi ile kararın onanmasına hükmetmiş; verilen karar, davacı vekiline 12.04.2013 tarihinde, davalı vekiline 09.04.2013 tarihinde tebliğ edilerek yasal süresi içerisinde karar düzeltme talebinde bulunulmadığından kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle, bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesi; 04.03.2014 gün ve 2013/378 Esas, 2014/100 Karar sayılı kararı ile: “Uyuşmazlık Mahkemesi aynı nitelikteki bir davada, ‘İdare, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak, konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabilir, idare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmeler "idari sözleşme" olarak adlandırılırlar, idarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerinin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılmasına karşılık, 2577 sayılı Yasa'nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1 -c maddesinde belirtildiği üzere "genel hizmetlerden birinin yürütülmesi" amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanılarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde ise, idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.Anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi sonuçta Spor Toto Teşkilat Başkanlığına ait olduğuna ve bu hakkın bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarım taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu açıktır.Olayda, davacının bayi terminalinin bulunduğu mahalde, jetonlu kumar makinesinin bulunduğunun saptanması üzerine, bayilik sözleşmesi hükümleri uyarınca bayilik ruhsatının iptal edildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile yapılan bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.Ayrıca, dava konusu işlem, bayilik sözleşmesine dayanılarak tesis edilmiş olmakla birlikte, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının, ilgililerin bayilik ruhsatını, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliğinin anılan hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sırf sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağı da bulunmamaktadır.’ şeklinde karar vermiştir (17/11/2008 tarih ve 2008/7-2008/279 sayılı kaarı). Yukarıda açıklanan karar gereğince, dava konusu uyuşmazlığın idari yargının görevinde olduğu kanaati oluşmuştur. HMK'nun 114/1-c ve 115. maddeleri gereğince, görev dava şartlarından olup mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılabileceği gibi, taraflarca ileri sürülmesi mümkündür. Davaya konu uyuşmazlığın idari yargının görevinde olduğu anlaşıldığından, yargı yolu nedeniyle mahkememizin görevsizliğine karar vermek gerekmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar, davacı vekiline 18.03.2013, davalı vekiline 21.03.2014 tarihinde tebliğ edilmiş yasal süresi içinde kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir.Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuşlardır. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15.maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacı şirket ile davalı teşkilat arasında yapılan bayilik sözleşmesi ile 112116 nolu spor toto bayiliği tahsis edilen davacı şirketin, 05.05.2010 tarihinde çocuğa oyun oynattığına dair hakkında tutulan tutanak nedeni ile bayiliğinin iptal edilmesine ilişkin Spor Toto Teşkilatı’nın 30.06.2010 tarih ve 4281 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

Dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle;

3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı ve tüzelkişiliğe sahip bir kamu kurumu iken; aynı Kanunun 4. maddesine göre Genel Müdürlüğe bağlı bir birim olan Spor Toto Teşkilat Başkanlığının tüzelkişiliğinin bulunmadığı; Kanunun 2. maddesinin mülga (i) bendi uyarınca, Türkiye'de düzenlenecek futbol ve diğer spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarının düzenlenmesi ve yürütülmesi yetki ve görevinin Genel Müdürlüğe ait olduğu; Genel Müdürlüğün bu yetkisini, 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kanalı ile kullandığı; Başkanlığın ise kendisine ait olan bu faaliyetini, sözleşme imzaladığı ve bayilik ruhsatı verdiği bayileri aracılığı ile yürüttüğü görülmekte iken;

08.06.2011tarih, 27958-Mük. Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 638 No.lu “Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile Gençlik ve Spor Bakanlığının kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları düzenlenmiş; Kararnamenin 31. maddesinin 1.fıkrasında; 21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda ve diğer mevzuatta gençlik hizmetleriyle ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış olan atıfların Bakanlığa, spor hizmetleriyle ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış olan atıfların Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış sayılacağı; 2.fıkrasının c bendinde (3289 sayılı Kanunun) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin yürürlükten kaldırıldığı; ç bendi ile; 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinin "e) Uluslararası Organizasyonlar Dairesi Başkanlığı" şeklinde değiştirildiği ve aynı maddede yer alan "Bağlı Birimler: Spor Toto Teşkilat Başkanlığı" ibaresinin yürürlükten kaldırıldığı; Kararnamenin 31. maddesinin 6.fıkrasının a bendinde; 29/4/1959 tarihli ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunun; 1 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin "Yurtiçinde ve yurtdışında spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahis oyunlarını oynatmak üzere, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği haiz Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kurulmuştur." şeklinde değiştirildiği; Kararnamenin “Düzenleyici İşlemler” başlıklı Geçici 1. maddesinde; bu Kanun Hükmünde Kararnamenin uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin, bir yıl içinde yürürlüğe konulacağı, bu düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar mevcut düzenlemelerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı; Geçici 9.maddesinde; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının iş ve işlemleri nedeniyle taraf olduğu her türlü davalar ve icra takipleri ile sair hukukî ihtilaflardaki aktif ve pasif husumet ehliyetinin, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğü tarihinde, başka herhangi bir işleme gerek kalmaksızın Spor Toto Teşkilat Başkanlığına devredilmiş sayılacağı hükümlerine yer verilmiştir.

638 No.lu Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikler de dikkate alındığında; 7528 sayılı “Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun” 2. maddesinde; Teşkilat Başkanlığının yetkisini bizzat kullanabileceği gibi kısmen veya tamamen özel hukuk tüzel kişilerine devredebileceği veya mal ve hizmet satın alma yoluna gidebileceği belirtilmiş; Yurt içinde ve yurt dışında yapılan her türlü spor müsabakası üzerine yurt içinde ve yurt dışında spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenlemek, denetim ve gözetimi altında düzenletmek, bunlara ilişkin her türlü izni vermek ve sözleşmeyi yapmak; spora dayalı bahis ve şans oyunlarına yönelik mevzuata aykırı iş ve eylemlerin önlenmesi için gerekli denetimleri yapmak, faaliyetlerde bulunmak ve tedbirleri almak; spora dayalı bahis ve şans oyunlarının kamu yararına ve sosyal amaçlara uygun olarak düzenlenmesi ve gelişmesini sağlayacak politikalar belirlemek ve uygulamak; izinsiz olarak spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenleyen, başbayilik veya bayilik faaliyetinde bulunan veya kurallara aykırı hareket eden gerçek ve tüzel kişilere uygulanacak yaptırımlara ilişkin esasları belirlemek ve bunlar hakkında gerekli yasal işlemleri yapmak; spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenleme faaliyetinin gelişmesini sağlayacak tedbirleri almak ve bu konuda yapılması gerekli düzenlemeleri Gençlik ve Spor Bakanlığına önermek Teşkilat Başkanlığının görev ve yetkileri arasında sayılmış; aynı Maddede, Teşkilat Başkanlığının spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesi ve düzenletilmesinde tek yetkili olduğu; Gençlik ve Spor Bakanlığının izin veya onayıyla spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesi, denetim ve gözetimi altında düzenletilmesi, oynatılması, gerekli altyapı ve organizasyonun sağlanması ve yürütülmesi için gerçek ve tüzel kişilerle sözleşme yapabileceği ifade edilmiş; spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesine ilişkin kararları almanın, bayiliklerin nerede kurulacağını ve sayısını tespit etmenin, bayilere verilecek komisyon ve teşvik primi oranlarını tespit etmenin Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri arasında olduğu hükümlerine yer verilmiştir.

3289 ve 7258 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak hazırlanan ve 28.02.2009 tarih ve 27155 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği”nin, spor müsabakalarına dayalı olarak düzenlenecek sabit ihtimalli ve müşterek bahislerin oynatılmasını, oyun çeşitlerini, bu oyunlara ait kupon kabul ve değerlendirme işlemlerini, dağıtılacak ikramiye ile sabit, gezici ve sanal ortam bayilerine ilişkin esaslar ile uygulama şekil ve şartlarını kapsadığı belirtilmiş; Bayilik ruhsatı” başlıklı 14. maddesinde; “Sabit bayilik faaliyetinin yapılabilmesi için Teşkilattan ruhsat alınması zorunlu olup, bayilik faaliyetinde bulunması uygun görülenlere bayilik ruhsatı verilir. Ruhsat verildiği tarihten itibaren Teşkilatça iptal edildiği tarihe kadar başka bir işleme gerek olmaksızın geçerlidir. Ancak, Teşkilat tarafından gerekli görülen hallerde ruhsat yenilenebilir veya vize edilebilir.”;

“Sabit bayilik sözleşmesi” başlıklı 15. maddesinde; “(1) Sabit bayilik ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişiler ile Teşkilat arasında süresi 10 yılı geçmemek üzere süreli sabit bayilik sözleşmesi yapılır.

(2) Sabit bayilik sözleşmesi ruhsatın geçerli olduğu sürece yürürlükte kalır, ruhsatın iptali halinde başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden feshedilmiş sayılır.

(3) Teşkilatça gerekli görülen durumlarda sabit bayilik sözleşmesi yenilenebilir.

(4) Sabit bayilik ruhsatı vermeye ve bu bayiler ile sözleşme yapmaya Teşkilat Başkanı yetkilidir. Teşkilat Başkanı bu yetkisini alt birimlere devredebilir.

(5) Sabit bayilikler tüzel kişilere birden fazla olarak ve 16 ncı maddede belirtilen kriterler dahilinde verilebilir. Bu durumda verilen bayiliklerin her türlü hukuki ve cezai sorumluluğu bu tüzel kişiye aittir.”; denilmiş;

Yönetmeliğin 16.maddesinde “Sabit bayilik ruhsatı verilmesi şartları”, 17.maddesinde “Bayilerin işyerlerinde aranılacak asgari nitelikler”,18.maddesinde “Sabit bayiliklerin verilmesinde izlenecek yöntem”, 19.maddesinde “Sabit bayilik teminatı”, 20.maddesinde “Sabit bayi komisyonu ve ikramiye ödeme primi oranı” 21.maddesinde “Sabit bayiinin adres değişikliği”, 22.maddesinde “Sabit bayiliğin devredilmesi”, 23.maddesinde “Sabit bayilik faaliyetinin sürekliliği ve yürütülmesi” ne ilişkin düzenlemelere yer verilmiş;

“Sabit bayilik ruhsatının iptali” başlığını taşıyan 24.maddede ise “(1) Aşağıda belirtilen hallerde bayilik ruhsatı, Teşkilat tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edilir:

a) Gerçek kişi bayiinin ölmesi halinde mirasçılarından altmış gün içinde bayilik ruhsatı talebinde bulunulmaması,

b) Bayilik ruhsatını haiz olan şirketin iflas etmesi,

c) İzinli süreler ve mücbir sebepler dışında, her ne sebeple olursa olsun bayiinin bir takvim yılı içerisinde, izinsiz toplam on beş gün oyun oynatmaması,

ç) Teşkilatın izni olmaksızın, işyerinde Teşkilata ait olmayan oyunlar oynatması,

d) Teşkilat tarafından her bayi için belirlenen haftalık hasılat limitinin üzerinde oyun oynatılması,

e) Oyun bedellerinin kayıt dışı olarak bayiinin kendi nam ve hesabına tahsil edilmesi,

f) Yetkisi dahilindeki ikramiye ödeme taleplerini geri çevirmesi,

g) Bayi olabilme şartlarından herhangi birini kaybetmesi veya ruhsat verildikten sonra bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığının anlaşılması,

ğ) Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunulması, Teşkilat tarafından verilen talimat ve kurallara riayet edilmemesi,

h) Teşkilatın veya Başbayiinin yetkili personellerine fiili saldırı, hakaret ve tehditte bulunulması,

ı) Teşkilat veya Başbayiinin mallarına kasıtlı zarar verilmesi,

i) 18 yaşından küçüklere oyun oynatılması veya ikramiye ödenmesi,

j) Yılbaşından itibaren dörder aylık periyotlardaki asgari haftalık satış hasılatı ortalamasının Yönetim Kurulunca belirlenen limitin altında olması,

k) Teşkilattan yazılı izin almadan adresini değiştirmesi veya bayiliği devretmesi,

l) Teşkilata ait olan oyun hasılatlarının işlemiş yasal faiziyle birlikte veya gecikme cezalarının tamamının yatırma tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde ödenmemesi,

m) Teşkilata ait olan oyun hasılatının bir takvim yılı içerisinde beş kez geç ödenmesi,

n) Güncellenen teminat miktarının süresinde tamamlanmaması,

o) Süreli teminat mektuplarının süresi dolmadan en geç on gün önce yenilenmemesi,

ö) Yasa dışı bahis oynatılması, oynatılmasına aracılık edilmesi, bunlara yer veya imkan sağlanması veya bunların reklam ve tanıtımın yapılması,

p) Haklı bir gerekçe olmadan bilet iptal edilmesi, iptal edilen biletlerin bir yıl süresince saklanmaması veya iptal edilen biletlerin talep tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde Teşkilata teslim edilmemesi,

r) Oyunları, Teşkilat tarafından belirlenen değerinden fazla bedelle oynatması,

s) Borç mukabili veya kredi kartıyla ya da kredili hesaptan oyun bedelini tahsil etmek suretiyle oyun oynatılması,

(2) Teşkilat tarafından bayilik ruhsatı iptal edilenlere yeniden bayilik ruhsatı verilmez.” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile davacı arasında 11.01.2010 tarihinde, 112116 Numaralı Spor Toto Sayısal Bayilik Sözleşmesi imzalanmıştır.

Söz konusu Sözleşmenin 2. maddesinin (a) bendinde, 7258 sayılı Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında Kanun, Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tüzüğü, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği ve bunlara ait tebliğler ve talimatların, bu sözleşmenin vazgeçilmez parçası olduğu, bunların bayilere ait hükümlerine, bayiinin aynen uymakla yükümlü bulunduğu; Bayiinin Teşkilatın ve Başbayiinin re’sen vereceği talimatlara, mevcut veya değişebilecek Yönetmelik vb. düzenlemelere uymayı peşinen kabul edeceği; 8.maddenin (b) bendinde, ödeme ile ilgili maddeler ve bayiinin başbayie karşı olan yükümlülükleri de dahil olmak üzere, bayi tarafından iş bu sözleşmenin maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının Teşkilat tarafından ayrıca herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin iptal edileceği; (d) bendinde, bayilik ruhsatının herhangi bir sebeple iptali halinde sözleşmenin kendiliğinden feshedilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık konusu sözleşmenin hukuki niteliği incelendiğinde;

İdare, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabilir. İdare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmeler “idari sözleşme” olarak adlandırılırlar. İdarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılmasına karşılık, 2577 sayılı Yasa’nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1-c maddesinde belirtildiği üzere, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde ise, idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anılan düzenlemeler uyarınca, müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği haiz Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’na ait olduğuna ve bu hak, bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu açıktır.

Olayda, davacının davalı idare ile 11.01.2010 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesi imzalayarak 112116 nolu bayilik ruhsatı alıp, faaliyet göstermeye başladığı, sonrasında, yapılan kontrol ve denetimlerde davacının çocuğa oyun oynattığının tespiti üzerine, davalı idare tarafından davacıya gönderilen 02.07.2010 tarih, 4313 sayılı yazı ile, Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği’nin 24/i maddesi gereğince bayiliğinin Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’nın 30.06.2010 gün ve 4281 sayılı oluruna istinaden iptal edildiğinin davacıya bildirildiği, bunun üzerine davacı tarafından bu işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, idarece, kamu gücüne dayanılarak tek yanlı düzenlenen bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, dava konusu işlemin, hem bayilik sözleşmesine, hem de Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği hükümleri uyarınca tesis edildiği; İdarenin sözleşmeyi anılan Yönetmelik hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sadece sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağı da bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 15. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 15. İdare Mahkemesi’nin 19.10.2010 gün ve 2010/1441 Esas, 2010/1211 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Nurdane TOPUZ’un KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Dava, davacı şirket ile davalı teşkilat arasında yapılan bayilik sözleşmesi ile 112116 nolu spor toto bayiliği tahsis edilen davacı şirketin, 05.05.2010 tarihinde çocuğa oyun oynattığına dair hakkında tutulan tutanak nedeni ile bayiliğinin iptal edilmesine ilişkin Spor Toto Teşkilatı’nın 30.06.2010 tarih ve 4281 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar idari yargının görevi alanını oluşturmaktadır. İdare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler ile aynı amaçla gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Bir sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için sürekli bir kamu hizmetinin görülmesi amacını taşıması, taraflardan birinin idare olması ve kamu hukukuna özgü, kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin sözleşmede yer alması zorunludur.

İdarenin davacı ile yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin, idari sözleşme niteliği taşımadığı, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir hukuksal işlem olduğu ve bu ilişkiden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği dikkate alındığında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargının görevinde bulunmaktadır.

Bu nedenle, davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.

 

 

Üye

Nurdane TOPUZ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

5-ESAS NO : 2014/643

KARAR NO : 2014/732

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Trafik kazası sonucu sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın bir kısmının davalı idarece giderilmesi istemiyle açılan rücuen tazminat davasının, ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : G. Sigorta A.Ş.

Vekilleri : Av. F.K., Av. Z.S.İ.

Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. D.A.

O L A Y : Davacı şirket vekili, dava dilekçesinde, müvekkili Şirkete …sayılı poliçe ile kasko sigorta poliçesi bulunan 25……. plakalı vasıtanın 06.08.2011 tarihinde meydana gelen kazada hasara uğradığını; ibraz edilen zabıt varakasına göre, olayın meydana gelişinde davalının %25 kusurunun tespit edildiğini; olay neticesinde müvekkili şirkete sigortalı vasıtada 11.443,08 TL.lik hasar meydana geldiğini, tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiğini; Şirketlerinin TTK’nun 1301.nci maddesine göre sigortalısının haklarına halef olarak kusur nispetine göre işbu davayı açmaya hak kazandığını ifade ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 2.860,00 TL.nin 3.10.2011 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle 5.7.2012 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 9.İDARE MAHKEMESİ: 17.7.2012 gün ve E:2012/1120, K:2012/1159 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Belediye Trafik Birimleri, Görev ve Yetkileri" başlıklı 10. maddesinde "1. Yapım ve bakımından sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, 2. Gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmak, 3. Karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve denetlemek, 4. Karayolunda trafik için tehlike teşkil eden engelleri gece veya gündüze göre kolayca görülebilecek şekilde işaretlemek veya ortadan kaldırmak, 5. Yol yapısı veya işaretleme yetersizliği yüzünden trafik kazalarının vukubulduğu yerlerde, yetkililerce teklif edilen tedbirleri almak,..." belediyelerin görevleri arasında sayılmış, 11/01/2011 gün ve 6099 sayılı Kanunla değişik 110. maddesinde "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir." hükmüne, 11/01/2011 gün ve 6099 sayılı Kanunla eklenen Geçici 21.maddesinde de "Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz." hükmüne yer verilmiş olduğu; dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin sigortalamış olduğu 25 DC 943 plakalı aracın kazaya karıştığı, davacı şirketin söz konusu kaza nedeniyle araçta oluşan ve sigortalısına ödediği 2.860,00-TL'nin, yolun bakım ve onarımında kusurlu olduğu gerekçesiyle davalı idareden tazmini istemiyle 28.06.2012 tarihinde bakılan davayı açtığının anlaşıldığı; 19/01/2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanun ile 2918 sayılı Yasa'nın 110. maddesinde yapılan değişiklik sonrasında, idarelerin 2918 sayılı Kanunda kendilerine verilen görevleri yerine getirmeyerek zarara sebebiyet verdikleri iddiasıyla açılan tazminat davalarının adli yargının görevine verilmiş olduğu, söz konusu değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonra açıldığı anlaşılan işbu davada mahkemelerinin görevsiz bulunduğu gerekçesiyle; davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş; yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin, 5.2.2013 gün ve E:2012/10008, K:2013/1647 sayılı kararıyla reddedilerek karar onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin 22.5.2013 gün ve E:2013/8119, K:2013/8362 sayılı kararıyla reddedilmiş ve görevsizlik kararı kesinleşmiştir.

Davacı şirket vekili bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi; 17.12.2012 gün ve E:2012/626, K:2012/549 sayı ile, uyuşmazlığın 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda öngörülen sigorta ilişkisi ile ilgili hükümlerden kaynaklandığı, anılan yasanın 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi gereğince davaya bakmakla Asliye Ticaret Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden ve usulden reddine karar vermiş; hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 17.Hukuk Dairesi:17.6.2013 gün ve E:2013/8480, K:2013/9236 sayı ile, davanın, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuan tazminat istemine ilişkin olduğu; kamu hizmeti görmekle yükümlü olan davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün, kamu hizmeti sırasında verdiği iddia olunan zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi bulunmadığı, olayın idari karar ve eylemlerden doğan zararlar niteliğinde bulunduğu, zararın ödetilmesi isteklerinin 11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının 2. bendi hükmünce tam yargı davasının konusunu oluşturduğu, bu davaların ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2.maddesi hükmü uyarınca, idare aleyhine idari yargı yerinde tam yargı davası olarak açılmasının gerektiği, görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu, mahkemece re'sen dikkate alınmasının zorunlu bulunduğu; somut olayda, karayolunda bulunması gereken işaretlemeleri yapmayan Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine hizmet kusuruna dayanılarak dava açıldığından, mahkemece, adli yargının yargı yolu bakımından görevsiz bulunması nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın esası incelenerek yazılı biçimde hüküm kurulmasının doğru görülmediği; kabule göre de; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu'nun 22.03.1944 Tarih E. 37, K. 9, RG. 3.7.1944 sayılı kararında "Sigortacının sorumlu kişi aleyhine açacağı dava, sigorta poliçesinden doğan bir dava değildir. Bu nedenle, halefiyet davası bir ticari dava sayılamaz. Bu dava, aynen sigortalı kimsenin sorumlu kişiye karşı açmış olduğu bir dava gibidir. Sigortalının muhtelif mahkemelerde dava açma hakkı varsa, aynı hak sigortacının halefiyet hakkına dayanan rücu davası için de söz konusudur" şeklinde vurgulandığı; somut olayda davacı sigorta şirketinin sigortalısının halefi olarak açtığı davada, uyuşmazlığın haksız fiilden kaynaklandığının anlaşıldığı; bu durumda uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinin görevine girdiği gözetilmeden yazılı olduğu şekilde davanın görevsizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmesinin doğru görülmediği gerekçesiyle; davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermiştir.

ANKARA 16.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:7.11.2013 gün ve E:2013/398, K:2013/532 sayı ile, Yargıtay 17. H.D'nin, 2013/8480 E ve 2013/9236 K sayılı ilamından bahisle; Mahkemelerinin kararının bozulmuş olduğu; Mahkemelerince Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilip, yeniden yapılan yargılama sonucunda, bu davaya bakmakla idari yargının görevli olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; davanın yargı yolu yönünden ve usulden reddine karar vermiş; tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine hüküm kesinleşmiştir.

Davacı şirket vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; idari yargı dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın bir kısmının davalı idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı belirtilmiş; aynı Kanunun, “Karayolları Genel Müdürlüğünün görev ve yetkileri” başlıklı 7. maddesinde; “ Karayolları Genel Müdürlüğünün bu Kanunla ilgili görev ve yetkileri şunlardır:

a) Yapım ve bakımdan sorumlu olduğu karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri almak ve aldırmak,

b) Tüm karayollarındaki işaretleme standartlarını tespit etmek, yayınlamak ve kontrol etmek,

c) (Mülga: 17/10/1996 - 4199/47 md.)

d) Trafik ve araç tekniğine ait görüş bildirmek, karayolu güvenliğini ilgilendiren konulardaki projeleri incelemek ve onaylamak,

e) Yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayollarında, İçişleri Bakanlığının uygun görüşü alınmak suretiyle, yönetmelikte belirlenen hız sınırlarının üstünde veya altında hız sınırları belirlemek ve işaretlemek,

f) Trafik kazalarının oluş nedenlerine göre verileri hazırlamak ve karayollarında, gerekli önleyici teknik tedbirleri almak veya aldırmak, (1)

g) Yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayollarında trafik güvenliğini ilgilendiren kavşak, durak yeri, aydınlatma, yol dışı park yerleri ve benzeri tesisleri yapmak, yaptırmak veya diğer kuruluşlarca hazırlanan projeleri tetkik ve uygun olanları tasdik etmek,

h) Yetkili birimlerce veya trafik zabıtasınca tespit edilen trafik kaza analizi sonucu, altyapı ve yolun fiziki yapısı ile işaretlemeye dayalı kaza sebepleri göz önünde bulundurularak önerilen gerekli önlemleri almak veya aldırmak,

i) (Mülga: 3/5/2006 – 5495/4 md.)

j) (Değişik: 17/10/1996 - 4199/5 md.) Trafik zabıtasının görev ve yetkileri saklı kalmak üzere Bu Kanunun 13,14,16,17,18,47/a ve 65 inci maddeleri hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında suç veya ceza tutanağı düzenlemek; 47 nci maddenin (b), (c) ve (d) bentlerinde belirtilen kural ihlallerinin tespiti halinde, durumu bir tutanakla belirlemek ve gerekli işlemin yapılması için en yakın trafik kuruluşuna teslim etmek,

k) Bu Kanunla ve bu Kanuna göre çıkarılmış olan yönetmeliklerle verilen diğer görevleri yapmaktır.

(Son fıkra Mülga : 28/3/1985 - 3176/16 md.)” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyada bulunan 6.8.2011 tarihli Trafik Kazası Tespit Tutanağının incelenmesinden; 6.8.2011 günü saat 12.00 sıralarında, sürücü D.Ç.nin sevk ve idaresindeki 25 DC 943 plakalı aracı ile Şarkışla ilçesinden Sivas ile istikametine seyrederken, km:72 civarına geldiğinde, köprü altından geçtiği esnada, yolun da virajlı olmasından dolayı direksiyon hakimiyetini kaybederek yoldan çıkmak suretiyle orta refüjde durması sonucu, tek araçlı yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği; bu kazanın oluşumunda sürücünün K.T.K.nun 84.maddesinde belirtilen sürücü diğer kusurlarından olan 52/1-a kuralını ihlal ettiğinden asli kusurlu olduğu; ayrıca yol üzerinde bulunması gereken uyarı işaret levhalarının eksik olmasından dolayı karayolundan sorumlu Karayollarının(Genel Müdürlüğü) ise tali kusurlu olduğunun anlaşıldığı belirtilmiş; davacı şirket tarafından, olayın meydana gelişinde davalının %25 kusurunun tespit edildiğinden bahisle; zararın bu kısmının davalı idarece giderilmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan, Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.11.2013 gün ve E:2013/398, K:2013/532 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" idarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımını yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1. fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, İdare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza , Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlanyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

6-ESAS NO : 2014/677

KARAR NO : 2014/737

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 12.9.1980-20.10.1983 tarihleri arasında atanmak suretiyle Belediye Başkanı olarak görev yapan ve 15.9.2009 tarihinde Emekli Sandığı iştirakçisi olarak emekliye ayrılan davacı tarafından, emekli aylığı ödemelerinde 5434 sayılı Kanunun ek 68. maddesi uyarınca makam tazminatı ödenmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.B.

Vekili : Av. K.A.

Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekilleri : Av. T.Ş.

O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinin Orman Genel Müdürlüğünde 29.06.1963 tarihinde göreve başladığını, 12 Eylül 1980 tarihinde Zonguldak Valiliğinin 03.10.1980 tarih, 20102 sayılı emirleri ile Devrek Belediye Başkanlığına atandığını, 20 Ekim 1983 tarihine kadar 3 yıl bu görevini fiilen sürdürdüğünü; 20 Ekim 1983 tarihinde Devrek Orüs Kereste Fabrika Müdürlüğü görevine döndüğünü, 07.04.1986 tarihinde ise Orman Genel Müdürlüğündeki memuriyet görevinden istifa ile ayrıldığını; istifa ettikten sonra sigortalı olarak dışarıda çalışmasını sürdürdüğünü; 1989 yılında SSK.dan 2101163112 tahsis numarası ile emekli olduğunu; açıktan atama ile 12.10.1998 tarihinde yeniden Orman Genel Müdürlüğünde göreve döndüğünü, Orman Genel Müdürlüğünden de 15.09.2009 tarihinde memur statüsünde emekli olduğunu; kendisine son çalışması olan 12.10.1998-15.09.2009 arası hizmeti olarak 10 yıl 11 aylık hizmet üzerinden maaş bağlanmış olması ve Belediye Başkanlığı görevinden dolayı kendisine makam tazminatı ödenmemesi nedeniyle, bu konuların düzeltilmesi için davalı İdareye 23.09.2009 tarihinde başvuru yaptığını; Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca tarihsiz verilen 45.766.008 sayılı cevabi yazıda özetle; SSK Kurumunca emekli aylığı ödemesi devam ettiği için, Kurum hizmetlerinin eski hizmetlerle birleştirilerek ikramiye ödenmesinin mümkün olmadığı denildiğini; Belediye Başkanlığı makam tazminatı için ise Belediye Başkanlığına seçimle değil atama yoluyla gelmiş olduğu için makam ve görev tazminatının ödenmesinin mümkün olamayacağının bildirildiğini; müvekkilinin atama ile dahi olsa Belediye Başkanlığı görevini yapmış olması nedeniyle kendisine makam tazminatı ödenmesi gerekeceğini; çünkü 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 12.md. 11 fıkra (n) bendi gereği bu maddede “seçilen veya atananlar” dendiği için kendisine makam tazminatı ödenmesi gerekeceğini; bu konuda, olayla birebir örtüşen Danıştay kararı bulunduğunu ifade ederek; Kurumca bağlanan emekli aylığı hesabında 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu 12.maddesi gereği makam tazminatı ödenmemesi kararının iptali ile geriye yönelik makam tazminat farklarının 15.09.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 14.İdare Mahkemesi:7.4.2010 gün ve E:2009/1289, K:2010/491 sayı ile, uyuşmazlığın esasını inceleyerek; iptal, kabul kararı vermiş; bu kararın temyiz edilmesi üzerine DANIŞTAY ONBİRİNCİ DAİRESİ: 27.6.2012 ve E:2010/6379, K:2012/4988 sayı ile, mevzuat hükümlerinin ve dosyanın incelenmesinden, davacının makam ve görev tazminatından yararlandırılmak istemiyle 23.9.2009 tarihinde davalı idareye başvurduğu, Sosyal Güvenlik Kurumunun dava konusu işlemi ile davacının seçimle belediye başkanlığı görevine gelmediği gerekçesiyle isteminin reddedildiği, davacının başvurusundan önce, 1.10.2008 tarihi itibarıyla 5434 sayılı Kanun’un ilgili kurallarının yürürlükten kalktığı ve anılan tarihten itibaren 5510 sayılı Kanunun ilgili maddesinin yürürlüğe girdiğinin görüldüğü; bu durumda, 5510 sayılı Kanun'un geçici 4. maddesinde belediye başkanlarına makam ve görev tazminatlarının ödenebilmesi için; 5434 sayılı Kanun'un 39. ve Ek 68. maddelerine atıf yapıldığı görülmekle birlikte, uyuşmazlığın idareye başvuru ve işlem tarihinde yürürlükte bulunan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun Geçici 4. maddesi uyarınca çözülmesi gerektiği, 5434 sayılı Kanun’un 1.10.2008 tarihi itibarıyla yürürlükten kalkan maddelerin doğrudan davacıya uygulanma olanağı bulunmadığı ve anılan Kanun'un 101. maddesinde de bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceğinin kurala bağlandığı göz önüne alındığında; 5510 sayılı Kanun'un uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle; davalı İdarenin temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının görev yönünden bozulmasına, yukarıda belirtilen husus dikkate alınarak bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

ANKARA 14.İDARE MAHKEMESİ:22.11.2012 gün ve E:2012/1358, K:2012/1491 sayı ile, Danıştay 11.Dairesinin bozma kararına uyarak dosyayı yeniden incelemiş ve anılan Daire kararındaki gerekçeler doğrultusunda davanın görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle, adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 8.İŞ MAHKEMESİ: 22.11.2013 gün ve E:2013/117, K.2013/1365 sayı ile, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği, Yasa'nın 101.maddesine göre bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği; 5510 sayılı Yasa'nın "5434 sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri" başlıklı Geçici 4.maddesinin 4.fıkrasına göre "Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının c bendinde tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.” denildiği; 5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “...bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesinin, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla iptal isteminin reddine karar verdiği; Anayasa'nın 153/son maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağladığı; Anayasa Mahkemesi kararları ile ilgili doktrindeki ağırlıklı görüşün; Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesinin de bağlayıcı olduğu yönünde bulunduğu; 17.4.2008 günlü 5754 sayılı “Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile Anayasa Mahkemesi’nin 15.12.2006 günlü, E.2006/111, K.2006/112 sayılı iptal kararı doğrultusunda 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapıldığı ve anılan Kanun’a eklenen Geçici 1 inci ve Geçici 4 üncü maddelerle 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bu Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağının hüküm altına alınmış olduğu; 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanların, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olacağı ve bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edeceği; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanun’un 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tâbi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı; ihtilaf halinde de adli yargının görevli bulunacağı; 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muamelelerin idari işlem niteliğini korumaya devam edeceği; bunlara ilişkin ihtilaflarda idari yargının görevli olmaya devam edeceği; öte yandan Uyuşmazlık Mahkemesinin 4.9.2012 tarihli 2012/64-83 Esas ve Karar sayılı kararında, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri, ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafın davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği, 5510 sayılı bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca bu kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği sonucuna varılmış olduğu; somut olayda; davacının 28.06.1963-1989 tarihleri arasında 5434 SY kapsamında çalıştığı, bu süre içerisinde kalan ve 12.09.1980 ila 20.10.1983 tarihleri arasında atama sureti ile Devrek Belediye Başkanı olarak görev yaptığı süreye ilişkin olarak makam tazminatının emekli aylığına yansıtılmasını istemiş olduğu, talep ettiği süre ve 5434 sayılı yasanın ek 68.maddesine dayalı makam tazminatı ödenmesine ilişkin isteminin 5510 sayılı yasanın yürürlük tarihinden önceye ait olduğunun görüldüğü gerekçesiyle; Yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle davanın usulden reddine, kararın kesinleşmesinden sonra dava dosyasının çıkan olumsuz yargı yolu uyuşmazlığının incelenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, Ankara 8.İş Mahkemesince re’sen yapılan başvuru, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamaktadır.

Ancak, adli ve idari yargı yerleri arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, içerisinde idari yargı dosyasının onaylı örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 12.9.1980-20.10.1983 tarihleri arasında atanmak suretiyle Zonguldak İli, Devrek Belediye Başkanı olarak görev yapan ve 15.9.2009 tarihinde Emekli Sandığı iştirakçisi olarak emekliye ayrılan davacı tarafından, emekli aylığı ödemelerinde 5434 sayılı Kanunun ek 68. maddesi uyarınca makam tazminatının ödenmemesine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kalınan tazminat tutarının emekli olduğu tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun (5510 sayılı Kanunun 106. maddesi ile mülga edilen) Ek 68.maddesinde; “(Değişik madde: 24/11/1994 - 4049/7 md.)

(Değişik fıkra: 23/02/1995 - KHK - 547/13 md.) Makam tazminatı ile Yüksek Hakimlik ve temsil veya görev tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde bulunanlardan, 10/10/1984 tarihli ve 3056 sayılı Kanunun 36 ncı maddesine göre istihdam edilenlere, Başbakanlıkta da makam tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde en az 6 ay çalışmış olmaları kaydıyla bu tazminatlardan yüksek olanı esas alınarak ödeme yapılır. (Ek cümle: 04/07/2001 - 631 S.KHK/1. md.) Makam veya yüksek hakimlik tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde toplam en az iki yıl bulunmadan veya bu görevlerde hiç bulunmadan emekliye ayrılanlara ise, en az altı ay süreyle bulundukları en üst görevleri için belirlenen görev tazminatı veya hizmet yılları itibarıyla belirlenen görev tazminatından yüksek olanı ödenir. Bu halde de iki yıllık süreyi doldurma şartı aranır. (Ek cümle: 12/02/2000 - 4505/3 md.) Ancak bu tazminatların ölenlerin dul ve yetimlerine ödenmesinde iki yıl görev şartı aranmaz.

(...)

(Ek fıkra:07/12/2004 - 5272 S.K./86.mad) Sandıkça emekli aylığı bağlanan büyükşehir belediye başkanlarına 7000, il belediye başkanlarına 6000, ilçe belediye başkanlarına 3000, diğer belediye başkanlarına 1500 gösterge rakamı üzerinden, bu Maddede belirtilen usul ve esaslar dahilinde makam tazminatı, buna bağlı olarak temsil veya görev tazminatı ödenir. Bu tazminatlar ilgililere ödendikçe iki ay içinde faturası karşılığında Hazineden tahsil olunur. Birinci fıkrada öngörülen iki yıllık sürenin hesabında iştirâkçi olup olmadıklarına bakılmaksızın belediye başkanı olarak geçen sürelerin tamamı dikkate alınır.

(Ek fıkra: (12/02/2000 - 4505/3 md.) Temsil ve görev tazminatları; yönetim ve denetim kurulu üyelikleri dahil olmak üzere kamu kesiminde her ne suretle olursa olsun aylık veya ücret alıp almadıklarına bakılmaksızın görev alanlara bu durumları devam ettiği sürece ödenmez. Tazminattan yararlanırken, yararlanma şartlarını kaybedenler en geç bir ay içinde durumu Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne bildirirler. Bu durumun ortaya çıktığı tarihi takip eden aybaşından itibaren tazminat ödenmesine son verilir. Zamanında bildirimde bulunmayanlara ödenen tazminat kanuni faizi ile birlikte geri alınır.(...)

Bu tazminatlar, ölenlerin 5434 sayılı Kanunun 67 nci maddesinde belirtilen aylığa müstehak dul ve yetimlerine 68 inci maddesindeki oranlar üzerinden ödenir.

Bu ödemeler, T.C. Emekli Sandığınca ödenmesini müteakip iki ay içinde Genel Bütçeye giren kurumlardan ayrılanlar için Hazineden, diğerleri için son kurumlarından faturası karşılığında tahsil edilir.(...) denilmiş; 1.1.2007 tarihinde; maddenin “Bu tazminatlar, ölenlerin 5434 sayılı Kanunun 67 nci maddesinde belirtilen aylığa müstehak dul ve yetimlerine 68 inci maddesindeki oranlar üzerinden hesaplanır.” şeklindeki beşinci fıkra metni ile “Bu ödemeler, T.C. Emekli Sandığınca ödenmesini müteakip iki ay içinde Genel Bütçeye giren kurumlardan ayrılanlar için Hazineden, diğerleri için son kurumlarından faturası karşılığında tahsil edilir.” şeklindeki son fıkra metni yürürlükten kaldırılmıştır.

Diğer taraftan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.” hükmüne, aynı maddenin beşinci fıkrasında ise; “ Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır. (Ek cümle: 16/06/2010-5797 S.K/10. md.) Ancak, Polis Akademisinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yetim aylıkları bu öğrenimleri süresince kesilmeksizin ödenmeye devam edilir.” hükmüne yer verilmiştir.

31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…” Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.

Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.

Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan; 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce, Emekli Sandığı iştirakçisi olup, daha sonra emekliye sevkedilen davacının, 12.9.1980-20.10.1983 tarihleri arasında Belediye Başkanı olarak görevlendirilmesinden dolayı, makam tazminatından yararlandırılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kalınan tazminat tutarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın; 5434 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak çözüme kavuşturulacağı gözetildiğinde; idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 8.İş Mahkemesinin yönteme aykırı başvurusunun kabulü ile, Ankara 14.İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 8.İş Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 14.İdare Mahkemesinin 22.11.2012 gün ve E:2012/1358, K:2012/1491 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

7-ESAS NO : 2014/680

KARAR NO : 2014/739

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E.G.

Vekili : Av. S.T.

Davalı : Kırklareli İl Özel İdare Müdürlüğü

O L A Y : Kırklareli İli Lüleburgaz İlçesi Kayabeyli Köyü, tapuda 1953 numaralı parselde kayıtlı tarla vasıflı taşınmazda ruhsatsız olarak faaliyet gösteren davacı tarafından kaçak olarak 1(a) grubu 1137 m³ kum-çakıl malzemesi alındığından bahisle, Kırklareli İl Özel İdaresinin 17.11.2012 gün ve ….7401 sayılı işlemi ile 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca, davacı adına 47.037,69 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

LÜLEBURGAZ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 6.9.2013 gün ve D.İş:2012/385 sayı ile, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 55,56 ve 59. maddeleri uyarınca itirazın idare mahkemesine yapılacağı anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesine göre aksi bir hüküm olduğundan, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Bu kez, davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ: 11.12.2013 gün ve E:2013/1074, K:2013/1299 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun, 3 ve 27. maddeleri uyarınca Maden Kanununda bu Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı itiraz mercii hususunda bir hüküm bulunmaması nedeniyle Kabahatler Kanunu uygulanacağından, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen şekilde önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilmek suretiyle Mahkememize gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3213 sayılı Kanun’un 12. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4/6/1985 gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; 12. maddesinin, beşinci fıkrasında; ruhsatı olmadan veya başkasına ait ruhsat alanı içerisinde üretim yapıldığının tespiti halinde faaliyetler durdurularak üretilen madene mülki idare tarafından el konulacağı, bu fiili işleyenlere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idari para cezası uygulanacağı, ruhsat alanında ruhsat grubu dışında üretim yapıldığının tespiti halinde faaliyetler durdurularak üretilen madene mülki idare amirliklerince el konulacağı, bu fiili işleyen kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin iki katı tutarında idari para cezası uygulanacağı, el konulan madenlerin, mülki idare amirliklerince satılarak bedelinin il özel idaresi hesabına aktarılacağı belirtilmiştir.

3213 sayılı Maden Kanunu’nun 2, 3, 7, 9, 10, 12, 13, 14, 16, 17, 27, 29, 30, 31, 32, 47; ek 7, 8; geçici 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19. maddelerinde 10.6.2010 gün ve 5995 sayılı Kanun, geçici 20. maddesinde 12.7.2012 gün ve 6353 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ise de; Maden Kanunu’nda, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verildiği, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 55. maddesinde ise, il genel meclisi tarafından alınan ve usulüne uygun olarak ilân edilen kararlara aykırı davrananlara idarî para cezası verileceğinin düzenlendiği, 59. maddesinin de, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanunun 578 maddesiyle yürürlükten kaldırıldığı, olayda Maden Kanunu uyarınca verilen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Lüleburgaz 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Lüleburgaz 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 6.9.2013 gün ve D.İş:2012/385 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

8-ESAS NO : 2014/683

KARAR NO : 2014/742

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın 118. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının iptal edilmesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ş.Ş.

Davalı : Üsküdar Kaymakamlığı

O L A Y : Davacının, sürücü belgesi geri alındığı halde geri alınma süresi içinde araç kullandığının (2. kez), İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü Çevreyolları Trafik Denetleme Ekipler Amirliğinin 22.5.2012 tarih ve I-950707 seri-sıra numaralı Trafik Suç Tutanağı ile tespit edildiğinden bahisle, Üsküdar Kaymakamlığının 16.10.2012 gün ve 300 sayılı kararı ile, davacı adına 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 118/7. madde ve fıkrası uyarınca 2.389,00 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, idari para cezasının iptal edilmesi istemiyle adli yargı yerine başvuruda bulunmuştur.

İSTANBUL ANADOLU 25. SULH CEZA MAHKEMESİ:16.9.2013 gün ve D.İş:2013/42 sayıyla; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesini ikinci kez ihlal ettiği nedeniyle davacının sürücü belgesinin 16.10.2010 tarihinden 15.10.2012 tarihine kadar iptal edildiği, bu nedenle davacının bu süre içerisinde araç kullanmaması gerektiği halde 22.5.2012 tarihinde araç kullandığının anlaşıldığı açıklanarak, yargılama sırasında 2918 sayılı Kanunun 48. maddesinde, sürücü belgelerinin geri alma işlemlerinin bu Kanunun 6. maddesinde sayılan görevliler (trafik zabıtası veya genel zabıtanın trafik hizmeti yürütmesi halinde) tarafından yapılacağına ilişkin yasal değişiklik gereğince, ikinci kez alkollü araç kullandığı nedeniyle verilen idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuru konusunda karar verme görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 5. İDARE MAHKEMESİ: 27.12.2013 gün ve E:2013/2589, K:2013/2403 sayıyla; 2918 sayılı Kanun’da, bu Kanun uyarınca verilen idari para cezalarına karşı başvuru yolu gösterilmediğinden, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27. maddeleri uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Kanun’un 118. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında(Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md), “Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” denilmekte iken, maddenin beşinci fıkrası,“Yapılan tespit sonucunda 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile,700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır.Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır.Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye,son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde;ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle,üç veya üçten fazlasında ise,1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır.Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması halinde belirtilen süreler,geçici alma süresinin bitiminde başlar ”şeklinde 24.5.2013 tarihli 6487 sayılı Kanun’un 19.maddesiyle yeniden düzenlenmiş, maddeye aynı Kanunla;

“Sürücü belgelerinin geçici geri alma işlemleri bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler tarafından yapılır ” denilmek suretiyle onikinci fıkra eklenmiştir.

Anılan Kanun’un, “Trafik zabıtasının görev ve yetki sınırı ile genel zabıtanın trafik hizmetlerini yürütmeye ilişkin yetkisi” başlığı altında düzenlenen 6. maddesinde ise, “Trafik zabıtası ve genel zabıtanın görev ve yetki sınırı;

a)Trafik zabıtası:

Trafik zabıtası görevi sırasında karşılaştığı acil ve zorunlu hallerde genel zabıta görevi yapmakla da yetkilidir.

Mülki idare amirlerince, emniyet ve asayiş bakımından zorunlu görülen haller dışında, trafik zabıtasına genel zabıta görevi verilemez, araç, gereç ve özel teçhizatı trafik hizmetleri dışında kullanılamaz.

b)Genel Zabıta:

Trafik zabıtasının bulunmadığı veya yeterli olmadığı yerlerde polis; polisin ve trafik teşkilatının görev alanı dışında kalan yerlerde de jandarma, trafik eğitimi almış subay, astsubay ve uzman jandarmalar eliyle yönetmelikte belirtilen esas ve usullere uygun olarak trafiği düzenlemeye ve trafik suçlarına el koymaya görevli ve yetkilidir” denilmektedir.

Aynı Kanun’un 118. maddesi yedinci fıkrasında, “Bu madde ve diğer ilgili maddelerdeki hükümlere göre sürücü belgeleri geri alınanlardan, geri alma süresi içinde araç kullandığı tespit edilenler, bu Kanunun 36 ncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre cezalandırılırlar.” denilmiş, “Sürücü belgesi alma zorunluluğu” başlığı altında düzenlenen 36. maddesinde ise;

Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır.

Araçlar, Yönetmelikte sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir.

Buna göre;

a) Sürücü belgesi olmayanların,

b) Mahkemelerce veya Cumhuriyet savcılıklarınca ya da bu Kanunda belirtilen yetkililerce sürücü belgesi geçici olarak ya da tedbiren geri alınanların,

c) Sürücü belgesi iptal edilenlerin,

araç kullanarak trafiğe çıktıklarının tespiti hâlinde, bu kişilere 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir. Ayrıca, aracın sürücü belgesiz kişilerce sürülmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden aynı miktarda idari para cezası verilir.” hükmü yer almaktadır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiş; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise, “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mah-kemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir ” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer Kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 118. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca verilen dava konusu idari para cezası, adli yargı kararında ileri sürüldüğü üzere, aynı Kanun’un 48/5. maddesi uyarınca verilmiş olsa dahi, her iki halde de öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda bu Kanun uyarınca verilen idari para cezalarına itiraz konusunda, önceden olduğu gibi Kanunda yapılan değişiklikler sonrasında da görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İstanbul Anadolu 25. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul Anadolu 25. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.9.2013 gün ve D.İş:2013/42 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

9-ESAS NO : 2014/685

KARAR NO : 2014/744

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Diyaliz hastası olan eşinin rahatsızlığı nedeni ile 18.06.1999 - 31.08.2002 tarihleri arasında Ankara İli’ne eşini götürmek zorunda kalan davacının, davalı idareden usulsüz harcırah aldığından bahisle 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar aldığı her ay maaşından düzenli olarak yapılan kesintiler ile yine Ankara’ya tayin olduktan sonra alması gereken yolluğa el konulmak sureti ile uğradığı zararın tazmini istemiyle 17.5.2012 tarihinde açtığı davanın, davalı Telekom’un özelleştirilme tarihi olan 14.11.2005’den çok sonra ikame edilmiş olması ve bu tarih itibariyle anılan kuruluşun bir özel hukuk tüzel kişisi bulunması karşısında, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : F.Ş.

Vekili : Av. F.K.

Davalı : Türk Telekom A.Ş.

Vekili : Av. H.B.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 14.11.2005 tarihinde yapılan özelleştirmeden önce davalı idare nezdinde memur olarak görev yaptığını, müvekkilinin memur olarak çalıştığı dönemde eşinin rahatsızlığı nedeni ile haftanın üç günü Ankara’da eşinin tedavisiyle ilgilenmek zorunda kaldığını, bu dönemde müvekkile davalı idare tarafından harcırah ödendiğini ancak davalı idarenin bu harcırahların usulsüz olduğunu iddia ederek müvekkil hakkında soruşturma başlattığını, yapılan soruşturma sonrasında müvekkile ödenen harcırahların usulsüz olduğuna karar veren idarenin müvekkilin görev yerini değiştirerek Ankara Telekom İl Müdürlüğü’ne tayin ettiğini, ayrıca hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ve yine bu soruşturma kapsamında müvekkile imzalattığı muvafakatname gereğince, tüm tedavi süresince ödenen harcırahları müvekkilin maaşından kesmeye başladığını, idarenin bu kararı sebebiyle Ankara’ya zorunlu olarak tayin olan müvekkilinin aynı zamanda Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılamasının başladığını, Ankara iline gidişi için tahakkuk eden yolluğuna el konulduğunu, 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar aldığı her ay maaşından da düzenli olarak zorunlu kesinti yapılmış olduğunu, bu dönemde müvekkilinin çok sıkıntılı günler geçirdiğini, müvekkilinden yaklaşık olarak 12.000,00 TL civarında para kesildiğini, yapılan kesintilerin maaş bordrosuna yansıtılmadığını, bordro düzenlendikten sonra ayrıca tahsil fişi düzenlenmek suretiyle kesinti yapıldığını, Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2005/49 Esas, 2006/354 Karar sayılı kararında müvekkilin beraatine karar verildiğini, davalı idarenin temyizi üzerine Yargıtay tarafından kararının onandığını, kararın kesinleşmesinden sonra müvekkilin 29.02.2012 tarihinde davalı idareye müracaat ederek, kendisinden yapılan kesintilerin iadesini talep ettiğini, davalı idarenin iade talebini reddettiğini belirterek, müvekkilin yol harcırahından ve 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar aldığı her ay maaşından yapılan haksız kesintilerin, her bir kesintinin yapıldığı tarihten başlayarak işleyecek faiziyle birlikte davalı idareden alınarak, davacıya ödenmesine, davacının manevi zararlarına karşılık 30.000,00 TL manevi tazminatın davalı idareden alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi istemi ile idari yargıda dava açmıştır.

Ankara 1.İdare Mahkemesi; 15.06.2012 gün ve 2012/863 Esas, 2012/2055 Karar sayılı kararı ile; “…Telekomünikasyon Kurumu ile Türk Telekom arasında “Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi”nin imzalandığı ve hisselerin devredildiği 14.11.2005 tarihinden sonra, hisselerinin yüzde elliden fazlası özel hukuk tüzel kişisine geçen Türk Telekom’un kamu kuruluşu niteliğini kaybetmesi nedeniyle; belirtilen tarihten sonra kural olarak, Türk Telekom personelinin kamu personeli ve işlemlerinin idari işlem sayılamayacağı, bir özel hukuk tüzel kişisi olması ve kamu idaresi niteliğinin bulunmamasından dolayı, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.” denilmek suretiyle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Danıştay Beşinci Dairesi: 02.05.2013 tarih ve 2013/193 Esas, 2013/3631 Karar sayılı kararı ile; temyiz isteminin reddi ile onama kararı vermiş, verilen karar davacı vekiline 29.07.2013 tarihinde, davalı vekiline 23.07.2013 tarihinde tefhim edilmiş, 2577 sayılı Kanun’un 46.maddesinde düzenlenen 30 günlük yasal süresi içinde kanun yollarına başvurulmadığından kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı taleple; adli yargı yerinde dava açmıştır.

Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi( İş Mahkemesi Sıfatıyla): 22.10.2013 tarih ve 2013/513 Esas, 2013/631 Karar sayılı kararı ile: “…406 sayılı Yasa'nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde "Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür" denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendinde 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede "Ancak, Türk Telekom'daki kamu payı %50'nin altına düştüğünde, Türk Telekom'un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur" denilmiş; 4502 sayılı Yasa'nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK. 'nin ekindeki "B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)" bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Yasa ile telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel" olarak yürütmekle görevli kılınan ve olay tarihi itibariyle, çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom, yürüttüğü hizmetin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde istihdam edilen personelinin 399 sayılı KHK hükümlerine tabi kamu personeli olduğu da dikkate alındığında, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50'nin altına düşünceye kadar kaimi kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazîneye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar’ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmak suretiyle özelleştirilmiştir.

Dolayısıyla davalı Türk Telekom, olay itibarıyla kamu kurumu niteliğinde olup, dava tarihinde ise, özelleştirilmiştir.

Olay tarihinde kamu kurumu niteliğinde bulunan Telekom'a açılacak davanın, tam yargı davası olarak idari yargı yerinde ileri sürülmesi gerekir. Bu yargısal denetim sırasında doğacak husumet sorununun ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14 ve 15.maddelerine göre idari yargı yerlerince gözetilmesi gerekmektedir.

Tazminat dayanağını teşkil eden işlemler; davalı idarenin henüz özel hukuk tüzel kişisi konumunda bulunmadığı 14.11.2005 tarihinden önce kurulmuş olup, idarenin kamu gücüne dayalı olarak tesis ettiği tek taraflı işlemlerdendir.

Dava, 30.07.2013 tarihinde açılmış olsa dahi, tazminat talebi 14.11.2005 tarihinden önceki bir döneme ilişkin bulunduğundan uyuşmazlığın çözümü idari yargıya ait bulunduğu görülmekle davanın görevsizlik nedeni ile reddine” karar vermiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi: 17.03.2014 tarih ve 2014/4574 Esas, 2014/6318 Karar sayılı kararı ile; temyiz olunan kararın hüküm kısmının 2,3,4.bentlerinin çıkartılarak yerine; “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 331/2 maddesi gereği yargılama giderlerinin görevli mahkemece değerlendirilmesine, davaya görevli mahkemede devam edilmemesi durumunda, mahkemece talep üzerine dosya üzerinden durumun tespiti ile yargılama giderlerinin hüküm altına alınmasına” bendinin eklenmesine, hükmün bu şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermiş, onama ilamı taraflara tebliğ edilmiş, karar düzeltme yolu da bulunmadığından karara şerh edildiği üzere 17.03.2014 tarihinde kesinleşmiştir.

Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Davalı Türk Telekom A.Ş. yönünden dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15.maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

Davacı vekili tarafından daha önce aynı kararlar nedeni ile olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemi ile Mahkememize başvurulduğu, Mahkememizin 03.03.2014 gün ve 2014/193 Esas, 2014/238 Karar sayılı kararı ile, Nevşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi ( iş Mahkemesi sıfatı ile )’nin 22.10.2013 gün ve 2013/513 Esas, 2013/631 Karar sayılı kararının temyiz edilmiş olması ve henüz kesinleşmemesi nedenleri ile başvurunun reddine karar verildiği, Mahkememiz kararından sonra Yargıtay 22 Hukuk Dairesi’nin 17.03.2014 gün, 2014/4574 Esas, 2014/6318 Karar sayılı düzelterek onama kararı üzerine Nevşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının 17.03.2014 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine tekrar davacı vekili tarafından olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemi ile Mahkememize müracaat edildiği, usul açısından herhangi eksiklik olmadığı tespit edilmekle, başvurunun esas yönünden değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmıştır.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, diyaliz hastası olan eşinin rahatsızlığı nedeni ile 18.06.1999 - 31.08.2002 tarihleri arasında Ankara İli’ne eşini götürmek zorunda kalan davacının, davalı idareden usulsüz harcırah aldığından bahisle 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar aldığı her ay maaşından da düzenli olarak yapılan kesintiler ile yine Ankara’ya tayin olduktan sonra alması gereken yolluğa el konulmak sureti ile uğradığı zararın tazminine, ayrıca 30.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Dosya kapsamında bulunan Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.12.2006 gün ve 2005/49 Esas, 2006/354 Karar sayılı kararında yapılan inceleme neticesinde; davacı F.Ş. hakkında, usulsüz harcırah almak sureti ile dolandırıcılık suçundan dava açıldığı, Ağır Ceza Mahkemesi’nce yapılan yargılama neticesinde; davacının eşinin diyaliz hastası olması nedeni ile 18.06.1999- 31.08.2002 tarihleri arasında haftada 3 gün Ankara’ya diyaliz için götürüldüğü, bu üç gün için harcırah tahakkuk ettirildiği, davacının eşinin Ankara’da kaldığı 4 gün için de harcırah talebinde bulunabilecekken, bu günler için bir harcırah talep edilmediği, sanık tarafından verilen harcırah beyannamelerine istinaden yapılan ödemelerde bir usulsüzlük olmadığı gerekçesi ile F.Ş.’ün beraatine karar verildiği, bu kararın katılan vekili tarafından temyiz edildiği, Yargıtay 11.Ceza Dairesi’nin 28.01.2010 tarih ve 2007/3245 Esas, 2010/233 Karar sayılı kararı ile; “5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 7. ve 5349 Sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddeleri hükümleri karşısında; sanığa yüklenen “dolandırıcılık” suçunun yasada gerektirdiği cezasının türü ve üst sınırı itibariyle tabi olduğu, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve sanık lehine olan 765 sayılı TCK. nun 102/4. maddesinde öngörülen asli dava zamanaşımının, kesici son işlem olan 20.09.2004 sorgu tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşılmış ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken, 1412 sayılı CMUK.nun 321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden aynı yasanın 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 765 sayılı TCK’nın 102/4. maddesi gereğince ORTADAN KALDIRILMASINA” karar verilmiş olup, kararın bu şekilde 28.01.2010 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davacının davalı nezdinde memur olarak çalışmakta iken, usulsüz harcırah aldığından bahisle maaşından yapılan kesintilerin ve Ankara İl Telekom Müdürlüğü’ne atanması nedeni ile ödenmeyen harcırahlarının ödenmesi istemiyle; Ankara 1. İdare Mahkemesi’ne dava açıldığı, Ankara 1.İdare Mahkemesi’nin 15.06.2012 tarih ve 2012/863 Esas, 2012/2055 Karar sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verdiği, kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi’nin 02.05.2013 tarih ve 2013/193 Esas, 2013/3631 Karar sayılı kararı ile onandığı, kararın kesinleştiği, davacı vekilinin aynı taleple Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi(İş Mahkemesi Sıfatıyla)’ne dava açtığı, Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi(İş Mahkemesi Sıfatıyla)’nin 22.10.2013 tarih ve 2013/513 Esas, 2013/631 Karar sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verdiği, kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22.Hukuk Dairesi’nin 17.03.2014 gün ve 2014/4574 Esas, 2014/6318 Karar sayılı kararı ile onandığı ve bu şekilde kesinleştiği, davacı vekilinin 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesi uyarınca oluşan olumsuz görev uyuşmazlığı nedeni ile görevli mahkemenin belirlenmesi için Mahkememize müracaat ettiği anlaşılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

"a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar" denilerek kuralda idari dava türleri belirtilmiş olup; idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabileceği kuşkusuzdur.

Dava konusu olayda, davacının usulsüz olduğunu iddia edilen maaş kesintilerinin, 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar yapıldığı, söz konusu tarihler arasında davalı kurumun henüz özelleştirilmediği anlaşılmış ise de; incelenen uyuşmazlıkta, davalının 14.11.2005 tarihinde özelleştirilerek, özel hukuk tüzel kişisi statüsüne dönüşmesi ve dava açma tarihi gözetildiğinde, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.

Buna göre, davacının 399 sayılı KHK hükümlerine göre kadrolu/sözleşmeli personel statüsünde memur olarak çalışırken, 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar davalı kurumca maaşında yapılan haksız kesintilerin, kesintinin ve el konulan yolluğunun, her bir işlem tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tazmini ve 30.000 TL manevi tazminatın davalıda alınarak davacıya ödenmesi istemiyle ilk olarak 17.05.2012 tarihinde idari yargıda açtığı davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla)’nin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla)’nin 22.10.2013 tarih ve 2013/513 Esas, 2013/631 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Nurdane TOPUZ’un KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Dava, diyaliz hastası olan eşinin rahatsızlığı nedeni ile 18.06.1999 - 31.08.2002 tarihleri arasında Ankara İli’ne eşini götürmek zorunda kalan davacının, davalı idareden usulsüz harcırah aldığından bahisle 01.02.2003 tarihinden başlayarak 05.05.2005 tarihine kadar aldığı her ay maaşından da düzenli olarak yapılan kesintiler ile yine Ankara’ya tayin olduktan sonra alması gereken yolluğa el konulmak sureti ile uğradığı zararın tazminine, ayrıca 30.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Olayda, tazminatın dayanağını teşkil eden işlemler, davalının özelleştirilmesinden önce tesis edildiğinden, bu işlemler nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Bu nedenle, davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.

 

 

Üye

Nurdane TOPUZ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

10-ESAS NO : 2014/694

KARAR NO : 2014/753

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Trafik kazası sonucu uğranılan maddi zararın bir kısmının, kazanın oluşumunda sorumlu olduğundan bahisle, idarece tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.K.

Vekili : Av. E.B.

Davalı : Bingöl Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. N.H.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkiline ait 12……. plakalı aracın Bingöl İli, Merkez Cumhuriyet Caddesi üzerinde park halinde iken, Bingöl Emniyet Müdürlüğü’ne ait 12……. plakalı aracın, yolun buzlu olması nedeniyle kayması sonucu ağır hasar gördüğünü; Adli Tıp Kurumundan alınan rapora göre davalı Belediye Başkanlığının % 75, Bingöl Emniyet Müdürlüğüne ait aracı kullanan A.B.’ün ise % 25 kusurlu olduğunun tespit edildiğini; bilirkişi raporunda, müvekkilinin herhangi bir kusurunun olmadığını, araçta meydana gelen 8.100,00 TL'lik zararın %25i olan 2.025,00 TL’den A.B.’ün, % 75 i olan 6.075,00 TL’den de Bingöl Belediye Başkanlığının sorumlu olduğunun belirtildiğini; bu nedenle bu rapor doğrultusunda, araçtaki zararın %75’inin davalı Belediye Başkanlığı’ndan tahsiline karar verilmesini talep ettiklerini belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, müvekkilinin aracında meydana gelen 8.100,00 TL’lik zararın 6.075,00 TL.sinin avans işlemlerinde uygulanan reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 30.11.2011 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

BİNGÖL 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 21.6.2012 gün ve E:2012/268, K:2012/320 sayı ile; Mahkemelerinin 15.05.2012 tarih 2011/631 Esas, 2012/237 Karar sayılı kararı ile Mahkemelerinin işbu dosyası ile Mahkemelerinin 2011/637 Esas sayılı dava dosyası arasında bağlantı bulunduğundan birleştirilmesine karar verilmiş; ancak açılan davanın belediyenin hizmet kusurundan kaynaklandığının anlaşılması üzerine Mahkemelerinin 31.05.2012 tarihli duruşmasında dosyanın tefriki ile ayrı bir esasa kaydına karar verilmiş olduğu; Davacı tarafın iddia ve savunmalarına ilişkin delil olarak, kaza tespit tutanağının, sigorta poliçesinin celbedildiği, Adli Tıp'dan kusur ve hasar konusunda bilirkişi incelemesi yaptırıldığı; Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 09.03.2011 tarihli raporda; davacının aracında meydana gelen toplam hasar tutarının 8.642,44 TL hurda değeri ve kıymet kazanma tenzilinin indirilmesi sonucunda hasarın 8.100,00 TL olduğu, davalı sigorta şirketine zorunlu mali sorumluluk sigortası ile sigortalı olan 12 A 0218 plakalı araç sürücüsünün % 25, davacının kusursuz, yol üzerine akan sudan dolayı oluşan buzlanmanın olay üzerine % 75 oranında etken olduğunun belirtildiği; davacının aracında meydana gelen zararda, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 09.03.2011 tarihli raporda yol üzerine akan sudan dolayı oluşan buzlanmanın olay üzerine % 75 oranında etken olduğunun belirtildiği, uyuşmazlığın davalı belediyenin hizmet kusurundan kaynaklandığı, hizmet kusurundan kaynaklanan davalarda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2. maddesi uyarınca İdari yargının görevli olduğu, yargı yolunun kamu düzeni ile ilgili olması sebebiyle yargılamanın her aşamasında resen göz önünde bulundurulabileceği gerekçesiyle; iş bu davaya bakmakta idari yargı görevli olduğundan dava dilekçesinin yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle reddine karar vermiş; bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle, idari yargı yerinde dava açmıştır.

ELAZIĞ 1. İDARE MAHKEMESİ; 2.4.2013 gün ve E: 2013/287, K:2013/341 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 6099 sayılı Yasanın 14 üncü maddesiyle değişik 110 uncu maddesinde; "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir." kuralına yer verildiği; dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından, 12 AH 010 plakalı aracıyla 15.12.2009 tarihinde yaptığı maddi hasarlı kazanın meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle, söz konusu kaza neticesinde oluşan maddi zararın davalı idarenin kusuruna tekabül eden 6.075,00.-TL'lik kısmının yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmakta olup, 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinde 6099 sayılı Yasanın 14 üncü maddesiyle yapılan değişiklik ile, işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları da dâhil olmak üzere, bu Kanundan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceği belirtildiğinden, 2918 sayılı Kanundan doğan sorumluluk davası niteliğinde bulunan iş bu davanın, görüm ve çözümünde Adli Yargının görevli olduğu ve işin esasının Mahkemelerince incelenme olanağının bulunmadığı sonucuna varıldığı; nitekim, benzer bir uyuşmazlıkta Malatya Bölge İdare Mahkemesi'nin 06.11.2012 gün ve E:2012/711, K:2012/733 sayılı kararının da bu yönde olduğu gerekçesiyle; 2577 sayılı Yasa'nın 15.maddesinin 1/a bendi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, itiraz edilmesi üzerine bu karar Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 1.10.2013 gün ve E:2013/1197, K:2013/1305 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, UYAP üzerinden temin edilen adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, trafik kazası sonucu uğranılan maddi zararın bir kısmının, kazanın oluşumunda sorumlu olduğundan bahisle, idarece tazmin edilmesi isteminden ibarettir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacıya ait motorlu aracın 15.12.2009 tarihinde Bingöl İli Merkez Cumhuriyet Caddesi üzerinde park halindeyken, Bingöl Emniyet Müdürlüğü’ne ait aracın kontrolden çıkarak çarpması sonucu hasar gördüğü; düzenlenen kaza tespit tutanağında; “ ... dönmek isterken, kavşak içerisinin buzlu olmasından dolayı aracı kaydırarak sol ön kısmıyla park halindeki 12 AH 010 plakalı aracın sol ön kısmına çarpması sonucu çift taraflı maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmiştir. Bu kazanın oluşumunda rögar (loğar) kapağından suyun taşması neticesinde yolun buzlanmış olması ve buzlanmayla ilgili herhangi bir çalışmanın önleyici tedbirlerin alınmadığından dolayı Bingöl Belediyesi’nin kusurlu olduğu, diğer araç sürücüsünün herhangi bir kusuru olmadığı kanaatine varılmıştır.” ifadelerinin kullanıldığı; davacı vekili tarafından; olayın meydana gelişinde davalı idarenin kısmen(%75) kusuru bulunduğundan bahisle, oluşan maddi zararın bir kısmının tazmininin istenildiği anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Bingöl 2.Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bingöl 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21.6.2012 gün ve E:2012/268, K:2012/320 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalan, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onanmının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zarann ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallanna ve 2577 Sayılı İYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçlann sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlan dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçlann işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu redjprarlannı, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.


 

Z/ra; 'T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından

11-ESAS NO : 2014/698

KARAR NO : 2014/757

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : C.S.

Vekilleri : Av. Ö.Ş. & Av. İ.Y.Ş. & Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.A.P. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de şef olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, davalı idarede çalışmaya başladığı 24.03.2006 tarihinden, ayrıldığı 23.08.2010 tarihine kadar geçen sürede, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün, E:2011/535, K:2013/326 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve E:2013/15036, K:2013/13394 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 11. İdare Mahkemesi: 17.04.2014 gün ve E:2014/706, K:2014/438 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 4. İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4.İş Mahkemesinin 11.03.2013 gün, E:2011/535, K:2013/326 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

12-ESAS NO : 2014/700

KARAR NO : 2014/759

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca, soruşturma konusu eylemin kabahat olduğu değerlendirilerek verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk

K A R A R

Davacı : H.A.

Vekilleri : Av. C.A., Av. A.P.

Davalı : Gümrük ve Ticaret Bakanlığına izafeten Gümrük ve Ticaret

Bölge Müdürlüğü Kaçakçılık İstihbarat ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğü

O L A Y : Davacı H.A.’ın yetkilisi olduğu Ş.Bisiklet İmalat Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. unvanlı firma adına işleme konulan ve gümrük müşaviri A.Z.B.’nın hazırlamış olduğu Gümrük Kanunu’nun 60, 61. maddeleri ile gümrük yönetmeliğinin 113. maddesi uyarınca içeriğinden sorumlu oldukları 12.5.2009 tarih ve IM 040338 sayılı serbest giriş beyannamesinde ithal edilecek eşyanın, “kauçuktan sırt geçirilmiş veya kullanılmış lastikler, kauçuktan dolgu lastikler” olarak beyan edilmesine rağmen yapılan tespitte eşyanın ithali dış ticaret müsteşarlığı izni gerektiren “1800 adet yenileştirilmiş bisiklet lastiği” olduğunun anlaşıldığından bahisle, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü Kaçakçılık ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğünce yapılan ihbar üzerine, “ ithali izne tabii eşyayı aldatıcı işlem ve davranışlar ile ithal etmek” eyleminin kabahat olduğu değerlendirilerek, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahat Bürosu’nun, 16.8.2011 gün ve Kabahat Defteri No:2011/843, Karar No:2011/1711 sayılı kararı ile, davacı ve yukarıda adı geçen kişinin “İthali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olan eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal etmek” şeklinde gerçekleşen eylemleri nedeniyle, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3.maddesinin on birinci fıkrası uyarınca 14.491,20 TL idari para cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

Davacı vekili, idari yaptırım kararının kaldırılması istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

BÜYÜKÇEKMECE 4. SULH CEZA MAHKEMESİ;15.7.2013 gün ve D.İş:2011/1008 sayı ile; 5607 sayılı Kanunda yapılan değişiklik ile kaçakçılık fiiline ilişkin kabahatlerin 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile yeniden düzenlendiği ve bu Kanunda başvuru yolunun idare mahkemesi olarak gösterildiği gerekçesiyle başvurunun görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmış, İstanbul 1. Vergi Mahkemesi, davanın vergi mahkemesinin görevi dışında kaldığı ve idare mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine, dava dosyasının görevli nöbetçi İstanbul İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 31.12.2013 gün ve E:2013/2220, K:2013/2510 sayı ile, savcılık tarafından verilen idari yaptırım kararının, 5326 sayılı Yasa’nın 23. maddesi uyarınca verildiği, bu karara karşı 5326 sayılı Kanunun 27. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği açıklanarak, açılan davanın görüm ve çözüm görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ancak dosya içinde davaya konu idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararının bulunmadığının tespit edilmesi üzerine, Başkanlıkça ilgili savcılıktan getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinin on birinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

5607 sayılı Kanun’un “Suçlar ve Kabahatler” başlığı altında düzenlenen 3. maddesinin on birinci fıkrasında, “İthali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olan eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal eden kişiye, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir”, “Yetkili merciler” başlığı altında düzenlenen 17. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanun hükümlerine göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı, 14 üncü madde hükümlerine göre mülkiyetin kamuya geçirilmesine ise Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza mahkemesi yetkilidir. Bu kararlara karşı, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulabilir” denilmekte iken; Kanunun 3. maddesinin başlığı “Kaçakçılık suçları”, maddenin on birinci fıkrası ise, “Akredite laboratuvar analiz sonucuna göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından belirlenen seviyede ulusal marker içermeyen, yasal yollarla Türkiye’de serbest dolaşıma girdiği belgelendirilemeyen veya menşei belli olmayan akaryakıtı; üreten, satışa arz eden, satan, bulunduran, bu özelliğini bilerek ticarî amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır” şeklinde 28.3.2013 gün ve 6455 sayılı Kanunun 54. maddesi ile yeniden düzenlenmiş, aynı Kanunun 66. maddesiyle 17. maddesinin birinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, aynı Kanunun 64. maddesi ile düzenlenen geçici 8. maddesinin ikinci fıkrasında ise, “Bu Kanunun yayımı tarihinden önce işlenen bu Kanuna muhalefet kabahatlerinde, lehe hükümlerin uygulanması usulü 5252 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükmüne göre yapılır” hükmü yer almıştır.

4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 235.maddesinde, “ Teminat alınmış olsa bile, gümrük işlemlerine başlanmadan veya bu işlemler bitirilip gümrük idaresinin izni alınmadan antrepolardan veya gümrük idaresince eşya konulmasına izin verilen yerlerden kısmen veya tamamen eşya çıkarılması halinde,çıkarılan eşyanın ithalat veya ihracat vergilerinin yanı sıra,bu vergilerin üç katı para cezası alınır ” denilmekte iken, madde;

1. Serbest dolaşıma giriş rejimine tabi tutulan eşyaya ilişkin olarak, yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya teslimden sonra kontrol sonucunda;

a) Eşyanın genel düzenleyici idari işlemlerle ithalinin yasaklanmış olduğunun tespiti halinde, eşyanın gümrük vergilerinin alınmasının yanı sıra, gümrüklenmiş değerinin dört katı idari para cezası verilir.

b) (a) bendindeki eşyanın değersiz, artık veya atık madde olması durumunda, idari para cezası; dökme halinde gelen eşya için ton başına otuz bin Türk Lirası, ambalajlı gelmesi halinde kap başına altı yüz Türk Lirası olarak hesaplanır ve eşya yurtdışı edilir.

c) Eşyanın ithali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlilik belgesine tabi değilmiş veya belge alınmış gibi beyan edildiğinin tespit edilmesi halinde, eşyanın gümrük vergilerinin yanı sıra, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir.

d) (c) bendindeki eşyanın değersiz, artık veya atık madde olması durumunda, idari para cezası; dökme halinde gelen eşya için ton başına sekiz bin Türk Lirası, ambalajlı gelmesi halinde kap başına iki yüz Türk Lirası olarak hesaplanır ve eşya yurtdışı edilir.

2. İhracat rejimine tabi tutulan eşyaya ilişkin olarak, yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya kontrol sonucunda;

a) Eşyanın genel düzenleyici idari işlemlerle ihracının yasaklanmış olduğunun tespiti halinde, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir.

b) Eşyanın ihracı, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlilik belgesine tabi değilmiş veya belge alınmış gibi beyan edildiğinin tespit edilmesi halinde, eşyanın gümrüklenmiş değeri kadar idari para cezası verilir.

3. Yolcuların, gümrük mevzuatına göre kişisel ve hediyelik eşya kapsamı dışında olup beyanlarına aykırı olarak üzerlerinde, eşyası arasında veya taşıma araçlarında çıkan ya da başkasına ait olduğu halde kendi eşyasıymış gibi gösterdikleri eşyanın gümrük vergileri iki kat olarak alınır ve eşya sahibine teslim edilir. Gümrük vergileri ödenmediği takdirde, eşya gümrüğe terk edilmiş sayılır.

4. Birinci fıkranın (a) ve (c) bentlerinde belirtilen eşyaya el konularak mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve eşya 177 ila 180 inci madde hükümlerine göre tasfiyeye tabi tutulur.

5. Türkiye Gümrük Bölgesine getirilen ve transit rejim beyanında bulunulan serbest dolaşımda olmayan eşyanın, beyan edilenden belirgin bir şekilde farklı cinste eşya olduğunun tespiti halinde, farklı çıkan eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir ” şeklinde 28/3/2013 gün ve 6455 sayılı Kanun’un 12 maddesi ile yeniden düzenlenmek suretiyle, 5607 sayılı Kanun’da kaçakçılık fiillerine ilişkin kabahatlerle ilgili düzenlemeler tamamen ortadan kaldırılmış,4458 sayılı Kanun ile kaçakçılık fiillerine ilişkin kabahatler yeniden düzenlenmiştir. Bu Kanun’un “ İtirazlar ” başlığı altında düzenlenen 242.maddesinde ise, “1. Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.

2. İdareye intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.

3. İtiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış makama verilmesi halinde, itiraz süresinde yapılmış sayılır ve idarece yetkili makama ulaştırılır.

4. İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir ” hükmü yer almıştır.

30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi ” başlığını taşıyan 23. maddesinde, “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.

(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.

(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir” denilmiş;

5252 sayılı “Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un, “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul ” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde ise,

“ ….. (3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir ” hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü Kaçakçılık ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğü’nce, 5607 sayılı Kaçak-çılıkla Mücadele Kanunu uyarınca yapılan soruşturma sırasında, davacının yetkilisi olduğu firma adına işleme konulan ve gümrük müşavirinin hazırlamış olduğu 12.5.2009 tarih ve IM 040338 sayılı serbest giriş beyannamesinde ithal edilecek eşyanın, “kauçuktan sırt geçirilmiş veya kullanılmış lastikler, kauçuktan dolgu lastikler” olarak beyan edilmesine rağmen yapılan tespitte eşyaların ithali dış ticaret müsteşarlığı izni gerektiren “1800 adet yenileştirilmiş bisiklet lastiği” olduğunun anlaşıldığından bahisle yapılan ihbar üzerine, “İthali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olan eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal etmek” eyleminin kabahat olduğu değerlen-dirilerek, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahat Bürosu’nca, 16.8.2011 gün ve Kabahat Defteri No:2011/843, Karar No:2011/1711 sayılı karar ile, davacı ve adı geçen gümrük müşaviri adına 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3.maddesinin on birinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı 14.491,20 TL idari para cezası verildiği anlaşılmıştır.

30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygula-nacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 5607 sayılı Kanunun olay tarihinde yürürlükte bulunan ilgili maddesi ile yapılan soruşturma sırasında, soruşturma konusunun kabahat olduğu değerlen-dirilerek, 5326 sayılı Kanun uyarınca, Cumhuriyet Savcısı tarafından davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlen-mesinde 5326 sayılı Kanun hükümlerinin dikkate alınacağı, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca ve aynı maddenin altıncı fıkrasında, soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idari yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idari yaptırım kararına karşı başvurunun da bu itiraz merciinde inceleneceği açıkça belirtildiğinden, 5607 sayılı Kanun’un 28.3.2013 gün ve 6455 sayılı Kanunun 64. maddesi ile düzenlenen geçici 8. maddesinin ikinci fıkrasında da, bu Kanunun yayımı tarihinden önce işlenen bu Kanuna muhalefet kabahatlerinde, lehe hükümlerin uygulanması usulünün 5252 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre yapılacağı düzenlendiğinden, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Büyükçekmece 4. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.7.2013 gün ve D.İş:2011/1008 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

13-ESAS NO : 2014/705

KARAR NO : 2014/763

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.Y.

Davalı : Türk Telekom AŞ.

Vekili : Av. M.Ç.K. (Adli Yargıda)

İhbar olunan

(Adli Yargıda) : T.C.Maliye Bakanlığı

Vekili : Av. S.T.

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde özetle; davacının Karaman İl Telekom Müdürlüğü’nde güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken, 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi gereği diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil edilmek üzere 06.01.2006 tarihinde Devlet Personel Başkanlığına bildirim tarihi olan 16.05.2006 tarihinden itibaren kamudan tamamen ilişiğinin kesildiğini, Karaman Sosyal Güvenlik Müdürlüğü’nde göreve başladığını, Karaman İl Telekom Müdürlüğü’nden 10.01.2011 tarihli dilekçesi ile 5473 Sayılı Kanun uyarınca belirlenmiş bir artış olduğu halde, maaş nakil ilmühaberinde işleme alınmayan ve noksan düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini ve nakil olduğu kuruma bildirilmesini, noksan ödenen ek ödeme fark tutarlarının doğuş tarihinden itibaren faizi ile birlikte ödenmesini talep ettiğini; Karaman İl Telekom Müdürlüğü’nün 12 Ocak 2011tarihli ve 105 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 08.05.2006 tarihli, 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim ücretine eklenmesine dair talebinin reddinde karar verildiğini; 01.07.2006 tarihinden geçerli olan % 2.32 enflasyon farkının bildirim ücretine eklendiğinin bildirildiği, Karaman İl Telekom Müdürlüğü’nün 12 Ocak 2011 tarihli ve 105 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 08.05.2006 tarih 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim ücretine eklenmesine dair talebin reddine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal hakların ödenmesi istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 24.02.2011 gün ve E:2011/241, K:2011/199 sayılı kararında özetle; davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğunu; buna göre, 06.01.2006 tarihinde 406 sayılı Kanun’un Ek 29 ve 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakil için DPB ye bildirilen ve 16.05.2006 itibariyle önceki kurumundan tamamen ilişiği kesilen davacının, Karaman İl Telekom Müdürlüğünün 12.01.2011 tarihli ve 105 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 08.05.2006 tarih 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığına bildirim ücretinin eklenmesine dair talebinin reddine dair işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal hakların ödenmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığını belirtilerek; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

İdari yargıda verilen karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmesinin ardından davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

KARAMAN İŞ MAHKEMESİ: 12.06.2012 gün ve E:2011/76 K:2012/184 sayılı kararında özetle; davacının talep konusu ek zamların maaş nakil ilmühaberine ilave edilmesi talebiyle davalı kuruma yaptığı müracaatın reddine dair işlemde, hukuka ve mevzuata aykırı bir durum bulunmadığı, davalı kurum işleminin yerinde olduğu, davacının maddi zararlarının tahsiline karar verilmesi talebinin kabulünün hukuki imkan dahilinde olmadığı açıklanarak davanın reddine karar verilmiştir.

Bu karara karşı davacı temyiz talebinde bulunmuştur.

YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ: 22.03.2013 gün ve E:2012/16991 K:2013/6097 sayılı BOZMA İLAMINDA “… Davalı Türk Telekom A.Ş. 14.11.2005 tarihinde %50 kamu payı blok olarak bir özel şirkete devredilerek özelleşmiştir. Nakle tabi personelin hukuki durumları 4046 sayılı Kanun’un değişik Ek:22 ve 29. maddelerinde düzenlemiştir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 07.04.2011 tarih ve 2011/55-205 sayılı kararına göre; davalı kurumun özelleşmesi sonucu asli ve sürekli işlerde veya 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince sözleşmeli veya kadrolu görevlerde çalışan personelim kamuya nakillerine kadar geçen süreye ilişkin olarak maaş nakil hakkı düzenlenmesi, ilişiğinin kesilmesi gibi bazı görevler kanunla yüklenmiştir. Bu işlemler idare hukuku açısından sonuçlar doğurmakta ve ilgili personelin nakledileceği kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlemektedir. Böyle olunca bir imtiyaz sözleşmesi ile kamu hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle,. Diğer özel hukuk kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan 406 sayılı Kanun hükümleri ile bu kurumlarına nakil hakkı bulunan personelle ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemler idari işlem niteliğinde olduğundan bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu kabul edilmiştir.

Bu karara göre uyuşmazlığın çözüm yeri idari yargıdır. Ancak davacı daha önce İdare Mahkemesine dava açmış Konya 2. İdare Mahkemesinin 24.02.2011 tarih ve 2011/241 Esas, 2011/199 karar sayılı ilamı ile görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Buna göre uyuşmazlığın çözümü idari yargıya ait olduğundan yargı yolu nedeniyle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken…” şeklindeki gerekçe ile hükmün bozulmasına karar vermiştir.

KARAMAN İŞ MAHKEMESİ: 12.11.2013 gün ve E:2013/194 K:2013/198 sayılı kararı ile; Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 22.03.2013 gün ve E:2012/16991 K:2013/6097 sayılı bozma ilamına uyarak görevsizlik kararı vermiştir.

Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine; Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 17.02.2014 gün ve E:2014/1455 K:2014/2449 sayılı ilamı ile, “dava konusunun adli yargının görev alanı dışında kalması ve yargı yolunun caiz olmaması sebebi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/b ve 115/2. maddeleri gereğince, davanın usuldün reddine, rakam ve sözcüklerinin yazılarak hükmün düzeltilmiş şekliyle ONANMASINA” karar verilmiş ve görevsizlik kararı kesinleşmiştir.

Davacının talebi üzerine dosya mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlıkça idari yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı kurumda görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlenmesi nedeniyle oluşan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece,Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca,Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom’da ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır.Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom’da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi nedeniyle yeni görevine başlayan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlenmesi nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Karaman İş Mahkemesinin 12.11.2013 gün ve E:2013/194 K:2013/198 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Karaman İş Mahkemesinin 12.11.2013 gün ve E:2013/194 K:2013/198 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

14-ESAS NO : 2014/707

KARAR NO : 2014/764

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.I.

Davalı : Türk Telekom A.Ş.

Vekili : Av. M.Ç.K.

O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa’nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı başka kamu kurum ve kuruluşlarına atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 10.4.2006 tarihinde kamu kurumu emrine atanmıştır.

Davacı maaş nakil ilmühaberinin iptali ile eksik ödemelerin geriye dönük olarak yürütülecek yasal faiziyle birlikte iadesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 24.2.2011 gün ve E:2011/198, K:2011/193 sayı ile, 406 sayılı Kanunun değişik 1. maddesinin 9. fıkrasında “Türk Telekom’un, bu kanun ve özel kanun hükümlerine tabi bir anonim şirketi olduğu, bu kanun hükümleri saklı kalmak üzere kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz” hükmüne yer verilerek Türk Telekom’a özgü farklı bir statü oluşturduğu, aynı Kanunun 4673 sayılı Yasayla değişik Ek 22. maddesinde de Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartlarının aranacağı, bunların dışında kalan personelin iş mevzuatı uyarınca istihdam edileceği ve iş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartların Yönetim Kurulu tarafından tayin olunacağının hükme bağlandığı, ayrıca, Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin özelleştirme kapsamında iken %55 oranındaki hissesinin blok olarak satışı suretiyle özelleştirilmesi için 01.07.2005 tarihinde yapılan ihale sonucunda 2005/9146 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda şirketin %55 oranındaki hissesi satılarak 14.11.2005 tarihinde Oger firmasına devredildiği, şirketin kamusal niteliğinin ortadan kalktığı buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığından, davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Karaman İş Mahkemesi: 1.3.2012 gün ve E:2011/77, K:2012/37 sayı ile, davacının talep konusu ek zamların maaş nakil ilmuhaberine ilave edilmesi talebiyle davalı kuruma yaptığı müracaatın reddine dair işlemde, hukuka ve mevzuata aykırı bir durum bulunmadığı, davalı kurum işleminin yerinde olduğu, davacının maddi zararlarının tahsiline karar verilmesi talebinin kabulünün hukuki imkan dahilinde olmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar vermiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi: 20.12.2012 gün ve E: 2012/8839, K: 2012/28985 sayı ile, Davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı dönemde, davalı şirkete davacının ücreti konusunda “artış oranının, kamudaki memur maaş artış oranında” olacağı yönünde yükümlülük getirildiği gibi 406 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığı, bu işlemlerin idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları, idari işlemlerle ilgili uyuşmazlığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği, mahkemece davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-b maddesi uyarınca “yargı yolunun caiz olmaması” sebebiyle aynı Kanun’un 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekirsen esasa girilerek davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle kararı bozmuştur.

KARAMAN İŞ MAHKEMESİ: 16.1.2014 gün ve E: 2013/105 K: 2014/4 sayı ile bozma kararına uyarak, davanın görev nedeniyle reddine karar vermiş, bu karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi: 9.4.2014 gün ve E: 2014/7419, K: 2014/7492 sayı ile, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermiş, karar kesinleşmiştir.

Davacı idari ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu öne sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Türk Telekom A.Ş. yönünden 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından davalı Türk Telekom A.Ş. yönünden görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerinin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş. 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptal istemi tarihinde davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle Karaman İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, Karaman İş Mahkemesinin 16.1.2014 gün ve E:2013/105 K:2014/4 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

15-ESAS NO : 2014/713

KARAR NO : 2014/769

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Emekli Sandığı iştirakçisi iken vefat eden babasından dolayı yetim aylığı alan davacının, boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edildiği gerekçesiyle aylığının kesilmesi ve geçmiş yıllarda ödenen aylıklara ilişkin olarak alacak çıkartılmasına ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : G.P.

Vekili : Av. E.K.

Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekili : Av. M.T. (İdari Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının emekli sandığı iştirakçisi olan babasından dolayı almakta olduğu yetim aylığının, 22.01.2013 tarihli Borç Bildirim Belgesi ile boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edildiği gerekçesi ile iptal edildiğini, iptale bağlı olarak kendisine almış olduğu aylıklarla ilgili borç çıkarıldığının tebliğ edildiğini belirterek, davalı idarenin işleminin hukuka aykırı olduğundan bahisle iptaline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 16. İdare Mahkemesi: 19.04.2013 gün ve E:2013/484, K:2013/697 sayı ile özetle;davanın,İzmir İdare Mahkemesi’nce görülüp çözümlenmesi gerektiğinden bahisle,yetki yönünden reddine karar vermiş ve dosya re’sen İzmir İdare Mahkemesine gönderilmiştir.

İzmir 2. İdare Mahkemesi; 28.01.2014 gün ve E:2013/1101, K:2014/86 karar sayılı kararı ile özetle; davaya bakmakla görevli mahkemelerin adli yargı mahkemeleri olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

İzmir 12. İş Mahkemesi: 03.04.2014 gün ve E:2014/216, K:2014/289 sayı ile özetle; davaya bakmakla görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğundan bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Emekli Sandığı iştirakçisi iken vefat eden babasından dolayı yetim aylığı alan davacının, aylığının kesilmesi ve geçmiş yıllarda ödenen aylıklara ilişkin olarak alacak çıkartılmasına ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”

Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.

Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.

Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce emekli sandığı iştirakçisi olan müteveffa babasından dolayı kendisine yetim aylığı bağlanan ve boşandığı eşiyle beraber yaşadığının tespit edildiğinden bahisle yetim aylığının kesilmesine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün; gerek 5510 sayılı Yasanın 56.maddesinin, yürürlükten kaldırılan 5434 sayılı Yasanın 75.maddesinin genişletilmiş hali olması,Yasanın dava konusu olaya ilişkin 56.maddesinin son fıkrasının 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmesi; buna karşılık davacıya, 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre, iştirakçi müteveffa babasından dolayı yetim aylığı bağlanması işleminin 5434 sayılı Yasa uyarınca tesis edilmesi hususları da gözetildiğinde, idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İzmir 2. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 2.İdare Mahkemesinin 28.01.2014 gün ve E:2013/1101, K:2014/86 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

16-ESAS NO : 2014/716

KARAR NO : 2014/771

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Şirkette çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle kamu kurumuna nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle uğradığı parasal kaybın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.A.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.Ç.K.

O L A Y : Davalı Şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasanın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı 27.10.2006 tarihinde Karaman Merkez/Milli Piyango Fen Lisesi emrine atanmıştır.

Davacı, Karaman İl Telekom Müdürlüğünün 20 Ocak 2011 Tarihli ve 194 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak, Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 08.05.2006 Tarihli, 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığına bildirim ücretine eklenmesine dair isteminin reddine ilişkin davalı işleminin iptaline, maddi zararının faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2.İDARE MAHKEMESİ:16.3.2011 gün ve E:2011/344, K:2011/373 sayı ile, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş'deki tamamı Hâzineye ait bulunan hisselerden % 55'inin, Bakanlar Kurulunun 25.07.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom) 'nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar" uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde kapsam dışı personel statüsünde Güvenlik Görevlisi olarak görev yapmakta iken, 06.01.2006 tarihinde 406 sayılı Kanun'un Ek 29 ve 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakli için DPB'ye bildirilen davacı tarafından, Karaman İl Telekom Müdürlüğünün 20.01.2011 tarihli ve 194 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 08.05.2006 tarih 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığına bildirim ücretine eklenmesine dair talebin reddine dair işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal hakların ödenmesine karar verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı; incelenen uyuşmazlıkta, davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; buna göre davacının açtığı davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adlı yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı; nitekim, benzer bir davada Uyuşmazlık Mahkemesince verilen 07/06/2010 tarih ve E:2009/272, K:2010/129 sayılı kararın da aynı doğrultuda olduğu gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden davanın reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Karaman İş Mahkemesi;22.3.2012 gün ve E:2011/79, K:2012/52 sayı ile, uyuşmazlığın esasını inceleyerek davanın reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine bu karar, Yargıtay 22.Hukuk Dairesinin 4.2.2013 gün ve E:2012/1809, K:2013/1649 sayılı kararıyla, görev noktasından bozulmuştur.

KARAMAN İŞ MAHKEMESİ;10.12.2013 gün ve E:2013/80, K:2013/245 sayı ile, Mahkemelerinin 22/03/2012 tarihli, 2011/79 E.-2012/52 K. sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği, kararın süresi içerisinde davacı tarafça temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 04/02/2013 tarihli, 2012/11809 E.-2013/1649 K. sayılı ilamı ile temyiz edilen kararın bozulmasına karar verildiği, usûl ve yasaya uygun olan Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verildiği; uyulmasına karar verilen açıklayıcı ve yol gösterici bozma ilamında da belirtildiği üzere; özelleştirmeden önce statü hukuku hükümlerine tabi davacı niteliğindeki personelin, özelleştirme sonrası belirli bir süreliğine davalı ile özel hukuk hükümlerine tabi olarak iş sözleşmesi kapsamında çalıştırılmakta, nakledildiğinde tekrar statü hukuku kapsamına girmekte olduğu; davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı dönemde, davalı şirkete davacının ücreti konusunda “artış oranının, kamudaki memur maaş artış oranında” olacağı yönünde yükümlülük getirildiği gibi 406 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığının görüldüğü; bu işlemlerin idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları; İdari işlemlerle ilgili uyuşmazlığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümleneceği gerekçesiyle; davanın, HMK.nun 114/1-b maddesi uyarınca "yargı yolunun caiz olmaması" nedeniyle aynı Kanunun 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 22.Hukuk Dairesinin 18.2.2014 gün ve E:2014/1442, K:2014/2708 sayılı kararıyla onanan Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; idari yargı kararının kesinleşme durumunun Mahkemesinden teyit edildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı kurumda görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil bildiriminin yanlış düzenlendiği iddiasıyla iptali ve uğradığı maddi zararın faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; Karaman İl Telekom Müdürlüğünün 20 Ocak 2011 tarihli ve 194 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak, Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 08.05.2006 Tarihli, 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığına bildirim ücretine eklenmesine dair isteminin reddine ilişkin davalı işleminin iptaline, maddi zararının faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle Karaman İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Karaman İş Mahkemesi’nin 10.12.2013 gün ve E:2013/80, K:2013/245 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

17-ESAS NO : 2014/718

KARAR NO : 2014/773

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.A.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.Ç.K. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde özetle; Karaman İl Telekom Müdürlüğünde güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken, 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi gereği diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil edilmek üzere 06.01.2006 tarihinde Devlet Personel Başkanlığına bildirim tarihi olan 16.05.2006 tarihinden itibaren kurumdan tamamen ilişiğinin kesilerek Karaman Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde göreve başladığını,Karaman İl Telekom Müdürlüğünden 25.10.2010 tarihli dilekçesi ile 5473 Sayılı Kanun uyarınca belirlenmiş bir artış olduğu halde, maaş nakil ilmühaberinde işleme alınmayan ve noksan düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini ve nakil olduğu kuruma bildirilmesini, noksan ödenen ek ödeme fark tutarlarının doğuş tarihinden itibaren faizi ile birlikte ödenmesini talep ettiğini, Karaman İl Telekom Müdürlüğünün 12 Ocak 2011 tarihli ve 94 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 08.05.2006 tarihli, 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığına bildirim ücretine eklenmesine dair talebinin reddinde karar verildiği belirterek, söz konusu işlemin iptali ile zararının tazmini istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

Konya 2. İdare Mahkemesi: 24.02.2011 gün ve E:2011/240, K:2011/198 sayılı kararında özetle davanın, adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Karaman İş Mahkemesi: 03.05.2012 gün ve E:2011/78, K:2012/112 sayılı kararında özetle; davanın esastan reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine,Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 11.02.2013 gün ve E:2012/13506, K:2013/2520 sayılı ilamı ile özetle “...Mahkemece davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-b maddesi uyarınca “yargı yolunun caiz olmaması” nedeniyle aynı kanunun 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde esasa girilerek davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.” demek suretiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Karaman İş Mahkemesi: Yargıtay bozma ilamına uyduktan sonra 16.01.2014 gün ve E:2013/106, K:2014/5 sayılı kararı ile özetle, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 09.04.2014 gün ve E:2014/7418, K:2014/7491 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu,davacının istemi üzerine, adli yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece,Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır.Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup;kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Karaman İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Karaman İş Mahkemesinin 16.01.2014 gün ve E:2013/106, K:2014/5 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

18-ESAS NO : 2014/720

KARAR NO : 2014/775

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E. Sigorta A.Ş.

Vekili : Av. G.G.

Davalı : Pendik Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. A.O.Y.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirkete kasko sigortalı aracın seyir halinde iken, davalının bakım, onarım ve denetim sorumluluğunda bulunan rögar kapağının üzerinden geçtiği sırada kapağın açılarak lastiğe çarpması suretiyle meydana gelen trafik kazasında hasarlandığını, hasar bedelin sigortalıya ödendiğini ileri sürerek, 4.776,00 TL’nın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

PENDİK 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 28.3.2012 gün ve E:2012/141, K:2012/154 sayı ile, logar kapaklarının yaptırılmasının belediyenin kamu hizmeti olduğu, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğu olup olmadığının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesine göre idari dava olduğu, tam yargı davası ve idare mahkemelerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle davada mahkemeleri görevli olmadığından dava dilekçesinin reddine karar vermiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi : 15.10.2012 gün ve E: 2012/7186, K: 2012/11003 sayı ile, temyiz itirazlarının reddine usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istem ile idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 10. İDARE MAHKEMESİ : 27.9.2013 gün ve E:2012/2338, K: 2013/1750 sayı ile, 2918 sayılı Yasa’nın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi gözetildiğinde, meydana gelen zararın tazmini istemiyle 21.12.2012 tarihinde açılan davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karara karşı davacı vekilince itiraz edilmiştir.

İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu : 12.3.2014 gün ve E: 2014/275, K: 2014/3987 sayı ile, itirazın reddine, kararın onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş olan görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu olay neticesinde vasıtada maddi hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiği, olayın meydana gelişinde davalı idarenin yol kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına tazminat ödeyen şirketin kusur nispetine göre faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu dolayısıyla, Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Pendik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.3.2012 gün ve E:2012/141, K:2012/154 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

19-ESAS NO : 2014/724

KARAR NO : 2014/779

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.I.

Vekilleri : Av. Ö.Ş. & Av. İ.Y.Ş. & Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.D. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacının Türk Telekom A.Ş. Malatya İl Müdürlüğü’nde memur olarak çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adının 29.06.2010 tarihinde Devlet Personel Başkanlığına bildirildiğini, bunun üzerine Malatya Defterdarlığı’nda görevine başlamasına rağmen davalı tarafça düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin mevzuata uygun olarak düzenlenmediğini açıklayarak, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere, davalı kurum tarafından düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin iptali ile davalının yanlış işlem ve eylemi sonucu davacının bugüne kadar almaktan mahrum kaldığı ek tazminat alacağı toplamı olan 8.646,00 TL’nin yasal faiziyle birlikte davalı kurumdan tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya İdare Mahkemesi: 25.03.2011 gün, E:2011/818, K:2011/810 sayı ile özetle; davanın, adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya İş Mahkemesi: 01.02.2013 gün ve E:2011/692, K:2013/76 sayılı kararı ile özetle; davanın kabulüne karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 09.05.2013 gün ve E:2013/7294, K:2013/10173 sayılı ilamı ile özetle; “...Mahkemece davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-b maddesi uyarınca “yargı yolunun caiz olmaması” sebebiyle aynı kanunun 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde esasa girilerek davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.” demek suretiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Malatya İş Mahkemesi: Yargıtay bozma ilamına uyduktan sonra 21.06.2013 gün ve E:2013/436, K:2013/663 sayılı kararı ile özetle, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Malatya İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Malatya İş Mahkemesinin 21.06.2013 gün ve E:2013/436, K:2013/663 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

20-ESAS NO : 2014/725

KARAR NO : 2014/780

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ö.S.

Vekilleri : Av. N.B.D. & Av. K.Ç.L.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.H.B. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde özetle; davacının, davalı şirkette tekniker unvanı ile çalışmakta iken, davalı idare tarafından yapılan tek taraflı iş akdi feshi neticesinde, 406 sayılı yasanın Ek 29 ve 4046 sayılı yasanın 22 maddesi hükümlerine dayanılarak başka kamu kurum ve kuruluşlarına atanmak üzere adının Devlet Personel Başkanlığına bildirildiğini, bildirimin yapıldığı tarih itibariyle, bildirime esas ücretine dair düzenlenen nakil bildirim cetvelinde yer alan ücret hesaplanmasında hata yapıldığının tespit edildiğini belirterek, davacının maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine ve ücretine yansıtılmayan ek ödemelerinden denge tazminatı alacağı olarak, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla, 2.000 TL.nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 1.İş Mahkemesi: 15.05.2012 gün, E:2011/275, K:2012/488 sayı ile özetle, davanın esastan reddine karar vermiş olup,iş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 01.10.2012 gün, E:2012/27080, K:2012/32345 sayı ile özetle; davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğini belirterek, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Ankara 1.İş Mahkemesi: Yargıtay bozma ilamına uyarak yapılan yargılama neticesinde, 25.12.2012 gün, E:2012/1302, K:2012/1386 sayı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 1. İdare Mahkemesi; 08.02.2013 gün, E:2013/148, K:2013/174 sayı ile özetle; davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğunu belirterek davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 5. Dairesi 08.10.2013 gün, E:2013/4960, K:2013/6540 sayılı ilamı ile özetle; “...imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili bulunması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Kanun hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevler kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna varılmakta olup, aksi yöndeki kararda hukuki isabet görülmemiştir.” demek suretiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Ankara 1. İdare Mahkemesi: Danıştay’ın bozma ilamına uyarak 12.03.2014 gün, E:2014/351, K:2014/337 sayı ile özetle; 08.02.2013 gün ve E:2013/148, K:2013/174 sayılı kararlarında ısrar edildiği belirtilerek davanın yeniden görev nedeniyle reddine karar vermiş ve karar bu şekliyle kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (17.02.2012) tarihinde davalı kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin eksik ve hatalı olduğundan bahisle iptali, maaş nakil ilmühaberinde gösterilmeyen ödemeler ile ek ödemelere ilişkin eksikliklerin tespiti, nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve eksik ödenen tutarların yasal faizleri ile birlikte tahsili istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan, Ankara 1.İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasının gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 1.İş Mahkemesinin 25.12.2012 gün, E:2012/1302, K:2012/1386 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

21-ESAS NO : 2014/726

KARAR NO : 2014/781

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Şirketin bankaya olan borcundan dolayı şirkete ait araç üzerine konulan rehin nedeniyle; banka borcunu bankaya ödeyerek alacağı devralan davacının bu durumu davalı vergi dairesine bildirmesine rağmen, davalı vergi dairesinin şirketin vergi borcu sebebiyle haciz yoluyla sattığı araç bedelinin ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve alacağın ödenmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : B.D.

Vekili : Av. N.C.

Davalı : Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğü

O L A Y : Davacı (alacaklı) vekili dava dilekçesinde özetle; Türkiye İş Bankası Kışla Rami Şubesi’nin 14.220,72 TL lik alacağı için BNR Tekstil Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne ait 34….. plakalı Honda Jazz marka otomobili üzerine 00619 yevmiye ile 13.05.2005 tarihinde taşıt rehni tesis ettiğini; davacının rehin bedelini ödeyerek Eyüp 8. Noterliği’nin 03.05.2007 tarih ve 06055 yevmiye nosu ile gayrikabili rücu olarak alacağı temlik aldığını; bu durumun davalı Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne 03.04.2007 tarihinde, Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Denetleme Büro Amirliği’ne 10.04.2007 tarihinde bildirildiğini; davalı Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün 127 017 9040 vergi numaralı BNR Tekstil Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin vergi borçlarından dolayı şirkete ait 34…… plakalı aracına 30.05.2006 tarih 22012 sayılı yazısı ile Kartal İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından otomobile haciz konularak 05.04.2007 tarihinde açık arttırma ile satıldığını, taşıt rehninin borçlu şirketin bankaya karşı doğmuş borcunun teminatının teşkil ettiğini; borçluya ait aracın satışından sonra sıra cetveli yapılarak rehinli alacak dikkate alınarak bu hacze iştirak edebilecek olan hacizlerin (İİK 100-101) belirlenerek hacze iştirak dereceleri oluşturulması gerekirken davalı idarece sıra cetvelini düzenlemeden satış bedeline el koyulduğunu; bankanın rehinli alacağının vergi dairesinin alacağından önce geldiğini; davacının, borçlunun banka borcunu ödeyerek banka alacağını temlik ettiğinden satılan aracın satış bedelinden rehinle temin edilen 14.220.72 TL tutarındaki alacağına pay ayrılması gerekirken davalı vergi dairesinin sıra cetvelini düzenlemeyerek takip hukuku hükümlerine aykırı hareket ettiğini belirterek; sıra cetveli düzenlenmemesine ilişkin davalı Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün işleminin iptali ile sıra cetveli düzenlenmesine, 14.220,72 TL nin davacıya ödenmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

BÜYÜKÇEKMECE 2.İCRA HUKUK MAHKEMESİ: 19.12.2011 gün ve E:2011/1370 K:2011/1028 sayılı kararında “… öncesinde icra müdürlüklerinde yapılmış bir takip bulunmadığı, dilekçe içeriğine göre iptali istenen işlemin Beylikdüzü Vergi Dairesi işlemi olduğu anlaşılmakla dava konusunun vergi mahkemelerinin görev alanına gireceği…” şeklinde gerekçe ile davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

Davanın görev yönünden reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ: 20.11.2012 gün ve E:2012/16795 K:2012/33823 sayılı kararı ile; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun mahkeme kararının İİK’nun 366 ve HUMK’nun 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA karar vermiş; davacı vekilinin karar düzeltme isteği de aynı Dairece 25.04.2013 gün ve E:2013/9553 K:2013/15764 sayılı kararı ile reddedilmesinin ardından görevsizlik kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı gerekçelerle; Beylikdüzü Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün B.07. 1.GİB. 4.34.80.64-55355 sayılı 24.10.2008 tarihli 14.220,72 TL nin davacıya ödenmemesi işleminin iptali istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

İSTANBUL 3. VERGİ MAHKEMESİ: 01.07.2013 gün ve E: 2013/1660 K:2013/1882 kararında “…Uyuşmazlık, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ile bunların zam ve cezalarına ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin olmayıp, satılan menkul mal üzerinde rehin hakkı bulunduğunun ileri sürülmesinin bir istihkak iddiası olması nedeniyle satış bedelinin dağıtımından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla dağıtımın Kanuna ve sözleşmelere uygun olup olmadığının tespit ve çözümü ise adli yargı yerinde açılacak davaya konu olabilecektir. Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 6.2.2012 günlü ve E:2011/184, K:2012/8 sayılı kararı da bu yöndedir.

Öte yandan 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un "Vergi Mahkemelerinin Görevleri" başlıklı 6 ncı maddesinin (a) bendinde, Vergi Mahkemeleri'nin genel bütçeye, il özel idareleri belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları, (b) bendinde (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları, (c) bendinde Diğer Kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği kurala bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14 üncü maddesinin 3 üncü fıkrasında da, dilekçelerin "görev ve yetki" yönünden inceleneceği, 15. maddesinin 1 (a) fıkrasında; Kanunun 14.maddesinin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine, idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli ve yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verileceği hükmü yer almaktadır.

İdari yargıda vergi mahkemeleri özel görevli yargı yerleridir ve Kanun ile gösterilen idari uyuşmazlıkları çözümlemekle görevlidir. Dava konusu uyuşmazlıkta olduğu gibi adli yargının görevli olduğu bir konuda davanın görev yönünden reddi hususunda karar mercii İdare Mahkemeleridir.

Nitekim Danıştay 4. Dairesinin 13.05.2010 tarih ve E:2008/4100 K:2010/2704 sayılı kararı da bu yöndedir…” şeklindeki gerekçe ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Dava dosyası bunun üzerine İdare Mahkemesine gönderilmiştir.

İSTANBUL 10. İDARE MAHKEMESİ: 25.03.2014 gün ve E: 2013/ 2047 K:2014/515 sayılı kararında “…uyuşmazlığın 6183 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin olmadığı, satılan menkul mal üzerinde rehin hakkı bulunduğunun ileri sürülmesinin bir istihkak iddiası olması nedeniyle satış bedelinin dağıtımından kaynaklanmakta olduğu, dolayısıyla dağıtımın kanuna ve sözleşmelere uygun olup olmadığının tespit ve çözümünün adli yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır…” gerekçesiyle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden karar vermiş ve verilen karar itirazsız kesinleşmiştir.

Dava dosyası davacı vekilinin talebi üzerine Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: 1-2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte olup, bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Mahkememize gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, BMR Tekstil Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin bankaya olan borcundan dolayı şirkete ait araç üzerine konulan rehin nedeniyle; banka borcunu bankaya ödeyerek alacağı devralan davacının bu durumu davalı vergi dairesine bildirmesine rağmen, davalı vergi dairesinin şirketin vergi borcu sebebiyle haciz yoluyla sattığı araç bedelinin ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve alacağın ödenmesi istemiyle açılmıştır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 77 ila 87. maddelerinde menkul malların haciz ve satışına ilişkin hükümler yer almıştır. Aynı Kanun`un

“Borçlu elinde haczedilen mallara karşı istihkak iddiaları” başlıklı 66.maddesinde, “Borçlu, elinde bulunan bir malı üçüncü şahsın mülkü veya rehni olarak gösterdiği yahut üçüncü bir şahıs tarafından o mal üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia edildiği takdirde, haczi yapan memur bunu haciz zaptına geçirir. Keyfiyet, iddia borçlu tarafından yapılmışsa üçüncü şahsa, üçüncü şahıs tarafından yapılmışsa borçluya bildirilir.

Tahsil dairesi, haciz zaptını aldığı tarihten itibaren 7 gün içinde iddiayı reddetmediği takdirde istihkak iddiasını kabul etmiş sayılır. Üçüncü şahıs, tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde itiraz etmediği takdirde istihkak iddiası dinlenmez.

İstihkak iddiası tahsil dairesince kabul edilmez veya borçlu tarafından istihkak iddiasına itiraz edilirse, 7 gün içinde mahkemeye müracaat etmesi lüzumu tahsil dairesince üçüncü şahsa bildirilir. Müddetinde dava açılmadığı takdirde istihkak iddiasından vazgeçilmiş sayılır.”; “Üçüncü şahıs elinde haczedilen mallara karşı istihkak iddiaları” başlıklı 67.maddesinde, “ Haczedilen mal borçlunun elinde olmayıp da, o mal üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia eden üçüncü bir şahıs elinde ise keyfiyet, haczi yapan memur tarafından haciz zaptına geçirilir. Malın borçluya ait olduğu iddiasında bulunan tahsil dairesi keyfiyeti alacaklı amme idaresine bildirir. Alacaklı amme idaresi bildirme tarihinden itibaren 15 gün içinde dava açmadığı takdirde istihkak iddiası kabul edilmiş sayılır.

Borçlu ile birlikte ikamet etmekte olan şahıslar tarafından istihkak iddiasında bulunulduğu takdirde mal borçlunun elinde sayılır.”; İstihkak iddiaları ile ilgili diğer hükümler” başlıklı 68. maddesinde ise, “istihkak davalarına bakmaya haczi yapan tahsil dairesinin bulunduğu mahal mahkemesi salahiyetlidir. İstihkak davaları diğer işlere takdimen görülür.

Davacı takibin tehirini istediği takdirde kendisinde mevcut delillerin mahiyetine göre ve muhtemel zarara karşı kafi teminat alınmak suretiyle takibin tehirine mahkemece karar verilebilir. İstihkak davası üzerine takibin tehirine karar verilir ve neticede dava reddolunursa, dava mevzuunu teşkil eden mahcuz malın değerinin % 10 u tutarında tazminat hükmolunur.” denilmişti

Dava dosyalarının incelenmesinden; BMR Tekstil San. Ve Tic. Ltd. Şti'nin vergi borçlarından dolayı 34 BMR 40 plakalı aracına davalı idarece 30.05.2006 tarih ve 22012 sayılı işlemle haciz konularak 05.04.2007 tarihinde yapılan açık artırma ile söz konusu aracın satıldığı, satılan aracın satış bedelinin İş Bankası Kışla Rami Şubesinin 14.220,72 TL alacağı için davalı idare haczinden önce sözkonusu banka şubesi adına yapılan taşıt rehninin 03.04.2007 tarihinde temlik edildiğinden bahisle davacı tarafından kendisine ödenmesi talebiyle başvuru yapıldığı, bu başvurunun 03.04.2007 tarihinde yapılan temlik devrinin davalı idare haczinden sonra ve birinci derece akrabalar arasında yapılması nedeniyle reddedilerek 14.220,72 TL 'nin kendisine ödenmeyeceğine ilişkin işlemin, bahse konu aracın satışından sonra sıra cetveli oluşturulup rehinli alacakların önceliği gözetilerek satış bedelinden rehinle temin edilen alacak için pay ayrılması gerektiği ileri sürülerek iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Satılan menkul mal üzerinde rehin hakkı bulunduğunun ileri sürülmesi bir istihkak iddiasıdır. 68. madde ise, istihkak davalarına bakmaya haczi yapan tahsil dairesinin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olduğunu hükme bağlamış bulunmaktadır. Yukarıda açıklanan 66, 67 ve 68. maddeler, Yasa`nın Amme alacağının cebren tahsili başlığı altında yer alan menkul ve gayrimenkul mal haczi ve satışına ilişkin genel hükümlerdir. Bu nedenle menkul mal haczi satışı ve istihkak iddialarında da bu hükümlere uyulması gerekmektedir.

Uyuşmazlık, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin olmayıp, satılan menkul mal üzerinde rehin hakkı bulunduğu iddiası olması nedeniyle satış bedelinin dağıtımından kaynaklanmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, haczedilen mal ile ilgili istihkak iddiasına ilişkin davanın çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Büyükçekmece 2. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 19.12.2011 gün ve E:2011/1370 K:2011/1028 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerektiği gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Büyükçekmece 2. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 19.12.2011 gün ve E:2011/1370 K:2011/1028 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

22-ESAS NO : 2014/727

KARAR NO : 2014/782

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı idare ile 11.04.2006 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesi imzalayarak 119154 nolu bayilik ruhsatı alan ve faaliyet göstermeye başlayan davacı şirketin, iştirakçilerin davacının bayiliğini yaptığı iş yerinde oynadıktan sonra iptal ettirmiş oldukları toplam 926 iddia biletinin iadesinin istenildiği halde, kuponlardan 29 adedinin ibraz edilmediği gerekçesiyle, davalı idare tarafından 07.07.2010 tarih ve 4427 sayılı işlemi ile bayiliğinin iptali üzerine, bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ö.Gazete Bayii San. Tic. Ltd. Şti.

Vekilleri : Av. T.P. (İdari Yargıda)

Av. Y.R.Ç. (Adli Yargıda)

Davalı : Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü

(Süper Toto Teşkilat Başkanlığı)

Vekili : Av. M.A.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;davacı ile davalı idareye bağlı Spor Toto Teşkilat Başkanlığı arasında 11.04.2006 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesinin imzalandığını, imzalanan sözleşme uyarınca davacıya 119154 nolu bayilik ruhsatının verildiğini, davalı idare tarafından 07.07.2010 tarih ve 4427 sayılı işlem ile; 10.06.2009-25.05.2010 tarihleri arasında iştirakçilerin, davacının bayiliğini yaptığı iş yerinde oynadıktan sonra iptal ettirmiş oldukları toplam 926 iddia biletinin 29 adedinin ibraz edilmediği gerekçesiyle davacının bayiliğinin iptal edildiğini belirterek, davalı idarenin söz konusu işleminin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 12. İdare Mahkemesi; 02.09.2010 gün ve E:2010/1456, K:2010/1317 sayı ile özetle; “…davalı idare ile davacı arasında yapılan bayilik sözleşmesinin, idari sözleşme niteliği taşımayıp, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir hukuksal işlem olduğu ve bu ilişkilerden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği dikkate alındığında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görevine girdiği sonucuna ulaşılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay 10. Dairesi 24.01.2013 gün ve E:2010/15888, K:2013/468 karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle, bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi; 23.11.2010 gün ve E:2010/354, K:2010/333 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari yargı ve adli yargı mercileri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu,adli yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı idare ile 11.04.2006 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesi imzalayarak 119154 nolu bayilik ruhsatı alan ve faaliyet göstermeye başlayan davacı şirketin, iştirakçilerin davacının bayiliğini yaptığı iş yerinde oynadıktan sonra iptal ettirmiş oldukları toplam 926 iddia biletinin iadesinin istenildiği halde, kuponlardan 29 adedinin ibraz edilmediği gerekçesiyle, davalı idare tarafından 07.07.2010 tarih ve 4427 sayılı işlemi ile bayiliğinin iptali üzerine, bu işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle;

3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre,Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı ve tüzelkişiliğe sahip bir kamu kurumu iken; aynı Kanunun 4. maddesine göre Genel Müdürlüğe bağlı bir birim olan Spor Toto Teşkilat Başkanlığının tüzelkişiliğinin bulunmadığı; Kanunun 2. maddesinin mülga (i) bendi uyarınca, Türkiye'de düzenlenecek futbol ve diğer spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahisler ile şans oyunlarının düzenlenmesi ve yürütülmesi yetki ve görevinin Genel Müdürlüğe ait olduğu; Genel Müdürlüğün bu yetkisini, 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kanalı ile kullandığı; Başkanlığın ise kendisine ait olan bu faaliyetini, sözleşme imzaladığı ve bayilik ruhsatı verdiği bayileri aracılığı ile yürüttüğü görülmekte iken;

08.06.2011tarih, 27958-Mük. Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 638 No.lu “Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile Gençlik ve Spor Bakanlığının kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları düzenlenmiş; Kararnamenin 31. maddesinin 1.fıkrasında; 21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda ve diğer mevzuatta gençlik hizmetleriyle ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış olan atıfların Bakanlığa, spor hizmetleriyle ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış olan atıfların Spor Genel Müdürlüğüne yapılmış sayılacağı; 2.fıkrasının c bendinde (3289 sayılı Kanunun) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin yürürlükten kaldırıldığı; ç bendi ile; 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinin "e) Uluslararası Organizasyonlar Dairesi Başkanlığı" şeklinde değiştirildiği ve aynı maddede yer alan "Bağlı Birimler: Spor Toto Teşkilat Başkanlığı" ibaresinin yürürlükten kaldırıldığı; Kararnamenin 31. maddesinin 6.fıkrasının a bendinde; 29/4/1959 tarihli ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunun; 1 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin "Yurtiçinde ve yurtdışında spor müsabakaları üzerine sabit ihtimalli ve müşterek bahis oyunlarını oynatmak üzere, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği haiz Spor Toto Teşkilat Başkanlığı kurulmuştur." şeklinde değiştirildiği; Kararnamenin “Düzenleyici İşlemler” başlıklı Geçici 1. maddesinde; bu Kanun Hükmünde Kararnamenin uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin, bir yıl içinde yürürlüğe konulacağı, bu düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar mevcut düzenlemelerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı; Geçici 9.maddesinde; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, Spor Toto Teşkilat Başkanlığının iş ve işlemleri nedeniyle taraf olduğu her türlü davalar ve icra takipleri ile sair hukukî ihtilaflardaki aktif ve pasif husumet ehliyetinin, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğü tarihinde, başka herhangi bir işleme gerek kalmaksızın Spor Toto Teşkilat Başkanlığına devredilmiş sayılacağı hükümlerine yer verilmiştir.

638 No.lu Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikler de dikkate alındığında; 7528 sayılı “Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun” 2. maddesinde;Teşkilat Başkanlığının yetkisini bizzat kullanabileceği gibi kısmen veya tamamen özel hukuk tüzel kişilerine devredebileceği veya mal ve hizmet satın alma yoluna gidebileceği belirtilmiş; Yurt içinde ve yurt dışında yapılan her türlü spor müsabakası üzerine yurt içinde ve yurt dışında spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenlemek, denetim ve gözetimi altında düzenletmek, bunlara ilişkin her türlü izni vermek ve sözleşmeyi yapmak; spora dayalı bahis ve şans oyunlarına yönelik mevzuata aykırı iş ve eylemlerin önlenmesi için gerekli denetimleri yapmak, faaliyetlerde bulunmak ve tedbirleri almak; spora dayalı bahis ve şans oyunlarının kamu yararına ve sosyal amaçlara uygun olarak düzenlenmesi ve gelişmesini sağlayacak politikalar belirlemek ve uygulamak; izinsiz olarak spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenleyen, başbayilik veya bayilik faaliyetinde bulunan veya kurallara aykırı hareket eden gerçek ve tüzel kişilere uygulanacak yaptırımlara ilişkin esasları belirlemek ve bunlar hakkında gerekli yasal işlemleri yapmak; spora dayalı bahis ve şans oyunları düzenleme faaliyetinin gelişmesini sağlayacak tedbirleri almak ve bu konuda yapılması gerekli düzenlemeleri Gençlik ve Spor Bakanlığına önermek Teşkilat Başkanlığının görev ve yetkileri arasında sayılmış; aynı Maddede, Teşkilat Başkanlığının spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesi ve düzenletilmesinde tek yetkili olduğu; Gençlik ve Spor Bakanlığının izin veya onayıyla spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesi, denetim ve gözetimi altında düzenletilmesi, oynatılması, gerekli altyapı ve organizasyonun sağlanması ve yürütülmesi için gerçek ve tüzel kişilerle sözleşme yapabileceği ifade edilmiş; spora dayalı bahis ve şans oyunlarının düzenlenmesine ilişkin kararları almanın, bayiliklerin nerede kurulacağını ve sayısını tespit etmenin, bayilere verilecek komisyon ve teşvik primi oranlarını tespit etmenin Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri arasında olduğu hükümlerine yer verilmiştir.

3289 ve 7258 sayılı Kanun hükümlerine dayanılarak hazırlanan ve 28.02.2009 tarih ve 27155 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği”nin,spor müsabakalarına dayalı olarak düzenlenecek sabit ihtimalli ve müşterek bahislerin oynatılmasını, oyun çeşitlerini, bu oyunlara ait kupon kabul ve değerlendirme işlemlerini, dağıtılacak ikramiye ile sabit, gezici ve sanal ortam bayilerine ilişkin esaslar ile uygulama şekil ve şartlarını kapsadığı belirtilmiş; Bayilik ruhsatı” başlıklı 14. maddesinde; “Sabit bayilik faaliyetinin yapılabilmesi için Teşkilattan ruhsat alınması zorunlu olup, bayilik faaliyetinde bulunması uygun görülenlere bayilik ruhsatı verilir. Ruhsat verildiği tarihten itibaren Teşkilatça iptal edildiği tarihe kadar başka bir işleme gerek olmaksızın geçerlidir. Ancak, Teşkilat tarafından gerekli görülen hallerde ruhsat yenilenebilir veya vize edilebilir.”;

“Sabit bayilik sözleşmesi” başlıklı 15. maddesinde; “(1) Sabit bayilik ruhsatı verilen gerçek veya tüzel kişiler ile Teşkilat arasında süresi 10 yılı geçmemek üzere süreli sabit bayilik sözleşmesi yapılır.

(2) Sabit bayilik sözleşmesi ruhsatın geçerli olduğu sürece yürürlükte kalır, ruhsatın iptali halinde başkaca bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden feshedilmiş sayılır.

(3) Teşkilatça gerekli görülen durumlarda sabit bayilik sözleşmesi yenilenebilir.

(4) Sabit bayilik ruhsatı vermeye ve bu bayiler ile sözleşme yapmaya Teşkilat Başkanı yetkilidir. Teşkilat Başkanı bu yetkisini alt birimlere devredebilir.

(5) Sabit bayilikler tüzel kişilere birden fazla olarak ve 16 ncı maddede belirtilen kriterler dahilinde verilebilir. Bu durumda verilen bayiliklerin her türlü hukuki ve cezai sorumluluğu bu tüzel kişiye aittir.”; denilmiş;

Yönetmeliğin 16.maddesinde “Sabit bayilik ruhsatı verilmesi şartları”, 17.maddesinde “Bayilerin işyerlerinde aranılacak asgari nitelikler”,18.maddesinde “Sabit bayiliklerin verilmesinde izlenecek yöntem”, 19.maddesinde “Sabit bayilik teminatı”, 20.maddesinde “Sabit bayi komisyonu ve ikramiye ödeme primi oranı” 21.maddesinde “Sabit bayiinin adres değişikliği”, 22.maddesinde “Sabit bayiliğin devredilmesi”, 23.maddesinde “Sabit bayilik faaliyetinin sürekliliği ve yürütülmesi” ne ilişkin düzenlemelere yer verilmiş;

“Sabit bayilik ruhsatının iptali” başlığını taşıyan 24.maddede ise “(1) Aşağıda belirtilen hallerde bayilik ruhsatı, Teşkilat tarafından tek taraflı olarak ve herhangi bir bildirim süresine uyulmaksızın iptal edilir:

a) Gerçek kişi bayiinin ölmesi halinde mirasçılarından altmış gün içinde bayilik ruhsatı talebinde bulunulmaması,

b) Bayilik ruhsatını haiz olan şirketin iflas etmesi,

c) İzinli süreler ve mücbir sebepler dışında, her ne sebeple olursa olsun bayiinin bir takvim yılı içerisinde, izinsiz toplam on beş gün oyun oynatmaması,

ç) Teşkilatın izni olmaksızın, işyerinde Teşkilata ait olmayan oyunlar oynatması,

d) Teşkilat tarafından her bayi için belirlenen haftalık hasılat limitinin üzerinde oyun oynatılması,

e) Oyun bedellerinin kayıt dışı olarak bayiinin kendi nam ve hesabına tahsil edilmesi,

f) Yetkisi dahilindeki ikramiye ödeme taleplerini geri çevirmesi,

g) Bayi olabilme şartlarından herhangi birini kaybetmesi veya ruhsat verildikten sonra bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığının anlaşılması,

ğ) Teşkilatın itibarını zedeleyecek veya Teşkilata olan güvenin sarsılmasına neden olacak davranış, yayın veya faaliyetlerde bulunulması, Teşkilat tarafından verilen talimat ve kurallara riayet edilmemesi,

h) Teşkilatın veya Başbayiinin yetkili personellerine fiili saldırı, hakaret ve tehditte bulunulması,

ı) Teşkilat veya Başbayiinin mallarına kasıtlı zarar verilmesi,

i) 18 yaşından küçüklere oyun oynatılması veya ikramiye ödenmesi,

j) Yılbaşından itibaren dörder aylık periyotlardaki asgari haftalık satış hasılatı ortalamasının Yönetim Kurulunca belirlenen limitin altında olması,

k) Teşkilattan yazılı izin almadan adresini değiştirmesi veya bayiliği devretmesi,

l) Teşkilata ait olan oyun hasılatlarının işlemiş yasal faiziyle birlikte veya gecikme cezalarının tamamının yatırma tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde ödenmemesi,

m) Teşkilata ait olan oyun hasılatının bir takvim yılı içerisinde beş kez geç ödenmesi,

n) Güncellenen teminat miktarının süresinde tamamlanmaması,

o) Süreli teminat mektuplarının süresi dolmadan en geç on gün önce yenilenmemesi,

ö) Yasa dışı bahis oynatılması, oynatılmasına aracılık edilmesi, bunlara yer veya imkan sağlanması veya bunların reklam ve tanıtımın yapılması,

p) Haklı bir gerekçe olmadan bilet iptal edilmesi, iptal edilen biletlerin bir yıl süresince saklanmaması veya iptal edilen biletlerin talep tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde Teşkilata teslim edilmemesi,

r) Oyunları, Teşkilat tarafından belirlenen değerinden fazla bedelle oynatması,

s) Borç mukabili veya kredi kartıyla ya da kredili hesaptan oyun bedelini tahsil etmek suretiyle oyun oynatılması,

(2) Teşkilat tarafından bayilik ruhsatı iptal edilenlere yeniden bayilik ruhsatı verilmez.” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü ile davacı arasında 22.06.2006 tarihinde, 123007 Numaralı Spor Toto Sayısal Bayilik Sözleşmesi imzalanmıştır.

Söz konusu Sözleşmenin 2. maddesinin (a) bendinde, 7258 sayılı Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında Kanun, Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tüzüğü, Futbolda Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği ve bunlara ait tebliğler ve talimatların, bu sözleşmenin vazgeçilmez parçası olduğu, bunların bayilere ait hükümlerine, bayiinin aynen uymakla yükümlü bulunduğu; Bayiinin Teşkilatın ve Başbayiinin re’sen vereceği talimatlara, mevcut veya değişebilecek Yönetmelik vb. düzenlemelere uymayı peşinen kabul edeceği; 8.maddenin (b) bendinde, ödeme ile ilgili maddeler ve bayiinin başbayie karşı olan yükümlülükleri de dahil olmak üzere, bayi tarafından iş bu sözleşmenin maddelerine uyulmaması halinde bayilik ruhsatının Teşkilat tarafından ayrıca herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin iptal edileceği; (d) bendinde, bayilik ruhsatının herhangi bir sebeple iptali halinde sözleşmenin kendiliğinden feshedilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık konusu sözleşmenin hukuki niteliği incelendiğinde;

İdare, özel hukuk kişileri gibi özel hukuk sözleşmeleri yapabildiği gibi; kamusal yetkisinin verdiği üstünlük ve ayrıcalıklara dayanarak konusu, hüküm ve koşulları bakımından özel hukuk sözleşmelerinden farklı olan sözleşmeler de yapabilir. İdare hukuku esaslarına tabi bulunan bu sözleşmeler “idari sözleşme” olarak adlandırılırlar. İdarenin, genel ehliyetini kullanarak, sözleşme serbestisi ve tarafların eşitliği gözetilerek gerçekleştirdiği sözleşmelerin tamamen özel hukuk hükümlerine tabi olması ve dolayısıyla bunların yargısal denetiminin adli yargı yerince yapılmasına karşılık, 2577 sayılı Yasa’nın idari dava türlerinin sayıldığı 2/1-c maddesinde belirtildiği üzere, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi amacıyla ve kamusal nitelikte üstün hak ve yetkilere dayanarak yaptığı idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümünde ise, idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Anılan düzenlemeler uyarınca,müşterek bahisler ile şans oyunları düzenleme hak ve yetkisi, Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliği haiz Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’na ait olduğuna ve bu hak, bir sözleşme ile bayilik ruhsatı alma koşullarını taşıyanlara devredilebildiğine göre, buna ilişkin bayilik sözleşmesinin, bir genel hizmetin yürütülmesi için yapılan idari sözleşme olduğu açıktır.

Olayda, davacının davalı idare ile 11.04.2006 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesi imzalayarak 119154 nolu bayilik ruhsatı alıp faaliyet göstermeye başladığı, sonrasında, iştirakçilerin davacının bayiliğini yaptığı iş yerinde oynadıktan sonra iptal ettirmiş oldukları toplam 926 iddia biletinin iadesinin istenildiği, ancak davacının kuponlardan 29 adedini ibraz etmediği gerekçesiyle davalı idare tarafından davacıya gönderilen 07.07.2010 tarih ve 4427 sayılı yazı ile, Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği’nin 24/p maddesi gereğince bayiliğinin iptal edildiğinin davacıya bildirildiği, bunun üzerine davacı tarafından bu işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda, idarece, kamu gücüne dayanılarak tek yanlı düzenlenen bayilik sözleşmesinde yer alan yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde, idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, dava konusu işlemin, hem bayilik sözleşmesine, hem de Spor Müsabakalarına Dayalı Sabit İhtimalli ve Müşterek Bahis Oyunları Uygulama Yönetmeliği hükümleri uyarınca tesis edildiği; İdarenin sözleşmeyi anılan Yönetmelik hükümleri uyarınca tek taraflı olarak iptal etme yetkisi göz önüne alındığında, sadece sözleşme hükümlerinin uygulanmasından kaynaklanan bir uyuşmazlıktan söz etme olanağı da bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle,davanın görüm ve çözümünde idari yargı mercileri görevli olmakla, Ankara 12. İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 12. İdare Mahkemesinin 02.09.2010 gün ve E:2010/1456, K:2010/1317 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Nurdane TOPUZ’un KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Dava, davalı idare ile 11.04.2006 tarihinde şans oyunları bayilik sözleşmesi imzalayarak 119154 nolu bayilik ruhsatı alan ve faaliyet göstermeye başlayan davacı şirketin, iştirakçilerin davacının bayiliğini yaptığı iş yerinde oynadıktan sonra iptal ettirmiş oldukları toplam 926 iddia biletinin iadesinin istenildiği halde, kuponlardan 29 adedinin ibraz edilmediği gerekçesiyle, davalı idare tarafından 07.07.2010 tarih ve 4427 sayılı işlemi ile bayiliğinin iptali üzerine, bu işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar idari yargının görevi alanını oluşturmaktadır. İdare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler ile aynı amaçla gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Bir sözleşmenin idari sözleşme sayılabilmesi için sürekli bir kamu hizmetinin görülmesi amacını taşıması, taraflardan birinin idare olması ve kamu hukukuna özgü, kamu hukukundan doğan şart ve hükümlerin sözleşmede yer alması zorunludur.

İdarenin davacı ile yapmış olduğu bayilik sözleşmesinin, idari sözleşme niteliği taşımadığı, idarenin özel hukuk alanında gerçekleştirdiği bir hukuksal işlem olduğu ve bu ilişkiden doğan hakların kullanılmasına ve takibine ilişkin davaların da özel hukuk hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekeceği dikkate alındığında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargının görevinde bulunmaktadır.

Bu nedenle, davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.

 

 

Üye

Nurdane TOPUZ

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

23-ESAS NO : 2014/729

KARAR NO : 2014/784

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : R.K.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.Ç.K. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı dava dilekçesinde özetle; Karaman İl Telekom Müdürlüğünde güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken, 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi gereği diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil edilmek üzere 06.01.2006 tarihinde Devlet Personel Başkanlığına bildirim tarihi olan 27.10.2006 tarihinden itibaren kurumdan tamamen ilişiğinin kesilerek Karaman Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde göreve başladığını, Karaman İl Telekom Müdürlüğünden 19.01.2011 tarihli dilekçesi ile 5473 Sayılı Kanun uyarınca belirlenmiş bir artış olduğu halde, maaş nakil ilmühaberinde işleme alınmayan ve noksan düzenlenen maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesini ve nakil olduğu kuruma bildirilmesini, noksan ödenen ek ödeme fark tutarlarının doğuş tarihinden itibaren faizi ile birlikte ödenmesini talep ettiğini, Karaman İl Telekom Müdürlüğünün 20 Ocak 2011 tarihli ve 195 sayılı yazısı ile tebliğ edilen 40+40 TL ek zamla ilgili olarak Maliye Bakanlığı Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 08.05.2006 tarihli, 8021 sayılı yazısı gereğince Devlet Personel Başkanlığına bildirim ücretine eklenmesine dair talebinin reddinde karar verildiği belirterek, söz konusu işlemin iptali ile zararının tazmini istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

Konya 1. İdare Mahkemesi: 18.03.2011 gün ve E:2011/340, K:2011/343 sayılı kararında özetle davanın, adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Karaman İş Mahkemesi: 03.04.2012 gün ve E:2011/118, K:2012/66 sayılı kararında özetle; davanın esastan reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 04.02.2013 gün ve E:2012/11810, K:2013/1650 sayılı ilamı ile özetle “...Mahkemece davanın HMK’nun 114/1-b maddesi uyarınca “yargı yolunun caiz olmaması” nedeniyle aynı kanunun 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde esasa girilerek davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.” demek suretiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Karaman İş Mahkemesi: Yargıtay bozma ilamına uyduktan sonra 10.12.2013 gün ve E:2013/82, K:2013/247 sayılı kararı ile özetle, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 09.04.2014 gün ve E:2014/1470, K:2014/7493 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacının istemi üzerine, adli yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dâhil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece,Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom’da ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom’da ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom’da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup;kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Karaman İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Karaman İş Mahkemesinin 10.12.2013 gün ve E:2013/82, K:2013/247 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

24-ESAS NO : 2014/730

KARAR NO : 2014/785

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Uyuşmazlık Mahkemesince, aynı işleme karşı idari yargı yerinde daha önce açılan dava sebebiyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, görevli mahkeme belirlenerek, adli yargı yerince verilen gö-revsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşıldığından, idari yargı yerinde ikinci kez açılan dava nedeniyle ikinci kez oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, aynı gerekçelerle adli yargı yeri görevli oldu-ğundan, yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1-A.G.

2-Diyarbakır Protestan Kilisesi Derneği

Vekili : Av. I.Ç.

Davalı : Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü

O L A Y : Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü, Diyarbakır Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün 22.1.2013 gün ve …37488 sayılı kararıyla, J.I.M. isimli yabancı uyruklu kişiyi Protestan Kilisesinde izinsiz ve kaçak olarak çalıştırdığından bahisle, Diyarbakır Protestan Kilisesi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı davacı A.G. adına 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21/3. maddesi uyarınca 6.795,00 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacılar vekili, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulun-muştur.

DİYARBAKIR 1. SULH CEZA MAHKEMESİ: 23.5.2013 gün ve D.İş No:2013/430, D.İş K:2013/430 sayıyla; 5326 sayılı Kanun uyarınca davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görev nedeniyle başvurunun reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacılar vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

DİYARBAKIR 1. İDARE MAHKEMESİ: 3.9.2013 gün ve E:2013/2411, K:2013/907 sayıyla; 4817 sayılı Kanun’da idari para cezasına karşı başvuru yolu düzenlenmediğinden Kabahatler Kanunu’na göre davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacılar vekili, 1.7.2013 tarihinde, aynı istemle idari yargı yerinde ikinci kez dava açmıştır.

DİYARBAKIR 2. İDARE MAHKEMESİ: 16.4.2014 gün ve E:2013/2355, K:2014/522 sayıyla; 4817 sayılı Kanun’da idari para cezasına karşı başvuru yolu düzenlenmediğinden Kabahatler Kanunu’na göre davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacılar vekilinin, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 23.5.2013 gün ve D.İş No:2013/430, D.İş K:2013/430 sayılı görevsizlik kararı ile Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 16.4.2014 gün ve E:2013/2355, K:2014/522 sayılı görevsizlik kararı arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesini talep etmesi üzerine, idari yargı dosyası, adli yargı yerine ait dava dosyası da temin edilerek Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacılar vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu, ancak Uyuşmazlık Mahkemesince, aynı işleme karşı idari yargı yerinde daha önce açılan dava sebebiyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, görevli mahkeme belirlenerek, adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşıldığından, idari yargı yerinde ikinci kez açılan dava nedeniyle ikinci kez oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, aynı gerekçelerle adli yargı yeri görevli olduğundan, yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin gerektiği yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu ancak daha önce Uyuşmazlık Mahkemesince adli yargı yerince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşıldığından yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde,“ Bu Kanunun amacı, yabancıların Türkiye'deki çalışmalarını izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemektir” denilmiş; 21. maddesinde, idari para cezasının hangi hallerde verileceği ve verilecek idari para cezası miktarları belirtildikten sonra, bu Kanunda öngörülen idari para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idari para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği, ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri, başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı öngörülmüşken, bu madde, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 499. maddesiyle, “18 inci maddeye göre bildirim yükümlülüğünü süresi içinde

yerine getirmeyen bağımsız çalışan yabancı ile yabancı çalıştıran işverene her bir yabancı için ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Çalışma izni olmaksızın bağımlı çalışan yabancıya beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için beşbin Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu durumda, işveren veya işveren vekili yabancının ve varsa eş ve çocuklarının konaklama giderlerini, ülkelerine dönmeleri için gerekli masrafları ve gerektiğinde sağlık harcamalarını karşılamak zorundadır.

Birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarda sayılan fiillerin tekrarı hâlinde idarî para cezaları bir kat artırılarak uygulanır.

Bu Kanuna göre verilmiş çalışma izni olmaksızın bağımsız çalışan yabancıya ikibin Türk Lirası idarî para cezası verilir ve varsa işyeri veya işyerlerinin Bakanlık bölge müdürlerince kapatılması kararı alınarak, bu kararın uygulanması için durum ilgili valiliğe bildirilir.

Tekrarı hâlinde, varsa işyeri veya işyerlerinin kapatılmasının yanı sıra idarî para cezası bir kat artırılarak uygulanır.

Bu Kanuna göre idarî para cezası ile cezalandırılan bağımlı veya bağımsız çalışan yabancılar ile yabancı çalıştıran işverenler İçişleri Bakanlığına bildirilir” şeklinde değiştirilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Olayda, davanın, para cezasının kaldırılması istemiyle açıldığı; 4817 sayılı Yaban-cıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşılmıştır.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4817 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu, bu nedenle Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği anlaşılmış ise de;

Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin D.İş No:2013/430 sayılı dosyası ve bu dosya içinde bulunan Uyuşmazlık Mahkemesinin 30.12.2013 gün ve E:2013/1832,K:2013/2035 sayılı kararına konu Mahkememizin 2013/1832 sayılı esasına kayıtlı dava dosyasının incelenmesinden, davacılar vekilinin, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü, Diyarbakır Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün 22.1.2013 gün ve …37488 sayılı kararıyla, J.I.M. isimli yabancı uyruklu kişiyi Protestan Kilisesinde izinsiz ve kaçak olarak çalıştırdığından bahisle, Diyarbakır Protestan Kilisesi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı davacı A.G.adına verilen 6.795,00 TL idari para cezasının iptali istemiyle Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi’ne yaptığı itiraz üzerine, Mahkemece 23.5.2013 gün ve D.İş No:2013/430, D.İş K:2013/430 sayıyla görevsizlik kararı verilmesi üzerine, aynı istemle idari yargı yerinde açtığı davada da, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’nin 3.9.2013 gün ve E:2013/2411,K:2013/907 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verildiği ve davacılar vekilinin dosyanın görevli yargı yerinin belirlenmesi amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderil-mesini istemesi üzerine, Mahkememize gönderilen dava dosyasında, Mahkememizce, 30.12.2013 gün ve E:2013/1832, K:2013/2035 sayı ile davada adli yargının görevli olduğuna, bu nedenle Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 23.5.2013 gün ve D.İş No:2013/430, D.İş K:2013/430 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği;

Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi’nin E:2013/2355 sayılı dava dosyasının incelen-mesinden, davacılar vekilinin aynı işlemle ilgili olarak ikinci kez idari yargı yerinde dava açtığı, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi’nce 16.4.2014 gün ve E:2013/2355, K:2014/522 sayıy-la görevsizlik kararı verildiği, davacılar vekilinin bu kez, bu kararlar arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönde-rilmesini istemesi üzerine, idari yargı dosyasının, adli yargı yerine ait dava dosyası da temin edilerek Mahkememize gönderildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, Mahkememizce, aynı işleme karşı idari yargı yerinde daha önce açılan dava sebebiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan olumsuz görev uyuş-mazlığında, görevli mahkeme belirlenerek, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 23.5.2013 gün ve D.İş No:2013/430, D.İş K:2013/430 sayılı görevsizlik kararının kaldırıl-masına karar verildiği anlaşıldığından, ikinci kez açılan dava nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, açıklanan nedenlerle adli yargı yeri görevli olduğundan, yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Uyuşmazlık Mahkemesi’nce, aynı işleme karşı idari yargı yerinde daha önce açılan dava sebebiyle önüne gelmiş bulunan olumsuz görev uyuşmazlığında, görevli mahkeme belirlenerek, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 23.5.2013 gün ve D.İş No:2013/430, D.İş K:2013/430 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşıldığından, ikinci kez açılan dava nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığında, açıklanan nedenlerle adli yargı yeri görevli olduğundan, yeniden KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

25-ESAS NO : 2014/733

KARAR NO : 2014/788

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Balıkesir Bakım Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı’nda astsubay olarak görev yaparken, kendisine verilen görev kapsamında resmi bir evrakı İzmit’e götürmek amacı ile bindiği yolcu otobüsünün Bursa İli Karacabey İlçesi yakınlarında devrilmesi ile meydana gelen kaza neticesinde yaralanan davacının, olay nedeni ile uğradığı maddi ve manevi zararın davalıdan tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : İ.E.

Vekili : Av. M.S.A.

Davalı : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili : Av. S.T.

O L A Y :Davacı dava dilekçesinde özetle, davacının Balıkesir Bakım Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı’nda Kademeli Başçavuş olarak görev yaptığını, 09.03.2011 günü kendisine verilen görev kapsamında resmi bir evrakı İzmit’e götürmek amacı ile 41……. plakalı yolcu otobüsüne bindiğini, aracın Bursa İli Karacabey İlçesi yakınlarında devrilmesi ile meydana gelen kaza neticesinde yaralandığını, boynunda iki adet kırık oluştuğunu, riskli olması nedeni ile ameliyat olamadığını ve uzun süredir bu yaralanmanın neden olduğu ağrılar ile yaşadığını, 15.03.2011 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık raporu ile kendisine 2 ay istirahat verildiğini, süre bitiminde tekrar istirahat rapor verildiğini ve neticede 2011 yılının eylül ayında görev başlatıldığını, davacının meydana gelen kaza nedeni ile gerek maddi ve gerekse manevi olarak zarara uğradığını belirterek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 1.000 TL maddi ve 25.000 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tazminine karar verilmesi istemi ile adli yargıda dava açmıştır.

Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi 09.10.2012 gün ve 2012/172 Esas, 2012/417 Karar sayılı kararında ; “ Davacının tazminat isteği idari karar ve eylemlerden doğan zarar niteliğinde bulunduğundan bunların ödetilmesi istekleri de 11.02.1959 gün ve 17/15 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı’nın 11.bendi gereğince tam yargı davasının konusunu oluşturduğunu, idarenin hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zararlardan dolayı ise İdari Yaralama Usulü Yasasının 2/1-b maddesi gereğince idareye karşı idari Yargı yerinde tam yargı davacı açılması gerektiğinden davaya bakmak mahkememizin görevi dışında kalıp İdare Mahkemesi’nin görevine girdiğinden Yargı yolu itibariyle mahkememizin görevsizliğine, bu nedenle dava dilekçesinin reddine” şeklindeki gerekçesi ile davanın idari yargının görev alanına girdiğini belirterek görev yönünden davanın reddine karar vermiş, davacı vekilinin temyiz talebi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 22.02.2013 gün ve 2013/2192 Esas, 2013/3091 Karar sayılı kararı ile yerel mahkeme kararı onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 12.06.2013 gün ve 2013/8430 Esas, 2013/11265 Karar sayılı kararı ile reddedilmiş ve bu şekilde verilen karar 22.02.2013 tarihinde kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde dava açmıştır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi; 11.09.2013 gün ve 2013/2829 GENSEK, 2013/1065 Esas, 2013/1035 Karar sayılı kararı ile; “19.01.2011 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 6099 sayılı Tebligat Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 14'üncü maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 110'uncu maddesi başlığı ile birlikte değiştirilerek; Görevli ve Yetkili Mahkeme' Madde 110; "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlar dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez, 2918 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 21; Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek idare Mahkemesinde açılmış davalara uygulanmaz. hükmünü düzenlemiştir.

Bu yasal mevzuat çerçevesinde davacının durumu incelendiğinde; davacı Bak.Kademeli Bşçvş İ.E.'in 09.03.2011 tarihinde Balıkesir Bursa karayolu üzerinde meydana gelen trafik kazasında yaralandığı, 19 01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanun ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110'uncu maddesinde yapılan değişiklikle davacı tarafından 29.01.2013 tarihinde açılan bu davanın görev ve çözüm yerinin mahkememiz olmayıp adli yargı olduğu sonucuna varılmıştır.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve davacı vekilinin karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19.03.2014 gün ve 2013/4212 Gensek, 2014/462 Esas, 2014/380 Karar sayılı kararı ile reddedilmiş, bu şekilde verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili tarafından, askeri idari yargı ve adli yargı yerleri arasında oluştuğu ileri sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için başvuruda bulunmuş; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nce adli yargı dosyası da temin edilmek sureti ile dosya asılları talep doğrultusunda Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve askeri idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esası incelenmelidir.

Ayrıca her ne kadar; Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.10.2012 gün ve 2012/172 Esas, 2012/417 Karar sayılı kararı ile davada genel idari yargının görevli olduğunu belirterek görevsizlik kararı verdiği, bunun üzerine davacının genel idari yargıda dava açması gerekirken Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde dava açtığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nin de 11.09.2013 gün ve 2013/2829 Gensek, 2013/1065 Esas, 2013/1035 Karar sayılı kararı ile davada adli yargının görevli olduğunu belirterek, görevsizlik kararı verdiği; bu itibarla adli yargı ile askeri idari yargı arasında 2247 sayılı Kanun’un 14. Maddesi anlamında karşılıklı görevsizlik kararı şartının oluşmadığı tespit edilmiş ise de; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin dosyada adli yargı yerini görevli göstermesi, adli yargı merciinin de kendisini davaya bakmada görevli görmemesi nedenleri ile gerek usul ekonomisi ve gerekse makul sürede yargılanma hakkı yönünden, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ ve AYİM Savcısı Halit ÜNKAZAN’ın davada adli yargı yerinin görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava; davacının Balıkesir Bakım Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı’nda Kademeli Başçavuş olarak görev yaparken, 09.03.2011 günü kendisine verilen görev kapsamında resmi bir evrakı İzmit’e götürmek amacı ile bindiği 41 EF 754 plakalı yolcu otobüsünün Bursa İli Karacabey İlçesi yakınlarında devrilmesi ile meydana gelen kaza neticesinde yaralanması nedeni ile uğradığı maddi ve manevi zararın davalıdan tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş, 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gelenekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir.

Olayda, meydana gelen trafik kazasından dolayı zarar görenin asker kişi olduğunda şüphe olmadığı; davacının 09.03.2011 günü kendisine verilen görev kapsamında resmi bir evrakı İzmit’e götürmek amacı ile bindiği 41 EF 754 plakalı yolcu otobüsünün Bursa İli Karacabey İlçesi yakınlarında devrilmesi ile meydana gelen kaza neticesinde yaralandığı ve hem maddi hem de manevi olarak zarar gördüğünden bahisle zararının davalıdan tazminini istediği, tazminat talebine konu zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğmuş olması ve asker kişinin bedeninde meydana gelmiş olması birlikte değerlendirildiğinde, davada idari eylemin askeri hizmete ilişkin bulunması koşulunun da gerçekleştiği anlaşılmıştır.

Ancak; 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinde; “(Değişik madde: 11/01/2011-6099 S.K./14.mad.) İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır./Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” şeklindeki düzenleme ile karayollarında meydana gelen trafik kazalarından dolayı açılacak sorumluluk davalarına özgü olmak üzere görevli yargı yerinin belirlendiği, aynı kanunun Geçici 21. maddesinde; “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz.” denilmek sureti ile 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesinin, maddenin yürürlüğe girdiği 19.01.2011 tarihinde sonra açılacak davalara uygulanacağının açıklığa kavuşturulduğu, davacının uyuşmazlığa konu olaya ilişkin olarak Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 29.03.2012 tarihinde dava açtığı görülmekle; geçici 21.madde nazara alındığında 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesinin somut olaya uygulanacağı tartışmasızdır.

Ayrıca, 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin benzer bir konuda İdare Mahkemesi’nin davaya bakmakla görevli bulunmadığı yolundaki kararları gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.10.2012 gün ve 2012/172 Esas, 2012/417 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Resmi evrakın İzmit’e götürmek üzere görevlendirilen davacının 09.03.2011 günü bindiği 41 EF 754 Plakalı araçta geçirdiği kaza sonucunda yaralandığı, maddi manevi zarara uğradığı iddiasıyla davalı idare aleyhinde tazminat davası açılmıştır.

Adli ve Askeri İdari Yargı organlarınca karşılıklı görevsizlik kararlan verilmesi üzerine görevli yargı kolunun belirlenmesi için dosyanın gönderildiği Yüksek Mahkemece yapılan inceleme sonucu “Uyuşmazlığın 2918 sayılı yasadan kaynaklandığı, 2918 sayılı yasanın 110. maddesi gereğince uyuşmazlığın çözümünün Adli Yargının görev alanında bulunduğu” gerekçesiyle Adli Yargının görevli olduğuna oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Sayın çoğunluğun, uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşüne katılamıyorum.

T.C. Anayasanın 157. maddesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, Askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsabile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin İdari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi”olduğu,

1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunun 2508 sayılı yasa ile değişik 20. maddesinde “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Türk Milleti adına askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsabile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapacağı”, Yasanın 21. maddesinde de “20. madde de belirtilen kişileri ilgilendiren ve Askeri hizmete ilişkin İdari işlem ve eylemden dolayı açılacak iptal ve tam yargı davalarının doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesince çözümlenip karara bağlanacağı” düzenlenmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, davalı idarenin gerekli ve yeterli tedbirleri almadığı iddiasına dayalı olarak tam yargı davası açılmıştır.

Oluş, dava dilekçesindeki nitelendirme ve açıklanan yasal düzenlemeler karşısında asker kişiyi ilgilendiren, askeri hizmete işleyiş ve yürütülmesindeki varsa kusurun belirleneceği dava Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanında kalmaktadır.

Sayın çoğunluk, Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1.fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasındş çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red karan verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, İdare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- İdari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, İdari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik karannın bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla İçtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Hizmetin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

26-ESAS NO : 2014/734

KARAR NO : 2014/789

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Trafik kazası nedeniyle davacının aracında oluşan zararın, kazanın oluşumunda sorumlu olduğundan bahisle, idarece tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Adli Yargıda:

Davacı : B.B.

Vekili : Av. E.Ü.

Davalılar : 1-Korgan Belediye Başkanlığı

2- M.Y.

Vekilleri : Av. H.C.

İdari Yargıda:

Davacılar : 1-Kendi Adına Asaleten Vesayeti ve Velayeti Altında Bulunan Kısıtlılar S.B. ve

A.B. Adına Vekaleten M.B.,2-G.Y.,3-M.B.,4-N.A.,5-Ö.P.,6-K.B.,7-T.B.,8-Y.D.

Vekili : Av. E.Ü.

Davalı : Korgan Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.K.

O L A Y : Davacı B.B.vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 52……. plaka sayılı aracın; davalı Korgan Belediye Başkanlığının C. marka iş makinasının maliki, diğer davalı M.Y.’nın ise iş makinesinin kullanıcısı olduğunu; 3.10.2011 tarihinde M.Y. yönetiminde bulunan iş makinesi ile Korgan Aşağı Köy Mahallesi girişinde kontrolsüz olarak yol çalışması yaptığı bir anda, trafik kurallarına aykırı bir şekilde geri geri manevra yaptığı sırada Korgan istikametinden Aşağıköy istikametine seyir halinde duran Adnan Çağman sevk ve idaresindeki, müvekkile ait 52……. plaka sayılı aracın sol yan kısmına boydan boya kendi kullandığı aracın sağ arka yan ve sağ arka teker kısmı ile vurması sonucu maddi hasarlı trafik kazası meydana gelmiş olduğunu; kaza sonucunda müvekkilinin aracında 2.951,00TL.lik bir hasar meydana geldiğini; kazanın oluşumunda, olay tarihi ve yerinde Korgan Emniyet Amirliği Trafik şubesince tutulan trafik kazası tespit tutanağından da anlaşılacağı üzere, Korgan Belediye Başkanlığı’na ait iş makinesinin kullanıcısı M.Y.’nın sorumlu ve asli olarak kusurlu olduğunu; yine Korgan Belediye Başkanlığının da çalışma yapılan yerde gerekli işaret ve işaretçi bulundurmadığından dolayı kusurlu olduğunu; müvekkilinin aracını kullanan kişiye atfedilecek herhangi bir kusurun söz konusu olmadığını; kaza nedeniyle müvekkilinin zarara uğradığını ifade ederek; müvekkilinin aracında gerçekleşen 2.951,00-TL'lik maddi hasar ile şimdilik 250,00TL değer kaybı zararı olmak üzere toplam 3.201,00 TL’nin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle 1-Korgan Belediye Başkanlığı, 2- M.Y.’ya karşı 12.10.2011 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Dava devam ederken davacı 12.9.2012 tarihinde ölmüştür.

KORGAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:20.12.2012 gün ve E:2011/114, K:2012/197 sayı ile, dava dilekçesi ile davalıların cevap dilekçelerine yer verdikten sonra, “(…)GEREKÇE : Yanlar arasındaki uyuşmazlık; davalı Belediye Başkanlığı'nın kaza tespit tutanağında kroki edilmiş şekli ile Y.B. ile R.A.’nın ikametleri arasında kalan virajda davalı belediyeye ait iş makinesinin gevşek malzeme serimi (çakıl-kum)yaptığı esnada geri geri manevra yaparken davacıya ait 52 DD 957 plakalı araca maddi zarar verdiği, iş makinesini kullanan M.Y.'nın manevrayı düzenleyen genel şartlara uymadığından, Belediye Başkanlığı'nın ise çalışma yaptığı yerde gerekli şartlara uygun işaretleme ve işareti bulundurmadığından kusurlu olduğundan bahisle oluşan 2951,00 TL maddi zararın tazmini istemi ile açılan davadan kaynaklanmaktadır.

Olayımıza ışık tutacak nitelikte olan Yargıtay 17.HD.nin 2010/4458 E,2011/323 K sayılı 24/01/2011 tarihli kararında "...Davacı vekili, müvekkili şirkete kasko sigortalı aracın, davalıların sorumluluğundaki yolda çalışma yapılırken gerekli güvenlik tedbirleri alınmadığından hasarlandığını belirterek, sigortalısına ödediği 8.670.00 TL'nin, 02.03.2007 ödeme tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi talep etmiştir.

Davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, yargı yolu ve husumet itirazında bulunup, kusuru ve tazminat miktarını kabul etmediklerini bildirerek, davanın reddini savunmuştur.

Davalı T İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili, yol yapımı sırasında gerekli tüm tedbirlerin alındığını, kazada sürücünün kusurlu olduğunu bildirerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere, benimsenen bilirkişi raporuna ve kusur durumuna göre, davanın kısmen kabulü ile, 6.262.36 TL'nin, ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, fazla istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi Kararı: Dava, TTK'nın 1301. maddesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Belediyeler kamu tüzel kişileri olup, görmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetleri sırasında verdikleri iddia olunan zararlardan dolayı sorumlulukları özel hukuk hükümlerine tabi değildir. Kamu tüzel kişilerinin, yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkileri kullanırken oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanmakta olup, bu zararların tazmini amacıyla anılan idarelere karşı hizmet kusurlarına dayanılarak idari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanunun 2. maddesi hükmü uyarınca, idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerekmektedir.

Somut olayda, davalı belediye aleyhine hizmet kusuruna dayanılarak dava açıldığından, mahkemece, adli yargının yargı yolu bakımından görevsiz bulunması nedeniyle, davalı belediye yönünden dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması doğru değildir.

Bozma neden ve şekline göre, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir... "hükümlerine yer verilmiştir.

Bilindiği üzere 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 10/b maddesinin fıkrasında karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve denetlemek belediyenin görevidir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 10/b maddesi gereğince, bu mecburi kamu görevinin yerine getirilmemesi nedeniyle meydana gelen zararlar, kamu görevi ile ilgili olup, hizmet kusuru sonucu doğmuş olacağından, bu durum belediyeye karşı açılan tazminat (tam yargı) davasının çözümlenme yeri idari yargı merciidir.

Davacı yan dava dilekçesi ile davalı olarak iş makinesi sürücüsünü de göstermiş ve iş makinesi sürücüsünün manevra kurallarına aykırı davrandığını iddia etmiştir. Somut olayda mahkememizi aydınlatacak kamu görevlisinin görevini yaparken kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa, hizmetten ayrılabilen kişisel kusuru mu olacağının tespitidir. Kamu kurumları kamu hizmeti yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik olduklarından ve bu kişilik maddi değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu hizmetini bizzat yerine getiremezler. Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir.

Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur. Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayati ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. Somut olayda davalı M.Y.'nın belediyenin yol yapımı(hafriyat serimi) işini olay anında yürüttüğü, kamu hizmeti verdiği, bu esnada davaya konu kazanın meydana geldiği, bu kazanın davalı özel şahsın özel hayatı ile özel tutum ve davranışlarından kaynaklanmadığı açıktır.

657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın (kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine DEĞİL ilgili kurum aleyhine dava açarlar.

Borçlar Yasası’nın (Haksız muamelelerden doğan borçlar başlıklı) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur.

Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargı’da dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi genel bir hüküm olup, yine genel olarak “zarar ika eden şahsı” esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir.

Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel prensiplerindendir.

Yukarıda açıklanan Anayasa’nın 129/5 ile 657 Devlet Memurlara Yasası’nın 13. maddesi karşısında Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı kamu görevlileri aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de mümkün değildir. Anayasa’nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve amirdir.

Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir. Bu nedenle de davalı M.Y. yönünden davanın husumet yokluğundan reddine karar vermek gerekmiştir.

Yapılan tüm bu açıklamalar ışığında aşağıda yazılı hüküm fıkrası oluşturulmuştur.

HÜKÜM : Ayrıntıları yukarıda gerekçede açıklandığı üzere;

A)Davalı Belediye Başkanlığı yönünden :

Dava dilekçesinin görev yönünden REDDİNE,

Yanlar arasındaki çekişmenin niteliğine göre çekişmenin görülüp çözümleneceği yerin idari yargı yeri olmasına göre Mahkememizin GÖREVSİZLİĞİNE,

Davacı tarafın idari yargı yerinde dava açmakta MUHTARİYETİNE,

B Davalı M.Y. yönünden davanın husumet yokluğundan REDDİNE,(…)” demek suretiyle davalılardan Korgan Belediye Başkanlığı yönünden görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

B.B.’in mirasçıları olan davacılar, 1-Kendi Adına Asaleten Vesayeti Ve Velayeti Altında Bulunan Kısıtlılar S.B.Ve A.B.Adına Vekaleten M.B., 2-G.Y., 3-M.B., 4-N.A., 5-Ö.P., 6-K.B., 7-T.B. ve 8-Y.D.’in vekili bu kez; aynı somut olay nedeniyle, müvekkilinin aracında gerçekleşen 2.951,00 TL’lik maddi hasar ile 1.000,00 TL değer kaybı zararı olmak üzere toplam 3.951,00 TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle Korgan Belediye Başkanlığına karşı, 12.12.2013 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.

ORDU İDARE MAHKEMESİ:5.2.2014 gün ve E:2013/218, K:2014/156 sayı ile, “(…) Dava; davalı idareye ait iş makinesinin 03.10.2011 tarihinde davacıların miras bırakanı B.B.'e ait olan araca çarpması sonucu oluşan 1.000,00 TL değer kaybını ve sözkonusu araçta oluştuğu belirtilen 2.951,00 TL hasar bedelinin fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14/3.maddesinde “görev” ilk inceleme konuları arasında sayılmış olup, anılan Kanunun 15.maddesinin 1/a bendinde de; adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, davalı idare personeli olan sürücü M.Y. yönetimindeki tescilsiz iş makinasının Ordu İli, Korgan İlçesi, Aşağıköy Mahallesi girişinde, davacıların miras bırakanı B.B.'e ait olan 52……. plakalı araca çarpması sonucunda araçta maddi hasar oluştuğu, sözkonusu kazanın davalı idare personelinin sevk ve idaresindeki iş makinasını trafik kurallarına aykırı olarak kontrolsüz bir biçimde kullanması nedeniyle oluştuğundan bahisle, 1.000,00 TL değer kaybının ve sözkonusu araçta oluştuğu belirtilen 2.951,00 TL hasar bedelinin fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde "İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; kuralına yer verilmiştir.

Belirtilen yasa değişikliği ile 2918 sayılı yasa kapsamında açılacak sorumluluk davalarının adli yargı yerinde çözümlenmesinin öngörüldüğü, başka bir anlatımla idareye ait olan veya idarece işletilen motorlu araçların yol açtıkları kazalar nedeniyle doğduğu ileri sürülen zararlar dahil olmak üzere, 2918 sayılı yasa ile öngörülen yükümlülüklere aykırı davranıldığı iddiasıyla açılacak tüm sorumluluk davalarının adli yargıda çözümlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Belirtilen yasa değişikliği sonrasında adli ve idari yargı yerleri arasında çıkan görev uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü tarafından 2012 yılında verilen kararlarda da, motorlu araç kazaları nedeniyle oluşan zararların oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle kamu idareleri aleyhine açılan davalarda adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Örneğin 12.02.2013 tarih ve 28557 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün 24.12.2012 tarih ve E:2012/539, K.2012/436 sayılı kararı ile, sinyalizasyon hatası nedeniyle iki aracın çarpışması şeklinde gerçekleşen kaza sonucu oluşan 12.550 TL. maddi zararın tazmini istemiyle açılan davada, "Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesinin benzer bir konuda İdare Mahkemesi’nin davaya bakmakla görevli bulunmadığı yolundaki kararları gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır." gerekçesine yer verilmek suretiyle adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kaldırılmıştır.

Bu duruma göre, bakılan dava yukarıda aktarılan yasal düzenlemeler ve mahkeme kararları kapsamında değerlendirildiğinde, bakılan davada tazmini istenilen zararların bir trafik kazasından doğduğu, kaza sonrasında düzenlenen kaza tespit tutanağında, kazanın davalı idareye ait olan aracın 2918 sayılı Yasada yer alan kurallara aykırı olarak kullanılması sonucu oluştuğunun belirtildiği, dolayısıyla bakılan davanın idarece işletilen bir aracın işletilmesinden doğduğu ileri sürülen bir zararın tazmini amacıyla açıldığı ve davanın 2918 sayılı yasadan kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilmemesi iddiasına dayanılarak açılan bir dava niteliğinde olduğu, bu nedenle davanın görüm ve çözümünde adli yargı düzeninin görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle ;

-Davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca GÖREV YÖNÜNDEN REDDİNE,” demek suretiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davacı vekilince adli ve idari yargı yerlerinde açılan davalarda, davacıların ve davalıların farklı gösterilmesi nedeniyle; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için davanın “tarafları, konusu ve sebebinin aynı” olması koşulunun öngörülmüş bulunması karşısında, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Korgan Belediye Başkanlığı aleyhine açılan dava yönünden görev uyuşmazlığın doğduğu; adli yargı yerinde davacı olan B.B.’in, dava devam ederken vefat etmesi; idari yargı yerinde ise adıgeçenin mirasçılarının davacı olarak gösterilmesi karşısında; davacıların ortak olması koşulunun da gerçekleştiğini kabul etmenin uygun olacağı sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde (Korgan Belediye Başkanlığı aleyhine açılan dava yönünden) olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde adli yargı dosyasının onaylı örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, trafik kazası nedeniyle davacının aracında oluşan zararın, kazanın oluşumunda sorumlu olduğundan bahisle, idarece tazmin edilmesi isteminden ibarettir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dava dosyalarının incelenmesinden, davalı idare personeli olan sürücü M.Y. yönetimindeki iş makinasının, Ordu İli, Korgan İlçesi, Aşağıköy Mahallesi girişinde, (adli yargı yerinde davacı olup daha sonra vefat eden B.B.’e; idari yargı yerinde ise adıgeçenin mirasçıları olan davacılara ait olan) 52 DD 957 plakalı araca çarpması sonucunda araçta maddi hasar oluştuğu, söz konusu kazanın davalı idare personelinin sevk ve idaresindeki iş makinasını trafik kurallarına aykırı olarak kontrolsüz bir biçimde kullanması, yine Korgan Belediye Başkanlığının da çalışma yapılan yerde gerekli işaret ve işaretçi bulundurmaması nedeniyle oluştuğundan bahisle, sözkonusu araçta oluştuğu belirtilen zararın yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Korgan Asliye Hukuk Mahkemesi kararının; “Davalı Belediye Başkanlığı yönünden: Dava dilekçesinin görev yönünden REDDİNE” ilişkin kısmının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Korgan Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.12.2012 gün ve E:2011/114, K:2012/197 sayılı kararının; “Davalı Belediye Başkanlığı yönünden: Dava dilekçesinin görev yönünden REDDİNE” ilişkin kısmının KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

27-ESAS NO : 2014/736

KARAR NO : 2014/791

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Tapu kayıtlarının özenle tutulmadığı, tapu sicil müdürlüğü ve kadastro müdürlüğünün yaptığı yanlışlık ve hatalar nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemine ilişkin davanın, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesine göre ADLİ YARGI YERİNDE görülmesinin gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : H.D.Ş.

Vekilleri : Av. R.G. & Av. H.G.

Davalı : Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. Z.Ç.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davaya konu Ulubeyler Köyü 242 Ada 79 parsel sayılı taşınmazın, bölgede yapılan kadastro çalışmaları sırasında 20 senedir nizasız fasılasız zilyetlik gereğince dava dışı E.Ç. isimli kişi adına tespit edildiğini ve tapuya bu şekilde tescil edildiğini, kendisinin 2000 yılında dava konusu taşınmazı E.Ç.’den satın aldığını, 2004 yılında Maliye Hazinesi tarafından dava konusu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufundaki arazilerden olduğu gerekçesi ile tapu iptal ve tescil davası açıldığını, davanın Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/10 Esas sayılı dosyasında kabul edilerek kesinleştiğini, bu şekilde davaya konu taşınmazın kendi mülkiyetinden çıktığını ve zarara uğradığını, kendisinin tapu sicilindeki kayda güvenerek taşınmazı satın aldığını, 4721 sayılı Kanun’un 1007 ve 1023. maddeleri gereğince uğradığı zarardan davalı idarenin sorumlu olduğunu belirterek; mahkemece yapılacak tespit neticesinde belirlenecek bedelin tarafına verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi; 26.04.2007 gün ve 2006/81 Esas, 2007/35 Karar sayılı kararında “Dava; TMK'nın 1007. maddesi gereğince açılmış bulunan tazminat davasıdır. TMK’nın 1007. maddesi gereğince Devletin sorumluluğundan söz edilebilmesi için, tapu sicilinin tutulmasında, sicil muhafızı ya da memurunun hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekir. Tapu sicilinin tutulması ile ilgisi olmayan, kanun yolları gösterilmiş ve bu yollara müracaat suretiyle düzeltilmesi olanakları bulunan kadastro çalışma ve faaliyetleri sırasındaki işlemler, tapu sicili tutma kavramı içerisinde mütalaa edilemez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.10.1980 gün ve 1978/4-624 Esas, 1980/2478 Karar sayılı kararı ve yine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 14.03.1988 gün ve 1987/10179 Esas, 1988/2368 Karar sayılı ilamı bu doğrultudadır. Kaldı ki; nitelikleri itibariyle kamunun yararlandığı, tescile bağlı olmayan yerler üzerinde imar ve ihya yoluyla özel mülkiyet kurulamaz, bu tür yerlerin yanlışlıkla tapuya tescili kayıt sahiplerine mülkiyet hakki vermez ve tapu kaydına güvenerek mal edinenler kanunun koruyuculuğundan yararlanamazlar. Bu nedenlerle hukuka uygun olmayan taleple açılmış bulunan davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile davanın esas yönünden reddine karar vermiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi; 27.05.2008 gün ve 2007/9964 Esas, 2008/7160 Karar sayılı kararında; “Davacı, davasını tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan devletin özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluğunu düzenleyen ayrık nitelikteki MK'nun 1007. maddesine dayandırmıştır. Bu maddeye göre Hazine'nin sorumlu tutulabilmesi için zararın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmış olması gerekir. Oysa, dava konusu zarara neden olan hatalı tespit, kadastro çalışmaları sırasında oluşmuştur. Taşınmaz, nitelik ve zilyetlik koşulu gerçekleşmeden üçüncü kişi adına tespit görmüştür, iddiaya göre Hazine, devlete ait taşınmazların kadastro tespiti çalışmalarını takip etmemiş, askı ilanı sonrasında itirazlarını yapmayarak hatalı tescilin oluşmasına ve bunun sonucunda sicile güvenerek taşınmazı satın alan davacının yanılmasına neden olmuştur. Şu durumda, Hazine'nin yasalar uyarınca kendisine verilen bu görevlerini yapmaması sonucu doğduğu ileri sürülen zarar, ihmali nitelikteki idari eylemden doğmuş olup, bu tür idari eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının görüleceği yer idari yargı yerleridir. Mahkemece yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile davada idari yargının görevli olduğunu belirterek yerel mahkeme kararını bozmuştur.

Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi; 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı kararında; “Dava; TMK' nın 1007. maddesi gereğince açılmış bulunan tazminat davasıdır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bozma ilamında da açıklandığı üzere; dava konusu zarara neden olan hatalı tespit, kadastro çalışmaları sırasında meydana gelmiştir. Taşınmaz, nitelik ve zilyetlik koşulu gerçekleşmeden üçüncü kişi adına tespit görmüştür. İddiaya göre Hazine, Devlete ait taşınmazların kadastro tespiti çalışmalarını takip etmemiş, askı ilanı sonrasında itirazlarını yapmayarak hatalı tespitin oluşmasına ve bunun sonucunda sicile güvenerek taşınmazı satın alan davacının yanılmasına neden olmuştur. Bu durumda, hazinenin yasalar uyarınca kendisine verilen bu görevlerini yapmaması sonucu doğduğu ile sürülen zarar ihmali nitelikteki idari eylemden doğmuş olup, bu tür idari eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının görüleceği yer idari yargı yerleridir. Bu itibarla mahkememizin yargı yolu itibariyle görevsiz olması nedeni ile HUMK. 7, IYUK. 3. ve 9. maddeleri gereğince davanın reddine karar verilmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karar davalı vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 25.06.2009 gün ve 2009/7174 Esas, 2009/8557 Karar sayılı kararı ile onanmış, karara şerh edildiği üzere 15.09.2009 tarihinde kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı gerekçelerle, 30.000 TL tazminatın 09.03.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemi ile idari yargıda dava açmıştır.

Balıkesir İdare Mahkemesi; 13.10.2011 gün ve 2009/1096 Esas, 2011/1298 Karar sayılı kararında; “Olayda, davacı tarafça; taşınmazın mülkiyetlerinden çıkmasının ve Hazine adına tescil edilmesinin sorumluluğunun devlete ait olduğu, bu nedenle uğranılan zararın devletçe karşılanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, taşınmazın mahkeme kararı üzerine tescilinin iptal edildiği, bu kararın ise yargısal bir nitelik taşıdığı için idari bir işlem veya eylem olarak kabul edilemeyeceği, öte yandan davalı idarenin taşınmazın tescilinin iptaline ilişkin herhangi bir işleminin de bulunmadığı görülmektedir.

Belirtilen duruma göre. Asliye Hukuk Mahkemesinin ilâmı sonucu olarak tapu kaydının iptal edilmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada; davacı tarafından davaya konu olan taşınmazın tapu kaydına güvenilerek üçüncü bir kişiden satın alınmış olması nedeniyle yukarıda hükümlülerine yer verilen Medeni Kanun'un 1007'nci maddesi hükmü uyarınca, tazminat istemine esas olan işlemin dayanağı kararı veren mahkemenin dahil olduğu adli yargının görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Nitekim, benzer bir olayda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce verilmiş ve 24.07.2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmış olan 02.02.2009 gün ve E:2008/88 K:2009/12 sayılı kararda bu yöndedir.” denilmek sureti ile davada adli yargının görevli olduğu belirtilerek, görevsizlik kararı verilmiştir. Karar davacı vekiline 14.11.2011, davalı vekiline 04.11.2011 tarihinde tebliğ edilmiş, süresinde kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

Bunun üzerine davacı vekili, aynı istemle tekrar Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açmış, Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun 11.06.2012 gün ve 347 karar sayılı kararı ile kapatılması üzerine, yargılamaya Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi’nde devam edilmiştir.

Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi; 23.10.2012 gün ve 2012/383 Esas, 2012/484 Karar sayılı kararında; “Yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamından; davacı vekili tarafından ikame edilen dava dilekçesi ile müvekkili tarafından Balıkesir İli Gömeç İlçesi Akçalar Mevkii Ulubeyler Köyü 242 ada 79 parsel sayılı taşınmazın tapu kayıtlarına güvenilerek iktisap edilmiş olması ve taşınmazın tapu iptali yolu ile hiç bir bedel ödenmeksizin Hazine tarafından geri alınması sebebiyle müvekkilinin uğradığı zararın tazmini talep edilmiş ise de, aynı taleple ilgili olarak Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi ile Balıkesir İdare Mahkemesine dava açıldığı ve her iki mahkeme tarafından birbirlerinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verildiği ve her iki görevsizlik kararının da kesinleştiği, böylelikle dava konusu hakkında Gömeç ( Kapatılan ) Asliye Hukuk Mahkemesi ile Balıkesir İdari Mahkemesi tarafından verilmiş ve kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması nedeniyle görev yönünden uyuşmazlık bulunduğu anlaşılmakla uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine dair takdiren aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.”şeklindeki gerekçesi ile uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, karar davacı vekiline 30.04.2013 tarihinde, davalı vekiline 07.05.2013 tarihinde tebliğ edilmiş, taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2013 tarihli kararında dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdiğini belirterek; adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur..

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davacının ilk olarak Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, 4721 sayılı Kanun’un 1007 ve 1023. maddeleri gereğince uğradığı zararın davalıdan tazmini istemi ile dava açtığı, davanın Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı kararı ile davada idari yargının görevli olduğuna karar verildiği ve bu kararın kesinleşmesi üzerine davacının aynı istemlerle bu kez idari yargıda dava açtığı, Balıkesir İdare Mahkemesi’nin 13.10.2011 gün ve 2009/1096 Esas, 2011/1298 Karar sayılı kararı ile davada adli yargının görevli olduğu gerekçesi ile karşı görevsizlik kararı verdiği ve kararın kesinleştiği, bunun üzerine davacı tarafından tekrar Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığı, Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun 11.06.2012 gün ve 347 karar sayılı kararı ile kapatılması üzerine dosyanın Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/383 esasına kaydedildiği, Mahkemenin 23.10.2012 gün ve 2012/383 Esas, 2012/484 Karar sayılı kararı ile, daha önce aynı taraflar arasında aynı konuya ilişkin olarak Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı kararı ve Balıkesir İdare Mahkemesi’nin 13.10.2011 gün ve 2009/1096 Esas, 2011/1298 Karar sayılı kararı nedeni ile oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi gerektiğini belirterek; dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdiği ve dava dosyasının bu şekilde davacı vekilinin 03.05.2013 tarihli talep dilekçesi ile olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemi ile mahkememize geldiği anlaşılmakla;

Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 23.10.2012 gün ve 2012/383 Esas, 2012/484 Karar sayılı kararının bir görevsizlik kararı olmayıp, Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı kararı ve Balıkesir İdare Mahkemesi’nin 13.10.2011 gün ve 2009/1096 Esas, 2011/1298 Karar sayılı kararı nedeni ile oluşan görev uyuşmazlığının giderilmesi talebi olduğu, bu nedenle görev uyuşmazlığına konu istemin Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı kararı ve Balıkesir İdare Mahkemesi’nin 13.10.2011 gün ve 2009/1096 Esas, 2011/1298 Karar sayılı kararı yönünde değerlendirilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

Bu itibarla adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının tapu kayındaki tescile güvenerek satın aldığı Ulubeyler Köyü 242 Ada 79 parsel sayılı taşınmazın, Maliye Hazinesi’nin talebi üzerine Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/10 Esas, 2004/49 Karar sayılı kararı ile tapusunun iptal edilerek Maliye Hazinesi adına tescil edilmesi sonucu uğradığı zararın tazmini istemine ilişkindir.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ‘Amaç’ başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukukî durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır.” şeklindeki düzenleme ile kadastro çalışmaları ile ülkenin kadastro ve topoğrafik haritasının belirlenmesinin amaçlandığı ortaya konulmuştur.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ‘ Kadastro Tutanaklarının Kesinleşmesi ve Hak Düşürücü Süre” başlıklı 12. maddesinde; “30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.

Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.

Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. ( iptal cümle: Anayasa Mah.12.5.2011 Tarih ve 2009/31 E. 2011/77 K. s.k.)

Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.

Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.” denilmek sureti ile kadastro ekiplerince, ülkenin kadastro ve topoğrafik sınırlarının belirlenmesi amacı ile oluşturulan tespitlerin askıya çıkartılacağı ve 30 günlük askı süresince dava açılmaması durumunda bu tespitlerin kesinleşeceği ve tapu siciline kaydedilecekleri belirtilmiştir.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ‘Zaman Bakımından Görev ve Yetki” başlıklı 26. maddesinde;” Kadastro Mahkemesi;

A) 10 uncu maddeye göre kadastro komisyonu tarafından gönderilen tutanaklara ait davaları,

B) 11 inci maddede belirtilen askı ilanı içinde açılan davaları

C) Mahalli hukuk Mahkemelerinden 27 nci madde uyarınca Kadastro Mahkemesine devredilen dava ve dosyaları,

D) Kadastro Mahkemelerine dava açıldıktan sonra, tesbitten önceki haklara dayanarak, asli müdahil olarak katılanların iddialarına dair uyuşmazlıkları,

İnceler ve karara bağlar.

Değişik fıkra: 22/02/2005 - 5304 S.K./7.mad) *1* Kadastro mahkemelerinde görülen davalarda, 3533 sayılı Umumi Mülhak ve Hususi Bütçelerle İdare Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayesinin Tamamı Devlete veya Belediye veya Hususi İdarelere Aid Daire ve Müesseseler Arasındaki İhtilafların Tahkim Yolile Halli Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaz.

Kadastro mahkemesinde görülmekte olan bir dava konusu taşınmaz mal, 40 ıncı madde uyarınca başkasına devredildiği takdirde, davaya devralan devam eder.

Kadastro mahkemesinin yetkisi her taşınmaz mal hakkında kadastro tutanağının düzenlendiği günde başlar. Bu yetkiyi bölgenin idari sınırları belli eder. Yeni ilçe kurulup, teşkilatlanarak faaliyete geçmesi hali hariç, idari kuruluşta yapılan değişiklik sebebiyle daha sonra başka bir bölgeye bağlanan taşınmaz mallara ilişkin uyuşmazlıklar, kadastroya başlama gününde yetkili olan kadastro mahkemesi tarafından karara bağlanır.” şeklindeki düzenleme ile, kadastro tespit tutanaklarının askı ilanı içinde açılan davalarına Kadastro Mahkemesi’nde bakılacağı, bunların kesinleşmesinden sonra açılacak davaların ise Kadastro Mahkemesi’nin görev alanı dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.

Aynı Kanunun “Kamu Malları” başlıklı 16. maddesinde; “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:

A) Kamu hizmetinde kullanılan, bütçelerinden ayrılan ödenek veya yardımlarla yapılan resmi bina ve tesisler, (Hükümet, belediye, karakol, okul binaları, köy odası, hastane veya diğer sağlık tesisleri, kütüphane, kitaplık, namazgah, cami genel mezarlık, çeşme, kuyular, yunak ile kapanmış olan yollar, meydanlar, pazar yerleri, parklar ve bahçeler ve boşluklar ve benzeri hizmet malları) kayıt, belge veya özel kanunlarına göre Hazine, kamu kurum ve kuruluşları, il, belediye köy veya mahalli idare birlikleri tüzelkişiliği, adlarına tespit olunur.

B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır.

Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler.

Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle yetinilir.

C) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır.

D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.” denilmek sureti ile kadastro tespiti sırasında sınırlandırmaya tabi tutulacak kamu malları hakkında özel düzenlemeler yapılmıştır.

Aynı Kanunun “Hazine Adına Tespit ” başlıklı 18. maddesinde; “Yukarıdaki maddelerin hükümleri dışında kalan ve tescile tabi bulunan taşınmaz mallar ile tarım alanına dönüştürülmesi veya ekonomik yarar sağlanması mümkün olan yerler Hazine adına tespit olunur.

Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.” şeklindeki düzenleme ile hazine adına tescili gereken malların kazandırıcı zaman aşımı yolu ile iktisap edilmeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun, Tapu Sicili ile ilgili hususların gösterildiği bölüme ilişkin 997.maddesinde; “Taşınmazlar üzerindeki hakları göstermek üzere tapu sicili tutulur.

Tapu sicili, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğü ile bunları tamamlayan yevmiye defteri ve belgeler ile plânlardan oluşur.

Sicilin örneği, nasıl tutulacağı ve yardımcı siciller tüzükle belirlenir.”hükmüne,

Aynı Kanunun “Sorumluluk” başlıklı 1007.maddesinde,“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmüne yer verilmiş;

Tescilin koşullarının gösterildiği 1013.maddesinde ise, “ Tescil, tasarrufa konu olan taşınmaz malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır.

Edinen kimse, kanun hükmüne, kesinleşmiş mahkeme kararına veya buna eşdeğer bir belgeye dayanıyorsa, bu beyana gerek yoktur.

Bir aynî hakkı tescilden önce kazanan kimse, gerekli belgeleri ibraz ederek tescili isteyebilir.” hükmü yer almıştır.

İyi niyetli üçüncü kişiler yönünden tescilin etkilerini düzenleyen 1023. maddesinde ise;Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” denilmek sureti ile de istisnai bir düzenlemeye yer verilmiştir.

Yine aynı kanunun 1027. maddesinde; “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir.

Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir.

Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca re'sen düzeltir.” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde de; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları dava muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır.

Tüm bu yasal mevzuat çerçevesinde dava dosyası içeriği incelendiğinde, davaya konu taşınmazın, Balıkesir İli Gömeç İlçesi Ulubeyler Köyü kadastro tespiti çalışmaları sırasında dava dışı E.Ç. adına, zilyetlik sebebine dayalı olarak tespit edildiği, buna ilişkin kadastro tespit tutanağının 02.03.1999 ile 01.04.1999 tarihleri arasında 1 ay süre ile askı ilanına çıkartıldığı, belirtilen süre içinde kadastro ilanına karşı itiraz edilmediği ve dava açılmadığı, bu nedenle dava konusu taşınmazın 02.04.1999 tarihinde kesinleştiği kabul edilerek Tapu Kütüğünün 2366 numaralı sayfasında E.Ç. adına tescil edildiği, E.Ç.’nin 18.12.2000 tarihinde söz konusu taşınmazı H. kızı D.H.Ş.’e sattığı, dava konusu alanda yapılan kadastro çalışmaları sırasında hazine arazilerinin usulsüz olarak kişiler adına tespit edilip, 3. kişilere satıldığı yönündeki ihbar üzerine dava konusu taşınmaz da dahil bir kısım taşınmazlar hakkında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü müfettişlerince inceleme başlatıldığı, Maliye Hazinesi tarafından da dava konusu taşınmaz hakkında tapu iptal ve tescil davası açıldığı, Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 27.04.2004 gün ve 2004/10 Esas, 2004/49 Karar sayılı kararı ile Maliye Hazinesi’nin isteminin kabul edildiği ve dava konusu 242 Ada 79 parsel sayılı taşınmazın tapusunun iptali ile Maliye Hazinesi adına tesciline karar verildiği, bu kararın Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 27.12.2004 gün ve 2004/14079 Esas, 2004/14481 Karar sayılı kararı ile onandığı ve taraflarca süresinde karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği, bunun üzerinde taşınmaz uhdesinden çıkan davacı tarafından, tapu sicilindeki kayda güvenerek iktisap ettiği taşınmazın mahkeme kararı üzerine maliye hazinesi adına tescil edilmesi nedeni ile uğradığı zararın tazmini istemi ile dava açıldığı anlaşılmıştır.

Görüldüğü üzere dava konusu olayda, kadastro tespiti sırasında 3402 sayılı Kanununun 16/C maddesi ve 18. maddesi uyarınca Maliye Hazinesi adına tespit edilmesi gereken dava konusu taşınmazın, nizasız fasılasız zilyetlik nedeni ile kişi adına tescil edildiği ve tapu sicilindeki kaydın bu şekilde oluştuğu, daha sonra davacının tapu kaydındaki bu tescile güvenerek dava konusu taşınmazı satın aldığı, durumun fark edilmesi üzerine açılan dava neticesinde taşınmazın maliye hazinesi adına tescilinin sağlandığı, davacının bu şekilde uğradığı zararın tazminini istediği anlaşılmakla; her ne kadar olayda, kamu kurumunun kamu görevinin ifası sırasında bu görevden doğan bir zararın ve bu zararın tazmini söz konusu ise de; Kanunların öngördüğü bazı durumlarda kamu hizmetinin özelliği ve gerekleri gözetilerek yine Kanunlarla istisnalar getirilmiş ve Devlete bu gibi durumlarda da özel hukuk ilkeleri gereğince sorumluluk yüklenmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi de bu istisnalardan birini oluşturmaktadır.

Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 31.1.1979 gün ve E:1978/32,K:1979/5; 28.9.1992 gün ve E:1992/13, K:1992/30 sayılı kararlarında da; -aynı nitelikte hükmün yer aldığı ve yürürlükten kaldırılan- 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 917. maddenin istisna maddesi olduğuna değinilerek tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan Devletin özel hukuk ilkeleriyle sorumlu olduğu belirtilmiştir.

Bu itibarla, dava konusu zararın tapu kadastro işlemlerinin gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynakladığı, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararın oluştuğu ve bu zararın tazmininin Devletten istenebileceği, kadastro uygulamasından kaynaklanan sorumluluğun da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu nedenle bu davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan bu nedenlerle Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gömeç Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.11.2008 gün ve 2008/145 Esas, 2008/159 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

28-ESAS NO : 2014/737

KARAR NO : 2014/792

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E. Sigorta A.Ş.

Vekilleri : Av. A.H. & Av. A.B.K.

Davalılar : 1- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. N.K.

2- Avcılar Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. O.T.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;davacı şirket tarafından sigortası yapılan 34…. plakalı aracın 28.09.2011 tarihinde sürücü H.D.sevk ve idaresinde iken, Üniversite Mahallesi E-5 Yanyol üzerinde asfalt çalışması nedeniyle yol ortasında yüksekte bırakılmış rögar kapağına çarpması sonucu maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, kaza sonunda yapılan ekspertiz incelemesinde araçta tespit edilen 11.044,00 TL bedelin sigortalıya ödendiğini, söz konusu kazanın oluşumunda davalı idarenin kusurlu olduğunu belirterek, ödenen zarar miktarı olan 11.044,00 TL.nin, 04.11.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi: 28.08.2012 gün, E:2012/166, K:2012/325 sayı ile özetle; dava konusu uyuşmazlığın Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Bu aşamadan sonra yargılamaya İstanbul 43.Asliye Ticaret Mahkemesinde devam edilmiştir.

İstanbul 43. Asliye Ticaret Mahkemesi: 18.03.2013 gün ve E:2012/285, 2013/68 sayılı kararı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 9. İdare Mahkemesi: 03.07.2013 gün ve E:2013/1416,K:2013/1274 sayılı kararı ile özetle;2918 sayılı yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi gözetildiğinde,meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğini belirterek davanın görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan itiraz üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 13.11.2013 gün ve E:2013/19908, K:2013/16981 sayılı kararı ile itirazın reddine ve kararın onanmasına karar vermiş,bunun üzerine yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu 11.03.2014 gün ve E:2014/2941, 2014/3935 sayılı kararı ile tarafların karar düzeltme istemlerinin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu,davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davacı şirket tarafından sigortalı olan 34……. plakalı aracın, 28.09.2011 tarihinde sürücü H.D. sevk ve idaresinde iken Üniversite Mahallesi E-5 Yanyol üzerinde asfalt çalışması nedeniyle yol ortasında yüksekte bırakılmış rögar kapağına çarpması sonucu meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasında, davalı idarenin kusurlu olduğu iddiasıyla, davacı tarafından sigortalıya ödenen 11.044,00 TL’nin 04.11.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden İstanbul 43. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 43. Asliye Ticaret Mahkemesinin 18.03.2013 gün ve E:2012/285, 2013/68 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı KTK'nm 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş,

3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapma, yaptırma, bakım ve onanmmı sağlama..." Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zarann ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallanna ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlan dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçlann işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararjannı, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta idari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nm 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

29-ESAS NO : 2014/738

KARAR NO : 2014/793

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Milli Eğitim Bakanlığında öğretmen olarak çalışmakta iken, 19.02.2001 tarihinde kılık kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesi ile memuriyetten çıkartıldıktan sonra 22.06.2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun uyarınca 2006 yılında öğretmenlik görevine iade edilen ve boşta geçen süreleri için hizmet borçlanması yaparak karşılığında 22.860,00 TL ödeme yapan davacı tarafından, 5510 sayılı Kanunun geçici 44. maddesi uyarınca emeklilik keseneği kurum karşılığı olarak ödemiş olduğu 22.860,00 TL’nin iadesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile ödediği 22.860,00 TL’lik prim tahsilatının yasal faizi ile birlikte iadesi istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği HK.

K A R A R

Davacı : A.A.

Vekilleri : Av. M.Y. & Av. B.G.

Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı

Vekilleri : Av. E.İ. (İdari Yargıda)

Av. G.T. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı A.A.’un, Milli Eğitim Bakanlığında öğretmen olarak çalışmakta iken 19.02.2001 tarihinde kılık kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesi ile memuriyetten çıkartıldığını, 22 Haziran 2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar İle Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun 1.maddesi uyarınca davacının geçmişte aldığı cezanın tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırıldığını, davacının anılan kanun hükmünce tanınan haktan yararlanarak öğretmenlik mesleğine dönmek istediğini, bu talebi kabul edilerek 20.10.2006 tarihinde görevine iade edildiğini, davacının 5510 S.K. 5754 S.K ile değiştirilen geçici 4.m. nin son fıkrası uyarınca boşta geçen 5 yıl 7 ay 5 günlük süre için hizmet borçlanması talebinde bulunduğunu, bu talebinin davalı idare tarafından kabul edildiğini, hesaplanan 22.860,00 TL’nin 18.10.2011 günü davalı idare hesabına defaten yatırıldığını, anılan sürenin davacının fiili hizmet süresine eklendiğini, davacı tarafından süresi içinde davalı idareye 13.08.2012 tarihli dilekçe ile başvurulduğunu, boşta geçen süreler için hesaplanacak primin çalıştığı kurumca ödenmesi gerektiğinden, borçlanma suretiyle ödediği davaya konu bedelin kendisine iadesini talep ettiğini, davalı idarece verilen cevap yazısı ile davacının talebinin reddedildiğini belirterek, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın 28.08.2012 tarih ve 70.321.540 sayılı işleminin iptali ile, 5510 sayılı kanunun tanıdığı hak gereği, davacı A.A.’un ödediği 22.860,00 TL’lik prim tahsilatının talep tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 11. İdare Mahkemesi: 22.10.2012 gün, E:2012/1595, K:2012/1821 sayı ile özetle; davanın 5510 sayılı Kanun’un uygulanmasından kaynaklı olduğu belirtilerek, aynı Kanun’un 101.maddesi gereği uyuşmazlığın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğundan bahisle davanın, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan itiraz başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1.Kurulu 06.02.2013 gün ve E:2013/188, K:2013/1836 sayılı kararı ile itirazın reddine ve hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 8. İş Mahkemesi: 27.12.2013 gün ve E:2012/1077, K:2013/1969 sayı ile özetle;davacının görevden ayrıldığı 19.02.2001 tarihinden, tekrar göreve başladığı 20.10.2006 tarihine kadar olan süre için ödediği prim borcunun yasal faizi ile birlikte iade edilmesini talep ettiği davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu,davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının, idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Milli Eğitim Bakanlığında öğretmen olarak çalışmakta iken, 19.02.2001 tarihinde kılık kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesi ile memuriyetten çıkartıldıktan sonra 22.06.2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun uyarınca 2006 yılında öğretmenlik görevine iade edilen ve boşta geçen süreleri için hizmet borçlanması yaparak karşılığında 22.860,00 TL ödeme yapan davacı tarafından, 5510 sayılı Kanunun geçici 44. maddesi uyarınca emeklilik keseneği kurum karşılığı olarak ödemiş olduğu 22.860,00 TL’nin iadesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 28.08.2012 tarih ve 70.321.540 sayılı işlemin iptali ile ödediği 22.860,00 TL’lik prim tahsilatının yasal faizi ile birlikte iadesi istemiyle açılmıştır.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasının 101. maddesinde, bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların İş Mahkemelerinde görüleceği; 104. maddesinde, (Değişik fıkra:17.04.2008-5754 S.K./62.mad) Bu Kanunla yürürlükten kaldırılmayan hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlara yapılan atıflar ile ilgili mevzuatında emeklilik, malûllük, vazife malûllüğü ve sosyal sigorta haklarına, yardımlarına ve yükümlülüklerine, iştirakçiliğe ve sigortalılığa, dul, yetim ve hak sahipliği şartlarına, emekli ikramiyesine, ek ödemelere, sağlık hizmetleri veya tedavi bedellerinin ödenmesine ilişkin yapılan atıflar bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılır.

27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda kadrosuzluk tazminatının ödenmesine ilişkin T.C. Emekli Sandığına yapılmış olan atıf ile diğer kanunlarda T.C. Emekli Sandığına, Sosyal Sigortalar Kurumuna, Bağ-Kur'a yapılmış atıflar Kuruma yapılmış sayılır.’’ hükmü,

Geçici 4. maddenin 4 ve 5.fıkrasında; “ Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.

Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır.” hükmü,

Yine aynı Geçici Maddenin son fıkrasında;

‘’ Personel mevzuatına göre almış oldukları disiplin cezası sonucu 23/4/1999 tarihi ile 14/2/2005 tarihleri arasında memuriyetleri sona erenlerden, 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Kanun uyarınca haklarında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile ortadan kaldırılanların, bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren (Değişik ibare:13.02.2011 - 6111 S.K./47.mad) 30/6/2011 tarihine kadar Kuruma müracaatları halinde, görevlerinden ayrıldıkları tarih ile göreve başladıkları tarih arasındaki prim veya kesenek ödenmemiş süreleri, istekleri halinde, görevlerinden ayrıldıkları derece ve kademelerine prim veya kesenek ödenmemiş veya borçlanmak istedikleri sürenin her üç yılına bir derece ve her yılına bir kademe verilmek ve öğrenim durumları itibariyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesindeki yükselebilecekleri dereceleri geçmemek üzere tespit edilecek derece, kademe ve ek göstergeleri ile emekli keseneğine esas aylığın hesabına ait tüm unsurların toplamının müracaat tarihinde yürürlükte olan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarlar esas alınarak, yine o tarihteki kesenek ve karşılık oranları borçlandırılmak suretiyle hizmetten sayılır. Bundan doğacak borç tutarının tamamı borcun tebliğ edildiği tarihten itibaren (Değişik ibare:13.02.2011 - 6111 S.K./47.mad) 31/12/2014 tarihine kadar kendileri tarafından eşit taksitlerle veya defaten ödenir.” hükmü,

Geçici 44.maddesinde; (Ek madde: 04/07/2012 - 6353 S.K./40. md.)

‘’ 23/4/1999 ile 14/2/2005 tarihleri arasında tabi oldukları personel mevzuatına göre almış oldukları disiplin cezası sonucu memuriyetleri sona erip, 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Kanun uyarınca haklarında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile ortadan kaldırılanların bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren 3 ay içinde Kuruma müracaat etmeleri halinde ve yaş haddine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla; memuriyetlerinin sona erdiği tarih ile 22/6/2006 tarihi arasındaki dönem içinde uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak sigorta primi ödenmemiş veya emekli keseneği yatırılmamış sürelerine ilişkin kesenek ve kurum karşılığı toplamları, görevden ayrıldıkları tarihteki derece ve kademelerine hizmet olarak sayılacak sürenin her üç yılına bir derece ve her yılına bir kademe verilmek ve öğrenim durumları itibarıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesindeki yükselebilecekleri dereceleri geçmemek üzere tespit edilecek derece ve kademeleriyle başvuru tarihinde uygulanmakta olan katsayılar esas alınarak belirlenecek emekli keseneğine esas aylık tutarları üzerinden Kurum tarafından hesaplanarak halen çalıştıkları veya kamu görevlisi olarak en son çalışmış oldukları kamu idarelerine bildirilir ve söz konusu tutarlar bu idareler tarafından üç ay içerisinde Kuruma defaten ödenir.

Haklarında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile 5525 sayılı Kanun uyarınca ortadan kaldırılmış olanlardan memuriyetten çıkarılmış oldukları kuruma yeniden atanmak üzere başvuranların,bu başvurularının ilgili kurumların kayıtlarına geçtiği tarihten başlayarak bu kurumlarda yapılan ilk atamalarının kendilerine tebliği tarihine kadar olan dönem içerisindeki uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak sigorta primi ödenmemiş veya emekli keseneği yatırılmamış süreleri hakkında ise, birinci fıkra uyarınca yapılmış olan derece yükselmesi ve kademe ilerlemeleri saklı kalmak kaydıyla, yukarıdaki fıkra hükümleri çerçevesinde işlem yapılır.Ancak, bu fıkra kapsamına girenlerden ataması bu maddenin yürürlük tarihinden önce yapılmış olanların bu fıkra hükümlerinden yararlanabilmesi için, bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren altı ay içerisinde, bu maddenin yürürlük tarihinden önce atama talebinde bulunduğu halde atama işlemleri bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra tamamlanacakların ise, atamalarını izleyen altı ay içerisinde Kuruma başvuruda bulunmaları zorunludur.

Bu madde uyarınca ilgililer adına kesenek ve kurum karşılığı ödenmiş olması; birinci fıkrada belirtilen dönem içerisinde ödenmiş olan emeklilik veya malullük aylıkları ya da dul ve yetim aylıkları için kendilerine borç çıkarılmasını, emekli ikramiyesi farkı ve geriye dönük olarak aylık farkı ödenmesini gerektirmez.’’ hükmü yer almaktadır.

31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Kanunlar kapsamındaki hizmet akdine göre ücretle çalışanlar (Sosyal Sigortalılar), kendi hesabına çalışanlar (Bağ-Kur’lular), tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar (Tarım Bağ-Kur’luları), tarım işlerinde ücretle çalışanlar, (Tarım sigortalıları), devlet memurları ve diğer kamu görevlilerini (Emekli Sandığı İştirakçileri), geçici maddelerle korunan haklar dışında, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri yönünden yeni bir sisteme tabi tutmuş, beş farklı emeklilik rejimini aktüeryal olarak hak ve hükümlülükler yönünden tek bir sosyal güvenlik sistemi altında toplamıştır. 5510 sayılı Kanunun iptali amacıyla açılan davada Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 tarih ve E: 2006/111, K: 2006/112 sayılı kararıyla, anılan Kanunun birçok maddesi ile birlikte, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine tabi olarak görev yapmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerini diğer sigortalılarla aynı sisteme tabi kılan (başta 4/c maddesi) hükümlerin iptaline karar vermiş; bu karardan sonra kabul edilen 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanuna eklenen Geçici 1 nci ve Geçici 4 ncü maddelerle, 5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden önce 5510 sayılı Kanunun 4 ncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanlar (memurlar ile diğer kamu görevlileri) ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 5754 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptali istemiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nin 30.3.2011 tarih ve E: 2008/56, K:2011/58 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

5510 sayılı Kanunun 101 nci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı: 28184) davayı redle sonuçlandırmakla birlikte; söz konusu kararın Mahkememiz önündeki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde şu gerekçeye dayandırmıştır: “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık Sosyal Sigortacılık esasına göre faaliyet gösteren ve yaptığı, tesis ettiği işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir… Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…”

Yukarıda sözü edilen mevzuat hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları gibi bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 sayılı Kanunun değil 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği açıktır.

Kaldı ki; T.C. Anayasası’nın 158.maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır ” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.

Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, 5754 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce emekli sandığı iştirakçisi olan davacının memuriyetten çıkartıldıktan sonra 22.06.2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun uyarınca 2006 yılında öğretmenlik görevine iade edilmesi üzerine boşta geçen süreleri için hizmet borçlanması yaparak karşılığında ödediği 22.860,00 TL.nin iadesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ile ödediği prim tahsilatının yasal faizi ile birlikte iadesi istemiyle açtığı davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yeri olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü idari yargı yerinin görevine girdiğinden, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 11.İdare Mahkemesinin 22.10.2012 gün, E:2012/1595, K:2012/1821 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

30-ESAS NO : 2014/741

KARAR NO : 2014/796

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Adli Yargıda

Davacı : F.Ş.’ü temsilen Memursen Konfederasyonu Belediye ve Özel İdare Çalışanları Birliği

Sendikası Bem Birsen

Vekili : Av.G.G.

İdari Yargıda

Davacı : F.Ş.

Vekili : Av. G.B.

Davalı : Tatvan Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.Ö.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalının Tatvan İcra Müdürlüğünün E:2010/669 esas sayılı asıl alacak, gecikme bedeli, işlemiş faiz, vekalet ücreti, icra masrafı olmak üzere toplam 7.872,79 TL (Takip tarihi itibariyle) ve (bu alacağa işleyecek faiz, yargılama ve icra giderleri, vekalet ücreti ile birlikte hüküm altına alınmasına) ve (fazlaya ilişkin tüm dava ve talep hakları saklı kalmak kaydı ile) alacağa dayalı takibe vaki haksız ve kötü niyetli bütün itirazlarının iptali ile, takibin devamı %40 dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

TATVAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 6.9.2011 gün ve E:2010/494, K:2011/689 sayı ile, meydana geldiği öne sürülen zararın ödetilmesi isteminin bir idari işlem ile reddedildiği anlaşıldığından ve 2577 sayılı İYUK md.2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarara uğrayanlar tarafından, ilgili idareye karşı açılan tam yargı davalarının idari yargı yerinde görülmesi gerekeceğinden; öncelikle kamu düzenine ilişkin olan görev bakımından dava dilekçesinin reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle, dava konusu uyuşmazlığın, idari yargının görev alanında kaldığı anlaşıldığından Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez davalı idarenin, Tatvan İcra Müdürlüğünün 2010/669 Esas sayılı dosyası ile tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı yapmış olduğu 14.10.2010 tarihli itiraz (ret) işleminin iptaline, tasarruf kesintisi ve nemalarının müvekkilin davalıya ilk yazılı başvuru tarihi olan 17.7.2006 tarihinden itibaren aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte, ödeme tarihindeki nema oranı üzerinden hesap edilerek davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

VAN 2.İDARE MAHKEMESİ: 21.3.2013 gün ve E:2013/143, K:2013/253 sayı ile, 2004 sayılı Yasa’nın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur.” denilmekte olduğu, 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinin görev alanına girdiği, davanın, icra takibine yapılan itirazın iptaline ilişkin kısmı yönünden görev yönünden reddi gerektiği; dava dosyası ile Van İdare Mahkemesinin E:2006/3725 sayılı dosyasının birlikte incelenmesinden, davacının bakılan davadaki istemlerle aynı yönde yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Van İdare Mahkemesinin E:2006/3725 esasına kayden açtığı dava sonucunda, 13.04.2007 tarih ve K:2007/848 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptali ile kesinti ve katkı paylarıyla bunlara yönelik nemanın toplamının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verildiği, söz konusu kararın temyizi sonucu onama kararı üzerine kesinleştiği, bakılan davanın da, davacının, yukarıda belirtilen Mahkemeleri kararındaki istem doğrultusunda aynı istemle açıldığı anlaşıldığından, yukarıda anılan ödenmeyen alacaklarının ödenmesine yönelik kısmı yönünden davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesi gereğince, davanın, icra takibine itiraz işleminin iptali istemine ilişkin kısmı yönünden görev yönünden reddine, ödenmeyen tasarrufu teşvik kesintileri, idare katkıları ve bunların nemalarının idareye başvuru tarihinden itibaren uygulanacak yasal faizi ile birlikte ödenmesine ilişkin kısmı yönünden davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmeksizin reddine karar vermiş, bu karara davacı vekilince itiraz edilmiştir. Van Bölge İdare Mahkemesi 20.2.2014 gün ve E:2013/486, K:2014/234 sayı ile, dilekçede ileri sürülen itiraz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden itiraz isteminin reddi ile kararın onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Tatvan Belediyesi aleyhine açılan davalarda, icra takibine yapılan itirazın iptali yönünden görev uyuşmazlığının doğduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, icra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle açılmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra dairesine yazı ile veya sözlü olarak veya elektronik ortamda yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra müdürünce ödeme emri düzenleneceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinin ”itirazın iptali” kısmına ilişkin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinin ”itirazın iptali” kısmına ilişkin 6.9.2011 gün ve E:2010/494, K:2011/689 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üyelerden Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta;

Adli Yargıda açılan davanın İ.İ.K 67 vd. maddelerinde öngörülen İtirazın İptali davası olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı Adli Yargının “Yargı Yolu yönünden dava dilekçesinin reddi” karan üzerine bu kez İdari Yargıda “İcra Dosyasında tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı davalı İdarenin itirazının, İdari İşlem niteliğinde değerlendirerek İşlemin İptali ile tasarruf kesintisi ve nemalarının İdareye başvuru aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verilmesi istemi ile dava açmış, İdare mahkemesince, dava, İtirazın İptali davası olarak kabul edilerek, davanın Adli Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilince, İdari Yargıda idari işlemin iptali ve ödenmeyen nema alacağının yasal faizi ile tahsili istenmiş olup dava, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunun 2/1- b maddesinde düzenlenen İdari Dava niteliğindedir.

Adli Yargıdaki Davanın İtirazın İptali, İdari Yargıdaki davanın da İdari Dava niteliğinde bulunması karşısında her iki davanın konusu aynı olmadığından 2247 sayılı yasanın 14. maddesinde öngörülen koşullann gerçekleşmemesi nedeniyle başvurunun reddi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

31-ESAS NO : 2014/754

KARAR NO : 2014/808

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 1) Davanın çözümünde, aralarında uyuşmazlık çıkan yargı yerleri dışında kalan üçüncü yargı düzenine dahil yargı yerinin görevli oldu­ğunun saptan­ması halinde de, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, görevli yargı yerini belirleme yetki­sine sahip bulunduğu,

2) Asker kişi olan davacının, ikamet etmiş olduğu askeri lojmanlarda tüketilen yakıta ilişkin olarak; toplam yakıt bedelinin, konutta oturanlardan tahsil edilen bedelden fazla olan kısmının konut yüzölçümleri dikkate alınarak davacıdan tahsiline ilişkin tesis olunan işlemin iptali istemiyle açılan davanın GENEL İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.K.

Davalı : Milli Savunma Bakanlığı

Vekili : Av. A.M.G. ( Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı subay, dava dilekçesinde özetle; Milli Savunma Bakanlığına tahsis edilen ve dağıtım sorumluluğu Topçu ve Füze Okulu’nda verilen lojmana girmek istediğinde sitenin yıllık 47 ton yakıt giderinin de lojman kirası ile birlikte olduğunu öğrenerek lojmana girdiğini; ancak lojmandaki ısınma sorunu nedeniyle yakıtın yetmediği ve bu nedenle bazı mesai arkadaşlarının ısınma sorunu nedeniyle lojmanı terk ettiğini; yakıtın ne zaman alındığı ya da ne kadarının ne zaman kullanıldığının Site yönetim Kuruluna bırakıldığını; 10 Ocak 2012 tarihinden sonra alınan yakıtın bir kısmının ısınmak maksadıyla tüketilmeyerek depoda gelecek kışa ilk yakıt olarak muhafaza edildiğini; aradan geçen zaman içerisinde Maliye Bakanlığının yetkisi dahilinde bir tebliğ ile lojmanda kira düzenlemesi yapıldığını; ancak bu durumun kendisine bildirilmeden uygulamaya başlandığını; ilgili tebliğin doğru olmadığı fark edilerek dokuz ay sonra farklı bir tebliği ile yürürlükten kaldırıldığını; Topçu ve Füze Okulu’nun 05. Ağustos 2013 tarihinde kendisine imza karşılığı yaptığı tebligat ile, geçen seneden lojman kirası olarak ödediği miktarın o tarihte yürürlüğe konan bir kanuna göre eksik hesaplandığı, bu kanun maddesinin yine geçen sene iptal edilmesine rağmen eksik tahsil edilen miktar tebliğ edildikten sonra derhal ödemesinin gerektiği aksi takdirde yasal işlemlerin başlatılacağının bildirilmesinin haksız olduğunu belirterek; davalı idarenin talep ettiği, 10 Ocak 2012 – 10 Ekim 2012 tarihleri arasında ödenen yakıt miktarı haricindeki haksız olarak fazladan talep edilen 270.60 TL’nin ve doğacak tüm faizleriyle birlikte iptal edilmesi istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ ÜÇÜNCÜ DAİRESİ: 18.09.2013 gün ve E:2013/973 K:2013/1133 sayılı kararında “…2946 sayılı Kamu Konutları Kanununa dayanılarak çıkartılan Kamu Konutları Yönetmeliğinin (RG.23.09.1984,S.18524) “Konutların Yönetimine Dair Esaslar” başlıklı 35’inci maddesinin dördüncü fıkrasında “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa tabi yapılardaki konutların müşterek hizmet ve giderleriyle ilgili işleri, mezkur Kanun hükümleri ile bu yönetmelikle tespit edilen esaslara göre yürütülür.” hükmü yer almakta; aynı yönetmeliğin 36’ncı maddesinin üçüncü ve son fıkralarında da “Tamamı ilgili Kamu Kurum ve Kuruluşların mülkiyetinde bulunan konut blok veya grupların da, (a) bendinde belirtilen müşterek hizmet veya ihtiyaçların konut tahsis edilenler tarafından karşılanması esastır..." “Konut blok veya gruplarının müşterek hizmet ve giderlerinin karşılanması ile ilgili olarak bu yönetmelikte belirtilmeyen hususlarda 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu hükümleri uygulanır.” denilmektedir.

Bilindiği üzere idari yargı yerleri, idare hukuku alanında, idarece tesis edilen, kamu hukuku alanında oluşturulan işlemlerin iptali istemiyle açılan davalara bakmaktadırlar. Yukarıda da belirtildiği üzere, işlem idare tarafından tesis edilen bir işlem olmayıp, konusunu da oturulan konutların, devletçe verilen yakıt bedeli değil, sakinlerin kendilerince belirlenen yakıt ihtiyacına göre saptanan yakıt gideri oluşturmaktadır. Dava konusu uyuşmazlık Lojman Yönetim Kurulunun kararının uygulanmasına yöneliktir. 634 sayılı Kanunun EK-1 ’inci maddesi uyarınca kat sakinleri ile yönetim arasında bu kanundan doğan ihtilafların Sulh Mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir.…” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı bu kez aynı istemle adli yargıda dava açmıştır.

POLATLI SULH HUKUK MAHKEMESİ : 31.03.2014 gün ve E: 2013/731 K:2014/353 sayılı kararında “ …Polatlı Topçu ve Füze Okulu Komutanlığı lojmanlarının yönetimi için 2946 sayılı Yasa gereğince oluşturulmuş bir üst yönetim kurulu bulunduğu ve lojman sakinleri ile yönetim arasındaki ihtilaflarda 634 sayılı Kat Mülkiyete Kanunu hükümleri uyarınca Mahkememizin görevli ve yetkili olduğu tartışmasız ise de ; davacının dava dilekçesinde ayrıntılı olarak belirttiği ihtilafın lojman yönetim kurulunun tasarrufu ile gerçekleştirilen bir işlemden değil, tamamen idarenin gerçekleştirdiği işlemden doğduğu, yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 2013/973 Esas 2013/1133 sayılı kararında belirtildiğinin aksine uyuşmazlığın site sakini ve yönetim arasında 634 sayılı Kanundan doğan bir uyuşmazlık olmadığı, uyuşmazlığın idarenin eylem ve işlemlerinin denetim yeri olan idare mahkemesinde yapılacak yargılama neticesinde çözümleneceği…” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Mehmet AKBULUT ve Metin ULUKANLIGİL’in katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, adli ve askeri idari yargı yerleri arasında 14.maddede öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, askeri idari yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde genel idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN’ın davada Genel İdari Yargı’nın görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları ile AYİM Savcısı Halit ÜNKAZAN’ın davada başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Topçu Füze Okulu Komutanlığı Lojistik Destek Komutanlığı bünyesinde görev yapan ve asker kişi olan davacının, ikamet etmekte olduğu Ankara İli, Polatlı İlçesi, Topçu Füze Okulu Komutanlığı lojmanında 15 Ocak 2012 ile 10 Ekim 2012 tarihleri arasında tüketilen yakıta ilişkin toplam bedelin konutta oturanlardan tahsil edilen bedelden fazla olan kısmının konut yüzölçümleri dikkate alınarak davacıdan tahsiline ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Belirtilen duruma göre, olayda subay statüsünde bulunan davacının asker kişi olması karşısında, Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşulunun gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan; dava konusu uyuşmazlık, kamu konutuna fazla tahsis edilen yakıtın fazlaya ilişkin kısmının bedelinin oturanlar tarafından iadesine ilişkin olup, asker kişi olan davacının ikamet ettiği lojmanın kamu konutu statüsünde olduğuna dair bir tereddüt bulunmamaktadır. Kamu Konutları ile ilgili düzenlemeler, Kamu konutlarına yakıt tahsis edilmesi ve tahsis edilecek yakıtın nasıl hesaplanacağına dair hususlar 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu ve bu kanuna dayanılarak çıkartılan Kamu Konutları Yönetmeliğinde (RG 23.09.1984) yer almaktadır.

Buna göre, 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu’nun Amaç başlıklı 1.maddesinde: ‘’Bu Kanunun amacı; kamu konutlarının tahsis biçimi, oturma süresi, kira, bakım, onarım ve yönetimine ilişkin temel ilkeleri belirlemektir.’’ hükmü,

Kapsam başlıklı 2.maddesinde:

‘’Bu Kanun;

a) Genel bütçeye giren daireler, katma bütçeli kurumlar, il özel idareleri, belediyeler, il özel idareleri ve belediyelerin kurdukları birlikler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar,

b) İktisadi devlet teşekkülleri, kamu iktisadi kuruluşları, sermayesinin tamamı bu kamu teşebbüslerine ait müesseseler, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası iktisadi devlet teşekkülleri ve kamu iktisadi kuruluşlarına ait olan bağlı ortaklıklar,

c) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları hariç olmak üzere, özel kanunlarla veya özel kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan bankalar ile kamu kurum ve kuruluşları,

d) Kanunlarla kurulan fonlar, kefalet sandıkları, beden terbiyesi bölge müdürlükleri, Tarafından yurt içinde ve yurt dışında inşa ettirme, satın alma, kiralama suretiyle temin olunan ve bu kurum ve kuruluşlar personelinin yararlanması için ayrılan kamu konutlarını kapsar. Ancak kiralama zaruri hallerde ve kısıtlı olarak yapılabilir. Bunun uygulaması yönetmelikte belirtilir.’’ hükmü yer almaktadır.

Ayrıca, 23.09.1984 gün ve 18524 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Konutları Yönetmeliği’nin Amaç başlıklı 1.maddesinde: ‘’Bu Yönetmeliğin amacı, 2946 sayılı Kamu Konutları Kanununun 2 nci maddesinde belirtilen kurum personeline kamu konutlarının tahsis şekli, oturma süresi, kira, bakım, onarım ve yönetimine ait usul, esas ve şartlar ile uygulamaya dair diğer hususları tesbit etmektir.’’ hükmü,

Kapsam başlıklı 2.maddesinde: ‘’Bu Yönetmelik, 2946 sayılı Kamu Konutları Kanununun 2 nci maddesinde sayılan kamu kurum ve kuruluşları personelinin yararlanması için yurt içinde ve yurt dışında inşa ettirme, satın alma ve kiralama suretiyle sağladıkları kamu konutlarını kapsar.

Kurum ve kuruluşlarınca bir bölümü kamu konutuna tahsis edilen hizmet binalarındaki konutlar hakkında da bu Yönetmelik hükümleri uygulanır.’’ hükmü yer almaktadır.

Bununla birlikte; Yönetmeliğin Görev Tahsisli Konutların Tahsis Şekli başlıklı 8.maddesinde: ‘’Görev tahsisli konutlar, Yönetmeliğe ekli (2) sayılı cetvelde belirtilenlere, cetveldeki sıraya göre, yetkili konut dağıtım komisyonu tarafından tahsis edilir. Ancak (3) sayılı cetvelde gösterilen makam ve rütbe sahiplerine tahsiste ayrıca tahsis kararı alınmaz, atama kararı aynı zamanda tahsis kararını da kapsar. Merkezde görevli personele merkez konut dağıtım komisyonunca, görev tahsisli konut tahsisi yapılır.

Kamu kurum ve kuruluşlarında, ataması merkezden yapılan personele, merkezde kurulan yetkili konut dağıtım komisyonunca görev tahsisli konut tahsis edilebilir.

Türk Silahlı Kuvvetlerine ait görev tahsisli konutların tahsisi, konutun kullanımına verildiği askeri birlik, karargah ve kurumların komutanları, kurmay başkanları veya yetki verecekleri amirler tarafından yapılır.

Devlet güvenlik mahkemelerinin askeri yargıya mensup üyeleri ile Cumhuriyet savcı yardımcıları, sıraya tabi olmaksızın Türk Silahlı Kuvvetlerine ait konutlardan da yararlanabilirler.

Yeteri kadar görev tahsisli konutun olmaması halinde konut tahsisi talebinde bulunanlar (2) sayılı cetvelde belirtilen sıra esas alınarak Yönetmeliğin ekli (4) sayılı cetvelindeki esaslara göre, kendi aralarında puanlamaya tabi tutulur.

Görev tahsisli konutta oturmakta iken görev unvanı değişen personelin yeni görevi, Yönetmeliğe ekli (2) sayılı cetvelde gösterilmiş ise, kendisi için tekrar tahsis kararı alınmaz. Atanma kararı, son duruma göre konut tahsis kararı yerine geçer.

Boşalan görev tahsisli konutların, fiilen boşaltılması tarihinden itibaren en geç (30) gün içinde, Yönetmelik hükümlerine göre hak sahiplerine tahsisi gerekir. Ancak, önceden belli bir görev için ayrıldığı halde, bu göreve atama yapılmadığından boş bulunan görev tahsisli konutlar hakkında bu hüküm uygulanmaz.’’ hükmü,

Sıra Tahsisli Konutların Tahsis Şekli başlıklı 9.maddesinde: ‘’Sıra tahsisli konutlar, Yönetmeliğe ekli (4) sayılı puanlama cetveli esas alınarak konut dağıtım komisyonunca hak sahiplerine tahsis edilir. Hak sahiplerinin puanlarının eşit olması halinde, hizmet süresi fazla olana, hizmet süresi de eşit ise, yetkili ev dağıtım komisyonunca ad çekme yoluyla, konut tahsis edilir.

Türk Silahlı Kuvvetlerine ait sıra tahsisli konutların hak sahiplerine tahsisi, konutun kullanımına verildiği askeri birlik, karargah ve kurumların komutanları, kurmay başkanları veya yetki verecekleri amirler tarafından görev ve unvanlarına bakılmaksızın puan sırasına göre yapılır.

Konutların herhangi bir nedenle boşalması halinde fiilen boşaltıldığı tarihten itibaren en geç (30) gün içinde Yönetmelik hükümlerine göre hak sahiplerine tahsis edilmesi gerekir.

Türk Silahlı Kuvvetleri personeli hariç, bu maddenin birinci fıkrası uyarınca hak kazananlardan, bulunduğu ülke, merkez, bölge, il veya ilçe ayrımı yapılmaksızın daha önce Yönetmelikte belirtilen oturma süresince veya daha fazla süre konutta oturanlara, konut tahsis edilemez. Bu durumda olanlara tekrar konut tahsisi, mevcut talepler karşılandıktan sonra, kalan boş konut olursa Yönetmelik esaslarına göre yapılır.

Sıra tahsisli konutların hak sahiplerine tahsisi, merkezde kurulan yetkili konut dağıtım komisyonunca da yapılabilir.

Merkezde kurulan yetkili konut dağıtım komisyonunun tahsis edeceği görev ve sıra tahsisli konutlar kurum ve kuruluşların yetkili makamlarınca konutların türlerine göre tesbiti ile birlikte, hazırlanacak genelge ile taşra teşkilatına bildirilir.’’ hükmü,

Konut Tahsis Edilenler Tarafından Karşılanacak Giderler başlıklı 28.maddenin e bendinde: ‘’… Yönetmeliğin 29 uncu maddesine göre, tesbit edilen yakıt ihtiyacından fazla kullanılan yakıt giderleri konut tahsis edilenler tarafından karşılanır.’’ hükmü yer almaktadır.

Hal böyle iken, yukarıda zikredilen Kamu Konutları Yönetmeliği’nin 8.maddesinde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait görev tahsisli konutların ilgilisine ne şekilde tahsis edileceği, 9.maddesinde ise yine Türk Silahlı Kuvvetlerine ait sıra tahsisli konutların hak sahiplerine ne şekilde tahsis edileceği ifade edilmiş olmakla, bu yasal düzenlemeler yapılırken Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ayrı tutulmadığı, dolayısıyla mevzuatın asker veya sivil, kamu konutunda ikamet eden bütün kamu görevlilerini kapsadığı anlaşılmış bulunmaktadır.

Buradan hareketle; uyuşmazlığa konu olayda, asker kişinin askeri yeterlilik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri gibi askeri hizmete ilişkin hususlar önem arz etmemekte olup, böylece dava konusu uyuşmazlıkta askeri hizmete ilişkinlik şartının gerçekleşmediği anlaşılmakla, askeri hizmete ilişkinlik şartı oluşmadığından dava konusu uyuşmazlığın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde değil, genel idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmış bulunmaktadır.

Her ne kadar, askeri idari yargı ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları üzerine, davacı tarafından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karşılık; açıklanan gerekçelerle görevin genel idari yargı yerine ait olması nedeniyle; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin yetki alanının belirlenmesi üzerinde durulması gerekmiştir: 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun 1. maddesi hükmüne göre, Uyuşmazlık Mahkemesi davaların çözümünde adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında meydana gelen görev ve hüküm uyuşmazlıklarında görevli yargı yerini tayin etmekle yükümlü kılınmış olduğuna göre, aralarında görev uyuşmazlığı çıkan yargı yerlerinin dışında kalsa bile, Uyuşmazlık Mahkemesi bu durumda görevli yargı yerini belli etme yetkisine sahiptir. Çünkü Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacı, mahkemelerin görevini tayin eden yasa kurallarının, yargılama usulüne ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, davaya görevli olmayan mahkemelerce bakılmasını önlemektir.

Açıklanan nedenlerle, davanın çözümü genel idari yargıya ait olduğundan; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile Polatlı Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararları sonucu itibariyle yerinde olmaktadır.

Bu nedenle, davanın Genel İdare Yargıda görülmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde GENEL İDARİ YARGININ görevli olduğuna, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

32-ESAS NO : 2014/756

KARAR NO : 2014/809

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca, soruşturma konusu eylemin kabahat olduğu değerlendirilerek verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.K.

Vekili : Av. G.T.

Davalı : Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü Kaçakçılık

İstihbarat ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğü

O L A Y : M.E.isimli kişinin yetkilisi olduğu, İ. Otomotiv ve Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. unvanlı firma adına işleme konulan ve gümrük müşaviri olarak görev yapan davacı M.K.’in hazırlamış olduğu, Gümrük Kanunu’nun 60,61. maddeleri ile gümrük yönetmeliğinin 113. maddesi uyarınca içeriğinden sorumlu oldukları 31.3.2010 tarih ve IM 040308 sayılı serbest giriş beyannamesi ile ithali istenen ve “300 adet stor perde uzaktan kumandası” olarak beyan edilen eşyanın bulunduğu E.Ö. isimli şahsın sorumlu olduğu Ulusal Lojistik Anreposunda yapılan sayım ve tespitte, eşyanın, ithali dış ticaret müsteşarlığı izni gerektiren, üzerinde bir marka bulunmayan “47 adet stor perde tubiler motoru, 109 adet stor perde uzaktan kumandası ve 250 adet perde plastik aksamı” olduğu anlaşılmış, böylece M.E.ile davacı M.K.’in, “yurda ithali uygun görülmeyen eşyayı aldatıcı işlem ve davranışlar ile ithal etmek”, E.Ö.’ın da sorumlusu olduğu Ulusal Anrepo ve Lojistik Hizmetleri firmasına teslim edilen “eşyayı gümrük idaresinin izni olmadan değiştirmek” fiillerini gerçekleştirdiklerinden bahisle, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü Kaçakçılık İstihbarat ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğünce yapılan ihbar üzerine, Büyükçekmece Cumhu-riyet Başsavcılığı Kabahat Bürosu’nun,16.8.2011gün ve Kabahat Defteri No:2011/191, Karar No:2011/1712 sayılı kararı ile, davacı M.K.’in firma yetkilisi, M.E.isimli kişinin gümrük müşaviri olduğu belirtilerek, “ithali bazı şartlara ve belgelere tabi bulunan eşyayı aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal etmek” ile “antrepo yerlerinde serbest dolaşımda bulunmayan eşyayı gümrük idaresinin izni olmadan çıkarmak ve değiştirmek” eylemlerinin kabahat olduğu değerlendirilerek, E.Ö.’ın, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3.maddesinin sekizinci fıkrası, M.E.ve M.K.’in aynı Kanun’un 3.maddesinin on birinci fıkrası uyarınca 8.978,82TL idari para cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verilmiş, davacının itirazı üzerine, aynı savcılığın 14.9.2011 gün ve aynı sayılı kararı ile “düzeltme kararı” başlığı altında “ İ. Otomotiv ve Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. unvanlı firmanın yetkilisinin M.E.isimli kişi olduğu, davacı M.K.’in gümrük müşaviri olarak görev yapan kişi olduğu” şeklinde önceki kararda yapılan yanlışlık düzeltilerek yeniden karar verilmiştir.

Davacı vekili, 13.9.2011 tarihinde 16.8.2011 tarihli idari yaptırım kararı ile kendisine verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuş, daha sonra ek dilekçe ile 14.9.2011 tarihli düzeltme kararı başlığı altında verilen kararın da kendisi ile ilgili kısmının iptali isteminde bulunmuştur.

BÜYÜKÇEKMECE 3. SULH CEZA MAHKEMESİ;15.7.2013 gün ve D.İş:2011/1307 sayı ile; 5607 sayılı Kanunda yapılan değişiklik ile kaçakçılık fiiline ilişkin kabahatlerin 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile yeniden düzenlendiği ve bu Kanunda başvuru yolunun idare mahkemesi olarak gösterildiği gerekçesiyle başvurunun görev yönünden reddine karar vermiş, yapılan itiraz Büyükçekmece 9. Asliye Ceza Mahkemesince kesin olarak redde-dilmiştir.

Davacı vekili, bu kez, her iki tarihli idari yaptırım kararlarının kendisi ile ilgili kısım-larının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 10. Vergi Mahkemesi, davanın çözümünün idare mahkemesinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası nöbetçi idare mahkemesine gönderilmiştir.

İSTANBUL 7. İDARE MAHKEMESİ; 10.12.2013 gün ve E:2013/2334, K:2013/2005 sayı ile, savcılık tarafından verilen idari yaptırım kararının, 5326 sayılı Yasa’nın 23. maddesi uyarınca verildiği, bu karara karşı 5326 sayılı Kanunun 27. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği açıklanarak, açılan davanın görüm ve çözüm görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinin on birinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

5607 sayılı Kanun’un “Suçlar ve Kabahatler” başlığı altında düzenlenen 3. maddesinin on birinci fıkrasında, “İthali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olan eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal eden kişiye, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir”, “Yetkili merciler” başlığı altında düzenlenen 17. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanun hükümlerine göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı, 14 üncü madde hükümlerine göre mülkiyetin kamuya geçirilmesine ise Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza mahkemesi yetkilidir. Bu kararlara karşı, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerine göre kanun yoluna başvurulabilir” denilmekte iken; Kanunun 3. maddesinin başlığı “Kaçakçılık suçları”, maddenin on birinci fıkrası ise, “Akredite laboratuvar analiz sonucuna göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından belirlenen seviyede ulusal marker içermeyen, yasal yollarla Türkiye’de serbest dolaşıma girdiği belgelendirilemeyen veya menşei belli olmayan akaryakıtı; üreten, satışa arz eden, satan, bulunduran, bu özelliğini bilerek ticarî amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır” şeklinde 28.3.2013 gün ve 6455 sayılı Kanunun 54. maddesi ile yeniden düzenlenmiş, aynı Kanunun 66. maddesiyle 17. maddesinin birinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, aynı Kanunun 64. maddesi ile düzenlenen geçici 8. maddesinin ikinci fıkrasında ise, “Bu Kanunun yayımı tarihinden önce işlenen bu Kanuna muhalefet kabahatlerinde, lehe hükümlerin uygulanması usulü 5252 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükmüne göre yapılır” hükmü yer almıştır.

4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 235.maddesinde, “ Teminat alınmış olsa bile, gümrük işlemlerine başlanmadan veya bu işlemler bitirilip gümrük idaresinin izni alınmadan antrepolardan veya gümrük idaresince eşya konulmasına izin verilen yerlerden kısmen veya tamamen eşya çıkarılması halinde,çıkarılan eşyanın ithalat veya ihracat vergilerinin yanı sıra,bu vergilerin üç katı para cezası alınır ” denilmekte iken, madde;

1. Serbest dolaşıma giriş rejimine tabi tutulan eşyaya ilişkin olarak, yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya teslimden sonra kontrol sonucunda;

a) Eşyanın genel düzenleyici idari işlemlerle ithalinin yasaklanmış olduğunun tespiti halinde, eşyanın gümrük vergilerinin alınmasının yanı sıra, gümrüklenmiş değerinin dört katı idari para cezası verilir.

b) (a) bendindeki eşyanın değersiz, artık veya atık madde olması durumunda, idari para cezası; dökme halinde gelen eşya için ton başına otuz bin Türk Lirası, ambalajlı gelmesi halinde kap başına altı yüz Türk Lirası olarak hesaplanır ve eşya yurtdışı edilir.

c) Eşyanın ithali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlilik belgesine tabi değilmiş veya belge alınmış gibi beyan edildiğinin tespit edilmesi halinde, eşyanın gümrük vergilerinin yanı sıra, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir.

d) (c) bendindeki eşyanın değersiz, artık veya atık madde olması durumunda, idari para cezası; dökme halinde gelen eşya için ton başına sekiz bin Türk Lirası, ambalajlı gelmesi halinde kap başına iki yüz Türk Lirası olarak hesaplanır ve eşya yurtdışı edilir.

2. İhracat rejimine tabi tutulan eşyaya ilişkin olarak, yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya kontrol sonucunda;

a) Eşyanın genel düzenleyici idari işlemlerle ihracının yasaklanmış olduğunun tespiti halinde, eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir.

b) Eşyanın ihracı, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlilik belgesine tabi değilmiş veya belge alınmış gibi beyan edildiğinin tespit edilmesi halinde, eşyanın gümrüklenmiş değeri kadar idari para cezası verilir.

3. Yolcuların, gümrük mevzuatına göre kişisel ve hediyelik eşya kapsamı dışında olup beyanlarına aykırı olarak üzerlerinde, eşyası arasında veya taşıma araçlarında çıkan ya da başkasına ait olduğu halde kendi eşyasıymış gibi gösterdikleri eşyanın gümrük vergileri iki kat olarak alınır ve eşya sahibine teslim edilir. Gümrük vergileri ödenmediği takdirde, eşya gümrüğe terk edilmiş sayılır.

4. Birinci fıkranın (a) ve (c) bentlerinde belirtilen eşyaya el konularak mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve eşya 177 ila 180 inci madde hükümlerine göre tasfiyeye tabi tutulur.

5. Türkiye Gümrük Bölgesine getirilen ve transit rejim beyanında bulunulan serbest dolaşımda olmayan eşyanın, beyan edilenden belirgin bir şekilde farklı cinste eşya olduğunun tespiti halinde, farklı çıkan eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı idari para cezası verilir ” şeklinde 28/3/2013 gün ve 6455 sayılı Kanun’un 12 maddesi ile yeniden düzenlenmek suretiyle, 5607 sayılı Kanun’da kaçakçılık fiillerine ilişkin kabahatlerle ilgili düzenlemeler tamamen ortadan kaldırılmış,4458 sayılı Kanun ile kaçakçılık fiillerine ilişkin kabahatler yeniden düzenlenmiştir. Bu Kanun’un “ İtirazlar ” başlığı altında düzenlenen 242.maddesinde ise, “1. Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.

2. İdareye intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir.

3. İtiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış makama verilmesi halinde, itiraz süresinde yapılmış sayılır ve idarece yetkili makama ulaştırılır.

4. İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir ” hükmü yer almıştır.

30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi ” başlığını taşıyan 23. maddesinde, “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.

(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.

(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir” denilmiş;

5252 sayılı “Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun”un, “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul ” başlığı altında düzenlenen 9. maddesinde ise,

“ ….. (3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir ” hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü Kaçakçılık ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğü’nce, 5607 sayılı Kaçak-çılıkla Mücadele Kanunu uyarınca yapılan soruşturma sırasında, M.E.isimli kişinin yetkilisi olduğu, İ. Otomotiv ve Taşımacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. unvanlı firma adına işleme konulan ve gümrük müşaviri olarak görev yapan davacı Muammer Koçyiğit’in hazırlamış olduğu, 31.3.2010 tarih ve IM 040308 sayılı serbest giriş beyannamesi ile ithali istenen eşyanın “300 adet stor perde uzaktan kumandası” olarak beyan edilmesine rağmen yapılan tespitte ithali dış ticaret müsteşarlığı izni gerektiren “47 adet stor perde tubiler motoru, 109 adet stor perde uzaktan kumandası ve 250 adet perde plastik aksamı” olduğunun anlaşıldığından bahisle yapılan ihbar üzerine, “İthali, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olan eşyayı, aldatıcı işlem ve davranışlarla ithal etmek” ile “antrepo yerlerinde serbest dolaşımda bulunmayan eşyayı gümrük idaresinin izni olmadan çıkarmak ve değiştirmek” eylemlerinin kabahat olduğu değerlendirilerek, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahat Bürosu’nca, 16.8.2011 gün ve Kabahat Defteri No:2011/191, Karar No:2011/1712 sayılı karar ile, firma yetkilisi, antrepo sorumlusu ve davacı adına 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3.maddesinin sekizinci ve on birinci fıkraları uyarınca ayrı ayrı 8.978,82 TL idari para cezası verilmiş, aynı savcılığın 14.9.2011 gün ve aynı sayılı kararı ile olay bölümünde ne şekilde yapıldığı anlatılan yanlışlık nedeniyle ayrıca düzeltme kararı verildiği de anlaşılmıştır.

30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır”; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise “idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir” düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygula-nacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 5607 sayılı Kanunun olay tarihinde yürürlükte bulunan ilgili maddesi uyarınca, yapılan soruşturma sırasında soruşturma konusunun kabahat olduğu değerlendirilerek, 5326 sayılı Kanun gereğince, Cumhuriyet Savcısı tarafından davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümlerinin dikkate alınacağı, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca ve aynı maddenin altıncı fıkrasında, soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idari yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idari yaptırım kararına karşı başvurunun da bu itiraz merciinde inceleneceği açıkça belirtildiğinden, 5607 sayılı Kanun’un 28.3.2013 gün ve 6455 sayılı Kanunun 64. maddesi ile düzenlenen geçici 8. maddesinin ikinci fıkrasında da, bu Kanunun yayımı tarihinden önce işlenen bu Kanuna muhalefet kabahatlerinde, lehe hükümlerin uygulanması usulünün 5252 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre yapılacağı düzenlendiğinden, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 15.7.2013 gün ve D.İş:2011/1307 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

33-ESAS NO : 2014/761

KARAR NO : 2014/813

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Ankara Etimesgut İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde Jandarma Başçavuş olarak görev yapmakta iken Önleyici Kolluk Devriyesi olarak devriye kolluk görevini yürüttüğü sırada ekip içerisindeki bir er tarafından ateş açılması sonucu yaralanan davacının maddi ve manevi zararının davalı idareden tazmini istemiyle açılan davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : J. Bçvş. D.B.

Vekilleri : Av. C.K. & Av. Dr. K.G.

Davalı : Jandarma Genel Komutanlığı

Vekili : Av. E.A.

O L A Y : Davacı vekili 19.12.2012 tarihli dilekçesi ile özetle; davacının, Etimesgut İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde görevliyken 21.07.2011 tarihinde 18:00 ila 24:00 saatleri arasında araçtan hırsızlık olaylarını önlemek amacıyla Önleyici Kolluk Devriyesi olarak görevlendirildiğini, olay günü davacıyla beraber 706487 plakalı araçla J.Ulş.Er A.A., J.Er F.Ş. ve J.Er R.B.’ün de asayiş görevine çıktıklarını, önleyici kolluk devriyesi sırasında araçta bulunan J. Er R.B.’ün, J. Er F.Ş.’ye zimmetli 47500 seri numaralı MP-5 Makineli Tabancayı alarak devriye ve araç komutanı olan davacı ve J.Ulş.Er A.A.’ı yaraladığını, akabinde davacıya ait tabancayı da alarak firar ettiğini, davacının olaydan hemen sonra ağır yaralı olarak Sağlık Bakanlığı Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırıldığını ve ameliyata alındığını, bu süreçte davacıya Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve GATA’da çeşitli tedavilerin uygulandığını, GATA’nın 30.07.2012 tarihli Sağlık Raporu ile davacı hakkında; “16/A/2, 51/A/1, 69/B/1, 45/B/10, 45/B/14, 58/B/1, 11/B/1 sınıfının kıta komutanlığı olmayan uygun kadro görev yerlerinde görevlendirilmesi uygundur” kararının verildiğini, raporun 18.09.2012 tarihinde onaylandığını ve davacıya 04.12.2012 tarihinde tebliğ edildiğini, davacının ayrıca GATA hastanesinden 10.08.2012 tarihli ve 7085 numaralı Özürlü Sağlık Kurulu Raporu aldığını, bu rapora göre özür oranının %68 olduğunu, Maliye Bakanlığı tarafından incelenen bu rapor sonrasında Merkez Sağlık Kurulunca davacının çalışma gücünün %73’ünü kaybettiğine karar verildiğini, önleyici kolluk görevi (devriyesi) sırasında meydana gelen silahla yaralama sonucunda davacının birçok organında fonksiyon kaybının olduğunu, davacıya Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunca 13.601,91 TL nakdi tazminat ödendiğini fakat bu rakamın davacının maddi ve manevi kayıplarını karşılayacak miktarda olmadığını, davacının olayda herhangi bir kusurunun da bulunmadığını belirterek, görev sırasında oluşan vücut fonksiyon kaybı nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların karşılanması amacıyla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 650.000 TL maddi ve 150.000 TL de manevi tazminat bedellerinin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle askeri idari yargı yerinde dava açmıştır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi: 15.05.2013 gün, E:2013/630, K:2013/600 sayı ile özetle, “...zararın bir askeri hizmetin ifası sırasında meydana gelmediği,dolayısıyla da dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunma şartının gerçekleşmediği anlaşılmakla, iş bu davanın çözümünün Mahkememizin görevi dışında kaldığı ve davanın görüm ve çözüm yerinin Genel İdari Yargı olduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, aynı istemle bu kez genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 2.İdare Mahkemesi: 13.12.2013 gün, E:2013/951, K:2013/1904 sayı ile özetle; “...davacının asker kişi olduğu dönemde, askeri görev sırasında başka bir asker tarafından yaralandığı ve bu olay nedeniyle maddi manevi tazminat ödenmesini talep ettiği, davalı idarenin başvurunun reddine ilişkin işleminin,askeri hizmetinin özellikleri ve kuralları göz önünde bulundurularak tesis edildiği, dolayısıyla asker kişiye ve askeri hizmete ilişkin bulunan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; askeri idari yargı ve genel idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının, askeri yargı dosyası da temin edilerek, son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşılmakla, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ ile AYİM Savcısı Halit ÜNKAZAN’ın davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, olay tarihinde Ankara Etimesgut İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde Jandarma Başçavuş olarak görev yapmakta iken Önleyici Kolluk Devriyesi olarak devriye kolluk görevini yürüttüğü sırada ekip içerisindeki bir er tarafından ateş açılması sonucu yaralanan davacının maddi ve manevi zararının davalı idareden tazmini istemiyle açılmıştır.

Dosyada mevcut Jandarma Genel Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 28.12.2012 tarih ve E:2012/251, K:2012/475 sayılı gerekçeli kararındaki anlatıma göre; sanık jandarma eri Ramazan BÜLBÜL’ün Etimesgut İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde vatani görevini ifa ettiği sırada, olay tarihi olan 21.07.2011 günü davacı J.Astsb.Bşçvş. D.B.’ın yanına giderek, psikolojik açıdan kendini iyi hissetmediğini, bölükte kaldığında bunaldığını, devriyeye çıkarsa kendisini iyi hissedeceğini söylediği, bunun üzerine davacının kendi inisiyatifi ile sanığı o günkü devriye görevine dahil ettiği, sanığın önce 11:00-17:00 devriyesine, akabinde de davacı ile birlikte 18:00-24:00 devriyesine çıktığı, saat 21:00 sıralarında bir uyuşturucu ihbarı üzerine bu devriye ekibinin olay mahalline intikal ettiği, davacı ve araçta bulunan iki erin araçtan inmesini takiben sanığın araç içindeki bir başka ere ait MP 5 marka silaha dolu şarjör taktığı ve atışa hazır hale getirdiği, olay mahallinde gerekli incelemeyi yapan davacı ve iki erin araca gelmelerinden bir müddet sonra, davacının önce aracı hareket ettirdiği, ancak bilahare aracı durdurarak olay yeri krokisini çizmeye başladığı, bu esnada sanığın aracın arka koltuğunda otururken davacının sırtına bu silahla ateş açtığı, vurulan davacının can havliyle bağırarak kendini araçtan dışarı attığı, araçtaki diğer iki erin sanığı durdurmaya çalıştıkları, boğuşma esnasında sanığın bu erlerden birini de vurduğu, akabinde askeri aracı da ele geçirerek firar ettiği ve Aksaray iline gittiği, akabinde de ertesi gün güvenlik kuvvetlerince yakalandığı, sanığın mahkemede yapılan sorgusunda, içinde bulunduğu ruhsal durumun etkisiyle bu olayın meydana geldiğini, uzun süredir uyuşturucu kullandığını, kendisi ile davacı astsubay arasında ne olay öncesinde ne de olay esnasında herhangi bir husumetin bulunmadığını, düşüncesinin ya kendisini vurmak ya da davacıyı vurmak ve memleketine gitmek olduğunu beyan ettiği, yapılan yargılama sonunda sanığın davacı astsubaya karşı ifa ettiği fiilin “vücutta tahribatı mucip şekilde üste fiilen taarruz” suçuna sebebiyet verdiği kabul edilerek, eylemine uyan Askeri Ceza Kanununun 91/4 üncü maddesi uyarınca neticeten 15 yıl 5 ay hapis cezasıyla tecziyesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 157. maddesinde,Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu eylemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Olayda, eylemden dolayı zarar görenin asker kişi olduğunda tartışma yok ise de, tazminatın konusunu oluşturan zararın jandarmanın mülki görevi esnasında olması nedeniyle, yürütülen hizmetin niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.

2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun, 3. maddesinde, jandarma “silahlı askeri bir güvenlik ve kolluk kuvveti” olarak tanımlanmış, 7. maddesinde, görevleri: a)Mülki, b)Adli, c)Askeri ve d)Diğer görevler başlıkları altında tasnif edilmiş; “Askeri görevleri”, askeri kanun ve nizamların gereği görevlerle Genel Kurmay Başkanlığınca verilen görevleri yapmak olarak belirtilmiş; “Mülki görevleri” ise, emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak, kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak olarak sayılmıştır.

Dava konusu eylemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince:

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

Bir idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşuluna üç değişik anlam vermek mümkündür: Bunlar, “davacının asker kişi olması”, “idari eylemin asker kişilerce tesis edilmiş olması” ve “idari eylemin bir asker kişiye yönelmiş bulunması”dır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının yaralanması sonucunu doğuran olayın Jandarmanın mülki görevinin ifası sırasında cereyan ettiği anlaşılmaktaysa da; mülki görev devriyesi komutanı olan davacının, bu devriye görevlileri arasında bulunan bir jandarma erinin silahla ateş açması sonucu vurularak yaralanması şeklinde tecelli eden idari eylemin, mülki görevin sebep ve tesiriyle meydana geldiğini kabul etmeye imkan yoktur. Yukarıda özetlenen olayda idari eylemin bir asker kişiye yöneldiği sabit olduğu gibi, eylemin “ast” konumundaki idare ajanının (sanık jandarma erinin) “amir” konumundaki davacı astsubaya karşı Askeri Ceza Kanununun 91 inci maddesi kapsamındaki “silahlı üste fiilen taarruz” suçuna sebebiyet verdiği de maddi bir vakıadır. Diğer bir deyişle, ortada ast konumundaki bir erin üst ve amiri konumundaki bir astsubaya karşı işlediği askeri bir suç teşkil eden bir eylemi mevcut bulunmaktadır. Bu eylemde ifa edilen mülki görevle uygun bir illiyet bağı kurulamadığından, eylemin mülki görev nedeniyle meydana geldiğini söyleme imkanı yoktur ve mevcut uygun illiyet bağı karşısında eylemin askeri hizmete ilişkinlik unsuru barındırdığının kabulü gerekmektedir.

Belirtilen durumlara göre ve olayda Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerinde öngörülen, idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden, davanın görüm ve çözümü Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevine girmektedir.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü askeri idari yargı yerinin görevine girdiğinden Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesi Başkanlığınca verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Dairesinin 15.05.2013 gün, E:2013/630, K:2013/600 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

34-ESAS NO : 2014/766

KARAR NO : 2014/818

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : N.Y.

Vekili : Av. N.P.

İdari Yargıda

Davalı : Türk Telekom A.Ş.

Vekili : Av. M.D.

Adli Yargıda

1- Türk Telekom A.Ş.

İhbar olunan : 2- Maliye Bakanlığı

Vekili : Av. K.İ.T.

O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasanın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı başka kamu kurum ve kuruluşlarına atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı, 5.10.2010 tarihinde kamu kurumu emrine atanmıştır.

Davacı vekili maaş nakil ilmühaberinin iptali ve düzeltilmesi ile eksik ödemelerin fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.262,00 TL alacağın geriye dönük olarak yürütülecek yasal faiziyle birlikte iadesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA İDARE MAHKEMESİ: 2.3.2011 gün ve E:2011/370, K:2011/613 sayı ile, Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin özelleştirme kapsamında iken %55 oranındaki hissesinin blok olarak satışı suretiyle özelleştirilmesi için 01.07.2005 tarihinde yapılan ihale sonucunda 2005/9146 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda şirketin %55 oranındaki hissesi satılarak 14.11.2005 tarihinde Oger firmasına devredildiği, şirketin kamusal niteliğinin ortadan kalktığı buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığından, davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA 1. İŞ MAHKEMESİ: 06.12.2013 gün ve E:2011/682, K:2013/804 sayı ile, Uyuşmazlığın 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek II. cetvelinde yer alan ve özelleştirme sonucu hissesi devredilen davalı kurumda TİP 2 sözleşmesi ile nakle tabi olarak çalışan davacının davalının özelleştirmeden önce tabi olduğu ve özelleştirme ile bazı hükümleri değişen 406 sayılı Kanunun Ek.29.Maddesi kapsamındaki düzenleme ve sözleşmedeki hüküm nedeni ile 375 sayılı KHK.’un Ek 3 maddesi ve 399 sayılı KHK.’un Ek II.cetvelinde yer alan kurumlarda çalışan sözleşmeli personele yapılan artışlardan yararlanıp yararlanmayacağı, nakledilirken bu artışların yer aldığı ücreti gösteren nakil maaş ilmühaberinin buna göre düzenlenmesi gerekip gerekmediği noktasında toplandığı, görülen davada HMK’nun 114/1-b maddesi gereğince yargı yolunun caiz olmadığı ve davaya idare mahkemelerince bakılması gerektiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili adli ve idari yargı yerlerince verilmiş olan görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğu öne sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde öngörülen biçimde davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerinin tamamının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş. 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptal istemi tarihinde davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle Malatya 1. İş Mahkemesinin davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, Malatya 1. İş Mahkemesinin davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. yönünden verilen 06.12.2013 gün ve E:2011/682, K:2013/804 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

35-ESAS NO : 2014/767

KARAR NO : 2014/819

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : B.D.

Vekili : Av. N.P.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.D. (Adli Yargıda)

İhbar Olunan : Maliye Bakanlığı

Vekili : Av. K.İ.T.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı kurumun Malatya İl Müdürlüğünde teknik uzman olarak çalışmakta iken, kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi Hakkında Kanunu’nun 22.maddesi ve (5809 sayılı Kanunla mülga) 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 29. maddesi hükümlerine dayanılarak adının Devlet Personel Başkanlığına bildirildiğini ve 01.04.2010 tarihinde davalı kurumla ilişiği kesilerek Malatya Milli Eğitim Müdürlüğü’nde görevlendirildiğini, davalı kurum tarafından Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim yapılırken düzenlenen Aylık Bildirim Formunda yanlışlık yapıldığını, aylıklara yansıtılması gereken ek ödeme tutarlarına yer verilmediğini belirterek; söz konusu maaş nakil bildiriminin iptali ile, davacıya ödenmesi gereken ek tazminat alacağının faizi ile birlikte tahsili ile, davalının yanlış işlem ve eylemi sonucu davacının bu güne kadar almaktan mahrum kaldığı ek tazminat alacağı toplamı olan 10.448,00 TL’nin yasal faiziyle birlikte tazmin ve tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA İDARE MAHKEMESİ: 17.03.2011 gün ve E:2011/794 K:2011/707 sayılı kararında, “… 2576 sayılı Kanun'un "İdare Mahkemelerinin Görevleri" başlığını taşıyan 5. maddesi ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde idari yargının görev alanı idari işlem ve eylemler ile genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklardan doğan davalara bakmakla sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır.

2577 sayılı Yasa'nın 14. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden ilk incelemeye tabi tutulacağı, 15. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde ise; adli ve idari yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükmü amirdir.

Öte yandan; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hâzineye ait bulunan hisselerden % 55'i Bakanlar Kurulu'nun 25/07/2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14/11/2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000. USD bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satılmıştır.

Bu durumda davalı idarenin özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğunda da söz etmek mümkün olmadığından iş bu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli mahkemeler adli yargı mahkemeleri olduğundan davanın görev yönünden reddi gerekmektedir...” şeklindeki gerekçe ile davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yününden reddine karar vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

MALATYA 1. İŞ MAHKEMESİ: 06.12.2013 gün ve E:2011/708 K:2013/802 sayılı kararında; “… görevin kamu düzenine ilişkin olduğu ve yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, kapsam dışı nakle tabi personel ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu, davanın HMK’nun 114/1-b maddesi uyarınca “yargı yolunun caiz olmaması” nedeniyle aynı yasanın 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle yargı yolu yönünden davanın reddine karar vermiştir. Görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekilinin talebi üzerine dosya mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı kurumda görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlenmesi nedeniyle oluşan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece,Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca,Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekom’da ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır.Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekom’da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde teknik uzman olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi nedeniyle yeni görevine başlayan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlenmesi nedeniyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Malatya 1. İş Mahkemesinin 06.12.2013 gün ve E:2011/708 K:2013/802 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Malatya 1. İş Mahkemesinin 06.12.2013 gün ve E:2011/708 K:2013/802 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

36-ESAS NO : 2014/768

KARAR NO : 2014/820

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : O.T.

Vekili : Av. N.P.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.D. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının, davalı kurumun Malatya İl Müdürlüğünde mühendis olarak çalışmakta iken, kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi Hakkında Kanunu’nun 22.maddesi ve (5809 sayılı Kanunla mülga) 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 29. maddesi hükümlerine dayanılarak adının Devlet Personel Başkanlığına bildirildiğini ve 24.09.2010 tarihinde davalı kurumla ilişiği kesilerek Malatya İl Sağlık Müdürlüğü’nde görevlendirildiğini, davalı kurum tarafından Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim yapılırken düzenlenen Aylık Bildirim Formunda yanlışlık yapıldığını, aylıklara yansıtılması gereken ek ödeme tutarlarına yer verilmediğini belirterek, söz konusu maaş nakil bildiriminin iptali ile, davacıya ödenmesi gereken ek tazminat alacağının faizi ile birlikte tahsili ile, davalının yanlış işlem ve eylemi sonucu davacının bu güne kadar almaktan mahrum kaldığı ek tazminat alacağı toplamı olan 11.663 TL’nin yasal faiziyle birlikte tazmin ve tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya İdare Mahkemesi: 09.02.2011 gün, E:2011/482, K:2011/493 sayılı kararında özetle davanın, adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya 1. İş Mahkemesi; 06.12.2013 gün, E:2011/696, K:2013/805 sayılı kararında özetle davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14.maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece,Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır.Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup;kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Malatya 1.İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Malatya 1.İş Mahkemesinin 06.12.2013 gün, E:2011/696, K:2013/805 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

37-ESAS NO : 2014/769

KARAR NO : 2014/821

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin zararının idarece giderilmesi istemiyle açtığı rücuen tazminat davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A. Sigorta A.Ş.

Vekili : Av. F.P.

Davalı : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.B. (Adli Yargıda)

Av. A.K. (İdari Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı şirkete 0001-0210-03992030 nolu Tüm Oto Kasko Sigorta Poliçesi ile sigortalı olan P.Otomotiv ve Ticaret A.Ş.’ye ait F.S.’in sevk ve idaresindeki 34… plakalı aracın 14.02.2012 tarihinde, İstanbul Avcılar D-100 karayolu istikametinde seyir halinde iken yolun sol kısmındaki çukura girmesi nedeni ile tek taraflı maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini; kazanın yolun gerekli bakım ve onarımından sorumlu olan davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığını; davacı şirkete vaki hasar ihbarına müteakip yapılan inceleme neticesinde düzenlenen 19.04.2012 tarihli ekspertiz raporuna istinaden sigortalıya 1.392,16 TL hasar tazminatının 30.04.2012 tarihinde ödendiğini; 1.392,16 TL’lik rücu alacağı için davalı idareye başvuruda bulunduğunu, davalı idare tarafından bu talebinin 04.06.2012 reddedildiğini belirterek; 1.392,16 TL’nin ödeme günü olan 30.04.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı idareden tahsili istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

İSTANBUL 7. İDARE MAHKEMESİ: 25.09.2012 gün ve E:2012/1169 K:2012/1352 sayılı kararında “… 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19.01.2011 tarihinde yürürlüğü giren 6099 sayılı Kanunu’nun 14. maddesi ile değişik 110. maddesinde, bu Kanundan doğan sorumluluk davalarının, (işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil) adli yargıda görüleceği hükmü getirilmiştir.

Anılan mevzuat hükmü uyarınca 2918 sayılı Kanundan doğan sorumluluk davalarının, hizmet kusuru veya kişisel kusur ayrımı yapılmaksızın, adli yargı mercilerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinde; bakılmakta olan davanın davalı idarenin yol bakım görevini yerine getirmemesine bağlı hizmet kusuru nedeniyle oluşan zararın tazmini istemiyle açıldığı görülmekte olup, 2918 sayılı Kanun ile davalı idareye getirilen sorumluluğun yerine getirilmediği iddiasından kaynaklanan davanın yukarıda yer verilen mevzuat hükmü uyarınca adli yargı mercilerinde çözümlenmesi…” gerekçesi ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Verilen karara davalı vekilince itiraz edilmesi üzerine; İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 06.02.2013 gün ve E:2013/187 K:2013/1839 sayılı ilamı ile itirazın reddi ile görevsizlik kararının onanmasına karar vermiş ve onama kararına karşı yapılan karar düzeltme talebinin de aynı mahkemece 04.09.2013 gün ve E:2013/11201 K:2013/11057 sayılı kararı ile reddedilmesi ile görevsizlik kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargıda dava açmıştır.

İSTANBUL 25. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 16.04.2014 gün ve E:2013/511 K:2014/191 sayılı kararında ; “… Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 06.05.2013 gün E:2013/2277 K:2013/6380 sayılı kararı ve yine aynı dairenin 18/04/2013 gün E:2013/2089 K:2013/5786 sayılı ilamlarında olduğu gibi 2577 sayılı idari yargılama usulü yasasının 2/b maddesine göre idari yargıda tam yargı davası olarak açılması gerekir. 2918 sayılı yasanın 110. maddesi kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı bu nedenle adli yargının görevli olmadığı…” gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, dava konusu miktar dikkate alınarak kesin olarak karar vermiştir.

Davacı vekilinin talebi üzerine dosya mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece, ekinde idari yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyaların incelenmesinden; şirkete sigortalı vasıtanın 14.02.2012 tarihinde İstanbul Avcılar D-100 karayolu istikametinde seyir halinde iken, tek taraflı maddi hasarlı trafik kazası gerçekleştiği, meydana gelen hasarın davacı sigorta şirketince sigortalıya ödendiği, trafik kazası tespit tutanağına göre yolun bakımından sorumlu olan davalı idarenin kusurlu olduğu ileri sürülerek 1.392,16TL rücuen tazminatın ödeme tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısiyle 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.04.2014 gün ve E:2013/511 K:2014/191 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İstanbul 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.04.2014 gün ve E:2013/511 K:2014/191 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı KTK'nm lO.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş,

3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapma, yaptırma, bakım ve onanmmı sağlama..."Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zarann ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallanna ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlan dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçlann işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararjannı, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun.Sh.440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta idari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nm 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

38-ESAS NO : 2014/772

KARAR NO : 2014/824

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.J.Sigorta A.Ş.

Vekilleri : Av. A.T.A. & Av. B.I.

Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. Z.Ö. (İdari Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 26.08.2012 tarihinde davacı şirket tarafından sigortalanan 34…… plakalı araç ile 75…... plakalı aracın Ardahan İlini Göle İlçesine bağlayan karayolunda çarpışması sonucu ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kaza raporunda hem 34...... plaka sayılı araç sürücüsünün, hem de yol çalışması yapan ve gerekli önlem ve tedbirleri almayan yol yapım şirketinin müterafik kusurunun bulunduğunu, kasko sigortalı araç üzerinde eksper vasıtasıyla yapılan inceleme sonucu hasar bedeli olarak neticeten 25.411,00 TL ödeme yapıldığını belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup 12.700,00 TL'nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi; 03.06.2013 gün ve E:2013/288, K:2013/299 sayı ile özetle davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Erzurum 1. İdare Mahkemesi; 06.08.2013 gün ve E:2013/923, K:2013/835 sayı ile özetle davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan itiraz başvurusu üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 08.01.2014 gün ve E:2013/747, K:2014/9 sayılı kararı ile ileri sürülen iddiaların sözü edilen kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden bahisle itirazın reddine ve hükmün onanmasına karar vermiştir.

Bu aşamadan sonra davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 27.03.2014 gün ve E:2014/284, K:2014/261 sayılı ilamı ile karar düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacı şirket tarafından sigortalı olan 34 EJ 5319 plakalı araç ile 75 AH 424 plakalı aracın Ardahan İlini Göle İlçesine bağlayan karayolunda çarpışması sonucu ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, kaza raporunda hem 34 EJ 5319 plaka sayılı araç sürücüsünün, hem de yol çalışması yapan ve gerekli önlem ve tedbirleri almayan yol yapım şirketinin müterafik kusurunun bulunduğunu, kasko sigortalı araç üzerinde eksper vasıtasıyla yapılan inceleme sonucu hasar bedeli olarak neticeten 25.411,00 TL ödeme yapıldığını belirterek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup 12.700,00 TL'nin faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.06.2013 gün ve E:2013/288, K:2013/299 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" İdarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarım sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımım yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nm 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçlann işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmekte

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarım, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur.(Türk Anayasa Hukuku Prof.Dr.Ergun Özbudun.Sh.440 vd)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

39-ESAS NO : 2014/775

KARAR NO : 2014/825

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.Ö.

Vekili : Av. A.Y.

Davalı : Karayolları Antalya 13. Bölge Müdürlüğü Nezdinde Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekilleri : Av. G.H. & Av. A.A.M. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 07….. plaka sayılı aracın 24.10.2012 tarihinde davacının sevk ve idaresinde, Antalya İli, Merkez, Çubuk Beli Geçidinde seyretmekte iken, aracının bir sebep yokken kaymaya başladığını, sağa sola savrulduğunu ve sonrasında da refüjlere çarpması sebebiyle maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada idarenin bakım ve onarımda gerekli tedbir ve önlemi almayarak hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek, idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak uğranıldığı ileri sürülen hasar nedeniyle 19.350 TL ve araçtaki değer kaybından dolayı da 3.650,00 TL olmak üzere toplam 23.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Antalya 1. İdare Mahkemesi: 30.05.2013 gün ve E:2013/669, 2013/822 sayılı kararı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi: 03.04.2014 gün ve E:2013/414, K:2014/107 sayılı kararı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Yasa’dan kaynaklanan sorumluluk davasında idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, adli yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, idari yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının sevk ve idaresinde bulunan 07…… plakalı aracın yolda kayarak refüjlere çarpması sonucu meydana geldiği iddia olunan trafik kazasında, araçta meydana gelen hasar nedeniyle 19.350 TL ve araçtaki değer kaybından dolayı da 3.650,00 TL olmak üzere toplam 23.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.04.2014 gün ve E:2013/414, K:2014/107 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" İdarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarım sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımım yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nm 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçlann işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmekte

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarım, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza , Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

40-ESAS NO : 2014/777

KARAR NO : 2014/827

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Adli Yargıda

Davacı : F.Ş.’ü temsilen Memursen Konfederasyonu Belediye ve Özel İdare Çalışanları Birliği

Sendikası Bem Birsen

Vekili : Av. G.G.

İdari Yargıda

Davacı : F.Ş.

Vekili : Av. G.B.

Davalı :Tatvan Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.Ö.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Tatvan Belediye Başkanlığı’nda çalıştıktan sonra emekli olduğunu, memuriyeti sırasında ödenmeyen tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesi istemiyle Tatvan İcra Müdürlüğü’nün 2010/671 Esas sayılı dosyası nedeniyle icra takibi yapıldığını, bu takibe davalı tarafından itiraz edilmesi üzerine iş bu itirazın iptali davasını açma gereğinin doğduğunu belirterek, davalının Tatvan İcra Müdürlüğünün E:2010/671 Esas sayılı asıl alacak, gecikme bedeli, işlemiş faiz, vekalet ücreti, icra masrafı olmak üzere toplam 8.980,90 TL alacağa dayalı takibe vaki haksız ve kötü niyetli bütün itirazlarının iptali ile, takibin devamı %40 dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatı istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi: 06.09.2011 gün ve E:2010/492, K:2011/697 sayı ile özetle; Dava konusu olayda, meydana geldiği ileri sürülen zararın ödetilmesi isteminin bir idari işlem ile reddedildiği anlaşıldığından ve 2577 sayılı İYUK md 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarara uğrayanlar tarafından, ilgili idareye karşı açılan tam yargı davalarının idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez davalı idarenin, Tatvan İcra Müdürlüğünün 2010/671 Esas sayılı dosyası ile tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı yapmış olduğu 14.10.2010 tarihli itiraz (ret) işleminin iptaline,tasarruf kesintisi ve nemalarının müvekkilin davalıya ilk yazılı başvuru tarihi olan 17.7.2006 tarihinden itibaren aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte, ödeme tarihindeki nema oranı üzerinden hesap edilerek davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Van 2.İdare Mahkemesi: 21.03.2013 gün ve E:2013/144, K:2013/254 sayı ile özetle; ‘’...2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna, yazı ile veya sözlü olarak ya da elektronik ortamda yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre takip talebi üzerine icra müdürünce düzenlenen ödeme emrinin, değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır. İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasa’da iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, İkincisi ise 68., ek 68/a ve ek 68/b. maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasın istemektir. Söz konusu değişik 67. madde “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır.” hükmü yer almaktadır. Yukarıda bahsedilen 2004 sayılı Yasa’nın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur.” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinin görev alanına girdiği açık olup, davanın, icra takibine yapılan itirazın iptaline ilişkin kısmı yönünden görev yönünden reddi gerekmektedir. Davanın ödenmeyen tasarrufu teşvik kesintileri, idare katkıları ve bunların nemalarının idareye başvuru tarihinden itibaren uygulanacak yasal faizi ile birlikte ödenmesine yönelik kısmına gelince; Dava dosyası ile Van idare Mahkemesinin E:2006/3737 sayılı dosyasının birlikte incelenmesinden, davacının bakılan davadaki istemlerle aynı yönde yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Van İdare Mahkemesinin E:2006/3737 esasına kayden açtığı dava sonucunda, 16.04.2007 tarih ve K:2007/864 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptali ile kesinti ve katkı paylarıyla bunlara yönelik nemanın toplamının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verildiği, söz konusu kararın temyizi sonucu onama kararı üzerine kesinleştiği, bakılan davanın da, davacının, yukarıda belirtilen Mahkememiz kararındaki istem doğrultusunda aynı istemle açıldığı anlaşıldığından, yukarıda anılan ödenmeyen alacaklarının ödenmesine yönelik kısmı yönünden davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmesine olanak bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesi gereğince, davanın, icra takibine itiraz işleminin iptali istemine ilişkin kısmı yönünden görev yönünden reddine,ödenmeyen tasarrufu teşvik kesintileri, idare katkıları ve bunların nemalarının idareye başvuru tarihinden itibaren uygulanacak yasal faizi ile birlikte ödenmesine ilişkin kısmı yönünden davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmeksizin reddine” şeklinde karar vermiştir. İş bu karara karşı yapılan itiraz başvurusu üzerine Van Bölge İdare Mahkemesi 20.02.2014 gün ve E:2013/487, K:2014/220 sayılı ilamı ile özetle hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında: l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında;davalı idarenin, Tatvan İcra Müdürlüğünün 2010/671 Esas sayılı dosyası ile tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı yapmış olduğu 14.10.2010 tarihli itirazın iptaline karar verilmesi talebine ilişkin olarak, 2247 sayılı yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin istemi üzerine, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Uyuşmazlığa konu olayda;

A-Davalı idarece ödenmeyen tasarrufu teşvik kesintileri, idare katkıları ve bunların nemalarının ödenmesi amacıyla, davacı tarafından başlatılan ilamsız icra takibine davalı idare tarafından yapılan itirazın iptaline karar verilmesi istemiyle adli yargıda,

B-İcra Müdürlüğüne 14.10.2010 tarihinde yapılan icra takibine itiraz işleminin iptali ile ödenmeyen tasarrufu teşvik kesintilerinin ödenmesine karar verilmesi istemiyle ise idari yargıda dava açılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden;davacı tarafından, davalı idarece tasarrufu teşvik kesintileri, idare katkıları ve bunların nemalarının ödenmediğinden bahisle, yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Van İdare Mahkemesinin E:2006/3737 esasına kayden açtığı dava sonucunda, 16.04.2007 tarih ve K:2007/864 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptali ile kesinti ve katkı paylarıyla bunlara yönelik nemanın toplamının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi üzerine, ilamsız icra takibi yoluyla icra takibine başlandığı, davalı idarece icra takibine itiraz edildiği, itirazın kaldırılması amacıyla İcra-İflas Kanunu hükümleri uyarınca açılan itirazın iptali davasında Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2010/492, K:2011/697 sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine, bu kez, davalı idarece, Tatvan İcra Müdürlüğüne 14.10.2010 tarihinde yapılan icra takibine itiraz işleminin iptali ile ödenmeyen tasarrufu teşvik kesintilerinin ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açıldığı anlaşılmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra dairesine yazı ile veya sözlü olarak veya elektronik ortamda yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra müdürünce ödeme emri düzenleneceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.09.2011 gün ve E:2010/492, K:2011/697 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta;

Adli Yargıda açılan davanın İ.İ.K 67 md. maddelerinde öngörülen İtirazın İptali davası olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı Adli Yargının “Yargı Yolu yönünden dava dilekçesinin reddi” karan üzerine bu kez İdari Yargıda “İcra Dosyasında tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı davalı İdarenin itirazının, İdari İşlem niteliğinde değerlendirerek İşlemin İptali ile tasarruf kesintisi ve nemalarının İdareye başvuru aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verilmesi istemi ile dava açmış,

İdare mahkemesince, dava, İtirazın İptali davası olarak kabul edilerek, davanın Adli Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilince, İdari Yargıda idari işlemin iptali ve ödenmeyen nema alacağının yasal faizi ile tahsili istenmiş olup dava, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunun 2/1- b maddesinde düzenlenen İdari Dava niteliğindedir.

Adli Yargıdaki Davanın İtirazın İptali, İdari Yargıdaki davanın da İdari Dava niteliğinde bulunması karşısında her iki davanın konusu aynı olmadığından 2247 sayılı yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmemesi nedeniyle başvurunun reddi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

41-ESAS NO : 2014/778

KARAR NO : 2014/828

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.Ç.

Vekili : Av. N.P.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.D.

İhbar Olunan : Maliye Bakanlığı (Adli Yargıda)

Vekili : Av. İ.T.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı kurumun Malatya İl Müdürlüğünde teknisyen yardımcısı olarak çalışmakta iken, kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi Hakkında Kanunu’nun 22.maddesi ve (5809 sayılı Kanunla mülga) 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 29. maddesi hükümlerine dayanılarak adının Devlet Personel Başkanlığına bildirildiğini ve 01.04.2010 tarihinde davalı kurumla ilişiği kesilerek Hekimhan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Teknik Eğitim Merkezi’nde görevlendirildiğini, davalı kurum tarafından Devlet Personel Başkanlığı’na bildirim yapılırken düzenlenen Aylık Bildirim Formunda yanlışlık yapıldığını, aylıklara yansıtılması gereken ek ödeme tutarlarına yer verilmediğini, bu şekilde davacının hem mevcut ek ödemelerden, hem yeni işyerinde ise başlamasına kadar geçen süre içinde ödenmesi gereken denge tazminatlarından mahrum kaldığını, davalının yanlış işlemleri nedeni ile yeni işyerinde de bu ek ödemelerin yapılmadığını, bu şekilde zarara uğradığını belirterek; söz konusu maaş nakil bildiriminin iptali ile, davacıya ödenmesi gereken ek tazminat alacağının faizi ile birlikte tahsili ile, davalının yanlış işlem ve eylemi sonucu davacının bu güne kadar almaktan mahrum kaldığı ek tazminat alacağı toplamı olan 10.337,00 TL’nin yasal faiziyle birlikte tazmin ve tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya İdare Mahkemesi: 23.03.2011 gün ve 2011/793 Esas, 2011/772 Karar sayılı kararında, “… 2576 sayılı Kanun'un "İdare Mahkemelerinin Görevleri" başlığını taşıyan 5. maddesi ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde idari yargının görev alanı idari işlem ve eylemler ile genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklardan doğan davalara bakmakla sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır.

2577 sayılı Yasa'nın 14. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden ilk incelemeye tabi tutulacağı, 15. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde ise; adli ve idari yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükmü amirdir.

Öte yandan; özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hâzineye ait bulunan hisselerden % 55'i Bakanlar Kurulu'nun 25/07/2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14/11/2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000. USD bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.'ye satılmıştır.

Bu durumda davalı idarenin özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğunda da söz etmek mümkün olmadığından iş bu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli mahkemeler adli yargı mahkemeleri olduğundan davanın görev yönünden reddi gerekmektedir...” şeklindeki gerekçe ile davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yününden reddine karar vermiş, verilen karar davacı vekiline 19.04.2014 tarihinde, davalı vekiline 09.04.2014 tarihinde tefhim edilmiş, 2577 sayılı Kanun’un 46.maddesinde düzenlenen 30 günlük yasal süresi içinde kanun yollarına başvurulmadığından kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez; bahse konu maaş nakil bildiriminin eksik olduğunun ve bu ek ödemenin yeni başladığı işyerinde de müvekkile ödenmesi gerektiğinin tespitine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davacının davalı kurumda çalıştığı süre içerisinde almaktan mahrum kaldığı ek tazminat alacağı tutarı olan 9.360 TL’nin yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya 1. İş Mahkemesi: 06.09.2013 gün ve 2011/710 Esas, 2013/724 Karar sayılı kararında; “… görevin kamu düzenine ilişkin olduğu ve yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, kapsam dışı nakle tabi personel ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu, davanın HMK’nun 114/1-b maddesi uyarınca “yargı yolunun caiz olmaması” nedeniyle aynı yasanın 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerektiği…” şeklindeki gerekçesi ile davanın 6100 sayılı HMK nın 114/1-b maddesi uyarınca 115/2 maddesine uygun şekilde yargı yolu nedeniyle usulden reddine karar vermiş, verilen karar tarafların temyiz etmemeleri üzerine karara şerh edildiği üzere 11.12.2013 tarihinde kesinleşmiştir.

Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Davalı Türk Telekom A.Ş. yönünden dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15.maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

Diğer davalı Maliye Bakanlığı’nın, davacı vekilinin idari yargıda açtığı davada hasım olarak gösterilmemesi ve yargılama sonrasında da davaya dahil edildiğine dair dosyasında bir bilgi ve belge olmaması nedenleri ile; bu davalı yönünden oluşan bir görev uyuşmazlığı bulunmadığından, mahkememizce değerlendirme yapılmamıştır.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nde teknisyen yardımcısı olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeni ile başka kuruma atanan davacının, hatalı düzenlenen maaş nakil ilmuhaberi nedeni ile uğradığı zararın tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı nezdinde teknisyen olarak çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, yanlış maaş nakil ilmuhaberi nedeni ile uğranılan zararın tazmini istemiyle; Malatya İdare Mahkemesi’ne dava açıldığı, Malatya İdare Mahkemesi’nin 23.03.2011 gün ve 2011/793 Esas, 2011/772 Karar sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verdiği ve kararın kesinleştiği, davacı vekilinin aynı taleple Malatya 1.İş Mahkemesi’ne dava açtığı, Malatya 1.İş Mahkemesi’nin 06.09.2013 gün ve 2011/710 Esas, 2013/724 Karar sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verdiği, kararın tarafların temyiz etmemesi üzerine kesinleştiği, davacı vekilinin 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesi uyarınca oluşan olumsuz görev uyuşmazlığı nedeni ile görevli mahkemenin belirlenmesi için mahkememize müracaat ettiği anlaşılmıştır.

Mahkememizce yapılan değerlendirme neticesinde;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Malatya 1.İş Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Malatya 1.İş Mahkemesi’nin 06.09.2013 gün ve 2011/710 Esas, 2013/724 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

IV- 2247 SAYILI KANUN’UN 19.MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN
(BAŞVURU – İLK DERECE MAHKEME ) KARARLAR

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

1-ESAS NO : 2014/428

KARAR NO : 2014/717

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : O.K.

Vekilleri : Av. B.Y. & Av. A.Ö.Ö.

Davalı : Türk Telekom A.Ş.

Vekili : Av. M.A.P.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı kurum nezdinde kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken; kurumun 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesinden sonra başka kuruma nakledildiğini; ancak bu nakil sırasında maaş nakil ilmuhaberinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın Ek 29.maddesine uygun düzenlenmemesi ve 5473 sayılı Kanun ile getirilen ek ödemelerin maaşına yansıtılmaması nedenleri ile zarara uğradığını belirterek; maaş nakil ilmuhaberine dava konusu artış ve zamların düzenleme tarihi baz alınarak yeniden tespitine ve davacının davalı kurumda çalıştığı sürelerde hak ettiği; ancak, kendisine ödenmeyen ve davalı kurumun hatalı maaş nakil bildirimi nedeniyle davacının halen çalıştığı kurumda eksik aldığı tutarların yıllar itibariyle değişen ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına eklenen ikramiye tutarı farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 700,00 TL’sinin ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile adli yargıda dava açmıştır.

Ankara 2. İş Mahkemesi: 22.03.2013 gün ve 2011/274 Esas, 2013/309 Karar sayılı kararında aynen; “Yargıtay 9.Hukuk Dairesi, daha önceki tarihlerde nakle tabi işçilerde davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş arasındaki uyuşmazlıklarda esasa yönelik kararlar vermiş ise de, Danıştay idari Dava Dairelerinin 07/04/2011 gün ve 2011/55-205 sayılı kararından sonra uyuşmazlığın Adli Yargı yerinde görüleceğine dair görüşünü değiştirmiş, 01/10/2012 gün ve 2012/27071 -32336 E ve K nolu kararında da görüleceği üzere uyuşmazlığın İdari Yargı yerinde görülmesi gerektiğini kabul etmiştir. Ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/12/2012 gün ve 2012/9-1518 E, 2012/1388 K nolu kararı da nazara alındığında HMK'nun 114/1-b maddesi gereğince "yargı yolunun caiz olmaması" nedeniyle aynı yasanın 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden reddi gerektiği sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile açılan davada görevsizlik kararı vermiştir.

Görevsizlik kararı taraflara 22.03.2013 günü tefhim edilmiştir. Kararın, 5521 sayılı Yasa’nın Geçici 1. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 5521 sayılı Yasa’nın 8.maddesi gereğince tefhimden itibaren 8 günlük yasal sürede taraflarca temyiz edilmediğinden kesinleştiği anlaşılmıştır.

Davacı vekili bu kez; davalı kurumdan geçiş yapan davacının maaş nakil ilmühaberinin 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ve 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesine uygun düzenlenmemesi nedeniyle maaş nakil ilmühaberinin iptal edilerek, müvekkilinin davalı kurumda çalıştığı sürelerde hak ettiği ancak kendisine ödenmeyen ve davalı kurumun hatalı maaş bildirimi nedeniyle müvekkilinin halen çalıştığı kurumda eksik maaş almasına sebep olduğu tutarların, yıllar itibariyle değişen ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsili istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

Ankara 13. İdare Mahkemesi: 26.02.2014 gün ve 2013/677 Esas sayılı ara kararında özetle; uyuşmazlıkta, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin kamu kuruluşu niteliği taşımaması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görevinde bulunduğunu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin benzer bir olaya ilişkin olarak verdiği 04.07.2011 tarih ve E:2011/147, K:2011/178 sayılı kararı ile davanın çözümünde adli yargının görevli olduğuna karar verildiğini gerekçe göstererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Türk Telekom A.Ş.'nde kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeni ile başka kuruma atanan davacının, nakle esas düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinde gösterilemeyen tazminatların eklenmesi sureti ile maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi ve dava konusu hatalı işlem nedeni ile uğradığı tüm zararların en yüksek banka mevduat faizi üzerinden davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kurum nezdinde şef mühendis olarak çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış olduğunun tespiti ile almaktan mahrum kaldığı ek ödenekler nedeni ile uğradığı zararın tazmini istemiyle; Ankara 2.İş Mahkemesi’ne dava açıldığı; Ankara 2. İş Mahkemesi’nin 22.03.2013 gün ve 2011/274 Esas, 2013/309 Karar sayılı kararı ile davanın görev nedeni ile reddine karar verdiği, kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği, bunun üzerine davacının aynı istemle Ankara 13. İdare Mahkemesi’nde dava açtığı, Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı kanunun 19. maddesi koşullarına uygun olarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdiği anlaşılmaktadır.

Mahkememizce yapılan değerlendirme neticesinde;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Ankara 2. İş Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 2.İş Mahkemesi’nin 22.03.2013 gün ve 2011/274 Esas, 2013/309 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

2-ESAS NO : 2014/610

KARAR NO : 2014/727

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Şirkette çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle kamu kurumuna nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle uğradığı parasal kaybın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : O.Y.

Vekili : Av. Ö.E.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.A.P.

O L A Y : Davalı Şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasanın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı 29.3.2010 tarihinde Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dekanlığı emrine atanmıştır.

Davacı vekili, müvekkilinin maaş nakil ilmühaberinin, denge tazminatının, enflasyon farkının ve aldığı ikramiyenin yansıtılmaması nedeniyle hukuka aykırı düzenlendiğinin tespitine, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine ve ücretine yansıtılmayan ek ödemelerinden denge tazminatı alacağından, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla, 2.000 TL.nin davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 24.5.2011 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 3.İş Mahkemesi; 25.12.2012 gün ve E:2011/542, K:2012/1139 sayı ile, Mahkemelerinin yetkisizliğine, 4688 sayılı yasanın 30.maddesi uyarınca mahkemelerinin görevsizliğine, HMK nın 114/1 -b maddesi uyarınca yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle davanın görev yönünden HMK nın 115/2 maddesi uyarınca usulden reddine, İdari Yargı Mahkemesinin görevli olduğuna; dosya kapsamının HMK 20.maddesi gereği taraflardan birinin bu kararın süresi içerisinde temyiz yoluna başvurulmayarak kesinleşmesi halinde kararın kesinleştiği tarihten, kanun yoluna başvurulmuş ise bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesine, süresi içerisinde talep halinde dosya kapsamının görevli İdari Yargı Mahkemesine gönderilmesine; 2 nolu ara kararı uyarınca işlem yapılmaması halinde kararın kesinleştiği tarihten itibaren 2 hafta sonra dosyanın resen ele alınarak HMK.nın 20/l-son hükmü uyarınca işlem yapılmasına; sair hususların HMK.nın 331/2 maddesi gereği görevli mahkemede değerlendirilmesine karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7.Hukuk Dairesi; 8.4.2013 gün ve E:2013/10377, K:2013/5889 sayı ile, Mahkeme kararını bozmuştur.

ANKARA 3.İŞ MAHKEMESİ; 12.12.2013 gün ve E:2013/993, K.2013/1582 sayı ile aynen; “ Davacı vekili tarafından mahkememize verilen dava dilekçesi üzerine, Ankara 3. İş Mahkemesinde sürdürülen yargılama sonucunda, gereği düşünüldü;

İNCELEME VE GEREKÇE: Davacı vekili mahkememize verdiği dava dilekçesinde davacının maaş nakli ilmühaberinin, denge tazminatının, enflasyon farkının ve aldığı ikramiyenin yansıtılmaması nedeniyle hukuka aykırı düzenlendiğinin tespitine, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, haksız ve yersiz açılan davanın reddini talep etmiştir.

Taraflarca ibraz olunan tüm belgeler dosyaya konulmuş, bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.

Uyuşmazlık 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek II. cetvelinde yer alan ve özelleştirme sonucu hissesi devredilen davalı kurumda TİP 2 sözleşmesi ile nakle tabi olarak çalışan davacının davalının özelleştirmeden önce tabi olduğu ve özelleştirme ile bazı hükümleri değişen 406 sayılı Kanunun Ek. 29.Maddesi kapsamındaki düzenleme ve sözleşmedeki hüküm nedeni ile 375 sayılı KHK.’un Ek 3 maddesi ve 399 sayılı KHK.’un Ek II. cetvelinde yer alan kurumlarda çalışan sözleşmeli personele yapılan artışlardan yararlanıp yararlanmayacağı, nakledilirken bu artışların yer aldığı ücreti gösteren nakil maaş ilmühaberinin buna göre düzenlenmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta normatif dayanaklar 406 sayılı Kanunun Ek. 29. maddesi, 375 sayılı KHK.’un Ek 3. maddesi, 399 sayılı KHK.’un Ek. II cetveli ve bu kanun hükmünde kararnamelere dayanılarak çıkarılan 2006/1, sayılı tebliğ yanında taraflar arasındaki sözleşme hükümleridir.

406 sayılı Kanunun 29. Maddesinin 3. Fıkrasının birinci cümlesine göre “399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak sözleşmeli personel ve kapsam dışı personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki ünvanları esas alınarak Yönetim Kurulunca 15.04.2004 tarihi itibarıyla bu ünvana göre belirlenmiş olan ücret ve diğer mali haklarına bu tarihten Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine yapılacak artış oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak tutar dikkate alınır. Kapsam dışı personelden Devlet Personel Başkanlığına bildirilenlerin 15.04.2004 tarihi itibarıyla unvanlarına göre ücretinin belirlenmemiş olması durumunda, benzer görevlerde bulunanlar dikkate alınarak bu tarih için ücret ve diğer malî hakları tespit etmeye Yönetim Kurulu yetkilidir”.

Davalı ile nakle tabi kapsamdışı personel arasından imzalanan TİP 2 sözleşmenin 7. Maddesindeki kurallara göre ise “Nakil hakkını saklı tutan çalışanın ikramiye, yardım vs gibi mali ve özlük hakları için iş mevzuatına tabi kapsam dışı personel esaslarında yer alan hükümler uygulanır(2.f). Ancak ücretlerde yapılacak artış oranı, kamudaki memur maaş artış oranında olacaktır(3.f)”.

Diğer taraftan özelleştirme uygulamaları nedeni ile nakilleri düzenleyen 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 22/5 maddesinde özelleştirme nedeniyle kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen sözleşmeli ve iş kanunlarına tabi personelin Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına göre almakta oldukları ücret yanında, bildirim tarihi itibarı ile almakta oldukları ikramiye, ek ödeme gibi vs ek ödemelerin de sabit bir değer olarak bildirileceği hükmünü içermektedir.

Gerek yasal düzenleme ve gerekse sözleşmedeki hükümler dikkate alındığında, davalı kurumda özelleştirme öncesi kapsam dışı olarak çalışan ve 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak ücreti belirlenen davacının özelleştirme sonrası çalıştıktan sonra nakledildiği tarihe kadar kamuda aynı statüde çalışanlar için getirilen özlük haklarından yararlandırılarak, nakil edildiklerinde haklarının korunması amaçlanmıştır. Kısaca davacı kapsamdışı olarak kamuda çalışmış gibi sayılmaktadır.

Yukarıda belirtilen kapsamda bulunan nakle tabi işçilerle davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. arasındaki uyuşmazlıklarda daha önce esasa yönelik kararlar vermiştir. Ancak Danıştay İdari Dava Daireleri’nin 07.04.2011 gün ve 2011/55-205 sayılı kararından sonra uyuşmazlığın adli yargı yerinde görüleceği konusunda yeniden değerlendirme yapılması gerekmiştir. Anılan karara göre “yasal düzenleme ile Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak özel hukuk tüzel kişisinde çalışmalarına olanak sağlandığı, söz konusu personelin, aylıksız izinli olarak geçen sürede kamu personeli statülerinin devam ettiği, İmtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmek hakkını elde eden davalı şirkete, devir sonrasında yetişmiş personel yetersizliği nedeniyle doğabilecek aksaklıkların önüne geçilebilmesi için, 406 sayılı Yasa hükümleri ile tanınan ayrıcalıkların sonucu olarak da, bünyesinde belli süre ile çalışmaya devam eden söz konusu personelin kamu kurumlarına naklen atanmasının sağlanması amacıyla kimi görevler yüklendiği, 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirket tarafından, hak sahibi personelinin Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler bulunduğu, bu işlemlerin idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları, davalı şirketin, Telekomünikasyon Kurumu ile Türk Telekom arasında imzalanan “Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi” ile belli bir kamu hizmetini yürütmek görev ve yetkisi ile donatıldığı, bu görev ve yetkiler dahilinde bazı kamusal ayrıcalıkları ve yükümlülükleri bulunduğu, belirtilen statüsü ve özel yasa hükümleri gereğince bazı kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere sahip olması nedeniyle davalı şirketin, herhangi bir özel hukuk tüzel kişisinden farklı bir hukuki statü içinde bulunduğu, bu durumda, imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu” kabul edilmiştir.

Danıştay İdari dava Dairelerinin gerekçeleri benimsenmiştir. Gerçekten özelleştirmeden önce statü hukuku hükümlerine tabi davacı niteliğindeki personel, özelleştirme sonrası belirli bir süreliğine davalı ile özel hukuk hükümlerine tabi olarak iş sözleşmesi kapsamında çalıştırılmakta, nakledildiğinde tekrar statü hukuku kapsamına girmektedir. Davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı dönemde, davalı şirkete davacının ücreti konusunda “artış oranının, kamudaki memur maaş artış oranında” olacağı yönünde yükümlülük getirildiği gibi 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığı görülmektedir. Bu işlemler idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları açıktır. İdari işlemlerle ilgili uyuşmazlığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. Bu nedenlerle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuş ise de; 7. Hukuk Dairesinin 08/04/2013 tarihli 2013/10377 Esas ve 2013/5889 Karar sayılı ilamıyla "idari yargıda görülmesi halinde mahkemece dava dilekçesinin yargı yolu yönünden reddine karar verilmelidir. Mahkemenin yetkisizliğine ilişkin karar verebilmesi ancak aynı yargı yolundaki mahkemeler arasında mümkündür. Mahkemenin bir yandan yetkisizlik kararı vermesi bir yandan da idari yargı yönünden görevsizlik kararı vermesi hatalıdır.

Ayrıca görevsizlik aynı yargı yoluna tabi mahkemeler arasında geçerli olup, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi halinde dosyanın talep halinde İdare Mahkemesine gönderilmesi de mümkün değildir. Mahkemenin 6100 sayılı HMK 20 ve 321.maddelerini uygulaması da bu yönüyle hatalıdır. İdari yargıda görülecek dava bu davanın devamı niteliğinde değildir. Bu nedenle dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi halinde mahkemenin yargılama giderlerini bu arada avukatlık ücretini de hüküm altına alması gerekir." şeklinde bozulmuştur.

Yargıtay Bozma ilamı doğrultusunda yeniden yargılama yapılarak Bozma ilamına uyulmuştur.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 12. Maddesi hükmü de nazara alınarak 440TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlere dayanılarak,

Yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle HMK 114/1 -b ve 115/2 maddesi uyarınca dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine,(…)” demek suretiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, fazlaya ilişkin her türlü dava ve talep haklarını saklı tutarak ve net miktarlar üzerinden olmak üzere; maaş nakil ilmühaberinin, denge tazminatının, enflasyon farkının ve aldığı ikramiyenin yansıtılmaması nedeniyle hukuka aykırı düzenlenerek yapılan ödememe işleminin iptaline, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine ve ücretine yansıtılmayan ek ödemelerinden denge tazminatını alacağından fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla, 2.494,32 TL’nin tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 4.İDARE MAHKEMESİ: 10.4.2014 gün ve E:2013/46 sayı ile, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hâzineye ait bulunan hisselerden % 55’inin, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar’ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satıldığı; dava dosyasının incelenmesinden; Türk Telekom A.Ş.'nin hisse devri (14.11.2005) tarihinde görev yapmakta iken 406 sayılı Kanunun Ek 29. maddesi ile 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve bir başka kuruma naklen ataması yapılan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin iptali ile yoksun kaldığı zamlar, denge tazminatı ve ek ödemelerin toplamı olan 2.494,32 TL'nin ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; 2577 sayılı Kanun'un 2. maddesinde idari dava türleri sayılmış olup, kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılmakta olduğu; buna göre; iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adlı yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı; nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 24.12.2012 günlü, E:2012/494, K:2012/416 sayılı kararıyla, Mahkemelerinin 30.05.2012 tarih ve E:2011/424 sayılı dosyasında verilen "görevlilik" kararının kaldırılmasına karar verilmiş olduğu, aksi yöndeki yorumun aynı uyuşmazlığın esasının iki farklı yargı yerince denetlenmesi sorununu gündeme getireceğinin de tabii olduğu gerekçesiyle; Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve işin incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı dava dosyasının Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle iptali ve bu yüzden mahrum kaldığı bir kısım parasal tutarların ödenmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacının vekili tarafından; müvekkilinin maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle iptali ve bu yüzden mahrum kaldığı parasal ödemelerin tazmini istemiyle 24.5.2011 tarihinde dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle Ankara 4.İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Ankara 3.İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 3.İş Mahkemesi’nin 12.12.2013 gün ve E:2013/993, K.2013/1582 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

3-ESAS NO : 2014/669

KARAR NO : 2014/734

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : T.B. Mermer San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili : Av. R.Ü.

Davalı : Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı

O L A Y : Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğünün 7.5.2013 gün ve 12315 sayılı işlemi ile, Muğla İli, Milas İlçesi sınırları içerisinde, davacı uhdesinde bulunan sicil:52413 sayılı II (b) grubu maden (mermer) işletme ruhsat sahasının, Maden İşleri Genel Müdürlüğünce yapılan incelemesi sırasında, teknik nezaretçi defterinin heyet üyelerine ibraz edilmediğinden bahisle, davacı adına, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 10. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca 4.656,60 TL idari para cezası verilmesine, ayrıca 2010 yılına ait çevre uyum teminatının süresi içerisinde yatırılmadığının tespit edildiğinden bahisle, teminatın irad kaydedilmesine de karar verilmiştir.

Davacı vekili, idari para cezasının iptaline ve irad kaydedilen teminatın iadesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

ANKARA 21. SULH CEZA MAHKEMESİ: 26.9.2013 gün ve D.İş:2013/21 sayı ile, idari para cezası ile birlikte aynı işlemle ayrıca 2010 yılına ait çevre uyum teminatının irad kaydedilmesine de karar verildiğinden, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle itirazın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmış, Ankara 14. İdare Mahkemesi’nce, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunmayan her iki işleme (para cezası ve teminatın irat kaydedilmesi) karşı ayrı ayrı düzenlenecek dilekçeler ile dava açılması gerekirken aynı dilekçe ile dava açıldığı belirtilerek, 2577 sayılı Yasa hükümlerine uygun olmayan dava dilekçesinin yukarıda belirtildiği şekilde ayrı ayrı dilekçeler ile yeniden dava açılmak üzere reddine karar verilmesi üzerine, davacı vekili idari para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmış, Ankara 14. İdare Mahkemesi bu kez, davanın çözümünün taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi olan Muğla İdare Mahkemesi’nin yetkisinde olduğu gerekçesiyle davanın yetkisizlik nedeniyle reddine, dava dosyasının yetkili Muğla İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, itiraz edilmeyen karar kesinleşmiştir.

MUĞLA 2. İDARE MAHKEMESİ: 8.4.2014 gün ve E:2014/180 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesi ile amaçlananın, aynı maddi olaydan kaynaklanan hem yaptırım kararı, hem de para cezası bulunması halinde, bunların yargı yolunun ayrı olması durumunda farklı uygulama ve kararların doğabileceğinden, bunun da hukuk devletine olan güveni zedeleyeceği açık olduğundan dolayı, bu sakıncanın giderilmesi olduğu, öyleyse bu madde ile anlaşılması gerekenin faklı yargı kollarının görevine giren idari işlemlerin aynı maddi olaydan doğmasının (maddi birliktelik koşulu) gerektiği, çünkü farklı yargı kollarının aynı maddi olayı farklı farklı yorumlamasının farklı sonuçlar doğurabileceği nedeniyle bu maddenin düzenlendiği, nitekim, 3194 sayılı Yasanın 42.maddesinde yargı yeri düzenlen-mediği halde,Uyuşmazlık Mahkemesinin bu maddeden kaynaklanan para cezası uyuş-mazlıklarında, ayrıca yıkım kararı olmasa bile temelinde yapı tatil tutanağının bulunması (maddi olayın aynı olması) sebebiyle idari yargıyı görevli gördüğü, yine trafik para cezası ile sürücü belgesinin geri alınması durumunda da, işlemlerin tarih ve sayıları farklı olduğu halde, yüksek mahkemenin aynı maddi olaydan kaynaklanması sebebiyle bu tür uyuşmazlıkları da idari yargının görevinde gördüğü açıklanarak, olayda, her ne kadar aynı inceleme içerisinde yer alsa bile, nezaretçi defterinin ibraz edilmemesinin ayrı bir maddi olay, çevre uyum teminatının yatırılmaması sebebiyle teminatın gelir kaydedilmesinin ayrı bir maddi olay olduğu, nezaretçi defterini ibraz etmemek fiili, hem para cezasına, hem de teminatın irat kaydedilmesine sebep olsa idi, maddi olayda birliktelik koşulunun gerçekleşmiş olabileceğini, ancak böyle bir durumun bulunmadığı, olayda iki ayrı fiil, dolayısıyla iki ayrı yaptırım kararının bulunduğu, bu durumda iki ayrı fiil ve iki ayrı yaptırımın salt aynı idari işlemde yer almasının, 27/8. madde kapsamında değerlendirilemeyeceği ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun, 3 ve 27. maddeleri uyarınca, Maden Kanununda bu Kanun uyarınca verilen idari para cezalarına karşı itiraz mercii hususunda bir hüküm bulunmaması nedeniyle Kabahatler Kanunu uygulanacağından, dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuş-mazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, idari para cezasının iptali istemiyle açılan dava yönünden oluşan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 3213 sayılı Kanun’un 10. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4/6/1985 gün ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Amaç” başlığını taşıyan 1. madde-sinde, “Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler” denilmiş; “Beyan usulü” başlığı altında düzenlenen 10.maddesinin altıncı fıkrasında ise, “Teknik nezaretçinin atandığı ruhsat sahasındaki faaliyetleri düzenli bir şekilde denetleyerek tespit ve önerilerini teknik nezaretçi defterine kaydetmesi zorunludur. Aksi takdirde teknik nezaretçi uyarılır. İkinci kez aynı ruhsat ile ilgili olarak bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda teknik nezaretçi hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır. Teknik nezaretçi defterini, teknik nezaretçi ile ruhsat sahibi veya vekili imzalar. Defterin ibraz edilmemesi veya düzenli tutulmaması halinde, ruhsat sahibine on yıl süreli işletme ruhsatları için belirlenen yıllık işletme ruhsat harcı tutarında idari para cezası uygulanır.” hükmü yer almıştır.

Harç,teminat, cezalar ve diğer yaptırımlar” başlığı altında düzenlenen 13. madde-sinde, “(Değişik birinci fıkra: 10/6/2010-5995/7 md.) Ruhsatların verilmesi için harç ve teminatın yatırılması zorunludur. Ruhsat teminatı, ruhsat aşamasına ve ruhsat süresine bağlı olarak hektar başına yıllık ruhsat harcının % 1’ idir. Bu oranı % 50’si oranında artırmaya veya aynı oranda eksiltmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Teminat miktarı 10.000 TL’den az olamaz. Bu miktar her yıl yeniden değerleme oranı nispetinde artırılır. Arama dönemi üretim izni ve üretim için işletme izni talep edildiğinde çevre ile uyum teminatı alınır. Bu teminat, özel kanunlarında belirtilen hükümler hariç yıllık işletme ruhsat harç bedeli kadar her yıl Haziran ayının son günü mesai saati bitimine kadar yatırılır. Bu teminatın süresi sonuna kadar yatırılmaması halinde ruhsat teminatı irad kaydedilir. Faaliyet sonrası sahanın çevre ile uyumlu hale getirilmesini müteakip, çevre ile uyum teminatı iade edilir.

İrad kaydedilerek tamamlanması istenilen teminatların ruhsat sahibi tarafından üç ay içinde yatırılması gerekir. Bu süre içinde yatırılmamış ise ikinci bir üç aylık süre verilir. Verilen bu sürede de teminatı yatırılmaz ise faaliyetler durdurulur. Teminat, takip eden altı ay içinde de tamamlanmaz ise ruhsat iptal edilir.

Bu Kanuna göre irad kaydedilen ve tamamlanması gereken teminatlar güncel teminat üzerinden alınır.

Süresi içerisinde yatırılmayan teminatlar her defasında ikiye katlanır.

(Değişik beşinci fıkra: 10/6/2010-5995/7 md.) Teminatlar, bir ay içinde muhasebe birimi emanet hesabına aktarılmak üzere Bakanlığın belirlediği bankada açılacak teminat hesabına yatırılır. Bu Kanuna göre irad kaydedilen teminatlar genel bütçeye gelir kaydedilir.

I.Grup (a) bendi madenlerin teminatları ile irad kaydedilen teminatları il özel idaresi hesabına yatırılır.

(Değişik yedinci fıkra: 10/6/2010-5995/7 md.) Bakanlık, mülki idare amirlikleri ve il özel idareleri tarafından bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre tahsil edilir. Tahakkuk eden ve ödenmeyen Devlet hakları ile ruhsat harçları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre takip ve tahsil edilmek üzere ilgili tahsil dairesine bildirilir ” denilmiştir.

3213 sayılı Maden Kanunu’nun 2, 3, 7, 9, 10, 12, 13, 14, 16, 17, 27, 29, 30, 31, 32, 47; ek 7, 8; geçici 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19. maddelerinde 10.6.2010 gün ve 5995 sayılı Kanun, geçici 20. maddesinde 12.7.2012 gün ve 6353 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ise de; Maden Kanunu’nda, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde, " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır" ; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında, "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, görev uyuşmaz-lığının esasını oluşturan idari para cezasına konu işlem(teknik nezaretçi defterinin heyet üyelerine ibraz edilmemesi nedeniyle davacı adına 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 10. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca idari para cezası verilmesine ilişkin ) kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Muğla 2. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 21. Sulh Ceza Mahkemesince idari para cezasının iptali istemiyle açılan dava yönünden verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Muğla 2. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, idari para cezasının iptali istemiyle açılan dava yönünden, Ankara 21. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 26.9.2013 gün ve D.İş:2013/21 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

4-ESAS NO : 2014/676

KARAR NO : 2014/736

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E. İsviçre Sigorta A.Ş.

Vekili : Av. H.C.A.

Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. D.B.G.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 30/5/2009 tarihinde Kazan Keresteciler Sitesi nizamiye girişinde davacıya kasko poliçesi ile sigortalı 06…… plakalı aracın yol kusuru nedeniyle devrilerek tek taraflı maddi hasarlı kaza yaptığını, 06….. plakalı artça kaza sonucu 11.377,76 TL maddi zarar meydana geldiğini, 8/6/2009 tarihli ekspertiz raporu ile bu durumun tespit edildiğini, Nail Otomotiv San. ve Tic. Ltd. Şti’nin aracı 9.000,00 TL’ye onarmaya taahhüt ettiğini, bu nedenle sigorta tazminatına esas olarak servisin vermiş olduğu fiyatın esas alındığını, aracın serviste onarıldığını ve 9.000,00 TL ödendiğini ileri sürerek, 9.000,00TL’nin %75 kusur oranına göre karşılığı olan 6.750,00 TL’nin idareye başvuru tarihi olan 31/8/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ : 28.12.2012 gün ve E:2011/2344, K:2012/2254 sayı ile, Uyuşmazlıkta 2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin 6099 sayılı Kanunun 14. maddesiyle değiştirilmesi sonrasında karayolundaki sorumluluk davalarının adli yargı yerinde görüleceği kurala bağlandığından, bakılan davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu nedeniyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 16. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ : 5.3.2014 gün ve E:2013/341, K:2014/101 sayı ile, davaya bakmakla Mahkemelerinin görevli olmadığı, İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanunun 2. maddesi hükmü uyarınca İdare mahkemesinin görevli olduğu, Ankara 3. İdare Mahkemesi ile Mahkemeleri arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığı, bu nedenle kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi halinde dosyanın görev yerinin belirlenmesi için mercii tayini yapmakla görevli Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davaya bakmakla idare mahkemesinin görevli olduğu, mahkemelerinin görevi dışında olduğu anlaşıldığından davanın yargı yolu yönünden ve usulden reddine, dosyanın daha önce Ankara 3. İdare Mahkemesinin 2011/2344 E ve 2012/2254 K sayılı kesinleşmiş görevsizlik kararı nedeni ile mahkemelerine gönderilmesi, böylece her iki mahkeme arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıkması nedeni ile, kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi halinde, dosyanın görevli yargı yerinin belirlenmesi için uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Asliye Hukuk Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu olay neticesinde vasıtada maddi hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiği, olayın meydana gelişinde davalı idarenin yol kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına tazminat ödeyen şirketin kusur nispetine göre faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu, bu nedenle, Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun reddi ile aynı mahkemece verilen 5.3.2014 gün ve E: 2013/341, K: 2014/101 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN REDDİ ile aynı mahkemece verilen 5.3.2014 gün ve E:2013/341, K:2014/101 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üyelerden Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı KTK'nın lO.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş,

3030 Sayılı Yasa'nın 6.md. "Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayolları yapma, yaptırma, bakım ve onanmmı sağlama..." Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalan, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda belediye sınırları içindeki yolun yapım, bakım ve onanmının yapılmadığı nedeniyle doğan zarann tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zarann ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alınan idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlan dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçlann işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannın verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red ,kararlannı, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir. /

Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

5-ESAS NO : 2014/686

KARAR NO : 2014/745

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi uyarınca başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.A.

Vekili : Av. B.Y.

Davalı : Türk Telekom A.Ş.

Vekili : Av. K.S.

O L A Y : İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasanın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı 16.12.2008 tarihinde kamu kurumu emrine atanmıştır.

Davacı vekili maaş nakil ilmühaberinin iptali ve düzeltilmesi ile eksik ödemelerin fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 700,00 TL alacağın geriye dönük olarak yürütülecek yasal faiziyle birlikte iadesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 12. İŞ MAHKEMESİ: 27.12.2012 gün ve E:2011/341, K:2012/1125 sayı ile, Uyuşmazlığın 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek II. cetvelinde yer alan ve özelleştirme sonucu hissesi devredilen davalı kurumda TİP 2 sözleşmesi ile nakle tabi olarak çalışan davacının davalının özelleştirmeden önce tabi olduğu ve özelleştirme ile bazı hükümleri değişen 406 sayılı Kanunun Ek.29.Maddesi kapsamındaki düzenleme ve sözleşmedeki hüküm nedeni ile 375 sayılı KHK.’un Ek 3 maddesi ve 399 sayılı KHK.’un Ek II.cetvelinde yer alan kurumlarda çalışan sözleşmeli personele yapılan artışlardan yararlanıp yararlanmayacağı, nakledilirken bu artışların yer aldığı ücreti gösteren nakil maaş ilmühaberinin buna göre düzenlenmesi gerekip gerekmediği noktasında toplandığı, görülen davada HMK’nun 114/1-b maddesi gereğince yargı yolunun caiz olmadığı ve davaya idare mahkemelerince bakılması gerektiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar vermiş, bu karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi : 6.5.2013 gün ve E: 2013/9897, K: 2013/9877 sayı ile, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ: 17.4.2014 gün ve E:2013/1727 sayı ile, 406 sayılı Kanunun değişik 1. maddesinin 9. fıkrasında “Türk Telekomun, bu kanun ve özel kanun hükümlerine tabi bir anonim şirketi olduğu, bu kanun hükümleri saklı kalmak üzere kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz” hükmüne yer verilerek Türk Telekom’a özgü farklı bir statü oluşturduğu, aynı Kanunun 4673 sayılı Yasayla değişik Ek 22. maddesinde de Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartlarının aranacağı, bunların dışında kalan personelin iş mevzuatı uyarınca istihdam edileceği ve iş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartların Yönetim Kurulu tarafından tayin olunacağının hükme bağlandığı, ayrıca, Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin özelleştirme kapsamında iken %55 oranındaki hissesinin blok olarak satışı suretiyle özelleştirilmesi için 01.07.2005 tarihinde yapılan ihale sonucunda 2005/9146 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda şirketin %55 oranındaki hissesi satılarak 14.11.2005 tarihinde Oger firmasına devredildiği, şirketin kamusal niteliğinin ortadan kalktığı buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığından, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, dosya incelemesinin Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine, karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin iptali ile, geriye dönük eksik ödemelerinin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptal istemi tarihinde davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle Ankara 10. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Ankara 12. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 12. İş Mahkemesi’nin 27.12.2012 gün ve E:2011/341, K:2012/1125 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

6-ESAS NO : 2014/688

KARAR NO : 2014/747

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.G.

Vekili : Av. B.S.

Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 15.10.2013 tarihinde, H.Ç.’in sevk ve idaresinde olup, davacıya ait olan 44…... plaka sayılı aracın, Malatya-Sivas Devlet Karayolunda 1 km kadar seyrettikten sonra yol üzerinde bulunan mucur yığınlarına çarpması sonucu maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada idarenin bakım ve onarımda gerekli tedbir ve önlemi almayarak hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek, idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak uğranıldığı ileri sürülen 9.815,00 TL maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: 20.02.2014 gün, E:2013/611, K:2014/105 sayı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Malatya İdare Mahkemesi: 15.05.2014 gün ve E:2014/514 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, 2247 sayılı Kanun’un 19.maddesi gereğince görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Kanunun 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının mahkemece,adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, H.Ç.’in sevk ve idaresinde bulunup, davacıya ait olan 44……. plakalı aracın kaza yapması sonucu meydana geldiği iddia olunan maddi zararın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Malatya İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Malatya İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2014 gün, E:2013/611, K:2014/105 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" İdarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarım sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımım yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nm 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçlann işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmekte

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarım, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur.(Türk Anayasa Hukuku Prof.Dr.Ergun Özbudun.Sh.440 vd)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

7-ESAS NO : 2014/689

KARAR NO : 2014/748

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın 36. maddesinin üçüncü fıkrası (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının iptal edilmesi istemiyle açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.B.

Davalı : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü

O L A Y : İzmir Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan denetim sırasında, tescilsiz motosiklet sürücüsü Emre Karabıçak isimli şahsın sürücü belgesiz araç kullandığının tespit edildiğinden bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin üçüncü fıkrası (a) bendi uyarınca adına, 29.8.2013 tarih ve GU-068949 seri-sıra, araç sahibi davacı adına 29.8.2013 tarih ve GU-68950 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanakları düzenlenerek ayrı ayrı 1.407,00 TL idari para cezası verilmiş, ayrıca aynı Kanun’un 25. maddesi uyarınca araç trafikten men tutanağı düzenlenmiştir.

Davacı, adına verilen idari para cezasının iptal edilmesi istemiyle adli yargı yerine başvuruda bulunmuştur.

İZMİR 14. SULH CEZA MAHKEMESİ: 9.1.2014 gün ve D.İş No:2013/661 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 5. İdare Mahkemesi, davanın yetki yönünden reddine dava dosyasının yetkili İzmir İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İZMİR 3. İDARE MAHKEMESİ: 29.4.2014 gün ve E:2014/371 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca idari para cezasının iptal edilmesi istemiyle açılan davanın adli yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar incelemenin geri bırakılmasına karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Kanun’un 36. maddesinin üçüncü fıkrası (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Sürücü belgesi alma zorunluluğu” başlığı altında düzenlenen 36. maddesinde, “Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır.

Araçlar, Yönetmelikte sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir.

Buna göre;

a) Sürücü belgesi olmayanların,

b) Mahkemelerce veya Cumhuriyet savcılıklarınca ya da bu Kanunda belirtilen yetkililerce sürücü belgesi geçici olarak ya da tedbiren geri alınanların,

c) Sürücü belgesi iptal edilenlerin,

araç kullanarak trafiğe çıktıklarının tespiti hâlinde, bu kişilere 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir. Ayrıca, aracın sürücü belgesiz kişilerce sürülmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden aynı miktarda idari para cezası verilir ” denilmiş; “Geçici trafik belgeleri ile geçici tescil plakaları” başlığı altında düzenlenen 25. maddesinde, “Tescilsiz olup, karayolunda geçici olarak kullanılacak araçlara mali mesuliyet sigortası yaptırılmış olmak şartı ile ilgili tescil bürosundan geçici trafik belgesi ile geçici tescil plakası alınması zorunludur.

Geçici trafik belgeleri ve geçici tescil plakalarının çeşitleri,verilme şartları,geçerlilik süreleri, nicelik ve nitelikleri, yurt dışından getirilecek veya yurt dışına götürülecek olan araçlara geçici tescil plakası verilmesi şartları ile diğer esaslar yönetmelikte belirtilir.

(Yeniden Düzenleme : 21/5/1997 - 4262/4 md.) Bu madde hükümlerine uymayanlar 3 600 000 lira para cezası ile cezalandırılırlar. Ayrıca, trafik zabıtasınca bu geçici belge ve plakalar iptal edilerek, araçlar trafikten men edilir.” hükmü yer almıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

Öte yandan, 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde," (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer Kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İzmir 3. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, İzmir 14. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, İzmir 14. Sulh Ceza Mahkemesinin 9.1.2014 gün ve D.İş No:2013/661 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

8-ESAS NO : 2014/690

KARAR NO : 2014/749

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin zararının idarece giderilmesi istemiyle açtığı rücuen tazminat davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : G. Sigorta A.Ş.

Vekili : Av. F.K. ( Adli Yargıda)

Av. M.H.G. (İdari Yargıda)

Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. M.Ş.A. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı şirket vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı şirket tarafından kasko sigortalı 34…… plakalı aracın, 01.01.2013 tarihinde davalı kurumun 12. Bölge Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan Diyarbakır-Siverek karayolunda seyir halinde iken, bulunduğu sol şerit üzerindeki hayvan leşine (eşek) çarpması sonucu, yolun solundan karşı şeride geçtiğini, taklalar atarak yoldan çıkması nedeniyle yaralamalı ve maddi hasarlı tek taraflı kaza yaptığını, kaza sonucu meydana gelen hasar nedeniyle 12.02.2013 tarihinde sigortalıya 75.000,00 TL tazminat ödendiğini; bu kazanın oluşumunda davalı idarenin kusurlu olarak kazaya sebebiyet verdiği gerekçesiyle 30.000,00TL zararın, hasar ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle davalıdan tahsili istemiyle adli yargıda dava açılmıştır.

ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 16.07.2013 gün ve E:2013/251 K:2013/416 sayılı kararında “…Davada davalının hizmet kusuruna dayanılmıştır. Söz konusu zararın tazminine yönelik bulunan davanın 2577 sayılı Kanunun 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden davanın yargı yolu yönünden reddine karar verilmesi gerekmiştir…” gerekçesiyle “Yargı yolu nedeniyle davanın reddine” karar vermiştir.

Adli yargıda verilen görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

DİYARBAKIR 3. İDARE MAHKEMESİ: 12.05.2014 gün ve E:2014/285 sayılı gönderme kararında “…davanın, 2918 sayılı Kanun’da yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayolunu can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak trafik güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmakla görevli kılınan Karayolları Genel Müdürlüğü’nün, söz konusu trafik kazasının oluşumunda sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tesbitine yönelik olduğu, dolayısıyla davanın 2918 sayılı Kanun’dan doğan bir sorumluluk davası niteliğini taşıdığından,yukarıda değinilen mevzuat uyarınca görüm ve çözümünde adli yargı mahkemelerinin görevli olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Bu durumda; tarafları, konusu ve sebebi aynı olan Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2013/251 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin 16.07.2013 tarih ve K:2013/416 sayılı kararıyla, davanın idari yargıda çözümlenmesi gerektiğinden görevsizlik nedeniyle reddedildiği, ardından aynı istemle Mahkememizin E.2014/285 sayılı dosyasında açılan davada, adli yargı mahkemelerinin görevli olduğu kanısına varıldığından, görevli merciin belirtilmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi gerekmiştir…” gerekçesiyle dava dosyasının adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, dosyanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilene kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; şirkete sigortalı vasıtanın 01.01.2013 tarihinde Diyarbakır-Siverek yolunda seyir halinde iken, tek taraflı maddi hasarlı trafik kazası gerçekleştiği, meydana gelen hasarın davacı sigorta şirketince sigortalıya ödendiği, trafik kazası tespit tutanağına göre yolun bakımından sorumlu olan davalı idarenin % 50 kusurlu olduğu ileri sürülerek 30.000,00TL rücuen tazminatın ödeme tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısiyle 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.07.2013 gün E:2013/251 K:2013/416 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.07.2013 gün E:2013/251 K:2013/416 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" İdarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarım sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımım yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nm 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçlann işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmekte

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarım, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur.(Türk Anayasa Hukuku Prof.Dr.Ergun Özbudun.Sh.440 vd)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza , Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

9-ESAS NO : 2014/691

KARAR NO : 2014/750

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ö.Ö.

Vekili : Av. B.Y.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. K.S.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalı kurumdan geçiş yapan davacının maaş nakil ilmühaberinin 4046 sayılı Yasa’nın 22. Maddesi ve 406 sayılı Yasa’nın ek 29 maddesine uygun düzenlenmemesi nedeniyle yeniden tespiti ile maaşına esas net ücretine söz konusu tespit doğrultusunda zamların eklenerek davalı kurumda çalıştığı sürelerde hak ettiği ancak kendisine ödenmeyen, yıllar itibariyle değişen ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 700,00 TL alacağın ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsili istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

ANKARA 12. İŞ MAHKEMESİ: 27.12.2012 gün E:2011/333 K:2012/1117 sayılı kararında “…Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 01.10.2012 tarih 2012/27088 Esas, 2012/32353 Karar sayılı bozma ilamı ile; davalı kurumda özelleştirme öncesi kapsam dışı olarak çalışan ve 399 Sayılı KHK hükümlerine tabi olarak ücreti belirlenen davacının özelleştirme sonrası çalıştıktan sonra nakledildiği tarihe kadar kamuda aynı statüde çalışanlar için getirilen özlük haklarından yararlandırılarak nakil edildiklerinde haklarının korunması amaçlanmıştır. Kısacası davacı kapsam dışı olarak kamuda çalışmış gibi sayılmaktadır. Dairemizce yukarıda belirtilen kapsamda bulunan nakle tabi işçilerle davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. arasındaki uyuşmazlıklarda daha önce esasa yönelik kararlar verilmiştir. Ancak Danıştay İdari Dava Dairelerinin 07.04.2011 gün ve 2011/55-205 sayılı kararından sonra uyuşmazlığın adli yargı yerinde görüleceği konusunda yeniden değerlendirme yapılması gerekmiştir. Anılan karara göre 406 sayılı Yasa hükümleri ile kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idare işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu kabul edilmiştir.

Danıştay İdari Dava Dairelerinin gerekçeleri dairemizce de benimsenmiştir. İdari işlemler ile ilgili uyuşmazlığın adli yargı yerinde değil idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Mahkememizdeki aynı konudaki işbu dosyada Yargıtay’ın bozma ilamı nazara alınarak, davada İdare Mahkemesinin görevli olduğu anlaşılmakla …” şeklindeki gerekçe ile dilekçenin görevsizlik nedeniyle reddine karar vermiştir.

Verilen karar davacı vekili ile davalı kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ: 06.05.2013 gün ve E:2013/9862 K:2013/9842 sayılı ilamında özetle; “… 1- davacı vekili kararı temyiz etmiş ise de 25.04.2013 havale tarihli dilekçesi ile temyiz isteminden feragat etmiş olup, dosyada mevcut vekaletnameden temyizden feragat yetkisinin bulunduğu anlaşıldığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432/4. maddesi uyarınca davacı vekilinin temyiz isteminin reddine,

2-Davalı vekilinin temyizine gelince; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanunu gerektirici sebeplere ve özellikler delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına…” şeklinde karar verilmesinin ardından karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargıda dava açmıştır.

ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ : 17.04.2014 gün E:2013/1728 sayı ile vermiş olduğu gönderme kararında özetle; uyuşmazlıkta, davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon Genel Müdürlüğü’nün olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden; uyuşmazlığın çözümünde, özel hukuk hükümlerine göre adli yargının görevli olduğunu gerekçe göstererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. Maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi nedeniyle yeni görevine başlayan davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve ücretine yansıtılmayan ek ödemelerin ve denge tazminatını alacağının davalıdan tahsiline ilişkindir.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekom daki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde sözleşmeli personel olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi nedeniyle yeni görevine başlayan davacı tarafından, 5473 sayılı Yasa uyarınca hak edilen ek ödemelerin ödenmesi ve maaş ilmühaberinin davacının maaşına eklenmeyen ödemenin maaş nakil ilmühaberine eklenmesi,maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve ödenmeyen ek ödemelerin ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Ankara 12. İş Mahkemesinin 27.12.2012 gün E:2011/333 K:2012/1117 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE, Ankara 12. İş Mahkemesinin 27.12.2012 gün E:2011/333 K:2012/1117 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

10-ESAS NO : 2014/692

KARAR NO : 2014/751

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Belediye tarafından Encümen kararı ile davacı hakkında; atık su bedeli tahakkuk ettirilmesine, söz konusu bedelin ödenmesine, ödenmemesi halinde, davacıya ait su aboneliklerinin bulunduğu yerde çöp ve atık su hizmetlerinin yapılmayacağına dair kararın iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : R.A.

Vekili : Av. R.Y.

Davalı : Hacıbektaş Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.Y. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalı Hacıbektaş Belediye Başkanlığı Encümeni tarafından 25.10.2011 tarihinde alınan karar ile, davacı R.A. hakkında 08.10.2008 - 25.10.2011 tarihlerini kapsayacak şekilde toplam 9.363,24 TL atık su çevre temizlik vergisi tahakkuk ettirildiği, söz konusu bedelin 04.11.2011 tarihine kadar ödenmesi gerektiği,ödeme yapılmaz ise Ramazan Akalın’ın Hacıbektaş İlçesi, Savat Mahallesi, Çilehane Caddesi No:… ve No:… deki su aboneliklerinin bulunduğu yerde çöp ve atık su hizmetlerinin yapılmayacağı hususlarının belirtildiğini ifade ederek, söz konusu encümen kararının iptaline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Hacıbektaş Sulh Ceza Mahkemesi: 16.11.2011 tarih ve 2011/137 Değişik İş No sayı ile özetle; “5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27/1. maddesinde idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği, 27/8. maddesinde ise idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği belirtilmiştir...” demek suretiyle, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi 22.03.2012 gün ve E:2012/1540, K:2012/2568 sayılı ilamı ile özetle; “...CMK’nın 5/2. maddesine ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 28/1-b maddesine göre idari yaptırım kararına karşı Sulh Ceza Mahkemesine başvuru üzerine, sulh ceza mahkemesinin başvuruyu görev yönünden reddi veya görevsizlik kararları itiraza tabi kararlardan olup, itiraz konusunda merciinde bir karar verilmemiş olması nedeniyle Hacıbektaş Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının henüz kesinleşmediği ve dolayısıyla ortada çözümü gereken bir görev uyuşmazlığı oluşmadığı anlaşıldığından,vaki itiraz konusunda merciince karar verilmek üzere dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine’’ karar vermiştir.

Hacıbektaş Asliye Ceza Mahkemesi: Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 22.03.2012 gün ve E:2012/1540, K:2012/2568 sayılı ilamı gereğince yaptığı inceleme sonucu, 24.05.2012 gün ve 2012/24 Değişik İş No ile davacı Ramazan Yıldız’ın itirazının reddine karar vermiş ve karar bu şekilde kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Kayseri 1. İdare Mahkemesi; 28.04.2014 gün, E:2013/618 sayı ile “...2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ‘’Ücrete Tabi İşler” başlıklı 97.maddesinde; ‘’Belediyeler bu Kanunda hA. veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet (...) için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye'ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir.” hükmü yer almakta olup, kanuna 15.7.1993 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 3914 sayılı Kanunla eklenen ve "Çevre Temizlik Vergisi" başlığını taşıyan mükerrer 44.maddesinde de; belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut, işyeri ve diğer şekillerde kullanılan binaların çevre temizlik vergisine tabi olduğu, çevre temizlik vergisinin katı atıklar için maddedeki tarifeye göre hesaplanacağı, belediyelerin, atık su ile ilgili olarak da, katı atıklarla ilgili tarifede yer alan bina gruplarını topluca veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle su tüketim bedelini aşmamak üzere meclislerince belirlenecek miktarda çevre temizlik vergisi alacakları, atık su ile ilgili çevre temizlik vergisinin su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk etmiş sayılacağı ve bu bedel ile birlikte tahsil edileceği, su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde ise atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulamanın kendi kanunlarındaki hükme bağlı olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Belediye, belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisini ifade etmektedir.

Böyle olmakla birlikte, bu kuruluşun kişilere sağladığı hizmete ilişkin işlem ve eylemlerinin yargısal denetimini yapacak yargı düzenini belirleyebilmek için, işlem ya da eylemin özel hukuk ilişkilerinden veya kamusal yetkilerin kullanılmasından doğup doğmadığına bakmak gerekir.

Atık su bedeli, kullanılmış suların uzaklaştırılması karşılığında yapılacak bir tarifeye ve abonman sözleşmesine göre alınmaktadır. Başka bir deyişle, idareyle kişi arasında sözleşmeyle alacak- borç ilişkisi doğmakta, ödenecek miktar abonman sözleşmesiyle özel hukuk ilişkisi kurulmasından sonra yapılan hizmet karşılığında maliyet- kâr esasına göre belirlenmektedir. Ödemenin hukuksal dayanağı, kamu gücüne değil, tarifeye ve iki taraf arasında yapılan abonman sözleşmesine dayanmaktadır. Abonman sözleşmesi, daha çok “tip” sözleşme görünümündedir. Hizmetten yararlanan kişinin, sözleşmeyi idareyle birlikte düzenlemesi yerine katılımı (iltihakı) söz konusudur. Ancak bu durum, idareyle kişi arasında kurulan özel hukuk ilişkisini, kamu hukuku ilişkisine dönüştürmez. Çünkü, birçok durumda hizmetin tekel niteliği ve çok kişiye götürülme zorunluluğu, işin, çoğunlukla, tip sözleşmelerle ve kişilerin katılımıyla gerçekleşebilmesini olanaklı kılmaktadır.

Atık su bedelinin, vergi benzeri mali yükümlülük olmayıp, idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alman bir ücret olduğundan abonman sözleşmesine dayanan bir alacak- borç ilişkisi kapsamındaki atık su bedelinin tahsiline ilişkin davaların ise adli yargı yerinde görülüp çözümlenmesi gerekmekte olduğu iş bu dava konusu atık su bedelinden kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girmektedir.” demek suretiyle 2247 sayılı Kanun’un 19.maddesi gereğince görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Hacıbektaş Belediyesi tarafından 27.10.2011 tarih ve 106 sayılı Encümen kararı ile davacı hakkında alınan 9.363,24 TL atık su bedeli tahakkuk ettirilmesine, söz konusu bedelin 04.11.2011 günü mesai bitimine kadar ödenmesine, ödenmemesi halinde, Hacıbektaş İlçesi,Savat Mahallesi, Çilehane Caddesi no:49 ve no:51 adreslerindeki su aboneliklerinin bulunduğu yerde çöp ve atık su hizmetlerinin yapılmayacağına dair kararın iptali istemiyle açılmıştır.

03/07/2005 gün ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun ‘’Belediyenin Yetkileri ve İmtiyazları’’ başlıklı 15. maddesinin (d) bendinde,özel kanunları gereğince belediyeye ait vergi, resim, harç, katkı ve katılma paylarının tarh, tahakkuk ve tahsilini yapmak; vergi, resim ve harç dışındaki özel hukuk hükümlerine göre tahsili gereken doğal gaz, su, atık su ve hizmet karşılığı alacakların tahsilini yapmak veya yaptırmak belediyenin yetki ve imtiyazları arasında sayılmıştır.

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ‘’Ücrete Tabi İşler’’ başlıklı 97.maddesinde; ‘’Belediyeler bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet (...) için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye'ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir.’’ hükmü yer almakta olup, kanuna 15.7.1993 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 3914 sayılı Kanunla eklenen ve "Çevre Temizlik Vergisi" başlığını taşıyan mükerrer 44.maddesinde de;belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut, işyeri ve diğer şekillerde kullanılan binaların çevre temizlik vergisine tabi olduğu, çevre temizlik vergisinin katı atıklar için maddedeki tarifeye göre hesaplanacağı, belediyelerin, atık su ile ilgili olarak da, katı atıklarla ilgili tarifede yer alan bina gruplarını topluca veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle su tüketim bedelini aşmamak üzere meclislerince belirlenecek miktarda çevre temizlik vergisi alacakları, atık su ile ilgili çevre temizlik vergisinin su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk etmiş sayılacağı ve bu bedel ile birlikte tahsil edileceği, su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde ise atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulamanın kendi kanunlarındaki hükme bağlı olduğu hükmüne yer verilmiştir.

Belediye, belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisini ifade etmektedir.

Böyle olmakla birlikte, bu kuruluşun kişilere sağladığı hizmete ilişkin işlem ve eylemlerinin yargısal denetimini yapacak yargı düzenini belirleyebilmek için, işlem ya da eylemin özel hukuk ilişkilerinden veya kamusal yetkilerin kullanılmasından doğup doğmadığına bakmak gerekir.

Dosyanın incelenmesinden, davalı Hacıbektaş Belediyesi’nin 27.10.2011 gün, 106 karar sayılı Encümen Kararı ile, davacı R.A. adına su aboneliği bulunan Hacıbektaş İlçesi, Savat Mahallesi, Çilehane Caddesi No:… ve No:… deki tesislerin Atık Su ve Çevre Temizlik Vergilerinin ödenmediğinden bahisle davacı adına 9.363,24 TL tutarında atık su çevre temizlik vergisinin tahakkuk ettirildiği ve dahi söz konusu bedelin 04.11.2011 günü mesai bitimine kadar belediyeye yatırılmasına, yatırılmadığı takdirde belediyece çöp ve atık su hizmetlerinin yapılmayacağına karar verildiği anlaşılmıştır.

Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için iptali istenilen katı atık, toplama taşıma ve bertaraf ücretinin vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Su abonesi olmayan kişi hakkında İSKİ Tarifeler Yönetmeliği hükümlerine göre tahakkuk ettirilen atık su bedeline ilişkin faturanın iptali istemiyle açılan bir davada; İSTANBUL 3. VERGİ MAHKEMESİ’nce, dava konusu bedelin vergi, resim, harç benzeri mali yüküm olduğu kabul edilmek suretiyle işin esası hakkında verilen kararı temyizen incelemekte olan DANIŞTAY DOKUZUNCU DAİRESİ tarafından, iş yerinde yer altı suyunun kullanılması nedeniyle İSKİ tarafından istenen atık su bedelinin vergi, resim, harç benzeri mali yükümlülük olmayıp, akdi nitelik taşıdığı kanaatine varıldığından bahisle temyiz incelemesi ertelenerek, 2247 sayılı Yasa’nın 20. maddesine göre görevli yargı yerinin belirlenmesi için başvuruda bulunulması üzerine, UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ; 14.10.1991 gün ve E:1991/29, K:1991/29 sayı ile, gerek 2560 sayılı Yasa’nın 23. maddesi gerekse buna dayanılarak çıkarılan İSKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin 5,16 ve 17. maddelerinde, İSKİ’ye ait kanalizasyonu kullananlardan atık su bedelinin tarifeye göre alınacağının açıkça belirtildiği ve bunun taraflar arasında bir sözleşmeye dayandırılacağının hükme bağlandığı, buyurucu nitelikteki bu hükmün sözleşme yapılmaksızın atık su üretenleri de sözleşme yapmakla yükümlü kıldığı, bu hükme uymayanların sözleşme yapma durumunda olmaları nedeniyle atık su bedeli ödemekten kaçınmalarına olanak bulunmadığı, sözleşmeden kaçınmanın söz konusu bedelin ödenmesinden kurtulma sonucunu doğurmayacağı ve bunların da sözleşmeli sayılmalarının gerektiği, öte yandan Yasa ve Yönetmelik ile öngörülen usul ve esaslara göre İSKİ tarafından düzenlenen tarifelerle tespit edilen atık su bedelinin Anayasa’nın 73. maddesinde öngörüldüğü biçimde kanunla konulan vergi, resim, harç ve benzeri bir mali yükümlülük olduğundan söz edilemeyeceği, bu itibarla, atık su bedeli, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük olmayıp, özel hukuk alanındaki alacak- borç ilişkisini içeren abonman sözleşmesine dayalı ve idarece düzenlenen bir tarife uyarınca alınan bir bedel olduğundan, bu konuyla ilgili anlaşmazlığın çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle ve Anayasa Mahkemesi’nin 14.2.1991 gün ve E:1990/18, K:1991/4 sayılı kararında yazılı gerekçede de bu görüşün kabul edildiğinden bahisle, Danıştay Dokuzuncu Dairesi’nce yapılan başvurunun KABULÜ ile uyuşmazlık konusu davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiğine karar vermiştir. (Bu karar 26.11.1991 tarih ve 21063 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)

Anılan Uyuşmazlık Mahkemesi kararında atıfta bulunulan ANAYASA MAHKEMESİ’nin 8.5.1991 tarih ve 20865 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 14.2.1991 gün ve E:1990/18, K:1991/4 sayılı kararında, atık sular karşılığı alınacak bedelin niteliği sorunu ayrı bir başlık altında ele alınmış ve aynen “Vergi benzeri mali yükümlülüklerin en belirgin özellikleri (...) genellikle, bir kamu hizmeti karşılığında kamu gücüne dayanılarak tek taraflı yükletilmeleri, harç ve resme göre, daha çok ücret görünümünde olmalarıdır.

Atık su bedeli, kullanılmış suların uzaklaştırılması karşılığında yapılacak bir tarifeye ve abonman sözleşmesine göre alınmaktadır. Başka bir deyişle, idareyle kişi arasında sözleşmeyle alacak- borç ilişkisi doğmakta, ödenecek miktar İSKİ ile kişi arasında abonman sözleşmesiyle özel hukuk ilişkisi kurulmasından sonra yapılan hizmet karşılığında maliyet- kâr esasına göre belirlenmektedir. Ödemenin hukuksal dayanağı, kamu gücüne değil, tarifeye ve iki taraf arasında yapılan abonman sözleşmesine dayanmaktadır. Nitekim, ödemelerin yapılmaması durumunda İSKİ alacağını, Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Yasa’ya göre değil, özel hukuk ilişkisi içinde ilgili Yasa’ya göre alacaktır. Abone ile İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) arasında yapılan abonman sözleşmesi, daha çok “tip” sözleşme görünümündedir. Hizmetten yararlanan kişinin, sözleşmeyi idareyle birlikte düzenlemesi yerine katılımı (iltihakı) söz konusudur. Ancak bu durum, idareyle kişi arasında kurulan özel hukuk ilişkisini, kamu hukuku ilişkisine dönüştürmez. Çünkü, birçok durumda hizmetin tekel niteliği ve çok kişiye götürülme zorunluluğu, işin, çoğunlukla, tip sözleşmelerle ve kişilerin katılımıyla gerçekleşebilmesini olanaklı kılmaktadır. (...)”

“Açıklanan nedenlerle, atık suların uzaklaştırılması karşılığında alınan ücretlerin vergi, resim, harç benzeri mali yükümlülük olarak kabul edilmemesi gerekir” denilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesinin Konya 4.Asliye Hukuk Mahkemesi ile Konya Vergi Mahkemesi arasında çıkmış olan bir hüküm uyuşmazlığı ile ilgili olarak 16.6.2003 gün, E:2002/57,K: 2003/34 sayılı kararı ve İzmir 3.Vergi Mahkemesi ile İzmir 11.Asliye Hukuk Mahkemesi arasında çıkmış olan bir hüküm uyuşmazlığı ile ilgili olarak 02.04.2007 gün, E:2004/127,K:2007/31 sayılı kararı ile vermiş olduğu kararında, su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan büyükşehir belediyeleri bakımından, atık su bedelinin tahsiline ilişkin davaların görüm ve çözümünde adli yargı yerinin, Tarifeler Yönetmeliği ile buna dayanan tarife kararlarının yargısal denetiminde idare mahkemelerinin görevli bulunduğuna karar vermiştir. Mahkememizin 13.05.2013 gün, E:2012/145, K:2013/622 ve 02.06.2014 gün, E:2014/392, K:2014/629 sayılı kararları da bu doğrultudadır.

Yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi ile Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarındaki “atık su bedelinin, vergi benzeri mali yükümlülük olmayıp, idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu” yolundaki kabulün sonuçları itibarıyla: idarenin faaliyet alanıyla ilgili olarak yürürlüğe koyduğu yönetmelik ile buna dayanan tarife kararlarının yargısal denetiminin idari yargı yerinde -idare mahkemeleri; abonman sözleşmesine dayanan bir alacak- borç ilişkisi kapsamındaki atık su bedelinin tahsiline ilişkin davaların ise adli yargı yerinde görülüp çözümlenmesi gerekmekte olup, uygulama bu doğrultuda istikrar kazanmıştır.

Hal böyle iken, 15.7.1993 tarih ve 3914 sayılı Belediye Gelirleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 1. maddesiyle 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’na eklenen Mükerrer 44.madde ile, katı atık ve atık su ile ilgili “çevre temizlik vergisi” ihdas edilmesi ve yasal süreç tamamlandıktan sonra da 1.1.1994 tarihinden itibaren uygulamaya geçilmesi üzerine katı atık ve atık su ile ilgili uyuşmazlıkların, belediye ayrımı gözetilmeksizin vergi kapsamına alındığı gerekçesiyle vergi mahkemelerinde bakılarak sonuçlandırılması ve diğer taraftan tahsilata ilişkin uyuşmazlıkların da ücret kapsamında adli yargı yerinde çözümlenmesine devam edilmesi nedeniyle, uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için anılan Yasanın mükerrer 44. maddesinin incelenmesi gerekmiştir.

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 3914 sayılı Kanun’la eklenen Mükerrer 44. maddesinin birinci fıkrasında, “Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut, iş yeri ve diğer şekillerde kullanılan binalar, çevre temizlik vergisine tabidir.” hükmü yer almış; aynı maddenin on ikinci fıkrasında, “Belediyeler, atık su ile ilgili olarak da; katı atıklarla ilgili tarifede yer alan bina gruplarını topluca veya ayrı ayrı dikkate almak suretiyle ve su tüketim bedelini aşmamak üzere meclislerince belirlenecek miktarda çevre temizlik vergisi alırlar. Atık su ile ilgili çevre temizlik vergisi, su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk etmiş sayılır ve bu bedel ile birlikte tahsil edilir. Su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde ise, atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulama kendi kanunlarındaki hükümlere tabidir.” denilmiş ve son fıkrasında da, bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların, İçişleri ve Çevre Bakanlıklarının görüşleri alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı tarafından belirleneceğine işaret edilmiştir.

Anılan Yasa maddesine ilişkin “Belediye Gelirleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı” Genel Gerekçesinde (Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü; 10.6.1993-Sayı: B.02.0.KKG/101-530/04937), çevre temizlik vergisinin, belediyelerin içinde bulunduğu mali sıkıntılara acil ve kısa vadeli bir çözüm olmak üzere getirildiği belirtilmiş; madde gerekçelerinde ise on ikinci fıkra hakkında, “Belediyeler, belediye meclislerince yapılacak tarifeler üzerinden su tüketim bedelini aşmamak üzere, kanalizasyon hizmetlerinden yararlananlardan belirlenecek miktarlarda ayrıca çevre temizlik vergisi alacaklar, su tüketim bedeli ile birlikte tarh ve tahakkuk ettirilecek bu vergi su bedeli ile birlikte tahsil olunacaktır. Ancak su ve kanalizasyon hizmetleri ayrı bir kanunla düzenlenmiş bulunan belediyelerde, atık su bedellerinin tahsiline ilişkin uygulama kendi kanunlarındaki hükümlere tabi olacaktır.” denilmiştir.

Buna göre, yasa koyucu tarafından, mali sıkıntı içinde bulunan belediyelere, katı atıkların toplanması ve atık suların uzaklaştırılması hizmetleri karşılığında gelir sağlamak amacıyla, acil ve pratik bir çözüm olarak çevre temizlik vergisi ihdas edilmiştir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar ışığında; su ve kanalizasyon hizmetleri 2560 sayılı İSKİ Kanunu ile düzenlenen büyükşehir belediyelerinin, atık su bedeli uygulaması bakımından 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 3914 sayılı Kanun’la eklenen Mükerrer 44. maddesi ile getirilen çevre temizlik vergisi düzenlemesinin dışında kaldığı, buna karşın su ve kanalizasyon hizmetleri özel bir kanun ile düzenlenmeyen belediyelerin ise atık su bedeli uygulaması bakımından 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 3914 sayılı Kanun’la eklenen Mükerrer 44. maddesi ile getirilen çevre temizlik vergisi düzenlemesi kapsamında kaldığı, bu hususun yukarıda bahsedilen gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse de Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da açıkça vurgulandığı, bununla birlikte taraflar arasında şayet abonelik ilişkisi var ise, katı atık ve/veya atık su bedelinin vergi benzeri mali yükümlülük olmayıp, idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu hususuna da vurgu yapıldığı anlaşılmakla, bu bağlamda su ve kanalizasyon hizmetleri özel bir kanun ile düzenlenmeyen belediyeler bakımından katı atık ve/veya atık su bedelinin vergi benzeri mali bir yükümlülük mü, yoksa özel hukuk ilişkisine dayalı bir ücret mi olduğu hususunun belirlenmesinde ABONELİK İLİŞKİSİNİN belirleyici olduğu anlaşılmıştır.

27.10.2010 gün, 27742 sayılı Atıksu Altyapı Ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul Ve Esaslara İlişkin Yönetmeliğin ''Tanımlar'' başlıklı 4.maddesinin 1-a fıkrasında ''Abone'' tanımı yapılmış olup, buna göre, Abone: Su ve atık su ve katı atık hizmetlerinden faydalanan ve/veya faydalanacak gerçek veya tüzel kişiyi ifade etmekte, ''Abonelik'' başlıklı 10.maddesinde ise, ''Atık su altyapı yönetimlerinin hizmet vermekle yükümlü olduğu tüm gerçek ve tüzel kişilerin abone olması zorunludur'' hükmü yer almaktadır.

Belirtilen yasal düzenlemeler ve ilgili mahkeme kararları da dikkate alındığında, davalı Hacıbektaş Belediyesi tarafından alınan 27.10.2011 gün, 106 sayılı Encümen Kararı ile ilgili olarak, davacı adına tahakkuk ettirilen 9.363,24 TL tutarındaki bedel ile, bu bedelin ödenmemesi halinde çöp ve atık su hizmetlerinin yapılmayacağına dair kararın, gerek su ve kanalizasyon hizmetleri özel bir kanun ile düzenlenmeyen Hacıbektaş Belediyesince tesis edilmiş olması, gerekse de encümen kararında Hacıbektaş İlçesi, Savat Mahallesi, Çilehane Caddesi No:… ve No:… deki adreslerin su aboneliklerinin olduğunun ifade edilmiş olması birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu ücretin idareyle kişi arasında abonman sözleşmesiyle kurulan özel hukuk ilişkisi çerçevesinde ve hizmet karşılığında maliyet-kâr esasına göre idarece belirlenen tarifeye dayanılarak alınan bir ücret olduğu anlaşılmıştır.

Belirtilen durumlar karşısında,davalı Hacıbektaş Belediyesi tarafından 27.10.2011 gün, 106 sayılı Encümen Kararına istinaden, Hacıbektaş İlçesi, Savat Mahallesi, Çilehane Caddesi No:49 ve No:51 deki adresle ilgili olarak, davacı adına tahakkuk ettirilen toplam 9.363,24 TL tutarındaki çöp ve atık su bedeline ilişkin karar ve bu kararın devamı niteliğini taşıyan, bedelin ödenmemesi halinde belirtilen adresle ilgili olarak çöp ve atık su hizmetlerinin yapılmayacağına dair verilmiş olan kararın bütün olarak değerlendirilmesi gerekmekte olup, bahse konu kararın iptali istemiyle açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Kayseri 1.İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Hacıbektaş Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kayseri 1. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Hacıbektaş Sulh Ceza Mahkemesinin 16.11.2011 tarih ve 2011/137 Değişik İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

11-ESAS NO : 2014/693

KARAR NO : 2014/752

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı Şirkette çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle kamu kurumuna nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle uğradığı parasal kaybın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.S.

Vekilleri : Av. Ö.Ş.-Av. İ.Y.Ş.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.A.P.

O L A Y : Davalı Şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasanın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen davacı 20.9.2010 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı, Personel Dairesi Başkanlığı emrine atanmıştır.

Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesi ile davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. de çalışmaya başladığı 22 Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 20.09.2010 tarihine kadar geçen sürede, kamu görevlilerinin almakta olduğu maaşlarına uygulanmış olup da, müvekkilinin ücretine yansıtılmamış olan her türlü maaş artışı ve ek ödemelerin ay ay hesap edilerek, gecikme faiziyle birlikte davalıdan alınarak müvekkiline ödenmesine, bu istemlerinin fazlaya dair tüm hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00.TL olarak nazara alınmasına; müvekkilinin, davalı tarafından Personel Daire Başkanlığına nakli bildirilirken hesapladığı nakil ücretinin tam olarak hesaplanmasına ve maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine karar verilmesi istemiyle 6.4.2011 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 4.İŞ MAHKEMESİ; 11.3.2013 gün ve E:2011/540, K:2013/331 sayı ile, taraflar arasındaki uyuşmazlığın 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek II. cetvelinde yer alan ve özelleştirme sonucu hissesi devredilen davalı kurumda TİP 2 sözleşmesi ile nakle tabi olarak çalışan davacının davalının özelleştirmeden önce tabi olduğu ve özelleştirme ile bazı hükümleri değişen 406 sayılı Kanunun Ek. 29. Maddesi kapsamındaki düzenleme ve sözleşmedeki hüküm nedeni ile 375 sayılı KHK.’nın Ek 3 maddesi ve 399 sayılı KHK.’nın Ek II. cetvelinde yer alan kurumlarda çalışan sözleşmeli personele yapılan artışlardan yararlanıp yararlanmayacağı, nakledilirken bu artışların yer aldığı ücreti gösteren nakil maaş ilmühaberinin buna göre düzenlenmesi gerekip gerekmediği noktasında toplandığı; normatif dayanağının 406 sayılı Kanunun Ek. 29. maddesi, 375 sayılı KHK.’un Ek 3. maddesi, 399 sayılı KHK.’un Ek. II cetveli ve bu kanun hükmünde kararnamelere dayanılarak çıkarılan 2006/1, sayılı tebliğ yanında taraflar arasındaki sözleşme hükümleri olduğu; dosya içeriğine göre gerek yasal düzenleme ve gerekse sözleşmedeki hükümler dikkate alındığında, davalı kurumda özelleştirme öncesi kapsam dışı olarak çalışan ve 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak ücreti belirlenen davacının özelleştirme sonrası çalıştıktan sonra nakledildiği tarihe kadar kamuda aynı statüde çalışanlar için getirilen özlük haklarından yararlandırılarak, nakil edildiklerinde haklarının korunmasının amaçlandığı; kısaca davacının kapsam dışı olarak kamuda çalışmış gibi sayıldığı; özelleştirmeden önce statü hukuku hükümlerine tabi davacı niteliğindeki personelin, özelleştirme sonrası belirli bir süreliğine davalı ile özel hukuk hükümlerine tabi olarak iş sözleşmesi kapsamında çalıştırıldığı, nakledildiğinde tekrar statü hukuku kapsamına girdiği; davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı dönemde, davalı şirkete davacının ücreti konusunda “artış oranının, kamudaki memur maaş artış oranında” olacağı yönünde yükümlülük getirildiği gibi 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığının görüldüğü; bu işlemlerin idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kuramdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları; idari işlemlerle ilgili uyuşmazlığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği, gerekçesi ile yargı yolunun caiz olmadığına ilişkin hüküm kurulmuş olduğu; (Emsal Yargıtay 9. Hukuk D.nin 01.10.2012 gün ve 2012/27071 Esas, 2012/32336-Karar sayılı ilamı) yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle idari yargı yerinin görevli olduğuna dair verilen kararın, HMK 331/2. Maddesinde düzenlenen görevsizlik kararından mahiyet ve sonuç itibariyle farklılık arz etmediği, adli yargı ile idari yargı yerleri arasındaki görev uyuşmazlığının isminin yargı yolu uyuşmazlığı olmasının sonucu değiştirmeyeceği; son tahlilde bu durumun bir görev sorunu olduğu; diğer yandan somut uyuşmazlık ile ilgili bugüne kadar adli ve idari yargı yerlerince hatta Uyuşmazlık Mahkemesince görevli mahkemenin belirlenmesi konusunda değişik kararlar verildiği; yargı birimlerinin içtihat farklılığından kaynaklanan hukuki sonuçtan davacı tarafın sorumlu tutulmasının adil ve hukuki olmayacağı gerekçesiyle; yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle HMK 114/1-b ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar vermiş; bu karar temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22.H.D.nin 3.6.2013 gün ve E:2013/15042, K:2013/13400 sayılı kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, müvekkilinin iş sözleşmesi ile davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. de çalışmaya başladığı 22 Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 20.09.2010 tarihine kadar geçen sürede, kamu görevlilerinin almakta olduğu maaşlarına uygulanmış olup da, müvekkilinin ücretine yansıtılmamış olan her türlü maaş artışı ve ek ödemelerin ay ay hesap edilerek, gecikme faiziyle birlikte davalıdan alınarak müvekkiline ödenmesine, müvekkilinin, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Personel Daire Başkanlığına nakli bildirilirken hesapladığı nakil ücretinin tam olarak hesaplanmasına ve maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 9.İDARE MAHKEMESİ: 29.4.2014 gün ve E:2014/733 sayı ile, özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hâzineye ait bulunan hisselerden % 55’inin, Bakanlar Kurulunun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Kararı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmış olduğu; 406 sayılı Yasanın ek 29.maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22.maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 300 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır...” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personelin kamu personeli sayıldığı; bu durumda, davalının özel hukuk tüzel kişisi olması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görevinde bulunduğu; Uyuşmazlık Mahkemesinin benzer bir olaya ilişkin olarak verdiği 05.07.2010 tarih ve E:2010/56, 2010/157 sayılı ve 08.04.2013 tarih ve E:2013/82, K:2013/502 sayılı kararlarında da, uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğu yönünde karar verildiği gerekçesiyle; uyuşmazlığın görüm ve çözümü adli yargı merciilerinin görev alanına girdiği sonucuna varıldığından, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanunun 15. ve 19. maddeleri uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için ilk görevsizlik kararını veren Ankara 4. İş Mahkemesinin 2011/540 esasına kayıtlı dava dosyası da temin edilerek dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; iş sözleşmesi ile davalı kuruluşta çalışmaya başladığı 22.3.2006 tarihinden, ayrıldığı 20.09.2010 tarihine kadar geçen sürede, kamu görevlilerinin almakta olduğu maaşlarına uygulanmış olup da, kendi ücretine yansıtılmamış olan her türlü maaş artışı ve ek ödemelerin ay ay hesap edilerek, gecikme faiziyle birlikte tazmini, nakil ücretinin tam olarak hesaplanması ve maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kuruluşta çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacının vekili tarafından; müvekkilinin maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata uygun düzenlenmemesi nedeniyle iptaliyle yeniden düzenlenmesi ve bu yüzden yoksun kaldığı parasal haklarının faiziyle birlikte tazmini istemiyle 6.4.2011 tarihinde dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle Ankara 9.İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Ankara 4.İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 9.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesi’nin 11.3.2013 gün ve E:2011/540, K:2013/331 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

12-ESAS NO : 2014/697

KARAR NO : 2014/756

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ö.K.S.

Vekilleri : Av. Ö.Ş. & Av. İ.Y.Ş. & Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.A.P. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de mühendis olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, davalı idarede çalışmaya başladığı 22.03.2006 tarihinden, ayrıldığı 16.07.2010 tarihine kadar geçen sürede, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün, E:2011/537, K:2013/328 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve E:2013/15033, K:2013/13391 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 9. İdare Mahkemesi: 29.04.2014 gün ve E:2014/734 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 9. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 4. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 9.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesinin 11.03.2013 gün, E:2011/537, K:2013/328 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

13-ESAS NO : 2014/699

KARAR NO : 2014/758

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.İ.

Vekilleri : Av. T.A.K. & Av. L.K. & Av. Y.Y.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekilleri : Av. İ.K.C. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de kapsam dışı (2. Tip İş Sözleşmesi ile) müdür yardımcısı unvanı ile çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu Eylül 2009 tarihli yazı ile iş sözleşmesinin feshedildiğini, 04.01.2010 tarihli yazı ile davacının adının, davalı şirketçe Devlet Personel Başkanlığı’na bildirildiğini, 09.03.2010 tarihinde de Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı İzmir Bölge Müdürlüğü emrine memur olarak atandığını, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkını kapsayacak şekilde, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 500,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Karşıyaka 3. İş Mahkemesi: 20.06.2013 gün, E:2011/143, K:2013/335 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

İzmir 3. İdare Mahkemesi: 27.02.2014 gün ve E:2014/244 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan İzmir 3. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Karşıyaka 3. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 3. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Karşıyaka 3.İş Mahkemesinin 20.06.2013 gün, E:2011/143, K:2013/335 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

14-ESAS NO : 2014/702

KARAR NO : 2014/760

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : C.A.

Davalı : Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı XIII. Bölge Müdürlüğü

O L A Y : Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı XIII. Bölge Müdürlüğünce yapılan denetim sırasında, davacı adına kayıtlı 71…… plaka sayılı aracın yetki belgesiz yük/eşya taşımacılığı faaliyetinde bulunduğunun tespit edildiğinden bahisle, davacı adına 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26/a. maddesi uyarınca 29.6.2013 gün ve UBK-A 404715 seri-sıra sayılı işlem ile 2.615,00 TL idari para cezası verilmiştir.

Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

Bolu 2. Sulh Ceza Mahkemesi, olay yeri itibariyle yetkisizlik kararı ile dava dosyasının yetkili Karabük Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

KARABÜK 2. SULH CEZA MAHKEMESİ: 31.1.2014 gün ve D.İş:2013/642 sayı ile, davacı adına verilen idari para cezasının kesinleştiği, bu nedenle görevli mahkemenin vergi mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Zonguldak İdare Mahkemesi, davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili Kastamonu İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş, verilen karar kesinleş-miştir.

KASTAMONU İDARE MAHKEMESİ; 6.5.2014 gün ve E:2014/422 sayı ile, davacıya 4925 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası verildiği ve bu Kanun’da da idari para cezalarına karşı kanun yolu düzenlemesi bulunmadığından, Kabahatler Kanunu uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre:

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdari yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının, Mahkemece ekinde adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 5. maddesinde, taşımacılık, acentelik ve taşıma işleri komisyonculuğu ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği yapılabilmesi için Bakanlıktan yetki belgesi alınmasının zorunlu olduğu, idari para cezaları başlıklı 26. maddesinde, bu Kanun’un 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara ikibin Türk lirası idari para cezası verileceği düzenlenmiş; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu öngörülmüşken, bu madde, önce 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 520. maddesiyle, “Bu Kanunda belirtilen idarî para cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde aynı nitelikteki fiili üç defa işlediği tespit edilen gerçek ve tüzel kişilere, işlediği fiillerin cezalarının toplamının on katı idarî para cezası verilir ve taşıt şoförünün yurt içi ve yurt dışı taşımalarda sürücü mesleki yeterlilik belgesi ile varsa uluslararası sürücü sertifikası bir yıl süreyle askıya alınır” şeklinde değiştirilmiş; daha sonra 25.6.2009 gün ve 5917 sayılı Kanun’un 47. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5917 sayılı Kanun hükümleri 10.7.2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda 12.7.2013 gün ve 6495 sayılı Kanun’un 32. maddesiyle ve son olarak 6.2.2014 gün ve 6518 sayılı Kanun’un 60. maddesiyle değişiklikler yapılmış, bu haliyle de idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Öte yandan; 30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde," (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır"; Kanunun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise "idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.

Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Kastamonu İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Karabük 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kastamonu İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Karabük 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 31.1.2014 gün ve D.İş:2013/642 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

15-ESAS NO : 2014/704

KARAR NO : 2014/762

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının yakınlarının hemzemin geçitte meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybetmesinden dolayı uğradığı maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : K.A.vasisi B.A.

Vekili : Av. T.G.

Adli Yargıda

Davalılar : 1- Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.H.

2- T.C.D.D. Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. M.F.

3- G. Sigorta A.Ş.

Vekili : Av. B.E.Y.

İdari Yargıda

Davalı : Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacının vasisi olduğu K.A.’ın babasının idaresindeki özel oto ile 27.06.2003 tarihinde, içinde K.A., annesi ve iki kardeşi bulunduğu halde saat 18.00 sıralarında Yeni Otogar- Aksaray Yolu kavşağında bulunan Dr. Sadık Ahmet Cad. hemzemin geçidinde T.C.D.D 71319 Nolu Eskişehir istikametine gitmekte olan trenin kendilerine çarpması sonucu kaza yaptığını; kazada Kübra Akın’ın ağır yaralandığını; babası, annesi ve kardeşlerinin ise hayatını kaybettiğini; kazanın meydana gelmesinde davalıların kusuru olduğunu belirterek; fazlaya ilişkin haklarını saklı kalmak kaydıyla 22.500.000.000 TL maddi, 23.000.000.000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle 10.03.2004 tarihinde adli yargıda dava açmıştır.

Davalılardan TCDD Genel Müdürlüğü vekili ile Konya Büyükşehir Belediyesi vekili süresi içerisinde, davanın hizmet kusuru nedeniyle açıldığı gerekçesiyle görev itirazında bulunmuşlardır.

KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 18.05.2004 gün ve E:2004/103 sayılı kararı ile, davalıların görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan TCDD Genel Müdürlüğü vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunması üzerine; Danıştay Başsavcısı tarafından TCDD Genel Müdürlüğü yönünden uyuşmazlık çıkarılmıştır.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ: 04.10.2004 gün ve E:2004/77 K:2004/69 sayılı kararda “…28.10.1984 tarih ve 18559 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü ( TCDD ) Ana Statüsü’nün “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi “ Bu Ana Statünün amacı; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi olarak söz konusu Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan Kamu İktisadi Kuruluşunun hukuki bünye, amaç ve faaliyet konuları, organları ve teşkilat yapısı, müessese, bağlı ortaklık ve iştirakleri ile bunlar arasındaki ilişkileri ve ilgili diğer hususları düzenlemektir...” hükmünü taşımakta; “Hukuki Bünye” başlıklı 3. maddesinde, bu Ana Statü ile teşkil olunan TCDD İşletmesinin, sermayesinin tamamı Devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir “ Kamu İktisadi Kuruluşu” olduğuna ve 233 sayılı KHK. ile bu Ana Statü hükümleri saklı kalmak üzere özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğuna işaret edilmekte; 4.maddesinde, sayılan Kuruluş amaç ve faaliyet konularının tamamına yakınının “tekel” kapsamında işler olduğu belirtilmekte; kuruluşu, yönetimi ve denetimi konularında 233 sayılı KHK. Hükümlerine paralel düzenlemelere yer verilmektedir.

Buna göre, TCDD İşletmesinin, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, tüzel kişiliğe sahip bir kamu kurumu olduğu tartışmasızdır. 233 sayılı KHK. ve Ana Statü ile, özerk bir tarzda ve ekonomik gereklere uygun olarak kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla, İşletmenin iktisadi faaliyetleri bakımından özel hukuk hükümlerine tabi kılınmış olması, onun kamu hizmeti yürütmesine ve kamu kurumu niteliğine engel teşkil etmemektedir.

Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacı vekilince olayda davalı işletmenin kusur ve sorumluluğunun bulunduğu ileri sürüldüğüne göre, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın, zararın hizmetin kuruluşu ve işleyişindeki aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanılarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 125.maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Buna göre ve idare personelinin dikkatsizlik ve tedbirsizliği sonucu oluşan kişisel kusura değil de, zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğduğu nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, tekel niteliğinde kamu hizmeti yürüten TCDD İşletmesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b. maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Buna karşın, dava konusu zararın, karayolunun demiryolu ile kesiştiği hemzemin geçitte meydana gelen kaza sonucunda oluştuğu nedeniyle ortada bir trafik olayı bulunduğu düşüncesinden hareketle, davanın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85., 90. ve 106. maddeleri hükümleri uyarınca, işletenin hukuki sorumluluğu kapsamında çözümlenmesi gerekeceği ileri sürülebilir ise de; anılan Yasa’da gerek hemzemin geçitin karayolunun uzantısı olduğunu belirten bir tanım ve düzenlemeye yer verilmemesi ve gerekse trenin bu Yasa kapsamına giren bir motorlu taşıt olarak sayılmamış olması karşısında, bu iddiayı kabule olanak bulunmamaktadır.

Nitekim TCDD Ana Statüsü’ne, Yüksek Planlama Kurulunun 27.4.1992 tarih ve 92/T. 29 sayılı kararıyla ilâve edilen Ek 2. maddede, “ Demiryolunun karayolu, köy yolu ve benzeri yollar ile yaptığı kesişmelerde demiryolu ana yol sayılır.

Bu kesişmelerde yapılan yeni yolun bağlı olduğu kurum veya kuruluş, alt ve üst geçit yapmak ve diğer emniyet tedbirlerini almakla yükümlüdür.

Demiryolu trafik düzeninin gerektirdiği hallerde söz konusu yollara ait geçitler ile görüşe engel teşkil eden tesisler kime ait olursa olsun kaldırtılır.

Demiryolu üstünde seyreden araçların karayolu, köy yolu ve benzeri yollardaki araçlara göre geçiş üstünlüğü vardır.”denilmek suretiyle, demiryolunun farklı bir hukuki statüye tabi bulunduğu açıklanmaktadır.

Belirtilen nedenlerle, hemzemin geçitte trenin otomobile çarpması sonucunda doğan zararın TCDD İşletmesince tazminine yönelik olarak açılan davanın, idarenin hizmet kusuru esasına göre görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan,…” gerekçesiyle Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile TCDD İşletmesi vekilinin görev itirazının Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce reddine ilişkin kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.

Mahkememizce verilen kararın ardından; 25.01.20005 tarihinde, dosyanın tefriki ile TCDD açısından görevsizlik kararı verilerek diğer davalılar hakkında yargılamaya devam edilmiştir.

KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 22.02.2010 gün ve E:2004/103 K:2010/14 sayılı kararı ile, davalılardan Konya Büyükşehir Belediyesi ile G. Sigorta A.Ş.ye yönelik davanın reddine, diğer davalı TCDD Genel Müdürlüğü’ne yönelik davanın ise daha önceden tefrik edilerek idari yargı yerinin görevli olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmekle bu davalı hakkında da bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

Adli yargıda verilen karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ: 26.06.2012 gün ve E:2011/13026 K:2012/8223 sayılı kararında özetle; davalı Konya Büyükşehir Belediyesi’ne karşı hizmet kusuruna dayanılarak açılan davanın idari yargı yerinde açılması gerektiğinden hükmün bu davalı yönünden görev yönünden, diğer davalı Genel Sigorta A.Ş.ne karşı açılan davanın ise araştırmaya yönelik olarak esastan bozulmasına karar vermiş; davacı vekilinin karar düzeltme talebi de aynı Dairece 13.12.2012 gün E:2012/14486 K:2012/14038 sayılı karar ile reddedilmiştir.

KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 11.06.2013 gün ve E:2013/624 K:2013/920 sayılı kararı ile, Konya Büyükşehir Belediyesi yönünden davanın tefriki ile bu davalı yönünden uyuşmazlık İdare Mahkemelerinin görev alanına girdiğinden dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiş ve verilen karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı gerekçelerle toplam 214.748,58 TL maddi ve manevi tazminat istemi ile idari yargıda dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 11.04.2014 gün ve E.2014/434 sayılı gönderme kararında özetle; uyuşmazlığın ölümlü trafik kazasının meydana geldiği hemzemin geçidin bakım ve onarım sorumluluğuna ilişkin olması ve 2918 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması suretiyle çözümlenebilecek mahiyette olması nedeniyle, 2918 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili uyuşmazlığın görüm ve çözümünde aynı Yasa’nın 110. Maddesi hükmü uyarınca adli yargı yerleri görevli olduğunu gerekçe göstererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. Maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, hemzemin geçitte meydana gelen trafik kazası nedeniyle anne, baba ve kardeşlerini kaybeden davacının maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dava dosyanın incelenmesinden; davaya neden olan kazanın 27.06.2003 tarihinde saat 18.00 sıralarında Horozluhan- Pınarbaşı İstasyonları arasında bulunan otomatik bariyerli hemzemin geçitte 71319 nolu Meram Ekspresinin davacının ve annesi ile iki kardeşinin de içerisinde bulunduğu, babası D.A.’ın sevk ve idaresindeki 06…… plakalı araçla çarpışması sonucu, otomobil içinde bulunan davacının annesi, babası ve iki kardeşinin hayatını yitirdiği; kazanın meydana geldiği tren yolu üzerinde kontrollü- bariyerli hemzemin geçit düzenlemesi yapılmadan, gerek tren trafiğine gerekse motorlu araç trafiğine geçiş sağlanması sebebi ile kazanın meydana gelmesinde davalı idarenin kusurlu olduğu açıklanarak maddi ve manevi tazminat istemiyle önce adli yargıda ve sonrasında da idari yargıda Konya Büyükşehir Belediyesi hakkında dava açıldığı anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısiyle 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Her ne kadar uyuşmazlık konusu olay nedeniyle, adli yargıda yapılan yargılama sırasında davalılardan TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü hakkında 2247 sayılı Yasa’nın 10. Maddesine göre çıkarılan uyuşmazlık nedeniyle, Mahkememizce 04.10.2004 gün ve E:2004/77 K: 2004/69 sayılı karar ile “ Hemzemin geçitte karayolu taşıtı ile trenin çarpışması sonucunda doğan zararın idarenin hizmet kusuru esasına göre tazmini istemiyle açılan davanın, idari Yargıda çözümlenmesi gerektiği” şeklinde karar verilmiş ise de; idari yargıdaki dava 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinin yürürlüğe girdiği 19.01.2011 tarihinden sonra 07.04.2014 tarihinde açılmıştır. İdari yargıda açılan dava tarihine göre, olayımızda 2918 sayılı Geçici 21. Maddesinde açıklanan; “110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” hükmünün de uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

Bu durumda, eldeki davada adli yargının görevli olduğu konusunda tereddüt bulunmadığından, davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu dolayısıyla, Konya 2. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22.02.2010 gün ve E:2004/103 K:2010/14 sayılı davalı Konya Büyükşehir Belediyesi hakkında verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.06.2013 gün ve E:2013/624 K:2013/920 sayılı davalı Konya Büyükşehir Belediyesi hakkında verilen GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

16-ESAS NO : 2014/709

KARAR NO : 2014/765

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E.İ.

Vekilleri : Av. Ö.Ş.& Av. İ.Y.Ş.& Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.A.P. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de şef mühendis olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, davalı idarede çalışmaya başladığı 22 Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 25.11.2010 tarihine kadar geçen sürede, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün, E:2011/545, K:2013/336 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve E:2013/15047, K:2013/13405 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 12. İdare Mahkemesi: 02.06.2014 gün ve E:2014/692 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 12. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 4. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 12.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesinin 11.03.2013 gün, E:2011/545, K:2013/336 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

17-ESAS NO : 2014/710

KARAR NO : 2014/766

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.Ç.

Vekili : Av. Y.Ü.

Davalı : Niğde Belediye Başkanlığı

Vekilleri : Av. K.Y.B. & Av. R.A. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 19.12.2012 tarihinde, sürücü A.K.’ün sevk ve idaresindeki davacıya ait 38…… plakalı araç ile, Niğde ili, İlhanlı Mahallesi 76. Sokak girişinde refüje gerekli işaretlendirmenin yapılmaması sonucu maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada idarenin bakım ve onarımda gerekli tedbir ve önlemi almayarak hizmet kusurunun bulunduğunu, fakat kusur oranı ve zarar miktarının tam olarak belli olmadığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 500,00 TL maddi tazminatın kaza tarihi itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: 13.02.2014 gün, E:2013/716, K:2014/124 sayı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Aksaray İdare Mahkemesi: 23.05.2014 gün ve E:2014/577 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, 2247 sayılı Kanun’un 19.maddesi gereğince görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Kanunun 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sürücü Ali Kütük’ün sevk ve idaresindeki davacıya ait 38 RH 623 plakalı aracın kaza yapması sonucu meydana geldiği iddia olunan maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Aksaray İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Aksaray İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Niğde 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.02.2014 gün, E:2013/716, K:2014/124 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Belediyenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı KTK'nın 10.md. "Belediyelerin yapım ve bakımından sorumlu olduğu yollan, trafik düzen ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, karayolu yapısında ve üzerinde yapılacak çalışmalarda gerekli tedbirleri almakla görevli" olduğuna işaret edilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davalan, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda belediye sınırlan içindeki yolun yapım, bakım ve onaranının yapılmadığı nedeniyle doğan zarann tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zarann ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nm 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlan dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçlann işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçlann işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannın verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kaçarlannı, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza, Sayın çoğunluğun karan dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik karannın bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,

Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

18-ESAS NO : 2014/711

KARAR NO : 2014/767

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.A.

Vekilleri : Av. Ö.Ş.& Av. İ.Y.Ş.& Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.A.P. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de şef mühendis olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, davalı idarede çalışmaya başladığı Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 18.01.2011 tarihine kadar geçen sürede, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün, E:2011/536, K:2013/327 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve E:2013/15028, K:2013/13386 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 15. İdare Mahkemesi: 24.04.2014 gün ve E:2014/681 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 15. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 4. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 15.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesinin 11.03.2013 gün, E:2011/536, K:2013/327 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

19-ESAS NO : 2014/717

KARAR NO : 2014/772

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davalı idare tarafından düzenlenen BELMEK kurslarında imzaladığı taahhütnameye istinaden usta öğretici olarak çalışmakta iken emeklilik nedeniyle görevinden ayrılan davacının; ödenmediğini iddia ettiği kıdem tazminatının / iş sonu tazminatının ve izin ücreti alacağının faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açtığı davanın; davacının statüsü ve iş mevzuatından kaynaklanan talepleri gözetildiğinde, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : D.A.

Vekilleri : Av. R.Ç. - Av. H.Y.Ç.

Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. Ö.E.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, davalı Belediyeye bağlı Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Meslek Edindirme Şube Müdürlüğünde usta öğretici olarak 01.10.2003’ten 25.07.2012 tarihine kadar çalıştığını; emeklilik hakkını elde ettiği için SGK’dan emekli olduğunu, ancak işveren tarafından kıdem tazminatının ödenmediğini; yıllık izinleri kullandırılmadığı gibi, izin ücretlerinin de ödenmediğini ifade ederek; fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere; 1.000 TL kıdem tazminatının fesih tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte, 1.000 TL yıllık izin ücreti alacağının yasal faizi ile birlikte, alacaklarının tespiti ve davalıdan alınmasına karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 19. İŞ MAHKEMESİ: 3.5.2013 gün ve E:2012/1007, K:2013/376 sayı ile, “(…) Uyuşmazlık taraflar arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 1. maddesinin 2. fıkrası ve 4. maddesinde belirtilen ayrık durumlar dışında kalan bütün işyerlerinde, işverenler ile işveren vekillerine ve çalışma şekline bakılmaksızın işçilere bu Kanun’un uygulanacağı belirtilmiştir. Sorun daha çok statü hukukuna tabi kamu çalışanları ile yine kamuda çalışan işçiler arasındaki ayrım noktasında ortaya çıkmaktadır.

Uyuşmazlığın dayanağını oluşturan; 657 sayılı yasanın 89. maddesindeki düzenlemeye göre; “ Her derecedeki eğitim ve öğretim kurumları ile Üniversite ve Akademi (Askeri Akademiler dahil), okul, kurs veya yaygın eğitim yapan kurumlarda ve benzeri kuruluşlarda öğretmen veya öğretim üyesi bulunmaması halinde öğretilenlere, öğretim üyelerine veya diğer memurlara veyahut açıktan atanacaklara ücret ile ek ders görevi verilebilir. Ücretle okutulacak ders saatlerinin sayısı, ders görevi alacakların nitelikleri ve diğer hususlar ilgili Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile tespit olunur.”

Anılan yasanın 176.maddesinde; “Bu Kanunun 89 uncu maddesine göre kendilerine ders görevi verilenlere, ders saati başına gündüz öğretimi için 140, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında yarıyıl ve yaz tatillerinde, cumartesi ve pazar günleri ile saat 18.00'den sonra başlayan öğretim faaliyetleri için 150 gösterge rakamının bu Kanuna göre belirlenen aylık katsayısı ile çarpımından oluşan miktar üzerinden ek ders ücreti ödenir

Bu madde kapsamında ücretle ders vermek üzere yükseköğretim kurumlarından görevlendirilen öğretim elemanlarına 2914 sayılı Kanun hükümlerine göre ek ders ücreti ödenir. Konferans ücreti her yıl bütçe kanunlarında gösterilir.” hükmünü içermektedir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ilke kararlarında, 657 sayılı yasanın 89. maddesine uygun olarak Bakanlar Kurulu kararnamesi doğrultusunda ve sınavla işe alman halk eğitim merkezi kurs öğretmeninin işçi olmadığını kabul edilmiştir (Yargıtay 9.HD. 14.2.2000 gün 1999/19571 E, 2000/1395 K.). Yine, çıraklık eğitim merkezinde görev alan usta öğretici için aynı sonuca varılmıştır (Yargıtay 9. HD.28.4.2003 gün 2002/23990 E, 2003/7205 K.).

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunun Büyükşehir Belediyesinin Görev, Yetki Ve Sorumluluklarını düzenleyen 7/ v) maddesinde “ meslek ve beceri kazandırma kursları açmak, işletmek veya işlettirmek, bu hizmetleri yürütürken üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri, kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapmak.” düzenlemesi yer almaktadır.

Somut uyuşmazlıkta davacının; davalı Ankara Büyükşehir Belediyesi Eğitim ve Kültür Daire Başkanlığının düzenlediği Belmek kurslarında 657 sayılı yasanın 89 ve 176. maddeleri uyarınca ek ders ücreti karşılığı Usta Öğretici olarak çalıştığı, her eğitim dönemi başında Belediye Encümeninden karar alındığı ayrıca başkanlık makamının oluru ile işe başlatıldıkları davacının kabulünde olup uyuşmazlık konusu değildir.

Netice itibarıyla yukarıda belirtilen 657 sayılı yasanın 89 ve 176 maddeleri ve Yargıtay'ın usta öğreticiler konusunda verdiği ilkesel kararlar bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda davacının statü hukukuna tabi olduğu, uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargı olduğu sonuç ve kanaati ile yargı yolunun caiz olmadığı anlaşıldığından davanın görev yönünden reddine karar vermek gerektiği kanaatine varılmakla;

HÜKÜM:

Davacının davasının yargı yolu caiz olmadığından görev yönünden reddi ile mahkememizin görevsizliğine, davacının idare mahkemesinde dava açmakta muhtariyetine,(…)” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş; bu karara yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 5.9.2013 gün ve E:2013/22594, K:2013/18294 karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar vermiş ve Mahkeme kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez; müvekkilinin, davalı Belediyede statü hukukuna göre çalıştığının takdir edilmesi halinde, 15.000-TL kıdem tazminatının (iş sonu tazminatının) emekliye ayrıldığı tarihten itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte, 10.000- TL izin ücreti alacağının 19.İş Mahkemesinde dava açtıkları 8.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınmasına, karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 13.İDARE MAHKEMESİ; 20.5.2014 gün ve E:2014/25 sayı ile, “(…) 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesinde “Bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar bu kanuna göre sigortalı sayılırlar...'’ denilmiş, aynı Yasanın “Uyuşmazlıkların Çözüm Yeri'” Başlıklı 134. maddesinde, “Bu kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür” hükmüne yer verilmiş; 506 sayılı yasa hükümleri 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5510 sayılı Kanunun 3.maddesinde; kısa ve/veya uzun vadeli sigorta kolları bakımından adına prim ödenmesi gereken veya kendi adına prim ödemesi gereken kişi sigortalı olarak tanımlanmış; 79. madde ile başlayan Dördüncü Kısmında, primlere ilişkin hükümlere yer verilmiş; 101. maddesinde “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür” hükmü yer almaktadır.

Öte yandan, 4857 sayılı İş Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının, işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemek olduğu belirtilmiş; aynı zamanda, bakılan davanın da konusunu oluşturan “İş Sözleşmesi, Türleri ve Feshi” hususuna Kanunun 8.maddesi ve devamında, kıdem tazminatı, ücretli izin, bildirim süresinden kaynaklanan yükümlülük ve haklara ilişkin hususlara ise Kanunun değişik maddelerinde yer verilmiştir.

Diğer taraftan; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesinde, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur. Bu mahkemeler:...B) İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakarlar. İş mahkemesi kurulmamış olan yerlerdeki bu davalara o yerde görevlendirilecek mahkeme tarafından, temsilci üyeler alınmaksızın, bu kanundaki esas ve usullere göre bakılır. Fiili ve hukuki imkansızlıklar dolayısiyle iş mahkemesinin toplu olarak görevini yapamadığı hallerde de yukarki fıkra hükmü uygulanır. (Ek fıkra: 2/7/2012-6352/39 md.) Birden fazla iş mahkemesi bulunan yerlerde, sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan davaların görüleceği iş mahkemeleri, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir.'’ hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; davacının, davalı idareye verdiği ve tek taraflı olarak imzaladığı bir taahütnameye istinaden, Ankara Büyükşehir Belediyesi Eğitim ve Kültür Dairesi Başkanlığı bünyesinde düzenlenen Meslek Edindirme Kurslarında 01/10/2003 ile 25/07/2012 tarihleri arasında, usta öğretici sıfatıyla çalıştığı; çalıştığı süre zarfından ödenmediğini iddia ettiği 15.000,00 TL kıdem tazminatı ve 10.000,00 TL yıllık izin ücreti olmak üzere toplam 25.000,00 TL tazminatın, kıdem tazminatı için emekliye ayrıldığı itibaren işleyecek en yüksek banka mevduatı faiziyle, izin ücreti alacağının ise Ankara 19. İş Mahkemesi'nde davanın açıldığı 08.10.2012 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda tanımlanan şekliyle, memur, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçi kapsamında bulunmadığı; idareye verdiği bir taahhütnameye istinaden, idareyle arasında bir hizmet ilişkisi kurulduğu; taahhütnamede, ek ders ücretinin hesaplanmasında 657 sayılı Kanununun 176. maddesinden esinlenmiş olunmasının, davacının kamu personeli statüsünde değerlendirilmesi için yeterli olamayacağı gibi, taahhütnameyi de idari sözleşme haline getirmeyeceği; dolayısıyla, taahhütnameyle kurulan ilişkinin, daha ziyade Türk Borçlar Kanununda tanımını bulan hizmet sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.

Buna göre; davacının statüsü dikkate alındığında ve iş mevzuatından kaynaklanan talepleri gözetildiğinde; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır

Nitekim; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 30.09.2013 tarih ve E:2013/851 K:2013/ 1277 sayılı kararı da bu yöndedir.

Açıklanan nedenlerle; adli yargının görev alanına giren davada Mahkememizin görevli olmadığına,(…)” demek suretiyle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen BELMEK kurslarında imzaladığı taahhütnameye istinaden usta öğretici olarak çalışmakta iken emeklilik nedeniyle görevinden ayrılan davacının; ödenmediğini iddia ettiği kıdem tazminatının / iş sonu tazminatının ve izin ücreti alacağının faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.

506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. Maddesinde “Bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar bu kanuna göre sigortalı sayılırlar…” denilmiş, aynı Yasanın “Uyuşmazlıkların Çözüm Yeri” Başlıklı 134. maddesinde, “Bu kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar, yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görülür” hükmüne yer verilmiş; 506 sayılı yasa hükümleri 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5510 sayılı Kanunun 3.maddesinde; kısa ve/veya uzun vadeli sigorta kolları bakımından adına prim ödenmesi gereken veya kendi adına prim ödemesi gereken kişi sigortalı olarak tanımlanmış; 101. maddesinde “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

Öte yandan, 4857 sayılı İş Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının, işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemek olduğu belirtilmiş; aynı zamanda, bakılan davanın da konusunu oluşturan “İş Sözleşmesi, Türleri ve Feshi” hususuna Kanunun 8.maddesi ve devamında; kıdem tazminatı, ücretli izin, bildirim süresinden kaynaklanan yükümlülük ve haklara ilişkin hususlara ise, Kanunun değişik maddelerinde yer verilmiştir.

Diğer taraftan; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesinde, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.

Bu mahkemeler:

A) (Mülga: 18/10/2012-6356/81 md.)

B) İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakarlar.

İş mahkemesi kurulmamış olan yerlerdeki bu davalara o yerde görevlendirilecek mahkeme tarafından, temsilci üyeler alınmaksızın, bu kanundaki esas ve usullere göre bakılır.

Fiili ve hukuki imkansızlıklar dolayısıyla iş mahkemesinin toplu olarak görevini yapamadığı hallerde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

(Ek fıkra: 2/7/2012-6352/39 md.) Birden fazla iş mahkemesi bulunan yerlerde, sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan davaların görüleceği iş mahkemeleri, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir.” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; davacının, davalı idareye verdiği ve tek taraflı olarak imzaladığı bir taahhütnameye istinaden, Ankara Büyükşehir Belediyesi Eğitim ve Kültür Dairesi Başkanlığı bünyesinde düzenlenen Meslek Edindirme Kurslarında 01/10/2003 ile 25/07/2012 tarihleri arasında usta öğretici sıfatıyla çalıştığı, emeklilik nedeniyle görevinden ayrıldığı; çalıştığı süre zarfında ödenmediğini iddia ettiği kıdem tazminatı /iş sonu tazminatının ve izin ücreti alacağının faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bakılmakta olan davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Somut durum dikkate alındığında, davacının; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda tanımlanan şekliyle, memur, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçi kapsamında bulunmadığı; idareye verdiği bir taahhütnameye istinaden, idareyle arasında bir hizmet ilişkisi kurulduğu; taahhütnamede, ek ders ücretinin hesaplanmasında 657 sayılı Kanununun 176. maddesinden esinlenmiş olunmasının, davacının kamu personeli statüsünde değerlendirilmesi için yeterli olamayacağı gibi, taahhütnameyi de idari sözleşme haline getirmeyeceği; dolayısıyla, taahhütnameyle kurulan ilişkinin, daha ziyade Türk Borçlar Kanununda tanımını bulan hizmet sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.

Buna göre; davacının statüsü dikkate alındığında ve iş mevzuatından kaynaklanan talepleri gözetildiğinde; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır

Açıklanan nedenlerle, Ankara 13. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 19. İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 13.İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 19.İş Mahkemesi’nin 3.5.2013 gün ve E:2012/1007, K:2013/376 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

20-ESAS NO : 2014/721

KARAR NO : 2014/776

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Z.Ş.

Vekilleri : Av. B.Y.& Av. A.Ö.Ö.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.A.P.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı kurum nezdinde memur olarak çalışmakta iken; kurumun 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesinden sonra başka kuruma nakledildiğini; ancak bu nakil sırasında maaş nakil ilmuhaberinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın Ek 29.maddesine uygun düzenlenmemesi nedeni ile zarara uğradığını belirterek; maaş nakil ilmuhaberine dava konusu artış ve zamların düzenleme tarihi baz alınarak yeniden tespitine ve davacının davalı kurumda çalıştığı sürelerde hak ettiği; ancak, kendisine ödenmeyen ve davalı kurumun hatalı maaş nakil bildirimi nedeniyle davacının halen çalıştığı kurumda eksik aldığı tutarların yıllar itibariyle değişen ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına eklenen ikramiye tutarı farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 700,00 TL’sinin ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile adli yargıda dava açmıştır.

Davacı vekili 12.10.2011 tarihli dilekçesi ile; yapılan bilirkişi incelemesi ile müvekkil alacağının tespit edildiğini belirterek, yeniden ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 875,56 TL’nin dava değerine eklenerek davasının ıslahına, ıslah tarihinden itibaren alacaklarına faiz uygulanmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Ankara 2. İş Mahkemesi: 09.04.2013 gün ve 2011/265 Esas, 2013/421 Karar sayılı kararında özetle; Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin 01.10.2012 gün ve 2012/27071 Esas, 2012/32336 Karar sayılı bozma ilamına göre davacı durumunda olanlar hakkında yapılan işlemin idari işlem olması nedeni ile uyuşmazlığın idari yargıda çözülmesi gerektiğini belirterek yargı yolu caiz olmaması nedeni ile davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.12.2012 gün ve 2012/9-1518 Esas, 2012/1388 Karar sayılı kararının da bu yönde olduğunu belirterek, HMK’nın 115/2 madde hükmüne göre, davanın usulden reddine karar vermiştir.

Görevsizlik kararı taraflara 09.04.2013 günü tefhim edilmiştir. Kararın, 5521 sayılı Yasa’nın Geçici 1. Maddesi gereğince halen yürürlükte olan 5521 sayılı Yasa’nın 8.maddesi gereğince tefhimden itibaren 8 günlük yasal sürede taraflarca temyiz edilmediğinden kesinleştiği anlaşılmıştır.

Davacı vekili bu kez; davalı kurumdan geçiş yapan davacının maaş nakil ilmühaberinin 4046 sayılı Yasa’nın 22. maddesi ve 406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesine uygun düzenlenmemesi nedeniyle maaş nakil ilmühaberinin iptal edilerek, dava konusu artış ve zamların eklenerek düzenleme tarihi itibariyle yeniden tespitine, müvekkilinin davalı kurumda çalıştığı sürelerde hak ettiği ancak kendisine ödenmeyen ve davalı kurumun hatalı maaş bildirimi nedeniyle müvekkilinin halen çalıştığı kurumda eksik maaş almasına sebep olduğu tutarların, yıllar itibariyle değişen ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek en yüksek faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsili istemiyle idari yargıda dava açmıştır.

Davalı vekili süresi içinde verdiği dilekçesi ile özetle; görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 10. İdare Mahkemesi: 08.11.2013 gün ve 2013/764 Esas sayılı ara kararında özetle; imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğunu ve bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğunu belirterek, görevi itirazının reddine karar vermiştir.

Davacı vekili 16.12.2013 tarihli dilekçesi ile; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10.maddesi uyarınca dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilerek, görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nden istenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; 29.01.2014 gün ve 2014/29442 sayılı kararı ile; İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararından önce, Ankara 2.İş Mahkemesi’nin Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nce görev yönünden bozulan kararı ile, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararının bulunması karşısında, idari yargı yerince adli yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmenin olanaksız olduğuna, 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13 maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

Ankara 10.İdare Mahkemesi: 12.03.2014 gün ve 2013/764 Esas sayılı kararı ile özetle; Uyuşmazlıkta, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin kamu kuruluşu niteliği taşımaması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli yargının görevinde bulunduğunu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin benzer bir olaya ilişkin olarak verdiği 11.11.2013 tarih ve E:2013/1590, K:2013/1741 sayılı kararı ile davanın çözümünde adli yargının görevli olduğuna karar verildiğini gerekçe göstererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. Maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Türk Telekom A.Ş.'nde memur olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeni ile başka kuruma atanan davacının, nakle esas düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinde gösterilemeyen tazminatların eklenmesi sureti ile maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi ve dava konusu hatalı işlem nedeni ile uğradığı tüm zararların en yüksek faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kurum nezdinde memur olarak çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış olduğunun tespiti ile almaktan mahrum kaldığı ek ödenekler nedeni ile uğradığı zararın tazmini istemiyle; Ankara 2.İş Mahkemesi’ne dava açıldığı; Ankara 2. İş Mahkemesi’nin 09.04.2013 gün ve 2011/265 Esas, 2013/421 Karar sayılı kararı ile davanın görev nedeni ile reddine karar verdiği, kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği, davacının bu kez aynı istemle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nde dava açtığı, davalı vekilinin görev itirazında bulunduğu, Ankara 10.İdare Mahkemesi’nin 08.11.2013 gün ve 2013/764 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar verdiği, davacı vekilinin 2247 sayılı Kanun’un 10.maddesi uyarınca dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesini talep ettiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 29.01.2014 gün ve 2014/29442 sayılı kararı ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına yer olmadığına karar verdiği, bunun üzerine Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı kanunun 19. Maddesi koşullarına uygun olarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdiği anlaşılmaktadır.

Mahkememizce yapılan değerlendirme neticesinde;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Ankara 2. İş Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 2.İş Mahkemesi’nin 09.04.2013 gün ve 2011/265 Esas, 2013/421 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

21-ESAS NO : 2014/722

KARAR NO : 2014/777

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacıya ait işyerine ilişkin olarak davalı idarece re’sen düzenlenen aylık prim ve hizmet belgesinden dolayı tahakkuk eden prim, işsizlik ve bunlara ait gecikme zammının iptali istemiyle açılan davanın, 5510 sayılı Yasa’nın 86. ve 101. maddeleri uyarınca ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.K.

Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı(Kastamonu İl Müdürlüğü)

Vekili : Av. O.K.

O L A Y : 1- Sosyal Güvenlik Kurumu Bakanlığı Kastamonu Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünün 12.7.2013 tarihli, 4 no.lu karar ve esas sayılı Komisyon Kararında aynen;

“İTİRAZIN KONUSU:2012/Kasım ayına ait re’sen düzenlenen aylık prim ve hizmet belgesinden dolayı tahakkuk eden prim, işsizlik ve bunlara ait gecikme zammına yukarıda ünvanı yazılı işverenin komisyonumuza itirazı nazar-ı dikkate alınarak Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğümüzce tahakkuk ettirilen 12.84.-TL prim borcunun iptali talebinden ibarettir.

KARARIN GEREKÇESİ VE HÜKÜM:

5510 Sayılı Kanunun 86.maddesin 4.fıkrasında belirtilen yükümlülüğü yasal süresi içinde yerine getirmediğinin tespit edilmesi karşısında, söz konusu belgeler aynı maddenin 5.fıkrası uyarınca re'sen düzenlenmiş, söz konusu işlemlerle ilgili 10,82.- TL prim, 0,99.- TL gecikme zammı ve 0,94.-TL.işsizlik sigortası 0,09.-TL G/Zammı olmak üzere 12,84.-TL borç 02.07.2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Adı geçen işverenin süresi içinde Kurumumuza intikal ettirdiği 09.07.2013 tarihli dilekçesi incelenmiş: işveren 12.11.2012 tarihli İhsangazi Jandarma Komutanlığınca düzenlenen tutanakta, yabancı uyruklu şahısların misafir olduğu işyerinde çalışmadıkları, tutanakta ne kadının ne de eşinin çalıştığına dair bir beyan bulunmadığı tespitin bir varsayımdan ibaret olduğu, yabancı uyruklu vatandaş dahil hiçbir şekilde işçi çalıştırmadığını evinde misafir olarak kaldığı beyan edilerek tahakkuk ettirilen prim borcunun kaldırılması talep edilmiştir.

İşveren itirazı üzerine işyeri dosyasından yapılan incelemede, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 32. Maddesi gereği İhsangazi Jandarma Komutanlığınca yapılan tespit neticesi tanzim olunan 04.12.2012 tarih, 12 sayılı yazıları eki 12.11.2012 tarihli tutanakta Allahdad Sorkaby adlı şahsın çalıştığı tespit edildiği belirtildiğinden 12.11.2012 tarih itibariyle 2 0142 01 01 1026133 037 13 66 sicil sayılı işyeri dosyası resen 5510 Sayılı Yasa Kapsamına alınmış sigortalı tescilinin sağlanması için işverene 08.01.2013 tarih, 73850 sayılı tebligat çekilmiştir. Ancak istenilen belgeler Kurumumuza intikal ettirilmediğinden 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 86 ıncı maddesine istinaden 2012/Kasım ayına ait aylık sigorta prim bildirgesi Müdürlüğümüzce re’sen düzenlenmiş olup 19.06.2013 tarih, 2301263 sayılı yazımız ile 1 gün karşılığı 10,82.- TL prim, 0,99.- TL gecikme zammı ve 0,94.-TL.işsizlik sigortası 0,09.-TL G/Zammı olmak üzere 12,84.-TL borç 02.07.2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Bu nedenle, yukarıda açıklanan hususlar çerçevesinde tahakkuk ettirilen prim borcu usul ve yasaya uygun bulunduğundan işveren itirazının REDDİNE, iş bu kararın tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde yetkili İş Mahkemesine dava yolu açık olmak üzere,

Komisyonumuzca oy birliği ile karar verilmiştir.” denilmiştir.

2- Davacı, 2.0142.01.01.1026133.037.13-66 dosya numarası ile işlem gören işyeriyle ilgili 12.11.2012 tarihli İhsangazi İlçe Jandarma Komutanlığınca düzenlenen tutanağa istinaden 5510 sayılı Kanunun 86. maddesi 4. fıkrasına istinaden süresi içinde verilmeyen bildirgenin 5.fıkrası uyarınca re’sen düzenlenmesi sonucu 10,82.TL prim ve 0,99.TL gecikme zammı, 0.94 işsizlik primi, 0,09.TL gecikme zammı olmak üzere toplam: 12,84.TL borç tahakkuk ettirildiğini, 2012 Kasım ayına ait pirim borcunun tarafına 02.07.2013 tarihinde tebliğ edildiğini, 09.07.2013 tarihide yaptığı itirazın 12.07.2013 tarih ve 4 numaralı komisyon kararı ile kurumca reddedildiğini, kararın kendisine 24.7.2013 tarihinde tebliğ edildiğini ifade ederek; resen düzenlenen bildirgelerin ve bu bildirgelere ait tahakkuk ettirilen pirim tutarlarının ve tahakkukla doğabilecek yükümlülüklerin iptali istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

KASTAMONU İŞ MAHKEMESİ:12.12.2013 gün ve E:2013/178, K:2013/182 sayı ile, yapılan yargılama sonucunda; İhsangazi ilçe Jandarma Komutanlığınca düzenlenen aylık prim ve hizmet belgesinden dolayı tahakkuk eden prim işsizlik ve bunlara ait gecikme zammı borcunun 02.07.2013 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, davacının 09.07.2013 tarihli dilekçesinde borca itiraz ettiği, SGK'nun 12.07.2013 tarihli komisyon kararı ile itirazın reddedildiği; Kurumca itirazı reddedilenlerin, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilecekleri; bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari para cezasının kesinleşeceği şeklinde düzenlemenin bulunduğu; böylelikle idari para cezalarının iptaline ilişkin davaların idari yargının görev alanında olduğunun anlaşıldığı ve idari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması durumunda izlenecek sürece ilişkin 2577 sayılı Kanun'un "Görevli Olmayan Yerlere Başvurma" başlığını taşıyan 9. maddesinde; çözümlenmesi Danıştay'ın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girmesine karşın, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi durumunda, bu konudaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı makamına başvuru tarihinin, Danıştay'a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edileceği, adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra, anılan otuz günlük süre geçirilmiş olsa da, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabileceğinin bildirilmiş olduğu; hukuk mahkemesince verilecek görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler söz konusu 9. maddede düzenlendiğinden, bu aşamada 6100 sayılı Kanunun 20 madde hükmünün uygulama alanının bulunmadığı; adli ve/veya idari yargı yerlerine açılan davalarda yargı yolu yanlışlığına ilişkin olarak, taraflarca yargılama sonuna kadar itiraz ileri sürülebileceği gibi, bu hususun mahkemelerce de kendiliğinden gözetilmesinin zorunlu olduğu; 6100 sayılı Kanunun 1. maddesinde; "Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir" maddesinde; diğer bir mahkeme veya idari makam ya da yargı merciinin görevine giren bir dava veya iş kendisine arz olunan mahkeme tarafından, davanın her aşamasında kendiliğinden görevli olmadığı yönünde karar verilebileceğinin belirtildiği; 5510 sayılı yasanın 102 maddesinde de idari para cezasına karşı izlenecek idari aşama ve yargı aşaması ve süresi belirtildiğinden mahkemelerinin görevsizliğine, ancak buradaki görevsizliğin klasik aynı yargı yolu içindeki manadaki görevsizlik olmayıp farklı yargı yolları arasındaki görevsizlik olduğu gözetilerek HMK'nın 20 maddesi uygulanmayarak ve HMK'nın 114 maddesi kapsamındaki yargı yolunun söz konusu olduğu gerekçesiyle; açılan davanın görev nedeniyle reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı, aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

KASTAMONU İDARE MAHKEMESİ:21.4.2014 gün ve E:2014/531 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanunun 19. Maddesinde; "Adli, İdari, askeri yargı mercilerden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmalık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir." hükmünün yer aldığı; öte yandan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 101. maddesinde " Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür." hükmüne yer verildiği, anılan Kanunun 102. Maddesinde ise ancak idari para cezalarına karşı idari yargı yerlerinde dava açılacağının hükme bağlandığı; dava dosyası ile Kastamonu İş Mahkemesi'nin 2013/178, esas nolu dava dosyası ve 2013/182 sayılı kararının birlikte değerlendirilmesinden; Kastamonu İhsangazi Jandarma Komutanlığı'nca düzenlenen tutanağa dayanılarak davalı idarece davacıya 5510 sayılı Kanunun 86.maddesi uyarınca re'sen aylık pirim ve işsizlik pirimi ve bunlara uygulanan gecikme zammının tanzimine ilişkin kararın kaldırılması amacıyla davacı tarafından Kastamonu İş Mahkemesinde dava açıldığı, anılan Mahkemece davanın görev yönünden reddi kararı üzerine aynı istemle Mahkemeleri nezdinde bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; yukarıda belirtilen 5510 sayılı Kanunun 101. Maddesi uyarınca bu kanunun uygulamasında meydana gelen uyuşmazlıkların (para cezaları hariç) görüm ve çözümünün İş Mahkemelerinde yapılmasının gerektiği gerekçesiyle; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19.maddesi uyarınca, görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, dosya incelemesinin bu konuda karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacıya ait işyerine ilişkin olarak davalı idarece re’sen düzenlenen aylık prim ve hizmet belgesinden dolayı tahakkuk eden prim, işsizlik ve bunlara ait gecikme zammının iptali istemiyle açılmıştır.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Prim belgeleri ve işyeri kayıtları” başlıklı 86.maddesinde; “İşveren bir ay içinde 4 üncü ve 5 inci maddeye tâbi çalıştırdığı sigortalıların ve sosyal güvenlik destek primine tâbi sigortalıların;

a) Ad ve soyadlarını, T.C. kimlik numaralarını,

b) 80 inci maddeye göre hesaplanacak prime esas kazançlarını,

c) Prim ödeme gün sayıları ile prim tutarlarını,

gösteren ve örneği Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenen asıl veya ek aylık prim ve hizmet belgesini, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındakiler için en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar, diğer sigortalılar için ise ait olduğu ayı takip eden ayda Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma vermekle veya sigortalı çalıştırmadığı takdirde, bu hususu sigortalı çalıştırmaya son verdiği tarihten itibaren, onbeş gün içinde Kuruma bildirmekle yükümlüdür.

İşveren, işyeri sahipleri; işyeri defter, kayıt ve belgelerini ilgili olduğu yılı takip eden yıl başından başlamak üzere on yıl süreyle, kamu idareleri otuz yıl süreyle, tasfiye ve iflâs idaresi memurları ise görevleri süresince, saklamak ve Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilen memurlarınca istenilmesi halinde onbeş gün içinde ibraz etmek zorundadır.

İşverenin, sigortalıyı, 4857 sayılı İş Kanununun 7 nci maddesine göre başka bir işverene iş görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devretmesi halinde, sigortalıyı devir alan, geçici iş ilişkisi süresine ilişkin birinci fıkrada belirtilen belgelerin aynı süre içinde işverene ait işyerinden Kuruma verilmesinden, işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Ay içinde bazı işgünlerinde çalıştırılmadığı ve ücret ödenmediği beyan edilen sigortalıların, otuz günden az çalıştıklarını ispatlayan belgelerin işverence ilgili aya ait aylık prim ve hizmet belgesine eklenmesi şarttır. (Değişik ikinci cümle: 13/2/2011-6111/40 md.) Kurumca belirlenen işyerlerinde bu şart aranmaz.

Sigortalıların otuz günden az çalıştığını gösteren bilgi ve belgelerin aylık prim ve hizmet belgesinin verilmesi gereken süre içinde Kuruma verilmemesi veya verilen bilgi ve belgelerin Kurumca geçerli sayılmaması halinde, otuz günden az bildirilen sürelere ait aylık prim ve hizmet belgesi Kurumca re’sen düzenlenir ve muhteviyatı primler, bu Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.

(Mülga altıncı fıkra: 13/2/2011-6111/40 md.)

(Değişik yedinci fıkra: 17/4/2008-5754/50 md.) Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde, bu belgeler Kurumca re’sen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren, bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde, ilgili Kurum ünitesine itiraz edebilir. İtiraz, takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde yetkili iş mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması, prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz. Mahkemenin Kurum lehine karar vermesi halinde, 88 inci ve 89 uncu maddelerin prim borcuna ilişkin hükümleri uygulanır.

(Ek fıkra: 17/4/2008-5754/50 md.) Kurumun denetim ve kontrolle görevli memurlarınca işyerinde fiilen yapılan tespitlerden ve kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemelerden kayıt ve belgelere dayanmaksızın çalıştığı belirlendiği halde, hizmetlerinin veya prime esas kazançlarının Kuruma bildirilmediği anlaşılan veya eksik bildirildiği tespit edilen sigortalıların geriye yönelik hizmetlerinin veya prime esas kazançlarının, en fazla tespitin yapıldığı tarihten geriye yönelik bir yıllık süreye ilişkin kısmı dikkate alınır.

Aylık prim ve hizmet belgesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.

Sigortalının çalıştığı bir veya birden fazla işte, bu Kanunda yazılı şartları yerine getirmiş olmasına rağmen, kendisi için verilmesi gereken aylık prim ve hizmet belgesinin işveren tarafından verilmediği veya verilen aylık prim ve hizmet belgesinde kazançların veya prim ödeme gün sayılarının eksik gösterildiği Kurumca tespit edilirse, hastalık ve analık sigortalarından gerekli ödemeler yapılır.

Bu maddede belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde, 102 nci maddeye göre işlem yapılır.

Kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle prim belgelerinin farklı sürelerde verilme zamanını belirlemeye, Kurum yetkilidir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar ile belgelerin içerik ve şekli, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükmüne; aynı Kanunun “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” başlıklı 101.maddesinde ise; “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” hükmüne yer verilmiştir.

Dava dosyasının incelenmesinden; İhsangazi İlçe Jandarma Komutanlığının 04/12/2012 tarih ve 2271/12 sayılı yazıları ve bu yazı ekindeki tutanak dikkate alınarak; Allahdad SORKABY isimli yabancı (Afgan) uyruklu kişinin davacının yanında çalıştığı varsayımıyla ve bu yazıya istinaden, İdarece; davacı işverenden işe giriş/çıkış bildirgeleri ile aylık prim ve hizmet belgelerinin istenildiği, davacı tarafça Kuruma verilen 31/01/2013 tarihli dilekçe ile istenilen bildirgelere itiraz edildiği; bu belgelerin kuruma verilmeyeceğinin belirtildiği; bunun üzerine 5510 sayılı Yasa uyarınca ilgili belgelerin( işe giriş bildirgesi ile aylık prim ve hizmet belgesi) kurum tarafından res’en düzenlendiği; bu belgelerden dolayı da davacı işveren adına 2012/Kasım ayına ait 10,82 TL prim, 0,99 TL gecikme zammı, 0,94 TL işsizlik sigortası ile 0,09 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 12,84 TL tutarında borç tahakkuk ettirildiği; bu borcun davacı işverene 19/06/2013 tarih ve 23012263 sayılı yazı ile 02/07/2013 tarihinde tebliğ edildiği; davacı işverenin 09/07/2013 tarihli dilekçesi ile tarafına tebliğ edilen 12.84 TL tutarında ki borca itiraz ettiği, bu itirazının 12/07/2013 tarih ve 4 sayılı komisyon kararı ile reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Olayda, 5510 Sayılı Kanunun 86.maddesin 4.fıkrasında belirtilen yükümlülüğü yasal süresi içinde yerine getirmediğinden bahisle, aynı maddenin 5.fıkrası uyarınca re'sen düzenlenen belgelere ilişkin borçtan kaynaklanan uyuşmazlığa bakmakla 5510 sayılı Yasa’nın 86. ve 101. maddeleri uyarınca iş mahkemesi görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle Kastamonu İdare Mahkemesinin Başvurusunun kabulü ile, Kastamonu İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Kastamonu İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Kastamonu İş Mahkemesi’nin 12.12.2013 gün ve E:2013/178, K:2013/182 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

22-ESAS NO : 2014/739

KARAR NO : 2014/794

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Z.K.

Vekilleri : Av. B.Y.& Av. A.Ö.Ö.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. C.S.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, 11.11.2008 tarihine kadar aylık ücretinin davalı şirketçe ödendiğini, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 700,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 16. İş Mahkemesi: 07.05.2013 gün, E:2011/907, K:2013/304 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 08.07.2013 gün ve E:2013/18918, K:2013/16912 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 1. İdare Mahkemesi: 17.04.2014 gün ve E:2014/99 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu,idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 1. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 16. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 1.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 16.İş Mahkemesinin 07.05.2013 gün, E:2011/907, K:2013/304 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

23-ESAS NO : 2014/740

KARAR NO : 2014/795

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2/3. maddesi uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle açılan davanın, Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 27/8. maddesi hükümleri uyarınca İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : N.T.

Davalı : Ankara Valiliği

O L A Y : Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünce yapılan incelemede 34……. plaka sayılı aracın yasa dışı taşımacılık yaptığının tespit edildiğinden bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2/3. madde ve fıkrası uyarınca, sürücü belgesi sahibi T.Y. adına 26.6.2013 tarih ve GY-027255 seri-sıra numaralı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek 2.102,00 TL idari para cezası verilmiş ve ayrıca bu tutanağa istinaden düzenlenen 26.6.2013 tarih ve 023070 sayılı Araç Trafikten Men Tutanağı ile araç 60 gün süre ile trafikten men edilerek muhafaza altına alınmıştır.

Araç sahibi davacı, idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 8. İDARE MAHKEMESİ: 27.6.2013 gün ve E:2013/1028, K:2013/1108 sayıyla; 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlendiği açıklanarak, davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar kesinleşmiştir.

Davacı, bu kez aynı istemle adli yargı yerine başvuruda bulunmuştur.

ANKARA 8. SULH CEZA MAHKEMESİ: 17.4.2014 gün ve D.İş:2013/2819, K:2013/2819 sayıyla; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle başvurunun görev yönünden reddine ve dosyanın görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Olay kısmında belirtildiği üzere tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasanın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler ” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesine başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş, görevli merciin belirtilmesi için dava dosyasının re’sen Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasada öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Sulh Ceza Mahkemesince re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasanın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesinin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerek Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacına uygun olacağından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesi üçüncü fıkrası uyarınca verilen idari para cezası ile aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin tutanağın iptal edilmesi istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Araçların tescil edildikleri amacın dışında kullanılması” başlığı altında düzenlenen Ek 2. maddesi, üçüncü fıkrasında, “(Ek fıkra: 31/5/2012-6321/3 md.) İlgili belediyeden izin veya ruhsat almaksızın, belediye sınırları dâhilinde ticari amaçlı yolcu taşıyan kişiye, araç sahibine, bağlı bulunduğu durak, işyeri ve işletmelerin sorumlularına birinci fıkrada gösterilen idari para cezası üç kat olarak, fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde tekerrürü halinde ise beş kat olarak uygulanır. Ayrıca, araç her defasında altmış gün süre ile trafikten men edilir” hükmü yer almıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüş iken; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra; öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşıldığından, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varmıştır.

Uyuşmazlığın, motorlu aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kısmına gelince:

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü için, aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin karar, 2918 ve 5326 sayılı Kanunlar uyarınca incelendiğinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem olduğu, 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde aracın geçici olarak trafikten men edilmesi hususunun sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için kara nakil aracının trafikten alıkonulmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; aracın altmış gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin davaya bakma görevi idare mahkemesine ait olmaktadır.

Buna göre, 2918 sayılı Yasa’nın Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının çözüm yerinin adli yargı, aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin işlemin çözüm yerinin idari yargı olması dikkate alındığında:

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde," (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır" denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği, ancak; idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın (aracın geçici olarak trafikten men edilmesi) da verildiği ve birlikte dava konusu edildikleri anlaşıldığından; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur.

Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek 2. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verilen para cezasının ve aracın 60 gün süre ile trafikten men edilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 8. Sulh Ceza Mahkemesi’nce yapılan başvurunun 19.madde kapsamında kabulü ile, Ankara 8. İdare Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 8. Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 8. İdare Mahkemesinin 27.6.2013 gün ve E:2013/1028, K:2013/1108 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

24-ESAS NO : 2014/742

KARAR NO : 2014/797

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İcra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : G.G.

Vekili : Av. H.G.

Davalılar : 1.Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. M.A.

2.İl Özel İdaresi’ne İzafeten Ankara Valiliği

Vekili : Av. D.S.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; Ankara ili, Keçiören ilçesi, Bağlum Mahallesi 1248 Ada 1 Parsel, Bağlum Mahallesi 1271 Ada 1 Parsel, Bağlum Mahallesi 1274 Ada 1 Parsel ve Bağlum Mahallesi 1775 Ada 1 Parsel sayılı taşınmazlarda müvekkilinin hisselerinin bulunduğunu, davalıların dava konusu parsellerin tamamına fiilen ve hukuken el atmak suretiyle müvekkilinin taşınmazlardan yararlanma imkanını ortadan kaldırdıklarını, kamulaştırmasız el atma bedelinin ödenmesi için davalılar aleyhine Ankara 17.İcra Müdürlüğü’nün 2013/9009 Esas sayılı takip dosyası ile icra takibi yapıldığını, ancak davalıların itirazı üzerine takibin durduğunu, bu nedenle davalıların haksız itirazlarının iptali ile takibin devamına, %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi: 26.11.2013 gün ve 2013/191 Esas, 2013/617 Karar sayılı kararıyla “…her ne kadar davacı, davaya konu taşınmazın imar planında İlkokul Alanı olarak ayrıldığı ve aradan geçen süreye rağmen kamulaştırılmamış olduğundan bahisle davalılar aleyhine kamulaştırmasız el atmadan kaynaklı 5.000,00 TL alacağın tahsili amacıyla Ankara 17.İcra Müdürlüğü’nün 2013/9009 Takip sayılı dosyasından icra takibi yapmış ve davalıların itirazı üzerine takibin durduğundan bahisle itirazın iptali davası açılmış ise de; dava konusu taşınmaza fiilen el atılmadığından ve hukuki el atmanın sabit olduğu anlaşıldığından, 5487 sayılı yasanın 21 maddesi gereğince Mahkememizin görevsizliği nedeniyle davanın reddine …” şeklindeki gerekçesiyle davada idari yargının görevli olduğunu belirtilerek, görevsizlik kararı vermiştir. Mahkemenin karar örneğine şerh edildiği üzere karar; taraflarca temyiz edilmeksizin 22.01.2014 tarihinde kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 1.İdare Mahkemesi: 04.03.2014 gün ve 2014/295 Esas sayılı kararı ile, “… Ankara 17.İcra Müdürlüğü’nün 2013/9009 sayılı dosyasına, davalılar tarafından yapılan itirazın iptaline, takibin devamına, borçlular aleyhine %40 icra inkar tazminatı hükmedilmesi talebiyle açılmış İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen itirazın iptali davası niteliğinde bir dava olduğundan ve davaya bakmakla adli yargı düzeninde yer alan mahkemeler görevli kılındığından ortada görüm ve çözümü idari yargının görevinde bulunan bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır.” şeklindeki gerekçesi ile davada adli yargının görevli olduğunu belirterek mahkemenin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vermiş ve bu şekilde dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile İl Özel İdaresine İzafeten Ankara Valiliği aleyhine açılan davalarda, icra takibine yapılan itirazın iptali yönünden görev uyuşmazlığın doğduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kesinleşme şerhli karar örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalılar tarafından icra takibine yapılan itirazın iptali ile, takibin devamına, borçlular aleyhine %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi istemi ile açılmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre icra hakiminden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Olayda, davacının kamulaştırmasız el atmadan kaynaklı 5.000.000 TL tutarındaki alacağının davalılar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile İl Özel İdaresi’ne izafeten Ankara Valiliği’nden tahsili için Ankara 17.İcra Dairesi’nde icra takibi başlattığı, davalıların takibe yaptığı itiraz sonucu takibin durdurulmasına karar verilmesi üzerine; icra işlemine yapılan itirazın iptali için önce adli yargıda, yapılan itirazın görevsizlik nedeniyle reddedilmesinin ardından idari yargıya başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Ankara 1.İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile, Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.11.2013 gün ve 2013/191 Esas, 2013/617 Karar sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Ankara 1.İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile, Ankara 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.11.2013 gün ve 2013/191 Esas, 2013/617 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

25-ESAS NO : 2014/744

KARAR NO : 2014/799

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.Ö.

Vekilleri : Av. Ö.Ş. & Av. İ.Y.Ş. & Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. M.A.P.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı kurum nezdinde mühendis olarak çalışmakta iken; kurumun 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesinden sonra başka kuruma nakledildiğini; ancak bu nakil sırasında maaş nakil ilmuhaberinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın Ek 29.maddesine uygun düzenlenmemesi nedeni ile zarara uğradığını belirterek; 5473 sayılı kanunla getirilen ek ödemenin 01.01.2006 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesi ve davacı müvekkilin, davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı’na 26.03.2010 tarihinde bildirildiğini, 01.01.2006 tarihinden geçerli olmak üzere verilen aylık 40,00 TL, 01.07.2006 tarihinden itibaren verilen ve 15.09.2006 gün ve 2006/10971 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre aylık 82,50 TL ye yükseltilen, 2007 tarihinden itibaren ek ödeme haline dönüştürülen ve her yıl hesaplanarak ödenmeye başlanan ödemenin davacının maaşına yansıtılıp ödenmesi gerekirken, davalı tarafından haksız ve yersiz olarak bu ödemenin yapılmadığını belirterek; davacının iş sözleşmesi ile davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışmaya başladığı 21 Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 26.03.2010 tarihine kadar geçen sürede, kamu görevlilerinin almakta olduğu maaşlarına uygulanmış olup da, davacının ücretine yansıtılmamış olan her türlü maaş artışı ve ek ödemelerin ay ay hesap edilerek, fazlaya dair tüm hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL olarak nazara alınarak, gecikme faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacının davalı Türk Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Personel Daire Başkanlığı’na nakli bildirilirken hesapladığı nakil ücretinin tam olarak hesaplanmasına ve maaş nakil ilmuhaberinin düzeltilmesine karar verilmesi istemi ile adli yargıda dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün ve 2011/526 Esas, 2013/317 Karar sayılı kararı ile: “..Taraflar arasındaki uyuşmazlık 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek D. cetvelinde yer alan ve özelleştirme sonucu hissesi devredilen davalı kurumda TİP 2 sözleşmesi ile nakle tabi olarak çalışan davacının davalının özelleştirmeden önce tabi olduğu ve özelleştirme ile bazı hükümleri değişen 406 sayılı Kanunun Ek. 29. Maddesi kapsamındaki düzenleme ve sözleşmedeki hüküm nedeni ile 375 sayılı KHK.’un Ek 3 maddesi ve 399 sayılı KHK.’un Ek II. cetvelinde yer alan kurumlarda çalışan sözleşmeli personele yapılan artışlardan yararlanıp yararlanmayacağı, nakledilirken bu artışların yer aldığı ücreti gösteren nakil maaş ilmühaberinin buna göre düzenlenmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Normatif dayanağı 406 sayılı Kanunun Ek. 29. maddesi, 375 sayılı KHK.’un Ek 3. maddesi, 399 sayılı KHK.’un Ek. II cetveli ve bu kanun hükmünde kararnamelere dayanılarak çıkarılan 2006/1, sayılı tebliğ yanında taraflar arasındaki sözleşme hükümleridir.

Dosya içeriğine göre gerek yasal düzenleme ve gerekse sözleşmedeki hükümler dikkate alındığında, davalı kurumda özelleştirme öncesi kapsam dışı olarak çalışan ve 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak ücreti belirlenen davacının özelleştirme sonrası çalıştıktan sonra nakledildiği tarihe kadar kamuda aynı statüde çalışanlar için getirilen özlük haklarından yararlandırılarak, nakil edildiklerinde haklarının korunması amaçlanmıştır. Kısaca davacı kapsam dışı olarak kamuda çalışmış gibi sayılmaktadır.

Özelleştirmeden önce statü hukuku hükümlerine tabi davacı niteliğindeki personel, özelleştirme sonrası belirli bir süreliğine davalı ile özel hukuk hükümlerine tabi olarak iş sözleşmesi kapsamında çalıştırılmakta, nakledildiğinde tekrar statü hukuku kapsamına girmektedir. Davacının iş sözleşmesi ile çalıştığı dönemde, davalı şirkete davacının ücreti konusunda “artış oranının, kamudaki memur maaş artış oranında” olacağı yönünde yükümlülük getirildiği gibi 406 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumunda yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığı görülmektedir. Bu işlemler idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları açıktır. İdari işlemlerle ilgili uyuşmazlığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. Gerekçesi ile yargı yolunun caiz olmadığına ilişkin hüküm kurulmuştur. ( Emsal Yargıtay 9. Hukuk D.nin 01.10.2012 gün ve 2012/27071 Esas, 2012/32336-Karar sayılı ilamı)

Yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle idari yargı yerinin görevli olduğuna dair verilen karar HMK 331/2. Maddesinde düzenlenen görevsizlik kararından mahiyet ve sonuç itibariyle farklılık arz etmemektedir. Adli yargı ile idari yargı yerleri arasındaki görev uyuşmazlığının isminin yargı yolu uyuşmazlığı olması sonucu değiştirmeyecektir. Son tahlilde bu durum bir görev sorunudur. Diğer yandan somut uyuşmazlık ile ilgili bugüne kadar adli ve idari yargı yerlerince hatta uyuşmazlık mahkemesince görevli mahkemenin belirlenmesi konusunda değişik kararlar verilmiştir. Yargı birimlerinin içtihat farklılığından kaynaklanan hukuki sonuçtan davacı tarafın sorumlu tutulması adil ve hukuki olmayacaktır..” şeklindeki gerekçesi ile yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle HMK 114/1-b ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar vermiş, karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 22.Hukuk Dairesi; 03.06.2013 gün ve 2013/15037 Esas, 2013/13395 Karar sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar vermiş; bu şekilde karar, 1086 sayılı Yasa’nın Geçici 2. ve 6100 sayılı Yasa’nın Geçici 3.maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1086 sayılı Yasa’nın 440.maddesi gereğince 03.06.2013 tarihinde kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle; idari yargıda dava açmıştır.

Ankara 7. İdare Mahkemesi: 17.04.2014 gün ve 2014/728 Esas sayılı kararı ile özetle; iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğini, uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğunu, benzer bir davada Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 04.07.2011 tarihli ve E:2011/147, K:2011/178 sayılı kararı ile Mahkemelerinin 27.10.2010 tarihli görevlilik kararının kaldırıldığını, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğunun kesin hükme bağlandığını gerekçe göstererek, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül Yiğit’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, Türk Telekom A.Ş.'nde mühendis olarak çalışmakta iken kurumun özelleştirilmesi nedeni ile başka kuruma atanan davacının, nakle esas düzenlenen maaş nakil ilmuhaberinde gösterilemeyen tazminatların eklenmesi sureti ile maaş nakil ilmuhaberinin yeniden düzenlenmesi ve dava konusu hatalı işlem nedeni ile uğradığı tüm zararların gecikme faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde davalı kurum nezdinde mühendis olarak çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığı’na bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış olduğunun tespiti ile almaktan mahrum kaldığı ek ödenekler nedeni ile uğradığı zararın tazmini istemiyle; Ankara 4.İş Mahkemesi’ne dava açıldığı; Ankara 4. İş Mahkemesi’nin 11.03.2013 gün ve 2011/526 Esas, 2013/317 Karar sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verdiği, kararın taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 22.Hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve 2013/15037 Esas, 2013/13395 Karar sayılı kararı ile onama kararı verdiği, davacının bu kez aynı istemle Ankara 7. İdare Mahkemesi’nde dava açtığı, Ankara 7.İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı kanunun 19. maddesi koşullarına uygun olarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdiği anlaşılmaktadır.

Mahkememizce yapılan değerlendirme neticesinde;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen nedenlerle, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Ankara 4. İş Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesi’nin 11.03.2013 gün ve 2011/526 Esas, 2013/317 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

26-ESAS NO : 2014/746

KARAR NO : 2014/801

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Ö.T.

Vekili : Av. A.H.S.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekili : Av. S.A.

İhbar Olunan : Maliye Bakanlığı

Vekili : Av. A.D.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacının davalı nezdinde görev yapmakta iken 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesi gereğince hizmet sözleşmesi ile, sözleşme tarihi itibariyle İzmir İl Telekom Müdürlüğü Pazarlama Müdürlüğü’nde müdür yardımcısı, 04.06.2008 tarihi itibariyle de uzman olarak çalıştığını, 04.01.2010 tarihinde Devlet Personel Başkanlığı’na bildirildiğini, bu tarihteki net ücretinin 3.960,10 TL olduğunun belirtildiğini ve naklen atandığı kurumda maaş ücretlerde yapılacak artış oranının kamudaki memur artış oranında olacağını, memurlara tanınan tüm maaş artışlarının kendisine aynen yansıtılacağına güvenerek statü hukukundaki haklarından feragat edip iş sözleşmesi imzaladığını, 5473 sayılı Kanun ile kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan personele 2006/Ocak-Haziran döneminde geçerli olmak üzere 40,00 TL denge tazminatının, yine 01.07.2006 tarihinden itibaren 80,00 TL ek ödemenin 82.50 TL olarak öngörüldüğünü, 31.07.2007 T., 2007/Türk Telekomünikasyon A.Ş.-17 sayılı Planlama Kurulu kararının 7. maddesiyle 2007 yalında her ay 1850 gösterge rakamının kat sayısıyla çarpımı sonucu bulunacak meblağın 2008/ilk altı ay için (2260 x katsayı); Temmuz 2008 de (2660 x katsayı) olarak değiştirildiğini, 15.08.2008 tarihinden itibaren 9500 gösterge rakamının katsayısıyla çarpımı sonucunda bulunacak rakamın kadro ve görev unvanına göre belirlenen oranlarla yansıtılmak üzere ek ödeme yap0ılmasına karar verildiğini, ek ödemelerin kendisine ödenmediğini, 01.01.2006 tarihinden başlamak üzere hak kazanılan denge tazminatının ilk maaş öneme tarihi olan 15.06.2006 tarihinde ödenmesi gerektiğini, 15.09.2009 dan sonraki dönemde ücretlerin ait olduğu ayın 1. günü ödenmesine karar verildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve ek ödeme alacağına mahsuben 8.064,00 TL’nin hüküm altına alınması istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

İZMİR 5. İŞ MAHKEMESİ: 17.07.2012 gün E:2011/252 K:2012/534 sayılı kararında “…davalı nezdinde sözleşmeli personel statüsünde çalışmakta iken özelleştirme sürecinde 22.03.2006 tarihli iş sözleşmesine istinaden işçi sıfatıyla çalışmasını sürdüren davacının nakle tabi tutulduğu, davaya konu 5473 sayılı Kanun’la getirilen ek ödemenin tüm kamu personelini kapsayan genel bir ödeme olmadığı, düzenlemede tek tek sayılanlar açısından öngörüldüğü, Yüksek Planlama Kurulu kararlarının da bu çerçevede verildiği, yine bu gerekçeyle iş sözleşmesi ve 03.04.2006 T., 10303 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nda ifade edilen kamu görevlililerine yapılan artış oran ve/veya miktarları, kamudaki memur artış oranı ibaresini de karşılamadığı, bu durum karşısında dava konusu denge tazminatı (ek ödeme) alacağının bulunmadığı anlaşılmakla …” şeklindeki gerekçe ile davanın reddine karar vermiştir.

Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ: 17.06.2013 gün ve E:2012/21906 K:2013/14536 sayılı ilamında; “… Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 07.04.2001 tarih ve 2011/55-205 sayılı kararına göre; davalı kurumun özelleşmesi sonucu asli ve sürekli işlerde veya 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince sözleşmeli veya kadrolu görevlerde çalışan personelin kamuya nakillerine kadar geçen süreye ilişkin olarak maaş nakil hakkı düzenlenmesi, ilişiğinin kesilmesi gibi bazı görevler kanunla yüklenmiştir. Bu işlemler idare hukuku açısından sonuçlar doğurmakta ve ilgili personelin nakledileceği kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlemektedir. Böyle olunca bir imtiyaz sözleşmesi ile kamu hizmetini yürütmekle görevli ve yetkili kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk kişilerinden farklı olarak kimi kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan 406 sayılı Kanun hükümleri ile kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personelle ilgili olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis ettiği işlemler idari işlemi niteliğinde olduğundan bu işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu kabul edilmiştir. Bu karara göre uyuşmazlığın çözüm yeri idari yargıdır. Yargı yolu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olup bu husus bozmayı gerektirmiştir…” şeklindeki gerekçe ile davanın reddine ilişkin hükmün bozulmasına karar vermiştir.

İZMİR 5. İŞ MAHKEMESİ: 06.11.2013 gün E:2013/618 K:2013/636 sayılı kararı ile Yargıtay bozma ilamına uyarak davada idari yargının görevli olması ve yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle HMK 115/2. maddesi gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar vermiştir.

Davanın usulden reddine dair verilen karar tekrar davacı vekili tarafından temyiz edilmiş olup, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 18.02.2014 gün ve E:2013/37391 K:2014/2786 sayılı ilamı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca temyiz olunan kararın hüküm kısmındaki yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle davanın usulden reddine ifadesinden sonra gelen ve vekalet ücreti ile diğer yargılama giderinin yer aldığı 2.3.4. bentlerin hükümden çıkarılmasına, hükmün bu şekilde düzeltilerek onanmasına karar verilmesinin ardından adli yargı kararı kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargıda dava açmıştır.

İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ : 30.04.2014 gün E:2014/725 sayı ile vermiş olduğu gönderme kararında”… Türk Telekom’un %55 oranındaki hissesinin blok olarak satışına ilişkin ilahe yapılarak, ihale 25/07/2005 tarih ve 2005/9146 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanmış ve 02/08/2005 tarih ve 25894 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türk Telekom’un özelleştirmesine yönelik Hissedarlar Sözleşmesi ve Hisse Rehni Sözleşmesi ve İmtiyaz Sözleşmesi ise 14.11.2005 tarihinde imzalanmıştır. Bu sözleşmelerin imzalanmasından sonra, Türk Telekom’un %55 oranındaki hissesi Oger Telekomünikasyon A.Ş.’ne devredilmiş ve Türk Telekom bir kamu şirketi olmaktan çıkmıştır.

Bakılan davada, davacının çalıştığı Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin özelleştirilmesi sonucu sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düştüğü, bu anlamda kamu kuruluşu niteliğini kaybettiği, davacının maaş nakil bildiriminin düzenlendiği tarihte, davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin olduğu anlaşıldığından davacının maaş nakil ilmühaberesinin yanlış düzenlenmesine ilişkin işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümü adli yargı yerine ait bulunmaktadır…” şeklindeki gerekçe ile 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 15. Maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi nedeniyle yeni görevine başlayan davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve ücretine yansıtılmayan ek ödemelerin ve denge tazminatını alacağının davalıdan tahsiline ilişkindir.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekom daki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde memur olarak görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi nedeniyle yeni görevine başlayan davacı tarafından, 5473 sayılı Yasa uyarınca hak edilen ek ödemelerin ödenmesi ve maaş ilmühaberinin davacının maaşına eklenmeyen ödemenin maaş nakil ilmühaberine eklenmesi,maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve ödenmeyen ek ödemelerin ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve dava açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle İzmir 2. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile İzmir 5. İş Mahkemesinin 06.11.2013 gün E:2013/618 K:2013/636 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, İzmir 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE, İzmir 5. İş Mahkemesinin 06.11.2013 gün E:2013/618 K:2013/636 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

27-ESAS NO : 2014/749

KARAR NO : 2014/804

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.H.K.

Vekili : Av. G.B.

Davalı : Tatvan Belediye Başkanlığı

Vekili : Av. D.D.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, davalı Tatvan Belediye Başkanlığı’nda yıllarca memur olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrıldığını, ancak memuriyeti sırasında ödenmeyen tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesi istemiyle Tatvan İcra Müdürlüğü’nün 2011/412 Esas sayılı dosyası nedeniyle icra takibi yapıldığını, bu takibe davalı tarafından 11.7.2011 tarihinde itiraz edilmesi üzerine, anılan Müdürlük tarafından 12.7.2011 tarihinde takibin durdurulmasına karar verildiğini, yapılan itirazın müvekkilinin mağduriyetine neden olduğunu ifade ederek; tüm talep, dava ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile; davalının Tatvan İcra Müdürlüğünün 2011/412 Esas sayılı dosyasına ilişkin takibe yaptığı, itirazın iptaline, takibin devamına; davalının itirazının haksız olması nedeni ile alacağın %40'ından az olmamak üzere icra inkar tazminatı ödemeye mahkum edilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

TATVAN SULH HUKUK MAHKEMESİ: 28.5.2012 gün ve E:2011/303, K:2012/97 sayı ile, davanın safahatına ilişkin geniş açıklamalar yaptıktan sonra; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2010/4700 2011/4443 Karar sayılı ilamı ve Uyuşmazlık Mahkemesinin 2010/186 Esas, 2010/256 Karar sayılı ilamı birlikte incelenip değerlendirildiğinde; dava konusu olayda, meydana geldiği ileri sürülen zararın ödetilmesi isteminin bir idari işlem ile reddedildiği anlaşıldığından ve 2577 sayılı İYUK md.2/l-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarara uğrayanlar tarafından, ilgili idareye karşı dava açılmasının gerektiği, bu davaların idari yargının görev alanı içine girdiği; görev konusu kamu düzenine ilişkin olduğundan yargılamanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi, mahkemelerce de re'sen gözönünde bulundurulması gereken bir husus olduğu gerekçesiyle; uyuşmazlığın idari vargının görev alanında kaldığı anlaşıldığından mahkemelerinin yargı kolu bakımından GÖREVSİZLİĞİNE; bu nedenle davacı tarafın davasının REDDİNE karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez; davalı idarenin, Tatvan İcra Müdürlüğünün 2011/412 Esas sayılı dosyası ile tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş oldukları ödeme emrine karşı yapmış olduğu 11.07.2011 tarihli itiraz (ret) işleminin İptali'ne, tasarruf kesintisi ve nema alacağının müvekkilinin emeklilik tarihinden itibaren, aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte, ödeme tarihindeki nema oranı üzerinden hesap edilerek davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

VAN 1. İDARE MAHKEMESİ: 7.4.2014 gün ve E:2012/1983 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un yargı mercilerinin “Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurmaları” başlıklı 19., 2576 sayılı Kanunun idare Mahkemelerinin Görevleri başlıklı 5. ve 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesine yer verdikten sonra; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 4. Maddesinde; "İcra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesi icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılır. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca icra mahkemesinin birden fazla dairesi kurulabilir. Bu durumda icra mahkemesi daireleri numaralandırılır. İcra mahkemesinin birden fazla dairesi bulunan yerlerde iş dağılımı ve buna ilişkin esaslar, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Her icra mahkemesi hakimi, kendisine Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığınca dönüşümlü olarak bağlanan icra ve iflas dairelerinin muamelelerine yönelik şikayetleri ve itirazları inceler, bu dairelerin gözetim ve denetimlerini yapar, idari işlerine bakar. İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların tetkik mercii o mahkemenin hakimidir." hükmüne yer verilmiş, aynı Kanunun alacak takiplerinde ödeme emrine itirazın hükmünün düzenlendiği 66. maddesinde, müddeti içinde yapılan itirazın takibi durduracağı, 67. maddesinde ise; takip talebine itiraz edilen alacaklının, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebileceğinin kurala bağlanmış olduğu; dava dilekçesinin incelenmesinden, davacının nema alacağının davalı Tatvan Belediyesinden tahsili için Tatvan İcra Dairesi tarafından ödeme emri düzenlendiği, bu ödeme emrine davalı idarece itiraz edilmesi üzerine takibin durduğu, davacının itirazın iptali için Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açtığı, anılan davada verilen görevsizlik kararı üzerine bu defa Mahkemelerinde bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun yukarıda yer verilen hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, İcra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazlara ilişkin incelemenin icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılacağı, icra mahkemesi bulunmayan yerlerde ise bu itirazların icra yetkisini haiz sulh mahkemeleri tarafından inceleneceği anlaşılmakta olup, uyuşmazlığın çözümünde adli yargı mercilerinin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; adli yargının görev alanına giren davada Mahkemelerinin görevli olmaması ve Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından görevsizlik kararı verilmiş olması nedeniyle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca adı geçen Mahkemenin E:2011/303 sayılı dava dosyası temin edildikten sonra görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında;

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, adli ve idari yargı yerleri arasında davalı Tatvan Belediyesi aleyhine açılan davalarda, icra takibine yapılan itirazın iptali istemi yönünden görev uyuşmazlığın doğduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, adli yargıda icra takibine yapılan itirazın iptali, takibin devamı, alacağın %40'ından az olmamak üzere icra inkar tazminatı ödenmesi istemiyle açılmış; görevsizlik kararının ardından, idari yargıda icra takibine yapılan itirazın iptali ile birlikte alacak talebinde bulunulmuştur.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre icra hakiminden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Olayda, davacının 4.000,00 TL tutarındaki nema alacağının davalı Tatvan Belediyesi’nden tahsili için Tatvan İcra Dairesi’nde ilamsız takip başlattığı, davalı belediyenin takibe yaptığı itiraz sonucu takibin durdurulmasına karar verilmesi üzerine; icra işlemine yapılan itirazın iptali için önce adli yargıda, yapılan itirazın görevsizlik nedeniyle reddedilmesinin ardından idari yargı yerinde dava açtığı anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Van 1. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun “itirazın iptali” kısmına ilişkin bölümünün kabulü ile, Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesinin 28.5.2012 gün ve E:2011/303 K:2012/97 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Van 1.İdare Mahkemesinin başvurusunun “İTİRAZIN İPTALİ” KISMINA İLİŞKİN BÖLÜMÜNÜN KABULÜ ile, Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 28.5.2012 gün ve E:2011/303, K:2012/97 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta;

Adli Yargıda açılan davanın İ.İ.K 67 vd. maddelerinde öngörülen İtirazın İptali davası olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı Adli Yargının “Yargı Yolu yönünden dava dilekçesinin reddi” karan üzerine bu kez İdari Yargıda “İcra Dosyasında tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı davalı İdarenin itirazının, İdari İşlem niteliğinde değerlendirerek İşlemin İptali ile tasarruf kesintisi ve nemalarının İdareye başvuru aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verilmesi istemi ile dava açmış,

İdare mahkemesince, dava, İtirazın İptali davası olarak kabul edilerek, davanın Adli Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilince, İdari Yargıda idari işlemin iptali ve ödenmeyen nema alacağının yasal faizi ile tahsili istenmiş olup dava, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunun 2/1- b maddesinde düzenlenen İdari Dava niteliğindedir.

Adli Yargıdaki Davanın İtirazın İptali, İdari Yargıdaki davanın da İdari Dava niteliğinde bulunması karşısında her iki davanın konusu aynı olmadığından 2247 sayılı yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmemesi nedeniyle başvurunun reddi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

28-ESAS NO : 2014/750

KARAR NO : 2014/805

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : E.K.

Vekilleri : Av. Ö.Ş. & Av. İ.Y.Ş. & Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.A.P. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de teknik uzman olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, davalı idarede çalışmaya başladığı 23 Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 20.12.2010 tarihine kadar geçen sürede, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün, E:2011/538, K:2013/329 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve E:2013/15043, K:2013/13401 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 8. İdare Mahkemesi: 04.06.2014 gün ve E:2014/704 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 8. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 4. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 8.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesinin 11.03.2013 gün, E:2011/538, K:2013/329 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

29-ESAS NO : 2014/751

KARAR NO : 2014/806

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.G.

Vekilleri : Av. Ö.Ş.& Av. İ.Y.Ş.& Av. K.F.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.A.P. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de müdür olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, davalı idarede çalışmaya başladığı 23 Mart 2006 tarihinden, ayrıldığı 12.04.2010 tarihine kadar geçen sürede, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İş Mahkemesi: 11.03.2013 gün, E:2011/532, K:2013/323 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İş bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. hukuk Dairesi’nin 03.06.2013 gün ve E:2013/15032, K:2013/13390 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İdare Mahkemesi: 05.06.2014 gün ve E:2014/735 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 4. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 4. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 4.İş Mahkemesinin 11.03.2013 gün, E:2011/532, K:2013/323 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

30-ESAS NO : 2014/752

KARAR NO : 2014/807

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.Ç.

Vekilleri : Av. B.Y.& Av. A.Ö.Ö.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. M.E.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, 27.09.2010 tarihine kadar aylık ücretinin davalı şirketçe ödendiğini, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 6. İş Mahkemesi: 10.04.2013 gün, E:2011/170, K:2013/410 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 10. İdare Mahkemesi: 17.04.2014 gün ve E:2013/766 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu,idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 10. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 6. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 6.İş Mahkemesinin 10.04.2013 gün, E:2011/170, K:2013/410 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

31-ESAS NO : 2014/757

KARAR NO : 2014/810

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacının davalı idarenin sorumluluk sahasında kalan yolda meydana gelen kaza nedeniyle oluştuğunu öne sürdüğü maddi ve manevi zararın giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : F.Y. kendisine asaleten çocukları Ş.Y. ve Ş.Y.’a velayeten

Vekili : Av. M.C.

Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. N.B.B.

O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin murisi A.Y.’ın 11/11/2011 tarihinde davalı sigorta şirketinde sigortalı araçta sürücü olarak bulunduğu sırada H.A.'ün sürücüsü olduğu aracın müvekkili aracına çarpması neticesinde meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybettiğini, konu ile ilgili Turhal Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığını, kazanın meydana geldiği yerin şehirlerarası karayolu olduğunu, bu karayolunun bakımının, onarımının, denetiminin davalı kuruma ait olduğunu, gereğini yapmadığı için davalı kurumun kusurlu ve sorumlu olduğunu, müvekkillerinin murisinin kazada kusurunun bulunmadığını, müvekkili ve çocuklarının eş ve babaları olan A.'ı kaybetmeleri nedeni ile onun maddi desteğini kaybettiklerini ve manen de yıkıldıklarını, bu nedenle davacı anne ve eş için şimdilik 10.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi, davacı çocuklar için ayrı ayrı 10.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 30.000,00 TL maddi, 90.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

TURHAL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ : 11.2.2013 gün ve E:2012/671, K:2013/70 sayı ile, davacı vekili tarafından mahkemelerinde açılan davanın, idarenin hizmet kusuruna dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olduğu, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusurun kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturduğu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddî ve manevî zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır." hükmünün düzenlendiği 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin 16/02/2012 tarih ve 2011/35 Esas-2012/23 sayılı kararıyla iptal edildiği, dolayısıyla eldeki davaya bakma görevinin idare mahkemelerine ait olduğu anlaşıldığından davacı tarafından davalı kurum aleyhine açılan davanın mahkemelerinin görevsizliği nedeniyle reddine, talep halinde dosyanın görevli ve yetkili Tokat İdare Mahkemesine gönderilmesine, davalı vekili olduğunu beyan eden avukatın hernekadar cevap dilekçesi ibraz etmiş ise de dosyaya vekaletname ibraz etmemiş olduğu ve duruşmaya da katılmadığı anlaşıldığından davalı lehine vekalet ücreti takdir edilmemesine karar vermiş, bu karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi : 11.11.2013 gün ve E:2013/17244, K:2013/15492 sayı ile, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerektiği, mahkemece, görevsizlik kararı verildiğine göre, yargılamada kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına A.A.Ü.T.'nin 7. maddesi uyarınca vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken, davalı taraf lehine vekalet ücreti takdir edilmesine yer olmadığına karar verilmiş olması doğru değil, bozma nedeni ise de; bu yanılgının giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, hükmün, 6100 sayılı HMK.'nin geçici 3/2.maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK.'nin 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerektiği gerekçesiyle, davacı vekilinin temyiz nedenlerinin reddi ile, davalı vekilinin vekalet ücreti talebi yönünden kararın düzeltilerek onanmasına karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacılar vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

TOKAT İDARE MAHKEMESİ : 13.5.2014 gün ve E:2014/179 sayı ile, 2918 sayılı Kanun'un 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararları gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; Tokat- Turhal Devlet Karayolu'nda meydana gelen trafik kazası sonucunda davalı idarenin kusuru nedeniyle meydana geldiği ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın adli yargının görev alanına girdiği sonucuna varıldığından, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Turhal Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E: 2012/ 671 esas sayılı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali OĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davalı idarenin sorumluluk sahasında kalan yolda meydana gelen kaza nedeniyle oluştuğu öne sürülen maddi ve manevi zararın tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacıların murisi A.Y.'ın, 11.11.2011 tarihinde Tokat- Turhal Devlet Karayolu'nda meydana gelen trafik kazası sonucu yaşamını yitirdiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararlara karşılık fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Tokat İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Turhal Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Tokat İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Turhal Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 11.2.2013 gün ve E:2012/671, K:2013/70 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üyelerden Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" idarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımmı yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğime ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarım, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur.(Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Ozbudun. Sh. 440 vd.)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarım benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza , Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kollan arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kollan ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlanyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlannda da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına,Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

32-ESAS NO : 2014/759

KARAR NO : 2014/811

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : H.Ç.

Vekilleri : Av. H.Y. & Av. S.Y.

Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü

Vekilleri : Av. V.Y. & Av. S.A. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;19…... plaka sayılı aracın 06.07.2013 tarihinde davacı-sürücü H.Ç.’in sevk ve idaresinde, Çamaş İlçesi istikametinden Fatsa İlçesi istikametine doğru giderken, Tepeli Mahallesi 52-54 nolu il yolunun 4. km kesim levhasının bulunduğu noktaya geldiğinde, yolun mucurlu bir şekilde bırakılması ve çalışmanın yapıldığı yolun ilerisinde ve gerisinde yeterli ve gerekli uyarıcı levhanın da bırakılmaması, olabilecek muhtemel kazaları engelleyecek nitelikte herhangi bir tedbirin alınmaması sebebiyle, maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kazada idarenin bakım ve onarımda gerekli tedbir ve önlemi almayarak hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek, idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak uğranıldığı ileri sürülen 2.000 TL manevi, 8.466,80 TL maddi tazminat ile bilirkişiler tarafından belirlenecek değer kaybının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Fatsa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi: 28.01.2014 gün ve E:2013/364, 2014/32 sayılı kararı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ordu İdare Mahkemesi: 16.05.2014 gün ve E:2014/595 sayılı kararı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, 2247 sayılı Kanun’un 19. maddesi gereğince görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane Topuz, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan sorumluluk davasında adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Kanunun 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, davacının sevk ve idaresinde bulunan 19 LC 337 plakalı aracın kaza yapması sonucu meydana geldiği iddia olunan trafik kazası sebebiyle, maddi ve manevi tazminat ile bilirkişiler tarafından belirlenecek değer kaybının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden, Ordu İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Fatsa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ordu İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Fatsa 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.01.2014 gün ve E:2013/364, 2014/32 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’IN KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.

2918 Sayılı Yasanın KTK'nın 7.md. "Karayolları Genel Müdürlüğünün Yapım ve Bakımından sorumlu olduğu Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden gerekli düzenleme ve işaretlemeleri yaparak önlemleri alma ve aldırmanın" İdarenin görev ve yetkileri arasında bulunduğuna işaret edilmiş,

6001 Sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunun 4.md. "Hazırlayacağı programlar uyarınca karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmalarım sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarımım yaptırmak, işletmek ve işlettirme" Genel Müdürlüğün görev ve yetkileri arasında gösterilmiş,

TC Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,

2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava çeşitleri arasında" sayılmıştır.

Bu durumda Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk alanındaki yolun yapım, bakım ve onanmınm yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı IYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Sayın çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.

11.01.2011 gün 6099 Sayılı Yasa'nm 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil bu kanundan doğan sorumluluk davalan Adli Yargıda görülür... " hükmü getirilmiştir.

Sayın çoğunluk görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında kalmamaktadır.

Çünkü, 2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki sorumluluğunu düzenlemektedir.

Yasa hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk davalan, 2918 Sayılı Yasa'nm 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçlann işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalardır.

Yasa değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli Yargı organlan arasında çıkan görev uyuşmazlıklannı sonlandırmak üzere sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlannm verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nm amacına uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.

2918 sayılı yasanın 110. maddesinde yapılan yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu nedenle maddeye eklendiğini teyit etmekte

Diğer taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red kararlarım, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi mümkün değildir.

Zira; "T.C. Anayasasında , Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur. Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez." hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir, ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına geldiğine şüphe yoktur.(Türk Anayasa Hukuku Prof.Dr.Ergun Özbudun.Sh.440 vd)

Hakkında yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder. Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli, idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh. 444)

Keza , Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde hükümlerininde uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin, uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin istikrarlı kararlarıyla Içtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E 2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)

Somut uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin hizmet kusuruna dayanmasına,

2918 Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve çözümünü düzenleme altına almasına, Somut uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,

Kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,

Uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

33-ESAS NO : 2014/760

KARAR NO : 2014/812

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5, 44/1-b ve 23. maddeleri uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, sürücü belgesi geri alma tutanağı hakkında ayrıca dava açılmış olsa dahi, aynı Kanun’un 112. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.Y.

Vekili : Av. R.Ç.

Davalı : Konya Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü

O L A Y : Konya Valiliği Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nce yapılan denetim sırasında, davacı adına ikinci kez alkollü araç kullandığı, trafik belgesini bulundurmadan trafiğe çıktığı ve sürücü belgesini göstermediğinden bahisle, 9.12.2013 gün ve GY-747273 seri-sıra sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzen-lenerek, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5, 44/1-b ve 23. maddeleri uyarınca toplam olarak 1120,00 TL idari para cezası verilmiş, aynı birim tarafından sürücü belgesi geri alma tutanağı düzenlenmiştir.

Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

KONYA 9. SULH CEZA MAHKEMESİ: 18.4.2014 gün ve D.İş:2013/1311 sayı ile; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/5. maddesini ikinci kez ihlal ettiği nedeniyle davacı hakkında sürücü belgesi geri alma tutanağı da düzenlendiğinden, ikinci kez alkollü araç kullandığı nedeniyle verilen idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuru konusunda karar verme görevinin idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle başvurunun görev yönünden reddine karar vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Bu kez, davacı vekili, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA 2. İDARE MAHKEMESİ: 22.5.2014 gün ve E:2014/528 sayı ile; davanın sadece idari para cezasına karşı açıldığı ve 2918 sayılı Yasa’da davacıya verilen idari para cezasına karşı başvuru yolu gösterilmediğinden davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdari yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının onaylı bir suretinin, Mahkemece ekinde adli yargı dosyası onaylı sureti de temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve “idari para cezası” yönünden oluşan görev uyuşmazlığında, usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/5, 44/1-b ve 23. maddeleri uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasında(Değişik: 8/1/2003 - 4785/3 md), “Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir” denilmekte iken, maddenin beşinci fıkrası,“Yapılan tespit sonucunda 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile,700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır.Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır.Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye,son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde;ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle,üç veya üçten fazlasında ise,1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır.Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması halinde belirtilen süreler, geçici alma süresinin bitiminde başlar ”şeklinde 24.5.2013 tarihli 6487 sayılı Kanun’un 19.maddesiyle yeniden düzenlenmiş, maddeye aynı Kanunla;

“Sürücü belgelerinin geçici geri alma işlemleri bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler tarafından yapılır ” denilmek suretiyle onikinci fıkra eklenmiştir.

Anılan Kanun’un, “Trafik zabıtasının görev ve yetki sınırı ile genel zabıtanın trafik hizmetlerini yürütmeye ilişkin yetkisi” başlığı altında düzenlenen 6. maddesinde ise, “Trafik zabıtası ve genel zabıtanın görev ve yetki sınırı;

a)Trafik zabıtası:

Trafik zabıtası görevi sırasında karşılaştığı acil ve zorunlu hallerde genel zabıta görevi yapmakla da yetkilidir.

Mülki idare amirlerince, emniyet ve asayiş bakımından zorunlu görülen haller dışında, trafik zabıtasına genel zabıta görevi verilemez, araç, gereç ve özel teçhizatı trafik hizmetleri dışında kullanılamaz.

b)Genel Zabıta:

Trafik zabıtasının bulunmadığı veya yeterli olmadığı yerlerde polis; polisin ve trafik teşkilatının görev alanı dışında kalan yerlerde de jandarma, trafik eğitimi almış subay, astsubay ve uzman jandarmalar eliyle yönetmelikte belirtilen esas ve usullere uygun olarak trafiği düzenlemeye ve trafik suçlarına el koymaya görevli ve yetkilidir” denilmiş;

“Adres değişikliklerinin bildirilmesi ve sürücü belgelerinin taşınması zorunluluğu” başlığı altında düzenlenen 44. maddesinde, “Sürücü belgesi sahipleri:

a) İkamet adresi değişikliklerini belgeyi veren kuruluşa otuz gün içinde bildirmek,

b) Araç kullanırken sürücü belgelerini yanlarını bulundurmak ve yetkililerin her isteyişinde göstermek,

Zorundadırlar”; “Belge ve plakaların araçlar üzerinde bulundurulması zorunluluğu” başlığı altında düzenlenen 23. maddesinde ise, “Araçlar, tescil belgesi, trafik belgesi ve tescil plakaları araç üzerinde ve uygun durumda bulundurulmadan trafiğe çıkarılamaz” hükümleri yer almıştır.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanun’un Adli Kovuşturma ve Cezaların Uygulanması başlıklı Dokuzuncu Kısım’a dahil Bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri ” başlığı altında düzenlenen 112. maddesinin ilk paragrafında; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bu kanundaki hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı ifade edilmiş; böylelikle sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin uygulamalar, trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevi dışında tutulmuş iken;12.7.1013 tarihli 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle yapılan değişiklik ile, maddenin başlığı, “Sürücü belgelerinin geri alınmasında ve iptalinde yetki; şeklinde, madde ise, “Bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevlilerin ve trafik tescil kuruluşlarının yetkilendirildiği haller hariç olmak üzere, sürücü belgelerinin geri alınmasına ve iptaline sulh ceza mahkemeleri karar verir.

Bu Kanunun 51 inci maddesinin ihlali ve 118 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı “100 ceza puanını doldurmak” eylemi nedeniyle sürücü belgelerinin geri alınmasına yine bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler yetkilidir.

Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması veya iptaline dair verilen kesinleşmiş mahkeme kararı örnekleri, sürücülerin sicillerine işlenmek üzere mahkemelerce ilgili trafik birimlerine gönderilir.

Bu Kanuna göre görülen davalar, diğer kanunlara göre görülen davalarla birleştiri-lemez.

……. ” denilerek yeniden düzenlenmiştir.

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.

Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin karar, 2918 sayılı Kanun’un 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 112. maddesi ve 5326 sayılı Kanun uyarınca incelendiğinde, 2918 sayılı Kanun’un, bu Kanun’daki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkilerinin düzenlendiği 112. maddesi uyarınca, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davaların sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için ehliyetin geri alınmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davalara bakma görevinin idare mahkemesine ait olduğu kuş-kusuzdur.

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, idari para cezası yönünden oluşan olumsuz görev uyuşmazlıklarının çözümünde, idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması ve dosya içeriğinden bu kararın idari yargı yerinde dava konusu edildiğinin anlaşılması halinde; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılarak, idari yargı yerince verilen görevsizlik kararlarının kaldırılmasına karar verilmiştir.

Somut olayda, adli yargı yerince idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak sürücü belgesi geri alma tutanağı da düzenlendiği bu nedenle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu ileri sürülmüş ise de, dava dilekçesinin incelenmesinden, davacının sadece idari para cezasına karşı dava açmış olduğu ancak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde, “diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için, ….. ehliyetin geri alınması, …….gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilerek, ilgili kanununda, bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulan, başka bir deyişle, belirtilen istisnalar içinde sayılan yaptırımlardan biri olan “ehliyetin geri alınması”na ilişkin hükmün, 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 112. maddesinde yapılan değişiklik ile yukarıda belirtilen şekilde yeniden düzenlendiği ve bu karara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetildiğinde, aksi takdirde dahi, oluşacak olan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümünde, sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle açılan davanın da adli yargı yerinde görüleceği açıktır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda son olarak 12.7.2013 gün ve 6495 sayılı Kanun’la değişiklik yapıldığı, bu haliyle de idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşıl-mıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Konya 2. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Konya 9. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Konya 2. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Konya 9. Sulh Ceza Mahkemesinin 18.4.2014 gün ve D.İş:2013/1311 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

34-ESAS NO : 2014/762

KARAR NO : 2014/814

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : H.C.K.

Vekili : Av. M.S.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekilleri : Av. A.K. (Adli Yargıda)

Av. A.O. (İdari Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının davalı kurumda memur olarak çalışırken 5473 sayılı yasayla 01.01.2006 tarihinden itibaren uygulanan denge tazminatının (40+40) davacıya ödenmediğini, 5473 sayılı yasa ile kamu personelinin 01.01.2006 - 30.06.2006 arası geçerli olmak üzere 40.00 TL denge tazminatının ve 01.07.2006 tarihinden itibaren de 80.00 TL ek ödeme yapılmasının öngörüldüğünü ve bu yasaya istinaden 08.05.2006 tarih ve 2006/T-17 sayılı yüksek planlama kurulu kararının 9.maddesinde yer alan 80.00 TL ek ödemenin,82.50 TL'ye yükseltildiğini, ek ödemenin 01.01.2006-30.06.2006 arası 40.00 TL ve 01.07.2006-31.12.2006 arası 82.50 TL belirlendiğini belirterek, ek ödeme, ikramiye farkı ve ilave tediye farkından olmak üzere toplam 1.000 TL.nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi için adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 1. İş Mahkemesi; 23.09.2011 gün, E:2010/618, K:2011/464 sayı ile özetle, davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiş olup, bu karara karşı yapılan temyiz başvuru üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 27.02.2012 gün, E:2011/49865, K:2012/5855 sayı ile özetle, “…davacı ile davalı işyerinde tüm bordrolar, ücret ve mali haklarına ilişkin işverence alınan tüm işletmesel kararlar getirtilmeli, davacının kapsamdışı nakle tabi olarak çalıştığı dönemde 406 sayılı kanunun Ek. 29 ve sözleşmenin 7 nci Maddeleri uyarınca aynı statüde kamuda çalışan ve 399 sayılı KHK.’nın Ek II. cetveline tabi çalışanlara uygulanan artışlardan yararlandırılıp yararlandırılmadığı, artış yapılıp yapılmadığı, yapılan artışın tebliğlerle getirilen artışların altında kalıp kalmadığı, davacının fark alacağı olup olmadığı konusunda uzman bilirkişiden rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme sonucu karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” demek suretiyle kararın bozulmasına karar vermiştir.

Ankara 1.İş Mahkemesi: Yargıtay bozma ilamına uyarak yapılan yargılama neticesinde, 21.05.2013 gün, E:2012/438, K:2013/332 sayı ile özetle, ‘’…406 sayılı yasa hükümleri uyarınca davalı şirkete, hak sahibi personeli Devlet Personel Başkanlığına bildirmesi, bildirim ile beraber personelin nakledileceği kamu kurumundan yararlanacağı parasal haklara esas olmak üzere, memur maaş nakil ilmühaberi düzenlenmesi, personelin ilişiğinin kesilmesi gibi işlemler yaptırıldığı görülmekle, bu işlemlerin idare hukuku alanında hukuki sonuçlar doğurduğu ve ilgili personelin nakledilecekleri kurumdaki statülerini, özlük ve parasal haklarını belirlediği, söz konusu işlemlerin kamu personeli hakkında ve idare hukuku alanında tesis edilmiş birer idari işlem niteliğinde oldukları açık olup, idari işlemlerle ilgili uyuşmalığın ise adli yargı yerinde değil, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden davanın usulden reddine karar vermek gerekmiştir.’’ demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 2. İdare Mahkemesi: 02.05.2014 gün, E:2013/925 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyasına ilişkin evrak da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 2. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 1. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 2.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 1.İş Mahkemesinin 21.05.2013 gün, E:2012/438, K:2013/332 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

35-ESAS NO : 2014/763

KARAR NO : 2014/815

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : M.D.

Vekili : Av. B.Y.

Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.

Vekilleri : Av. M.A.P. & Av. M.A.Y. (Adli Yargıda)

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de kapsam dışı statüde teknisyen olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi üzerine nakil süresinin başladığını ve 19.01.2010 tarihinde emekliye ayrıldığını, davalı ile sözleşmenin imzalandığı 01.01.2006 tarihi ile davacının emekliye ayrıldığı 19.01.2010 tarihi arasında verilmesi gereken ancak ödenmeyen ek ödemelerin tahsilini ve davalı nezdinde çalışmaktayken 5473 sayılı yasa gereği 01.01.2006 tarihinden itibaren verilmeye başlanılan ve seneler içerisindeki artık gösteren ek ödemenin, davacının ayrıldığı tarih itibariyle ulaştığı değerinin 01.01.2006 – 19.01.2010 tarihleri arasında davacının maaşına yansıtılmadığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla öncelikle 5473 sayılı yasa gereği 01.01.2006 tarihinde verilmeye başlanılan ek ödemenin YPK’nun mütebaki kararları uyarınca ek ödemenin arttırıldığı gözetilerek 01.01.2006-19.01.2010 tarihleri arasında doğan ancak ödenmeyen 6.625,00 TL ek ödeme alacağının en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, ayrıca davacının ayrılış tarihi itibari ile verilmesi gereken 370,25 TL ek ödemenin dikkate alınmadan emekli maaşı belirlendiğinden bu ek ödemenin maaşa eklenerek emeklilik maaşının belirlenmesine karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 11. İş Mahkemesi: 20.02.2013 gün, E:2012/758, K:2013/169 sayı ile özetle; davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 4. İdare Mahkemesi: 10.06.2014 gün, E:2013/490 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19.maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,19.01.2010 tarihinde Türk Telekomünikasyon A.Ş.’den emekliye ayrılan davacı tarafından adına düzenlenen nakil ilmühaberinde belirtilen ücreti üzerine ayrılış tarihi itibari ile ödenmesi gerektiği iddia edilen 6.625,00 TL tutarın ödenmesi ve bu tutarın emekli maaşından ödenmesinde hesaba alınması istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 4. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 11. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 11.İş Mahkemesinin 20.02.2013 gün, E:2012/758, K:2013/169 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

36-ESAS NO : 2014/764

KARAR NO : 2014/816

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/9, 44/1-b. maddeleri uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, sürücü belgesi geri alma tutanağı hakkında ayrıca dava açılmış olsa dahi, aynı Kanun’un 112. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : A.D.

Vekili : Av. Ö.D.

Davalı : Mersin Valiliği Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü

O L A Y : Mersin Valiliği Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü’nce yapılan denetimler sırasında 33…… plaka sayılı araç sürücüsü davacı hakkında, 9.11.2013 gün ve HA-541426 seri-sıra sayılı Trafik İdari Para Cezası Karar Tutanağı düzenlenerek, alkol cihazına üflemeyi kabul etmediği ve sürücü belgesini yanında bulundurmadığından bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48/9, 44/1-b. maddeleri uyarınca toplam olarak 2.166,00 TL idari para cezası verilmiş, aynı birim tarafından sürücü belgesi geri alma tutanağı düzenlenmiştir.

Davacı vekili, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine başvuruda bulunmuştur.

MERSİN 8. SULH CEZA MAHKEMESİ: 17.1.2014 gün ve D.İş:2013/447,K:2013/447 sayı ile; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesine göre idari para cezası yanında idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiş, davacı vekilinin istemi üzerine dava dosyası Mersin Nöbetçi İdare Mahkemesine gönderilmiştir.

Mersin 1. İdare Mahkemesi, idare mahkemesine hitaben yazılmış bir dava dilekçesi ile dava açılmadığından, dava dilekçesinin (dosyanın idare mahkemesine gönderilmesini içeren dilekçenin) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesinde öngörülen koşullara uygun şekilde düzenlenerek yeniden dava açılmak üzere reddine karar vermiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 9.6.2014 gün ve E:2014/721 sayı ile; 2918 sayılı Kanun’un 112. maddesinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara Trafik Mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde ise yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde bakılacağının düzenlenmesi karşısında, idari para cezasına yönelik davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve işin incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesi’nin karar vermesine değin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;

Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdari yargı yerince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının, Mahkemece ekinde adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 48/9, 44/1-b. maddeleri uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Adres değişikliklerinin bildirilmesi ve sürücü belgelerinin taşınması zorunluluğu” başlığı altında düzenlenen 44. maddesinde, “Sürücü belgesi sahipleri:

a) İkamet adresi değişikliklerini belgeyi veren kuruluşa otuz gün içinde bildirmek,

b) Araç kullanırken sürücü belgelerini yanlarını bulundurmak ve yetkililerin her isteyişinde göstermek,

Zorundadırlar” denilmiş; “Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı” başlığı altında düzenlenen 48. maddesi, 24.5.2013 tarihli 6487 sayılı Kanun’un 19.maddesiyle yeniden düzenlenerek maddeye;

“Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılmasını kabul etmeyen sürücülere 2.000 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi iki yıl süreyle geri alınır” denilmek suretiyle dokuzuncu fıkra;

“Sürücü belgelerinin geçici geri alma işlemleri bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler tarafından yapılır ” denilmek suretiyle de onikinci fıkra eklenmiştir.

Anılan Kanun’un, “Trafik zabıtasının görev ve yetki sınırı ile genel zabıtanın trafik hizmetlerini yürütmeye ilişkin yetkisi” başlığı altında düzenlenen 6. maddesinde ise, “Trafik zabıtası ve genel zabıtanın görev ve yetki sınırı;

a)Trafik zabıtası:

Trafik zabıtası görevi sırasında karşılaştığı acil ve zorunlu hallerde genel zabıta görevi yapmakla da yetkilidir.

Mülki idare amirlerince, emniyet ve asayiş bakımından zorunlu görülen haller dışında, trafik zabıtasına genel zabıta görevi verilemez, araç, gereç ve özel teçhizatı trafik hizmetleri dışında kullanılamaz.

b)Genel Zabıta:

Trafik zabıtasının bulunmadığı veya yeterli olmadığı yerlerde polis; polisin ve trafik teşkilatının görev alanı dışında kalan yerlerde de jandarma, trafik eğitimi almış subay, astsubay ve uzman jandarmalar eliyle yönetmelikte belirtilen esas ve usullere uygun olarak trafiği düzenlemeye ve trafik suçlarına el koymaya görevli ve yetkilidir” denilmektedir.

Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hali ile, bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır.” denilmiştir.

Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanun’un Adli Kovuşturma ve Cezaların Uygulanması başlıklı Dokuzuncu Kısım’a dahil Bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri ” başlığı altında düzenlenen 112. maddesinin ilk paragrafında; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bu kanundaki hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı ifade edilmiş; böylelikle sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin uygulamalar, trafik ve sulh ceza mahkemelerinin görevi dışında tutulmuş iken;12.7.1013 tarihli 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle yapılan değişiklik ile, maddenin başlığı, “Sürücü belgelerinin geri alınmasında ve iptalinde yetki; şeklinde, madde ise, “Bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevlilerin ve trafik tescil kuruluşlarının yetkilendirildiği haller hariç olmak üzere, sürücü belgelerinin geri alınmasına ve iptaline sulh ceza mahkemeleri karar verir.

Bu Kanunun 51 inci maddesinin ihlali ve 118 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı “100 ceza puanını doldurmak” eylemi nedeniyle sürücü belgelerinin geri alınmasına yine bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan görevliler yetkilidir.

Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması veya iptaline dair verilen kesinleşmiş mahkeme kararı örnekleri, sürücülerin sicillerine işlenmek üzere mahkemelerce ilgili trafik birimlerine gönderilir.

Bu Kanuna göre görülen davalar, diğer kanunlara göre görülen davalarla birleştiri-lemez.

……. ” denilerek yeniden düzenlenmiştir.

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde ise, “(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilmiştir.

Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin karar, 2918 sayılı Kanun’un 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 112. maddesi ve 5326 sayılı Kanun uyarınca incelendiğinde, 2918 sayılı Kanun’un, bu Kanun’daki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkilerinin düzenlendiği 112. maddesi uyarınca, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davaların sulh ceza mahkemelerinin görevine dahil edilmediği ve 5326 sayılı Kanun’un 19. maddesinde, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için ehliyetin geri alınmasına ilişkin hükümlerin geçici istisnalar içinde sayıldığı dikkate alındığında; sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınmasına ilişkin davalara bakma görevinin idare mahkemesine ait olduğu kuş-kusuzdur.

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, idari para cezası yönünden oluşan olumsuz görev uyuşmazlıklarının çözümünde, idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması ve dosya içeriğinden bu kararın idari yargı yerinde dava konusu edildiğinin anlaşılması halinde; idari para cezasına ilişkin kararın hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği sonucuna varılarak, idari yargı yerince verilen görevsizlik kararlarının kaldırılmasına karar verilmiştir.

Somut olayda, adli yargı yerince idari para cezasına konu işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak sürücü belgesi geri alma tutanağı da düzenlendiği bu nedenle davanın çözümünün idari yargı yerine ait olduğu ileri sürülmüş ise de, dava dilekçesinin incelenmesinden, davacının sadece idari para cezasına karşı dava açmış olduğu ancak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Saklı tutulan hükümler” başlığını taşıyan 19. maddesinde, “diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için, ….. ehliyetin geri alınması, …….gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklıdır” denilerek, ilgili kanununda, bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulan, başka bir deyişle, belirtilen istisnalar içinde sayılan yaptırımlardan biri olan “ehliyetin geri alınması”na ilişkin hükmün, 12.7.2013 tarih ve 6495 sayılı Kanun’un 20.maddesiyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 112. maddesinde yapılan değişiklik ile yukarıda belirtilen şekilde yeniden düzenlendiği ve bu karara karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetildiğinde, aksi takdirde dahi, oluşacak olan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümünde, sürücü belgesi geri alma tutanağının iptali istemiyle açılan davanın da adli yargı yerinde görüleceği açıktır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda son olarak 12.7.2013 gün ve 6495 sayılı Kanun’la değişiklik yapıldığı, bu haliyle de idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşıl-mıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Mersin 1. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Mersin 8. Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Mersin 1. İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Mersin 8. Sulh Ceza Mahkemesinin 17.1.2014 gün ve D.İş:2013/447, K:2013/447 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

37-ESAS NO : 2014/770

KARAR NO : 2014/822

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : H.T.

Vekili : Av. G.G. (Adli Yargıda)

Av. G.B. (İdari Yargıda)

Davalı : Tatvan Belediye Başkanlığı

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davalı kuruma nema alacağının ödenmesi konusunda yapılan başvurunun reddi üzerine Van İdare Mahkemesi’ne dava açtıklarını, yapılan yargılama sonucu Van İdare Mahkemesi’nin 13.04.2007 gün ve E:2006/3746 K:20007/849 sayılı kararı ile, “dava konusu işlemin iptaline, davacının maaşından yapılan ancak daha önce bankaya yatırılmayan tasarruf kesintilerinin, idare katkısının ve idareye başvuru tarihi itibariyle hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine” karar verdiğini ve kararın kesinleştiğini; davacının nema alacağını tahsil etmek için Tatvan İcra Müdürlüğü’nün E.2010/672 sayılı dosyası ile ilamsız icra takibi başlattığını; davalı kurumun icra takibine yaptığı itiraz sonucu icra takibinin durduğunu; icra takibine yapılan itirazın hukuki dayanaktan yoksun, kötü niyetli ve zaman kazanmak amacına yönelik olduğunu belirterek; itirazın iptaline, davalı borçlunun %40 tan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.

TATVAN SULH HUKUK MAHKEMESİ: 09.04.2012 gün ve E:2010/384 K:2012/63 sayılı kararıyla “…dava konusu olayda, meydana geldiği ileri sürülen zararın ödetilmesi isteminin bir idari işlem ile reddedildiği anlaşıldığından ve 2577 sayılı İYUK md.2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarara uğrayanlar tarafından, ilgili idareye karşı açılması gerekir ve bu davalar idari yargının görev alanı içine girmektedir…” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve verilen bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez,aynı istemle idari yargıda dava açmıştır.

VAN 1. İDARE MAHKEMESİ: 07.04.2014 gün ve E:2014/315 sayılı gönderme kararında “…2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve işleyişi Hakkında Kanun’un yargı mercilerinin “Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurmaları” başlıklı 19. maddesinde, "Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.

Yargı merciince, önceki görevsizlik kararma ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir" hükmüne yer verilmiştir.

2576 sayılı Kanunun İdare Mahkemelerinin Görevleri başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, İdare Mahkemelerinin, Vergi Mahkemelerinin görevine giren davalar ile ilk derece Danıştay'da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davaları ile tam yargı davalarını, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinin birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar ve diğer kanunlarla verilen işleri çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesinin 3/a bendinde; dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden ilk incelemeye tabi tutulacağı; aynı Kanununun 15 nci maddesinin 1/a bendinde ise; adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların görev yönünden reddine karar verileceği belirtilmiştir.

Öte yandan, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 4. Maddesinde; "icra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesi icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılır. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca icra mahkemesinin birden fazla dairesi kurulabilir. Bu durumda icra mahkemesi daireleri numaralandırılır. İcra mahkemesinin birden fazla dairesi bulunan yerlerde iş dağılımı ve buna ilişkin esaslar, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Her icra mahkemesi hakimi, kendisine Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığınca dönüşümlü olarak bağlanan icra ve iflas dairelerinin muamelelerine yönelik şikayetleri ve itirazları inceler, bu dairelerin gözetim ve denetimlerini yapar, idari işlerine bakar. İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların tetkik mercii o mahkemenin hakimidir." Hükmüne yer verilmiş, aynı Kanunun alacak takiplerinde ödeme emrine itirazın hükmünün düzenlendiği 66. maddesinde, müddeti içinde yapılan itirazın takibi durduracağı, 67. maddesinde ise; takip talebine itiraz edilen alacaklının, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebileceği kurala bağlanmıştır.

Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacının 6.594,63 TL tutarındaki nema alacağının davalı Tatvan Belediyesinden tahsili için Tatvan İcra Dairesi tarafından ödeme emri düzenlendiği, bu ödeme emrine davalı idarece itiraz edilmesi üzerine takibin durduğu, davacının itirazın iptali için Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açtığı, anılan davada verilen görevsizlik kararı üzerine bu defa Mahkememizde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun yukarıda yer verilen hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, İcra ve iflas dairelerinin muamelelerine kargı yapılan şikayetlerle itirazlara ilişkin incelemenin icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılacağı, icra mahkemesi bulunmayan yerlerde ise bu itirazların icra yetkisini haiz sulh mahkemeleri tarafından inceleneceği anlaşılmakta olup, uyuşmazlığın çözümünde adli yargı mercilerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır…” şeklindeki gerekçe ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. Maddesi hükümleri uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar davanın ertelenmesine karar vererek dosya Mahkememize gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.07.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, icra takibine yapılan itirazın iptaline ilişkindir.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.

İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre icra hakiminden itirazın kaldırılmasını istemektir.

İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.

Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 - 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.

(Değişik: 9/11/1988 - 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.

İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.

(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)

Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.

Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.

Olayda, davacının 6.598,04 TL tutarındaki nema alacağının davalı Tatvan Belediyesi’nden tahsili için Tatvan İcra Dairesi’nde ilamsız takip başlattığı, davalı belediyenin takibe yaptığı itiraz sonucu takibin durdurulmasına karar verilmesi üzerine; icra işlemine yapılan itirazın iptali için önce adli yargıda, yapılan itirazın görevsizlik nedeniyle reddedilmesinin ardından idari yargıya başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Van 1. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile, Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.04.2012 gün ve E:2010/384 K:2012/63 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Van 1. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE, Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 09.04.2012 gün ve E:2010/384 K:2012/63 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.07.2014 gününde Üye Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

Somut uyuşmazlıkta;

Adli Yargıda açılan davanın İ.İ.K 67 md. maddelerinde öngörülen İtirazın İptali davası olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı Adli Yargının “Yargı Yolu yönünden dava dilekçesinin reddi” karan üzerine bu kez İdari Yargıda “İcra Dosyasında tasarruf teşvik ve bunlara ait nemaların ödenmesine dair göndermiş olduğu ödeme emrine karşı davalı İdarenin itirazının, İdari İşlem niteliğinde değerlendirerek İşlemin İptali ile tasarruf kesintisi ve nemalarının İdareye başvuru aksi halde ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsiline karar verilmesi istemi ile dava açmış,

İdare mahkemesince, dava, İtirazın İptali davası olarak kabul edilerek, davanın Adli Yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilince, İdari Yargıda idari işlemin iptali ve ödenmeyen nema alacağının yasal faizi ile tahsili istenmiş olup dava, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunun 2/1- b maddesinde düzenlenen İdari Dava niteliğindedir.

Adli Yargıdaki Davanın İtirazın İptali, İdari Yargıdaki davanın da İdari Dava niteliğinde bulunması karşısında her iki davanın konusu aynı olmadığından 2247 sayılı yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmemesi nedeniyle başvurunun reddi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşüne katılamıyorum.

 

 

Üye

Eyüp Sabri BAYDAR

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

38-ESAS NO : 2014/771

KARAR NO : 2014/823

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi ve alacağının faizi ile birlikte tazmini istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : S.T.

Vekilleri : Av. B.Y.& Av. A.Ö.Ö.

Davalı : Türk Telekomünikasyon AŞ.

Vekili : Av. C.S.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.de kapsam dışı personel olarak çalışmakta iken,davalı Türk Telekomünikasyon AŞ.nin 14.11.2005 tarihinde özelleştirilmesi sonucu kamuya nakil hakkını saklı tutmak kaydı ile 2.tip iş sözleşmesi imzaladığını, sonrasında 406 sayılı yasanın ek 29.maddesi uyarınca başka bir kamu kurumuna nakil olduğu, 03.02.2011 tarihine kadar aylık ücretinin davalı şirketçe ödendiğini, sonrasında maaş artışı ve ek ödemelerin lehine uygulanmadığının tespit edildiğini belirterek, maaş nakil belgesinin 4046 sayılı yasanın 22.maddesi ve 406 sayılı yasanın ek 29.maddesine uygun düzenlenmediğinden bahisle yeniden tespiti ile, maaşına esas net ücretine söz konusu ek ödeme ve denge tazminatlarının ve buna bağlı olarak değişen maaş tutarına uygulanan ikramiye tutarları farkının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 700,00 TL alacağın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 16. İş Mahkemesi: 07.05.2013 gün, E:2011/915, K:2013/312 sayı ile özetle; davanın, idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle, görev yönünden reddine karar vermiştir.

İşbu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 08.07.2013 gün ve E:2013/18930, K:2013/16924 sayılı ilamı ile özetle hükmün onanmasına karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.

Ankara 10. İdare Mahkemesi: 17.04.2014 gün ve E:2014/86 sayı ile özetle; davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini belirterek, 2247 sayılı Kanunun 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın 19. maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu,idari yargı dosyasının, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle, son görevsizlik kararını veren mahkemece, Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim İsmail SARI’nın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava,davalı kurumda görev yapmakta iken,406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen, sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yanlış düzenlendiği iddiasıyla yeniden düzenlenmesi ve bundan kaynaklı olduğu iddia olunan zararın tazmini istemiyle açılmıştır.

1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.

27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.

Öte yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.

Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu tartışmasızdır.

Özelleştirme kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin % 55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle) Ojer Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.

Bu sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:

Türk Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000 tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anılan 4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22. maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare: 12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle: 16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.

406 sayılı Yasa’nın anılan Ek 22.maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve 24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.

Kanunla, Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004 tarihleri arasında geçerli olmuştur.

Anayasa’nın 128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.

406 sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…” denilerek, yasa koyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.

Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005) tarihinde çalışmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve sonrasında başka bir kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından, maaş nakil ilmühaberinin yeniden düzenlenmesi ve yanlış düzenlenmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde:

“a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.

Buna göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği ve davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğundan, uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı görevli olduğundan Ankara 10. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile, Ankara 16. İş Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10.İdare Mahkemesince yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile, Ankara 16.İş Mahkemesinin 07.05.2013 gün, E:2011/915, K:2013/312 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

39-ESAS NO : 2014/779

KARAR NO : 2014/829

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : Davacı tarafından 01.01.1987 – 31.12.1995 tarihleri arasında işçi olarak çalıştığı işyerince, tahakkuk ettirilen KEY ödemelerinin ödenmediği iddiasıyla açılan Konut Edindirme Yardımı ve Neması alacağının tahsiline ilişkin davanın, söz konusu işlemin idarenin tek yanlı ve kamu gücünü kullanarak gerçekleştirmiş olduğu bir işlem olması karşısında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : B.D.

Vekilleri : Av. İ.H.G. & Av. O.G.

Davalılar : 1. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (İdari Yargıda)

Vekilleri : Av. Ö.B.

2. İstanbul Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürlüğü (Adli Yargıda)

Av. E.T.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının Büyük Kulüp adlı işyerinde 01.01.1987-31.12.1995 tarihleri arasında kesintisiz olarak çalıştığını, çalıştığı döneme ilişkin olarak adına kayıtlı konut yardımının yatırılıp yatırılmadığı konusunda Büyük Kulüp’ten bilgi istendiğini, bu talebe henüz bir cevap verilmediğini, ancak 5664 sayılı Yasa’nın 5.maddesine istinaden konut edindirme yardımından yararlandırılması istemi ile yapılan başvurunun davalı idarenin bila tarih ve B13.2.SGK.4.34.07.0VIII.309.KEY sayılı yazı cevabı ile “1987-1995 yılları arasında bölgemize bağlı işyerlerinde geçen çalışmalarınızdan adınıza kayıtlı konut yardımı yatırılmadığı tespit edilmiştir.” şeklindeki gerekçesi ile reddedildiğini, söz konusu işlemin hem Konut Edindirme Yardımı Hak sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanun hem de ilgili kanuna tabi olarak yürürlüğe konan yönetmelik hükümlerine göre hukuka aykırı olduğunu belirterek; söz konusu işlemin iptali ile konut edindirme yardımı kesintileri de dahil olmak üzere tüm maddi zararlarının ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile idari yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 2. İdare Mahkemesi: 20.06.2011 gün ve 2010/1801 Esas, 2011/1373 Karar sayılı kararı ile özetle; davacının kamu personeli sıfatı bulunmadığını, özel sektörde işçi statüsünde çalıştığını, bu nedenle görev yaptığı döneme ilişkin konut edindirme yardımlarının eksik tahakkuk ettirilmesi niteliğindeki işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğunu belirterek; 2577 sayılı Kanunun 15/1 maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, karara karşı davacı vekili tarafından itiraz edilmiş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 29.12.2011 gün ve 2011/16529 Esas, 2011/20654 Karar sayılı kararı ile itirazın reddine ve kararın onanmasına hükmetmiş, karar davacı vekiline 12.01.2012, davalı vekiline 11.01.2012 tarihinde tebliğ edilmiş, süresinde kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

Davacı vekili aynı konuya ilişkin olarak, davacıya eksik ödendiği ifade edilen Konut Edindirme Yardımı ve Neması alacağına mahsuben şimdilik 1000 TL nin faizi ile birlikte tahsili istemiyle bu kez adli yargı yerinde dava açmıştır.

İstanbul 13. İş Mahkemesi; 26.02.2014 gün ve 2012/239 Esas, 2014/123 Karar sayılı kararında özetle; “Resmi Gazetenin 14.10.2011 tarih ve 28084 mükerrer sayısında yayımlanan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 20.12.2010 tarih, 156-328 sayılı kararında da tasarruf teşvik kesintisi, kurum katkısı ve nemaların tahsili ile ilgili davaların İdare Mahkemesine açılması gerektiğini belirtildiği göz önünde bulundurulduğunda; idarenin kamu gücü kullanılarak yapılan konut edindirme yardımı alacağı kamu hukuku alanına ilişkin olması göz önünde bulundurulduğunda konut edindirme yardımı alacağının tahsili istemiyle yapılan davaların çözüm yerinin idari yargı yeri olduğu, görev konusunun HMK'nun 114/1-c maddesi uyarınca dava şartı ve kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece re'sen ve her aşamada nazara alınacağından, açılan davanın yargı yolu yanlışlığı sebebiyle reddine karar vermek gerektiği kanaatine varılmıştır” şeklindeki gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar vermiş ve İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nce de dosyada görevsizlik kararı verilmiş olması nedeni ile görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, verilen karar tarafların temyiz etmemeleri üzerine karara şerh edildiği üzere 07.04.2014 tarihinde kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU , Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME:

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir.

Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir.

2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir.

Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır.

Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, İstanbul 13.İş Mahkemesi’nce yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından ve sonuçta usule ilişkin başka bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ve Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 01.01.1987-31.12.1995 tarihleri arasında Büyük Kulüp adlı işyerinde işçi olarak çalışan davacının ödenmeyen konut edindirme yardımı ve neması alacağının yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.

26/11/1999 tarih ve 588 sayılı Konut Edindirme Yardımı Hesaplarının Tasfiyesine Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin 4'üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olan 22/11/1986 tarih, 3320 sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında Kanun'un ''Kapsam'' başlıklı 1.maddesinin b bendine göre, işçilere bu kanunda belirtilen esas ve usuller dahilinde Konut Edindirme Yardımı yapılacağı belirtilmiş olup, mülga kanunun ''Yardımın Ödenme Şekli'' başlıklı 4.maddesinin b bendinde, yardıma müstahak işçilerin konut edindirme yardımlarının işverenlerce tahakkuk ettirilerek Sosyal Sigortalar Kurumuna yatırılacağı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin ödenmesine ilişkin hükümleri dairesince kurumca tahsil edilen miktarın tahsilatın yapıldığı ayı takip eden bir ay zarfında topluca Türkiye Emlak Kredi Bankasında Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı adına açılacak ''İşçiler ve Emeklileri Konut Edindirme Yardımı Hesabına'' yatırılacağı, 8.maddesinde de, İşveren tarafından Sosyal Sigortalar Kurumuna zamanında ödenmeyen konut edindirme yardımlarının resen veya ilgililerin başvurusu üzerine Sosyal Sigortalar Kurumunun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunacağı belirtilmiştir.

30.5.2007 tarih ve 26537 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5664 sayılı “Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanun”un “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde,

(1) Bu Kanunun amacı, mülga 3320 sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında Kanun uyarınca hak sahibi olanlara nakit veya hisse senedi olarak ödeme yapılmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.”;

Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin c bendinde; “Bu Kanunun uygulanmasında; (…) c) Hak sahibi: Mülga 3320 sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında Kanun uyarınca; 1/1/1987 ila 31/12/1995 tarihleri arasında adlarına konut edindirme yardımı yatırılan ve yardım tutarları gerekli bildirimler yapılarak Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi hesaplarına intikal etmiş olan kişiler veya bunların kanunî mirasçıları ile 1/1/1987 ila 31/12/1995 tarihleri arasında adlarına düzenlenen bildirim formu, konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine devretmekle yükümlü kurum ve kuruluşlara verilmiş ve yardım tutarı tahsil edilmiş, ancak Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi hesaplarına intikal ettirilmemiş olan kişiler (SSK tarafından yardım tutarları kısmen Bankaya aktarılmış olan işçi emeklileri dahil) veya bunların kanunî mirasçılarını,(…) ifade eder.”;

''Hak sahiplerinin belirlenmesi'' başlıklı 3.maddesinin 2.bendinde, ''Bu süre içinde hak sahiplerine ilişkin listelerin bildirilmemesi, mükerrer veya yanlış bildirilmesi halinde hak sahiplerine karşı sorumluluk ilgili kurum veya kuruluşlara aittir.''

Hak sahiplerinin alacaklarının nemalandırılması ve ödeme” başlıklı 4.maddesinde;“(1) Hak sahiplerinin konut edindirme yardımı ana para tutarlarının nemalandırılmasında; 1/1/1987 ilâ 29/12/1999 tarihleri arasındaki dönem için Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin 6 aylık vadeli mevduat faizi bileşik usûlde uygulanır. 29/12/1999 tarihinden sonraki dönem için 3 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen süre sonundaki EGYO'nun net aktif değerinin % 60,96'sının bu Kanunla mülga 588 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi tarafından aynî sermaye olarak EGYO'ya devredilen taşınmaz karşılığı 395.751.717,17 YTL'ye oranı esas alınarak nema hesaplanır.

(2) EGYO, 3 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen süre sonundaki net aktif değerini Sermaye Piyasası Kurulunun gayrimenkul yatırım ortaklıklarına ilişkin düzenlemelerindeki usûl ve esaslara göre belirler ve sonuçları Bankaya bildirir.

(3) 3 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde tanımlanan hak sahiplerine ilişkin bilgiler Bankaca EGYO'ya bildirilir. Bu kişilere talep etmeleri halinde ödemeler, nemasıyla birlikte nakit veya payları oranında EGYO hisse senedi verilmek suretiyle yapılır. Her bir hak sahibinin EGYO'nun sermayesinin % 60,96'sı içindeki payı; hak sahibinin konut edindirme yardımının 29/12/1999 itibarıyla nemalandırılmış toplam değerinin, tüm hak sahiplerinin konut edindirme yardımlarının 29/12/1999 tarihi itibarıyla nemalandırılmış toplam değeri içindeki payı esas alınarak belirlenir. Hak sahiplerine yapılacak ödemelerde kullanılmak üzere gerektiğinde Hazine Müsteşarlığı tarafından EGYO'ya, ikrazen Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebilir. (Ek cümle: 13/2/2011-6111/139 md.) Bu fıkrada tanımlanan hak sahiplerine EGYO tarafından ödenen kâr paylarının EGYO’nun yükümlülüğünü aşan kısmı, Hazine Müsteşarlığınca incelenmesini müteakip düzenlenecek rapora istinaden Hazine tarafından EGYO’ya ödenir.

(4) 3 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde tanımlanan hak sahiplerine ilişkin bilgiler Bankaca EGYO'ya bildirilir ve hak sahiplerince talep edilmesi halinde, karşılığının Hazine tarafından EGYO'ya aktarılmasını müteakip EGYO tarafından nemasıyla birlikte nakit olarak ödeme yapılır.

(5) Konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine devretmekle yükümlü kurum ve kuruluşlar nezdinde bulunan ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine aktarılmamış olan hak sahiplerine ilişkin konut edindirme yardımı tutarlarının tamamı, fer'ilerinin tahsili beklenilmeksizin, Hazine Müsteşarlığının Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdindeki 410 numaralı hesabına aktarılır. Bu kişilere ait konut edindirme yardımı tutarları gecikme zamları ile birlikte, ilgili kurumlarca tahsil edilmesini müteakip tahsilatın yapıldığı tarihi izleyen ayın sonuna kadar Hazine Müsteşarlığının Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdindeki 410 numaralı hesabına aktarılır. (Ek cümle: 8/12/2009-5939/1 md.) Bu fıkra uyarınca ana para ve fer'ilerinin ayrımı yapılmaksızın 410 numaralı hesaba aktarılan tutarlar bütçeye gelir kaydedilir.

(6) Bu Kanunun uygulanmasında, SSK tarafından işverenlerden gecikme zammı ve faizi ile birlikte tahsil edilen konut edindirme yardımı tutarlarının ilişkin olduğu ayı takip eden ayın sonunda tahsil edilmiş olduğu kabul edilerek işlem yapılır.

(7) Hak sahiplerine yapılacak nakit ödemeler EGYO tarafından belirlenecek ödeme planı ve süresine göre yapılır.

(8) Nakit olarak yapılacak ödemeler için EGYO ile Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi arasında protokol düzenlenir.

(9) 3 üncü maddede belirtilen sürenin bitiminden itibaren hak sahiplerinin alacakları nemalandırılmaz.”;

İlan ve hak sahipliğinin sona ermesi” başlıklı 5. maddesinde;“(1) Hak sahiplerine ilişkin olarak 4 üncü madde uyarınca Bankaca EGYO'ya bildirilen listeler hak sahipliğinin tespitine esas olmak üzere Resmî Gazetede ilan edilir.

(2) Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine iletilen listelerde isimleri yer almadığı halde, konut edindirme yardımına müstahak olduğunu ileri sürenlerin, ilanın yapıldığı tarihten itibaren 3 ay içerisinde mülga 3320 sayılı Kanuna göre konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve ilgili bankaya devretmekle yükümlü olan kurum ve kuruluşlara başvurmaları halinde, adlarına daha önce konut edindirme yardımı yapıldığı hususunun her zaman düzenlenmesi mümkün olmayan nitelikteki belgelerle kanıtlanması veya bu durumun ilgili kurumların kayıtları ile anlaşılması kaydıyla, konut edindirme yardımı tutarları ilgili kurum veya kuruluşlarca hesaplanarak ilgililerin başvurusunu izleyen 8 aylık süre içinde 3 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen formatta ve şekilde Bankaya bildirilir. (Mülga ikinci cümle: 8/12/2009-5939/2 md.) Bu fıkrada belirtilen başvuru süresi geçirildikten sonra yapılan talepler ilgili kurum ve kuruluşlarca dikkate alınmaz.

(3) (Mülga : 8/12/2009-5939/2 md.)

(4) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) İkinci fıkrada belirlenen sürenin sonuna kadar ilgili kurum ve kuruluşlarca Bankaya gönderilen listelerde belirlenen hatalı bildirimler, Banka tarafından azami 3 ay içinde ilgili kurumlara düzeltme işlemleri için iade edilir. Hatalı bildirimlerin düzeltilmesi ile ilgili süre 31/12/2010 tarihinde sona erer. Ancak kurum ve kuruluşlar süre sonunu beklemeden düzeltmesi tamamlanan listeleri üçer aylık dönemler halinde Bankaya gönderir. Bu düzeltme sırasında, 30/6/2010 tarihinden sonra yeni hak sahibi bildirimi yapılamaz. Banka, ikinci fıkrada belirlenen sürenin sonuna kadar yapılacak bildirimlerden hatasız olanlara göre hazırlanacak listeleri 31/3/2010 tarihine kadar, kurum ve kuruluşlarca düzeltme işlemleri yapılarak gönderilen listeleri ise üçer aylık dönemler halinde EGYO’ya gönderir. Düzeltmeler neticesinde hazırlanacak son liste 31/3/2011 tarihine kadar EGYO’ya gönderilir. Bankaca EGYO’ya bildirilen listeler hak sahipliğinin tespitine esas olmak üzere EGYO tarafından Resmî Gazete’de ilan edilir.

(5) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Dördüncü fıkraya göre Resmî Gazete’de ilan edilen ilk listede yer alan hak sahipleri için 4 üncü maddeye göre yapılan nema hesaplaması neticesinde oluşan yardım tutarına ilk ilanın yapılacağı tarihe kadarki dönem için % 10 artış uygulanır. İlk ilan tarihinden sonraki listelerde isimleri yer alan hak sahiplerine ise her ilan dönemi için başlangıçtaki % 10 artışa ilave olarak basit usulde % 1,25 artış uygulanır.

(6) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Deprem, sel, yangın gibi sebeplerle konut edindirme yardımı hak sahiplerinin bildirimlerini bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvele uygun şekilde yapamayan kurum ve kuruluşların, bu bilgilerin yukarıda belirtilen sebeplerle zayi olduğuna ilişkin mahkeme kararını ekleyerek hak sahiplerinin kurum ve kuruluşlarında çalıştıkları tarihleri 30/6/2010 tarihine kadar bu Kanuna ekli (2) sayılı cetveldeki formatta ve elektronik ortamda Bankaya bildirmeleri halinde, hak sahiplerinin bu kurum ve kuruluşlarda çalıştıkları tarihlere isabet eden kanuni yardım dilimleri dikkate alınmak suretiyle beşinci fıkra çerçevesinde nema hesaplaması yapılır.

(7) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Birinci fıkra uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilen listelerde yer aldığı halde hatalı bildirimler nedeniyle yardım tutarını alamayanların bilgileri de dördüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslar doğrultusunda işleme alınarak Resmî Gazete’de iptal ve düzeltme listesi olarak ilan edilir. Bu listelerdeki hak sahiplerinin alacakları da beşinci fıkra çerçevesinde nemalandırılır.

(8) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Birinci fıkra uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilen listelerde yer aldığı halde, yardım tutarını eksik alan hak sahiplerinin alacakları ile Resmî Gazete’de ilan edilen listelerde yer almayıp hak sahibi oldukları ilgili kurum ve kuruluşlarca bildirilen kişilerin alacakları ile ilgili olarak; düzeltme, nemalandırma ve ilan işlemleri dördüncü ve beşinci fıkrada belirtilen esaslar uyarınca yapılır.

(9) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Belediyeler, bu Kanunda belirlenen kriterlere ve nema hesaplama yöntemine göre nemalandıracakları tutarı kendi kaynaklarından çalışanlarına ödeyebilir.

(10) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Bu madde uyarınca yapılan ilan tarihlerinden itibaren beş yıl içinde talep edilmeyen alacaklar Hazineye irad kaydedilir.

(11) (Ek: 8/12/2009-5939/2 md.) Bu maddede yapılan düzenlemeler uyarınca ilan edilen listelerde yer alan;

a) 3 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde ve bu maddenin ikinci ve altıncı fıkralarında tanımlanan gruptaki hak sahiplerine 4 üncü maddenin üçüncü fıkrası ve 28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun geçici 18 inci maddesi uyarınca,

b) 3 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde tanımlanan gruptaki hak sahiplerine 4 üncü maddenin dördüncü fıkrası uyarınca, ödenmek üzere Hazine Müsteşarlığı tarafından EGYO’ya kaynak aktarılır.” denilmiştir.

Uyuşmazlığa ilişkin mevzuat hükümleri ile somut olay birlikte irdelendiğinde; davacının mezkur kanun maddelerinden kaynaklanan Konut Edindirme Yardımı ödemelerinin idarece yatırılmadığı iddiasıyla iş bu davayı açtığı anlaşılmıştır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır.

Bununla birlikte, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2 nci maddesinin 1'inci bendinde de; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, idari dava türleri olarak sayılmıştır.

Olayda, davacının 01.01.1987-31.12.1995 tarihleri arasında işçi olarak çalıştığı Büyük Kulüp adlı işyeri tarafından, çalıştığı döneme ilişkin olarak tahakkuk ettirilen Konut Edindirme Yardımı ödemelerine ilişkin kesintilerin kendisine ödenmediği iddiası ile ödenmeyen Konut Edindirme Yardımı ve Neması alacağının tahsiline ilişkin olan davanın, söz konusu işlemin idarenin tek yanlı ve kamu gücünü kullanarak gerçekleştirmiş olduğu bir işlem olması karşısında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olmakla, İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 2. İdare Mahkemesi’nin 20.06.2011 gün ve 2010/1801 Esas, 2011/1373 Karar sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

40-ESAS NO : 2014/780

KARAR NO : 2014/830

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : B. İnş. Taah. Doğalgaz Alt Yapı İşleri Nak. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili : Av. S.D.

Davalı : Karasu Belediye Başkanlığı

O L A Y : Davacı şirket adına, İlçede yapılan doğalgaz çalışmaları sırasında, ana su hattına ve kanalizasyon hattına, su ve kanalizasyon borularına zarar verdiği, böylece Belediye Zabıta Talimatnamesine aykırı hareket ettiğinden bahisle, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca, Sakarya/Karasu Belediye Başkanlığı Encümeni’nin 6.8.2013 gün ve 275 sayılı kararı ile 11.000 TL, 31.7.2013 gün ve 276 sayılı kararı ile 3000 TL, 31.7.2013 gün ve 277 sayılı kararı ile 1000 TL para cezası uygulanmasına karar verilmiş, davacı tarafından yapılan itiraz aynı Kurumun 5.9.2013 gün ve 333 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

Davacı vekili, idari para cezalarının kaldırılması istemiyle adli yargı yerine başvuruda bulunmuştur.

KARASU SULH CEZA MAHKEMESİ; 31.1.2014 gün ve D. İş No: 2013/413 sayı ile, davacı şirketten istenen paranın verilen zararların bedeline yönelik olduğu, herhangi bir idari yaptırıma ilişkin idari para cezasının uygulanmadığı, bu nedenle Encümen kararına karşı yapılacak itirazın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SAKARYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 5.6.2014 gün ve E: 2014/484 sayı ile, davacıya 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca idari para cezası verildiğinden ve bu Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme bulunmadığından, Kabahatler Kanunu’nun 3,16 ve 27. maddeleri uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19.maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca verilen para cezalarının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun’un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun’la değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş; 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2 nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; Yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; Yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca verilen para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 1608 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Karasu Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Karasu Sulh Ceza Mahkemesinin 31.1.2014 gün ve D. İş No: 2013/413 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

—— • ——

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

41-ESAS NO : 2014/782

KARAR NO : 2014/831

KARAR TR : 14.07.2014

(Hukuk Bölümü)

ÖZET : 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : B. İnş. Taah. Doğalgaz Alt Yapı İşleri Nak. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Vekilleri : Av. S.D.

Davalı : Karasu Belediye Başkanlığı

O L A Y : Davacı şirket adına, yapılan yol çalışmaları sırasında, su borusuna, parke taşlarına zarar verdiği, böylece Belediye Zabıta Talimatnamesine aykırı hareket ettiğinden bahisle, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca, Sakarya/Karasu Belediye Başkanlığı Encümeni’nin 20.9.2013 gün ve 345 sayılı kararı ile 3000 TL para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, idari para cezasına konu idari işlemin kaldırılması istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.

KARASU SULH CEZA MAHKEMESİ; 31.1.2014 gün ve D. İş No: 2013/474 sayı ile, davacı şirketten istenen paranın verilen zararların bedeline yönelik olduğu, herhangi bir idari yaptırıma ilişkin idari para cezasının uygulanmadığı, bu nedenle Encümen kararına karşı yapılacak itirazın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, verilen karar itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

SAKARYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 5.6.2014 gün ve E: 2014/483 sayı ile, davacıya 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca idari para cezası verildiğinden ve bu Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme bulunmadığından, Kabahatler Kanunu’nun 3,16 ve 27. maddeleri uyarınca davanın çözümünün adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına ve davanın incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 14.7.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun’un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun’la değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553. maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir” denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmekte iken Uyuşmazlık Mahkemesi, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği sonucuna varmıştır.

1608 sayılı Yasa’nın, 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 66. maddesi ile değişik 1. maddesinde, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara belediye encümenince Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmüne göre idarî para cezası ve yasaklanan faaliyetin menine karar verilir. Bu kararda ilgili kişiye bir süre de verilebilir.

Belediye encümeni kararında belli bir fiilin muayyen bir süre zarfında yapılmasını da emredebilir. Emredilen fiilin ilgili kişi tarafından yapılmaması hâlinde, masrafları yüzde yirmi zammı ile birlikte tahsil edilmek üzere belediye tarafından yerine getirilir.

Bu madde hükümleri ilgili kanunda ayrıca hüküm bulunmayan hâllerde uygulanır” denilmiş; 5728 sayılı Kanun’un 578. maddesinin (g) bendi ile, 15.5.1930 tarihli ve 1608 sayılı Kanun’un 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, ek 1 ve ek 2 nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu haliyle, 1608 sayılı Yasa’da idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır.

1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.

Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; Yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; Yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.

Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde, “ (1) Bu Kanunun;

a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır” denilmiştir.

19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca verilen para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 1608 sayılı Kanun’da da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nin başvurusunun kabulü ile Karasu Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Karasu Sulh Ceza Mahkemesinin 31.1.2014 gün ve D. İş No: 2013/474 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 14.7.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.